Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EVET/ HAYIR C olaylar ve görüşler HAZİRAN CUMA İyi ki Hukuk Devletiyiz! Y öneticilerimizin dillerinden düşürmemeye özen gösterdikleri, zaman zaman da kendilerine övünme payı çıkardıkları geleneksel söylemlerden biri de ‘‘hukuk devleti’’ oluşumuz üzerinedir. ‘‘Yasa devleti’’ tanımına daha yakın olsa da, ülkemizdeki hukuk ve adalet anlayışı yıllardır bir arpa boyu gelişmemiştir. Yargı kararlarının bağlayıcılığı ilkesi de, özellikle ‘‘özelleştirme’’ adı altında kamusal kazanımların eşe dosta uygun(!) fiyatla kamanço edilmesi aşamasında görmezden gelinmektedir. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı da, bu yaklaşımın seçkin örneklerini vermede, öncekileri sollayan bir yolda ilerlemektedir. ??? Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türkİş) OcakNisan 2006 dönemini kapsayan ya PENCERE çen 2’sine ek olarak, 2 yer için daha dava açılmış, iptal kararları uygulanmamıştır. HAVAŞ ve KÜMAŞ için verilen iptal kararları uygulanmamıştır. 6 limanın (Giresun, Hopa, Ordu, Rize, Sinop ve Tekirdağ) özelleştirilmesine ilişkin davalarda 35 mahkeme kararı uygulanmamıştır. ??? Son uygulamaları da eklersek, iktidarların sabıkalarının daha da kabaracağı görülüyor. Yazıda yer alan örnekler, yalnızca özelleştirme ile ilgili olanların bir bölümü. Atamalara, yönetmeliklere karşı açılıp da iptal kararlarıyla sonuçlanan ve uygulanmayanlar da ayrı bir grup oluşturuyor. İyi ki hukuk devletiyiz. Ya olmasaydık? OKTAY AKBAL ORHAN ERİNÇ yın organında ‘‘Uygulanmayan Yargı Kararları ve Sendikaların Hakları’’ başlıklı bir araştırma yayımlandı. KİGEM’in genel sekreterliğini de yapan N. İlter Ertuğrul’un araştırmasının bir bölümünü alıntılamak zorunluluğunu duydum. Çünkü, Türkiye’nin ‘‘hukuk devleti’’ tanımının nasıl yok sayıldığını da gözler önüne seriyor. ??? Doğrudan özelleştirme işlemlerine karşı açılan davalar hakkında özet bir değerlendirme, şu sonuçları vermektedir: PETLAS için açılan 3 dava, ÖİB’nin ihaleleri iptal etmesi nedeniyle düşmüş, kazanılan dördüncüsü, uygulanmamıştır. KARDEMİR’in devri iptal ettirilmiş, karar uygulanmamıştır. Özelleştirilen 16 ORÜS işletmesinin hem ihalelerine hem de özelleştirme işlemlerine karşı dava açılmış, hiçbiri uygulanmamıştır. Yukarıdaki ÖYK kararında sözü edilenler bunlara dahildir. 16 ihale işlemi, 16 da ÖYK kararı olduğu için dava sayısı 32’yi, her davada üçer karar verildiği için uygulanmayan karar sayısı 90’ı bulmaktadır. 14 Sümer Holding işletmesi için de hem ihalelere hem de özelleştirme işlemlerine karşı açılan davalar lehe sonuçlanmış, kararlar uygulanmamıştır. Uygulanmayan karar sayısı 90 dolayındadır. Özelleştirilen çimento fabrikalarından ÖYK kararında adı ge Töre Cinayetleri ve Türban Önce Kendimizle Yüzleşme! arihle Yüzleşmek’’... Sevgili dostum Emre Kongar’ın son kitabının adı... Bir haftada onuncu baskıyı bulmuş! Hep böyledir, Prof. Emre Kongar’ın yapıtları, roman da olsa, toplumsal bir çalışma da olsa, bilimsel bir araştırma da olsa, pek çok okur bulur. Önce, yazmasını, anlatmasını bilir. Ele aldığı konuya sıcak bir yaklaşım gösterir. Bu yüzden rahat okunur. Her yeni kitabıyla da bizlere yeni şeyler öğretir... Ben, henüz kitabı okumadığım için, kesin bir yorum yapmak istemem. Beni ilgilendiren, yüzleşme sözcüğüdür. Önce, yüzleşme nedir? Bir gerçekle ya da gerçek sayılan, bizlere doğru diye gösterilen bir olaya, bir insana, bir konuya yaklaşma mıdır? Tarih, bir bilim midir? Valéry’ye göre değildir. Bilim kesinliktir... Hiç değilse, belli bir zaman süresince kesin diye kabul edilen bir şeydir, bir durumdur. Bilim de değişir, yenileşir, derinleşir. Eski anlayışları, ilkeleri, tasarımları atar, yenileriyle karşımıza çıkar... Eski zaman tarihçileri günü gününe not alırlardı. Daha da çok ülkenin başındaki insanlarla ilgilenirlerdi. Onların yaşamlarını, savaşlarını, yaptıkları, ettiklerini anlatırlardı. Pek azı o günlerin gerçek toplumunu, gerçek insanını yazmıştır, yazmaya gerek duymuştur. Tarih baştan başa bir kişisel yorumlamalar demetidir. Yazana göre değişir olaylar, değiştirilir, bambaşka bir nitelik kazanır. Yazılan birçok eleştiriden, daha çok övgüden öğrendiğime göre Kongar, bizlere gerçek diye anlatılan, okullarda öğretilen tarihi gerçeklerimizi bir bir ele almış, kendince yorumlayarak okura sunmuş... Eskiden yazılanlar neye dayanıyordu, Emre’nin yorumları neye dayanıyor? Başka biri çıkar da ‘Hayır bu yorumlar yanlıştır, gerçek doğru şöyledir’ diyebilir. Onun yorumunu da pek çokları, gerçeğin kendisi sayabilir! Yüzleşme olayı beni hep düşündürmüştür. Bir ömür boyu yaşadığımız bir şeydir bu. Durmadan yüzleşiriz; arkadaşla, dostla, düşmanla, olayla, eşya ile gelmişle gelecekle, bilimle, sanatla, edebiyatla, insanoğluyla!.. Ne kadar sayılmaya değer varsa, değersizlik varsa, hepsi karşımızdadır. Bize bakarlar, bizi kendi dünyalarına çekmek isterler... Ama gerçek yüzleşme kendimizle yapılandır. En korkuncu da budur, kendinle yüzleşmek!.. Kendinle hesaplaşmaktır bu! Gelmişinle geçmişinle, hatta geleceğinle!.. Zaman zaman benim de yaşadığım bir ruh hali... Ta çocukluğundaki bir olay, bir çatışma, bir dargınlık, bir aşk, bir dostluk zaman içinde yitip gitmez, birden karşına çıkar, ‘yüzleş’ benimle der! En zoru budur, kişinin kendisiyle yüz yüze gelmesi!.. Aynalarda bile görünmeyen bir gerçektir, karşınıza çıkan, çıkacak olan!.. Ama hepimizin yapması gereken bir iş; politikacısından sanatçısına, işadamından işçisine, memuruna, askerinden siviline kadar herkesin... Emre Kongar’ı da yeni yapıtından ötürü kutlamak isterim. Bakın, daha adı bile, beni nerelere götürdü? Ya, bir de okumuş olsaydım!.. G ‘‘T Zerkavi’leri Yetiştiren Toprak E bu Musab El Zerkavi bir teröristti, binlerce masum insanın canına kıydı. Su testisi su yolunda kırılır misali, kendisi bombalarla ortalığı kana bularken, onun sonunu da bir bomba getirdi. Irak’ta El Kaide’nin yaptıkları, en çok Irak halkına zarar veriyor. El Zerkavi’nin öldürülmesi, işgalci güçler açısından önemli bir başarı sayılır. Direnişin liderini öldürmek önemli bir adım. El Zerkavi’nin yaptıkları korkunç ve insanlık dışı, bu konuda bir tereddüdümüz yok. Onun yaptıkları, işgal kuvvetlerini haklı gösterebilir mi? Irak’ın işgalinden önce Irak’ta Zerkavi türü bir katiller topluluğu eylem yapabiliyor muydu? Zerkavi’yi yıllardır koruyan ve kollayan ortam, Irak’ın işgal ortamıdır. ABD ve müttefikleri Irak’ı ‘‘demokrasi götürmek’’ amacıyla işgal ettiklerini söylediler. 2003 yılından bu yana Irak’a demokrasi yerine ölüm ve çete egemenliği geldi. İşgalci güçler ve Zerkavi birbirlerine karşı bile olsalar iki taraftan Irak halkına kan kusturdular, kusturmaya devam ediyorlar. Ortada iddia edildiği gibi ne demokrasi var ne de istikrar. Sad ORAL ÇALIŞLAR dam’ın despotik yönetimi altındaki Irak, her şeye rağmen birlik içindeydi. Şimdi, ABD emperyalizmi işgali altındaki Irak’ın geleceği belirsizlik içinde. Birleşik bir Irak, bu sürecin sonunda kalacak mı? Bunu kimse garanti edemiyor. Şiiler, Sünniler ve Kürtler üç ayrı güç olarak Irak’ta federatif bir yapı oluşturuyorlar. Bu federatif yapının nereye gideceğini kimse bilmiyor. Kuzey’de Kürtler oldukça özerk ve bağımsız bir yapı oluşturdular. Kendi orduları, üniversiteleri, paraları, meclisleri var. Yarın ABD egemenliği kalkınca herkes kendi yoluna gidebilir ve Irak parçalanabilir. Böyle bir durumda bölgesel istikrarsızlık daha da artabilir. Ebu Musab El Zerkavi, Irak’taki bataklıkta büyüdü, gelişti ve etkili oldu. O bataklık hâlâ olduğu yerde duruyor. ABD ve müttefikleri işgalci güçler olarak Irak halkının dostluğunu kazanamadı. İşgale öfke sürüyor. İşgalcilere öfke sürüyor. Bu nedenle bu öfkenin yeni Zerkavi’ler yaratması da kaçınılmaz. Bu noktada şiddet konusunu da yeniden tartışmak gerekiyor. Iraklı direnişçiler şiddete başvuruyorlar. Bunların bir kısmı silahsız halkı da hedef alıyor ve terör yolunu izliyor. Irak’taki direnişçilerin hangisinin terörist, hangisinin haklı direnişçi olduğunu ayırt etmek de o kadar kolay değil. Neden bu ayrımı yapmakta zorlanıyoruz? Çünkü işgalci kuvvetler de şiddete başvuruyorlar. Hemen her gün ABD kuvvetlerinin masum halka yönelik bombalama eylemlerine giriştiğine, çocukları ve kadınları kurşuna dizdiğine ilişkin haberler alıyoruz. ABD ve işgalci güçlerin bu eylemlerine ne ad vereceğiz? Bunlar demokratik eylemler kategorisine mi giriyor? Irak’ın düzenini, Ortadoğu’nun düzenini kimler bozdu? Düne kadar Ortadoğu’daki baskıcı rejimleri destekleyen ve onları ayakta tutan ABD değil miydi? Ürdün’de, Mısır’da, Suudi Arabistan’da demokrasi mi var? Oradaki yönetimleri kim ayakta tu tuyor? Halkına yabancı bu baskıcı yönetimler, adım adım İslamcı hareketlerin gelişip büyüdüğü bir ortamı yarattılar. Mısır’da, Ürdün’de, Lübnan’da İslamcı akımlar geçmişten çok daha güçlüler ve halkın desteğini sağlamış durumdalar. Bunun sorumlusu kim? Filistin’de Hamas’ın iktidara gelme sürecinin asıl nedenini ABD ve müttefiki İsrail bilmiyor mu? Filistin’deki İsrail baskısı, adaletsizliği Hamas fanatizmini körükleyip güçlendirdi. Daha önce solun güçlü olduğu Filistin’de İsrail’e artan öfke içinde İslamcılık yaygınlaştı, fanatik eğilimler sempati topladı. Ebu Musab El Zerkavi bir sonuçtur. Yarın benzerleri onu takip edebilir. Bölgede adaletsizlik, haksızlık ortadan kalkmadan, Filistin sorununa adil bir çözüm bulunmadan daha çok Zerkavi avı yapılır, daha çok insan yaşamını yitirir. Zerkavi bir teröristti. Peki bu bölgeyi kan ve ateş deryasına çeviren Bush ve onu yönlendiren Yeni Muhafazakârlar neci? Onları hangi kategori içinde değerlendireceğiz? Türkçe Olimpiyatı G azetelerde, “Türkçe Olimpiyatı” başlığını okuyunca gözüm büyüdü, gönlüm kabardı. Olimpiyatlarla ilgili aklımdan binlerce film karesi geçti. En yeni, en son kareye gelince durdum. Bu kareyi alıp önüme koydum, derin düşüncelere daldım ve incelemeye başladım: “Uluslararası Dil Öğretim Derneği, 914 Haziran 2006 tarihleri arasında Türkiye’de, “4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı” düzenleniyormuş. Demek ki bu olimpiyat üç yıldan beri yapılıyor. “En iyi Türkçe” için 83 ülkeden 355 yabancı öğrenci yarışacakmış. Bu yarışma için 355 öğrenci, bir yıldan beri hazırlanmışlar. 1321 yaşında, ülkesinde öğrenim gördüğü dilin dışında yabancı dil olarak Türkçeyi seçen öğrenciler önce sınıflarında, ardından okullarında, son olarak da ülke çapında okullar arası düzenlenen yarışmalarda birinciliği kazananlar bu olimpiyata katılma yani Türkiye’ye gelme hakkını kazanmışlar. Ülkeler tek öğrenciyle katılabileceği gibi, takım halinde de yarışmaya katılabiliyorlarmış. 2005 öğretim yılıyla birlikte başlayan süreç, öğretim yılı sonunda sonuçlanıyor ve Türkiye’de düzenlenen olimpiyatlarla da doruğa ulaşıyor ve süreç tamamlanıyormuş. Bu yıl olimpiyatın yarışma bölümü Ankara’da Kızılcahamam’da tamamlanacak, yarışmacı öğrenciler 17 Haziran’da İstanbul’da, ülkeler için özel olarak hazırlanmış araçlardan oluşacak konvoyla Anadolu yakasından hareketle Avrupa yakasına geçeceklermiş. Aynı gün olimpiyat konvoyu ile fuar alanına getirilen ateş, Meclis Başkanı tarafından yakılacakmış. 355 öğrenci, hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söyleyecek, en son tören de Myshowland’de (herhalde, “Benim eğlence merkezim” anlamına geliyor) yapılacakmış. Törene, yarışmaya katılan ülkelerin büyükelçileri, devlet erkanından isimler katılacakmış. Yarışmaya katılacak 83 ülkenin alfabetik sırasıyla adlarına bakıyorum: ABD, Afganistan Arjantin, Bangladeş, Belçika, Çin, İtalya, İngiltere, Kosova, Litvanya, Madagaskar, Meksika, Moğolistan, Mozambik, Senegal, Sri Lanka, Sudan, Tayland, Uganda, Vietnam, Yemen... Olimpiyat öncesinde tüm Türkiye, 4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı posterleriyle donatılacakmış. Otobüslerden, duraklara, billboard’lara, üst geçitlere kadar her yer bu posterlerle donatılacakmış. METE ATAY Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu (ATÖF) Başkanı Türkçe Olimpiyatı; Şiir Yarışması, Şarkı Yarışması, Sahne Oyunları Yarışması, Kompozisyon Yarışması, Resim Yarışması, Hik?ye Yarışması, Ülke Tanıtım Standları Yarışması olmak üzere değişik kategorilerde gerçekleştirilecekmiş. Yarışmayı kazananlara madalya ve para ödülü verilecekmiş. Bununla kalınmayacak öğrencilere Türkçe öğreten öğretmenlere de, ödüller ve madalyalar verilecekmiş. Ayrıca özel jüri ödülleri varmış.” 4. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı’nın resmi programının özeti bu. Etkinlik, Kültür Bakanlığı ve Türkiye’yi Tanıtma Fonu tarafından destekleniyormuş. Adı Türkçe Olimpiyatı olan bir etkinliğe de, ona da ancak böyle bir organizasyon yakışır. ??? Fakat şu anda yalnız Almanya’da 616 yaş arasında okul çağında yarım milyondan fazla Türk kökenli öğrenci var. 40 seneden beri bu öğrencilere Türkçe ve Türk Kültür dersleri adı altında Türkçe dersleri veriliyor. Bu derslere katılım bazı eyaletlerde yüzde 20’lere düştü. Kalitesi, gerekli düzenlemeler, değişiklikler, çağdaş programlar yapılamadığı için, tartışma götürmeyecek kadar geriledi. İlgi yok denecek kadar az. Motivasyon sıfır derecesinde. Avrupa’da göçmen Türk öğrencilerin gittikleri okullardaki Türkçe ders saatleri azaltılıyor. Ders veren öğretmenlerin sayısı sürekli düşüyor. Emekli olan veya çeşitli nedenlerle öğretmelikten ayrılanların yerlerine yenileri atanmıyor. Türkçe, okullardan, ders programlarının içinden resmen çıkarılıyor. (Hollanda’da uygulamaya geçti. Almanya’da bu süreç başladı.) Okullarda Türkçe konuşmak yasaklanıyor. Türk öğrencilerin yalnız Türkçe derslerinde değil, zorunlu öğretim içerisindeki başarıları da çok düşük. PISA araştırma sonuçları ortada. Bütün bu sorunları, sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a 6 Aralık 2005te çok küçük bir heyet içerisinde ATÖF adına anlattım. Türkçe konuşma yasağının güncel olduğu 31.01.2006 tarihinde sayın Milli Eğitim Bakanı Doç. Dr. Hüseyin Çelik’e bir mektupla durumun ciddiyeti ve önemini belirten bir mektup yazdım. MEB’in yurtdışındaki öğrencilerden sorumlu iki genel müdüre, dilimin döndüğü kadar durumu vahametini anlatmaya çalıştım. Bugüne değin en küçük bir tepki gelmedi. ATÖF (Almanya Türk Öğretmen Dernekleri Federasyonu) ve FÖTED (Almanya Türk Veli Dernekleri Federasyonu) Türkçe için kampanyalar açtı. Seminerler, kurultaylar düzenledi. Kıt olanaklarıyla bildiriler dağıttılar, afişler, posterler hazırladılar. Bu etkinliklere devletin hiçbir desteği ve katkısı olmadı. ??? Kırk yıldan beri on binlerce Türk kökenli öğrenciye, Türkçe derslerine böylesine destek verilmedi. Türkçe, Türk çocuklarının başarısının, uyumunun önünde engelmiş gibi gösterildi. Bu yanlışlığa karşı en küçük bir çaba harcanmadı. Türk öğrencilerin başarısızlığı tüm çıplaklığı ile ortada dururken, bunların çözümü için uğraşılıp çözümler üretilmedi. Yüz binlerce Türk kökenli öğrenci, Türkçe derslerine katılmayıp anadillerini unutmaya terk edildi. Türkiye’den Türkçe derslerinde kullanılmak üzere hiçbir ders araç gereci geliştirilip gönderilmedi. Verilen Türkçe derslerinin kalitesi ve verimliliğini arttırmak için hiçbir şey yapılmadı. Yurtdışında, tüm olumsuzluklara karşın, görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışan binlerce öğretmene bir teşekkür çok görülürken, 355 öğrencinin öğretmenine madalya verilecek, 355 öğrenci ile Türkçe Olimpiyatı yapılacakmış. On binlerce Türk kökenli çocuk, anadilini konuşamazken, kültürünü, benliğini, kişiliğini kaybederken, zorunlu öğretimi bile tamamlayamayıp diplomasız okuldan ayrılırken, mesleksiz, umutsuz sokaklarda dolaşıp, hapishaneleri doldururken, uyuşturucu bataklığında boğuşurken, İstanbul’da “Türkçe Olimpiyat Ateşi” yakılacakmış. Yurtdışındaki öz evlatlarını, kendi kaderleri ile baş başa bırak, ilgilenme, İstanbul’da Türkçe Olimpiyatı düzenle. Hak, hukuk, insaf, vicdan neredesiniz? azetelerde sık sık ‘‘töre cinayetleri’’ yayımlanır, gün geçtikçe sayısı artan bu gerçek öyküler üzerine çeşitli fikirler ve yergiler ileri sürülür... Tümü de nafiledir. ? Son töre cinayeti şimdiye dek duyduklarımızın hepsini solladı... Tuğba İsveç’te ailesiyle birlikte yaşarken Türkiye’ye geliyor; Bursa’da bir erkek arkadaşıyla gezerken vuruluyor... Vuran kim?.. Kızın erkek kardeşinin arkadaşı... Gerekçe?.. Namus... Töre... Vesaire... Bundan bir önceki töre cinayeti de evlere şenlik!.. Yeni evlendiği eşi tarafından ‘bakire olmadığı’ gerekçesiyle baba evine geri gönderilen Yasemin, ağabeyi tarafından tabancayla vurulup öldürülüyor... Sonra?.. Sonrasını gazeteden okuyalım: ‘‘Ankara Adli Tıp Kurumu’nda yapılan muayenesinde genç kızın bakire olduğu tespit edildi.’’ Ama, bu da yetmiyor... Savcılığın talimatı üzerine Adli Tıp Kurumu genç kızdan aldığı parçaları İstanbul Adli Tıp Kurumu’na gönderdi. Patoloji bölümünden gelecek rapora göre genç kıza kızlık zarı dikilip dikilmediği, kürtaj olup olmadığı iddiaları netleşecek... İyi mi?.. 21’inci yüzyıl bilimi ve tıbbı ortaçağ töresinin hizmetinde!.. ? Zavallı Türkiye.. Zavallı insanlarımız.. Cumhuriyetten sonra başlayan Aydınlanma’nın eğitim seferberliği rafa kaldırıldı, çağdaş öğretime karşıt çevreler ağır bastılar, kişi başına düşen ortalama okul süresi üç yıl, yeni yetişen kuşakların kafası örümcek ağlarıyla örüldü... Mostrası da meydanda!.. Nedir mostrası?.. Türban kavgası!.. Çok partili rejiminde türban kavgasının birincil sırayı işgal ettiği bir ülkede nice genç kızın töre cinayetine kurban edilmesine şaşılır mı?.. ? Emre Kongar köşesinde soruyordu:‘‘Her yıl, resmi sayılara göre bir milyon, gayri resmi sayılara göre iki milyon çocuğu Kuran kursu adı altında dogmatik bir eğitimden geçirip ilerde ‘demokratik rejime bağlı’ vatandaş olmalarını bekleyebilir misiniz? Küçücük çocukların beynine ‘Başı açık kızlar cehenneme gider’ dogmasını kazıdıktan sonra, büyüdüklerinde başlarını örtmelerini ‘özgür iradelerine’ bağlayabilir misiniz?’’ ? Türban nedeniyle, tesettür aşkıyla, kadını örtmek hırsıyla devletin yüksek mahkemesini basıp yargıç öldüren avukatın ülkesinde töre cinayetlerine şaşmak geri zekâlılıktır... Özgür insan çağdaş öğretim düzeninde yetişir... Sokaktaki, köydeki yurttaşı bir yana bırakın, Başbakan RTE özgür mü?.. Eşini tesettüre bağlayan erkek özgür olabilir mi?.. CUMHURİYET 02 CMYK