23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN CUMA dizi MİLLİ İRADENİN EMRİNDE OLAN TÜRK SİLAHLI KUVVETLERI İLKE OLARAK GÜNLÜK SİYASETİN DIŞINDADIR ÜLKE İLE İŞBİRLİĞİ YAPTI Ordu rejimin güvencesi B ir süredir AB kamuoyunda bir kısım siyasiler ve birlik yöneticileri Kemalizmin Türkiye’nin AB yolunu tıkadığını, Kemalizmi savunan TSK’nin yapısı, görev alanları, statüsü gereği demokratik sistemin gelişmesinin önünde engel oluşturduğunu ifade ediyorlar. Daha da ileriye gidip TSK’nin ülkemizin bütünlüğüne yönelen bölücü terör örgütüyle etkili mücadelesini sapkınca yorumlayanlara rastlanıyor. Konuya ilişkin görüşler AB Komisyonu Türkiye ilerleme raporlarına da yansıtılıyor. Bunlar diyorlar ki, TSK, AB üyesi ülkeler silahlı kuvvetleri gibi sivil kontrol altına alınmalı, milli güvenlik siyaseti ve stratejilerin saptanmasındaki ağırlığı azaltılmalı, demokrasi önünde engelleyici görülen etkinliği sınırlandırılmalıdır. Bu görüşleri genelde bugünkü Türk yönetimi ve onları destekleyen belirli çevrelerce de desteklenmektedir. Sonuçta, AB istekleri doğrultusunda MGK’nin yapısı ve işlevleri yeniden düzenlenmiş, ulusal güvenliğin esas ve yetişkin unsuru olan askerin rolü indirgenmiştir. SK, ulusunun yararına olarak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk anayasasının temel hükümlerine sahip çıkarak İslamın siyasallaştırılmasına ve kamusal alanda İslami kuralların uygulanması eğilimlerine ve irticai hareketlere karşı olduğunu her fırsat ve platformda ifade ediyor. Silahlı Kuvvetler’in yönetim esaslarında ‘‘Devlet ve milletin geleceğine milli irade etkin ve hâkimdir. Silahlı Kuvvetler bu iradenin emrinde ve hizmetindedir’’ ifadesi yer almaktadır. Bu ifade büyük Atatürk’ün Türk ordusuna direktifidir. Bu itibarla Silahlı Kuvvetler ilke olarak günlük siyasetin dışındadır. Günlük siyasete karışan ordunun caydırıcılığını ve savaşma yeteneklerini kaybedeceğinin takdiri içindedir. T Avrupa CIA’ya çalışmış Dış Haberler Servisi Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) ‘‘terör zanlıları’’na yönelik gizli operasyonları için Avrupa ülkeleriyle işbirliği yaptığı öne sürüldü. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) tarafından yayımlanan raporda, CIA’nın terör zanlılarının yasadışı transferi ve gözaltında tutulmaları için ‘‘küresel örümcek ağı’’ kurduğu ve ‘‘CIA’nın bu konudaki insan hakları ihlallerinde, Avrupa Konseyi’nin 14 üye ülkesinin de çeşitli derecelerde sorumlu tutulabileceği’’ ifade edildi. Raporda Türkiye de, limanlarını gizli uçuşlara açmakla suçlanıyor. İsviçreli senatör Dick Marty tarafından hazırlanan ve dün Paris’te kamuoyuna açıklanan rapora göre, operasyonlara bir şekilde bulaşmış ülkelerin yer aldığı listede Türkiye ile birlikte, İsviçre, BosnaHersek, İngiltere, İtalya, Makedonya, Almanya, Polonya, Romanya, İspanya, Kıbrıs Rum kesimi, İrlanda, Portekiz, Yunanistan bulunuyor. Raporda Türkiye, İspanya, Almanya ve Kıbrıs Rum kesiminin hava limanlarını CIA uçaklarının kullanımına açtığı kaydediliyor. ‘GİZLİ CIA HAPİSHANELERİ’ Romanya ve Polonya’da terör zanlılarının, daha sonra başka yerlere sevk edilmek için havayoluyla getirildiği ‘‘gizli CIA hapishanelerinin’’ olabileceği ifade edilen raporda, bu konuda elde kesin delil bulunmamasına rağmen eldeki bulguların bu şüpheleri ciddi biçimde desteklediği kaydedildi. CIA’nın şüpheli uçaklarıyla ilgili Romanya’da kurulan meclis araştırma komisyonunun başkanı Norica Nikolay, raporda, Romanya’nın CIA’nın gizli tutuklama merkezlerini barındırdığına ilişkin kanıtlar yer almadığını söyledi. Polonya Başbakanı Kazimierz Marcinkiewicz ise rapordaki ifadeleri, ‘‘iftira’’ olarak nitelendirdi. İrlanda, İngiltere, Portekiz, Yunanistan ve İtalya’da ise bu operasyonlarda aktarma yapılmış olabileceği belirtildi. Raporda, ‘‘Bazı Avrupa ülkelerinin bu yasadışı eylemlerde CIA ile işbirliği yaptığı, bazılarının göz yumduğu, bazılarının ise bilmek istemediği artık açık’’ ifadesi kullanıldı. 27 HAZİRAN’DA ELE ALINACAK Marty, Avrupa ülkelerindeki hava trafik kontrolörlerini ve aralarında ABD’nin de bulunduğu bazı ülkelerdeki gizli servis çalışanlarının görüşlerini raporuna kaynak olarak gösterdi. AKPM Hukuk İşleri Komisyonu raporu, 27 Haziran tarihinde Strasbourg’da yapılacak genel kurul oturumunda ele alınacak. C 11 Mayıs devrimci eylemdi ÇİFTE STANDARTTAN VAZGEÇİLMELİ Cumhuriyetin korunması ve kollanmasına ilişkin tarihi ve yasal görevi tartışılmaktadır. Buna karşın, kanımızca, TSK yönetimin AB’ye üyelik yolundaki politikalarını sürdürme çabalarını zaafa uğratmamak ve borçlarla malul bir ekonominin olası istikrarsızlığına neden olmamak için, ulusunun büyük güvenine sahip olarak özveri göstermekte, suskunluğu yeğler görünmektedir. Burada bir hususu daha özellikle ve önemle belirtmekte yarar vardır. Kemalizm, Batı emperyal güçleri, ideologları ve kimi yöneticilerince ifade edildiği üzere Türkiye’nin AB yolunu tıkayan bir düşünce ve eylemler sistemi değil, tam tersine, Türkiyemizi Avrupa Birliği’nin kuramsal olarak savunduğu ideallere taşıyan bir uygarlık ve toplumsal gönenç projesidir. Onu engel görenler bu düşünce sisteminin tarihsel süreç içinde hangi aşamalardan geçerek devrimsel ve evrimsel gelişmelere olanak vermiş olduğunu bilip anlamaya çalışmalı. Kendilerinin birliğin kuramsal kriterlerine, standartlarına gerçek yaşamda kendi bünyelerinde ve uluslararası ilişkilerde ne derece duyarlı olduklarını sorgulamalı ve çifte standart uygulamalarından vazgeçmelidirler. HER ÜLKENİN KONUMU FARKLI Bu yazımızda konuya ilişkin değerlendirmelerimizi özet olarak ortaya koymak istedik. Askersiyaset ilişkilerinde genelde kabul edilebilir temel ilkeler vardır. Ama her ülkenin de kuruluşu, tarihsel gelişimi, yapısı, gelenekleri ve sistemin kendini koruma mekanizmalarına göre yapılanma ve işlevsel açılardan değişik nüansları olabileceği de bir gerçektir. AB’ye üye olma yolundaki Türkiyemizde soğuk savaş dönemi etkilenmelerinden, koşullandırmalarından, ideolojisinden, payına düşen bir kısım yanlış ve taraflı uygulamalar istisna edilirse, genelinde TSK çağdaş, gelişmiş ülkelerin silahlı kuvvetlerinin değer ve standartlarına eşit, hatta çoğu kez üstün ve önder nitelikleri haiz olmuştur. Ulusunun en üst düzey güvenine sahip olan ve AB ülkeleri silahlı kuvvetleriyle kıyaslandığında sektörünün en iyilerinden olan bu güç, kuşkusuz sektöründe AB standartlarına en iyi uyum gösterebilecek bir kuruluşumuzdur. Batı demokrasilerinin temelinde, bir aydınlanma dönemini takiben Fransız İhtilali de somutlaşan ve giderek evrenselleşen, yükselen burjuvazinin önce aristokrasiye, daha sonra endüstri devriminin diyalektiğinde çalıştırılan (emekçi) sınıfların burjuvaziyle çatışarak kraliyetlere, demokratik cumhuriyetlere, giderek çağdaş demokratik sosyal refah devletlerine ya da sosyalist rejimlere giden tabandan gelişen halk hareketlerini, halk savaşımını görüyoruz. Türk demokrasisinin koşulları ise farklı olmuştur. GÜNLÜK POLİTİKANIN DIŞINDA KALDI Türkiye’de demokrasi ve hürriyet mücadelesi 1876 1. Meşrutiyet’in ilanından başlayarak 2. Meşrutiyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı yılları ve Cumhuriyetin ilanı dahil askersivil seçkinlerin eseridir. Onların önderliğinde dönüşümler yaşanmıştır. Teokratik ve despotik bir monarşiden, ulusal istenci esas alan Cumhuriyetin kuruluşuna giden antiemperyalist ve ulusal kurtuluşu amaçlayan mücadelede çoğu kez asker kökenliler önderlik etmişlerdir. Cumhuriyetin kuruluşu ile milli demokratik devrim sürecini, bir aydınlanma dönemini yaşayan ülkemizde; askeri liderlik günlük politikaların dışında kalmış, devriminin siyasal yönetim kadrolarının icraatlarını desteklemiştir. C umhuriyet döneminde askerin siyasete müdahalesi 27 Mayıs 1960 devrimi, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 22 Şubat 1997 MGK kararlarıyla belirlidir. 27 Mayıs 1960 Devrimi, demokrasiyi tahrip eden, diktatörlüğe kayma emare ve eğilimleri gösteren bir siyasal iktidara karşı hiyerarşik yapı dışında örgütlenen askerin, gençlik, sivil seçkinler ve halk desteğinde giriştiği ve demokrasiyi ve cumhuriyetin temel değer ve ilkelerini restore etmek ve güçlendirmek üzere yapılmış devrimci bir eylemdir. Örnek bir demokratik anayasayı Türk ulusuna hediye etmiş, çoğunluğun tahakkümünü önleyici, hukukun üstünlüğünü sağlamayı hedefleyen, kaynakların gereksinimlerle dengeli ve verimli kullanımına olanak verebilecek planlamayı öngören, ulusal güvenliği kapsamlı bir şekilde düzenleyen kurumlaşmaları gerçekleştirmiş, sonuçta demokratik düzeni, çağdaş ve özgür olarak sağlıklı bir şekilde kurmak istemiştir. 12 Mart 1971 Muhtırası, hiyerarşik bir düzende toplum ve silahlı kuvvetlerde oluşan bağımsızlık ve Atatürkçü düzen özlemi ve toplumsal uyanışın eyleme geçmesini engellemek üzere yapılmış bir harekâttır. ABD’nin, 27 Mayıs 1960 sonrası Türkiye’de ABD karşıtı sol ya da Kemalist bir muhalefet ortam ve olası eylemini önlemek üzere çabalarının özellikle askeri komuta heyetini etkilemede rolü büyük olduğundan, hareketin gelişimi muhtırada belirtilen doğrultuda Atatürkçü düşünce sisteminin gereği reformatik eylemler şeklinde değil, aykırı istikamette yönlendirilmiştir. Harekât sola ilişkin nötralizasyonları ve sınırlı anayasa değişikliklerini sağlayıp, demokrasi düzenine kısa sürede dönülmüştür. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, temelinde anarşi ve terörle mücadele esas olmakla beraber (bu anarşi ve terörü kimler ne maksatla tırmandırıyorlardı sorusu akıllarda hep yer alacaktır) günün Ortadoğu koşullarında ABDSovyetler Birliği hâkimiyet mücadelesinde (Carter ve Brejnev doktrinleri çatışmasında) İran’da şah rejiminin yıkılışı, Afganistan’ın Sovyetler Birliği’nce işgali ve Sovyetler’in Doğu Akdeniz’deki ve Hint Okyanusu’ndaki donanma faaliyetleri nedeniyle giderek bölgedeki nüfuzunu yitiren ABD’ye büyük destek sağladığı, rahat bir nefes aldırdığı da bir gerçektir. Ancak yaşadığımız bir gerçek olarak şunu da ifade edelim: Askeri yönetim o dönemde ABD’nin NATO sorumluluk sahaları dışı harekâtı için Burada özellikle Körfez bölgesi kastediliyor üslenme isteklerini oyalamış ve kabullenmemiştir. Bölgenin istikrarı isteniyorsa Türkiye’yi, TSK’yi güçlendirici destek sağlanması istenmiştir. Keza NATO’nun NATO sahaları dışında kuvvet tahsisi ve kullanımı talepleri diğer NATO üyesi devletlerin paralelinde davranılarak kabul görmemiştir. Bu darbeden de demokratik düzene kısa zamanda dönüldüğünü görüyoruz. 28 Şubat 1997 MGK Kararlarının oluşmasında siyasal İslama kayma eğilimi gösteren bir koalisyon yönetiminin kadrolaşma ve özellikle Milli Eğitim’de laiklik ilkesine ve çağdaşlığa aykırı davranışlarına karşı bir durum tespitiyle önlemler saptanmış; sonuçta Meclis içinde iktidar değişimi yoluyla sekiz yıllık ilköğretim programlarına geçiş ve siyasal İslamın arka bahçesi olarak görülen imam hatip okullarının maksadına uygun olarak, mesleki okul niteliğini ön plana çıkaran reformatik bir eylem gerçekleştirilmiş ve irticai faaliyetler gözlem altına alınmaya çalışılmıştır. İKİ BAKAN BİR ARAYA GELDİ 27 Mayıs Devrimi, demokrasiyi güçlendirmek amacıyla askerin, halk desteğinde giriştiği devrimci bir eylemdi. Ege’de güven tazelendi MURAT İLEM Şubat’ı yok etme çabaları Ş imdi geçmişin deneyimlerinden ders almak suretiyle değiştiklerini ifade ederek kendilerini muhafazakâr demokrat olarak tanıtan ve zamanında Milli Görüş ideolojisiyle beslenerek yetişmiş bir lider ve çoğu aynı nitelikteki kişilerden oluşan bir üst yönetim kadrosunun, ABD’nin emperyalist küresel neoliberal politikalarıyla uyumlu eylemleriyle ve ABD’nin Avrasya Hâkimiyet Projesi’nde (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde) Türkiye’ye ilişkin emelleri (ılımlı İslami bir rejim modelinin geliştirilerek, Atatürkçü düşünce sisteminin temel ilke ve değerlerinin devletimizin ve ulusumuzun yaşamında giderek sabırla ve ısrarla tarihe gömülmesinin istenmesi, böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ve anayasasını oluşturan temel ilke ve değerlerin giderek içinin boşaltılması ve değişime uğratılması) birleşince 28 Şubat 1997 ruhu dondurulmuş ve geriletici girişimlerin yapıldığı gözlenmiştir. Bunun somut kanıtlarına, sürekli olarak ısrarla gündeme getirilen konular ve eylemlerle ve medyada yer alan kadrolaşma etkinliklerinde ve ABD’nin emperyalist politikalarının yansıması Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde yer aldığımızın açık ifadelerinde tanık oluyoruz. Burada çağdaş uygarlığı ve çağdaş demokrasiyi temsil iddiasındaki AB liderliğinin olaylara yaklaşımı çoğu kez ibret verici olmaktadır. Bu açıdan da Türkiye yönetimi ve AB yönetimi Türkiye’yi her açıdan evrensel boyutta çağdaş bir uygarlık ve gönenç düzeyine ulaştırmayı hedefleyen, bunun ideolojisini tasarlayan, kurumlarını oluşturan büyük Atatürk’ün dinamik idealine karşı benzer yaklaşımları sergiliyorlar. Son zamanlarda bazı ABD yazarlarının ya da AB ilgililerinin ılımlı İslamın uygulayıcılarının ülkeyi götürmek istedikleri doğrultudan duydukları endişeyi dile getirmeleri ve Atatürk’ü kutsamaları dikkat çekici olmaktadır. ATATÜRK’ÜN TSK’YE DİREKTİFİ Bu aşamada TSK, ulusunun yararına olarak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk anayasasının temel hükümlerine sahip çıkarak İslamın siyasallaştırılmasına ve kamusal alanda İslami kuralların uygulanması eğilimlerine ve irticai hareketlere karşı olduğunu her fırsat ve platformda ifade ediyor. Soğuk savaş döneminden sürüp giden ABD ve Batı ile işbirliği ve etkisinin Silahlı Kuvvetler liderliğini küresel güvenlik ve küresel terörle mücadele yorumlarında ve ulusal çıkarları ilgilendiren konularda ilişkilerin yönlendirilmesinde ortaya çıkan olası çelişkilere de dikkati çekmek gerekiyor. Silahlı kuvvetlerin yönetim esaslarında ‘‘Devlet ve milletin geleceğine milli irade etkin ve hâkimdir. Silahlı kuvvetler bu iradenin emrinde ve hizmetindedir’’ ifadesi yer almaktadır. Bu ifade büyük Atatürk’ün Türk ordusuna direktifidir. Bu itibarla Silahlı Kuvvetler ilke olarak günlük siyasetin dışındadır. Günlük siyasete karışan ordunun caydırıcılığını ve savaşma yeteneklerini kaybedeceğinin takdiri içindedir. S Ü R E C E K Bir Yunan pilotun ölümüyle sonuçlanan it dalaşı sonrası gerilen ilişkileri yumuşatmak amacıyla Türkiye ile Yunanistan arasında yeni güven arttırıcı önlemler alındı. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık ofisinde bir araya gelen Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ‘‘İki ülke arasında güveni arttıralım’’ mesajı verdi. Gül, Bakoyannis ile 8 konuda uzlaşmaya vardıklarını açıkladı. Görüşmede, iki taraf Genelkurmay başkanları arasında doğrudan hat kurulması konusunda anlaşma sağlandı. Gül, teknik hazırlıkları tamamlanan Eskişehir ve Larissa hava üsleri arasındaki doğrudan hattın da 1 Temmuz’da devreye gireceğini söyledi. İpsala’dan Yunanistan’a ikinci bir geçiş yolu köprüsü yapılması konusunda da anlaşma imzalandı. Meriç Nehri’nde taşkınların önlenmesi konusunda işbirliğinin güçlenmesi amacıyla da bir uzmanlar komitesi kurulacak. Sahil Güvenlik komutanlıkları arasında ziyaret ve istişare düzenlenmesi konusunda mutabakata varıldı. İki ülkenin doğal afetlere müdahale edecek askeri birliklerince ortak tatbikatlar düzenlenmesi kararlaştırıldı. İki bakan görüşmeden önce, Basın Konseyi’nin ev sahipliğinde Conrad Otel’de düzenlenen 4. TürkYunan Konferansı’na katıldı. Bakoyannis eski ABD Başkanı John Kennedy’nin ‘‘Kriz günlerinde iki çizgi vardır; bu çizgilerden biri tehlike, diğeri ise fırsattır’’ sözlerine dikkat çekerek ‘‘Venizelos ile Atatürk 80 yıl önce böyle bir fırsatı yakalayarak bize önemli bir yol açmışlardır. Ve onların açtıkları bu yolda, 80 yıldan bu yana yürüyoruz’’ dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle