23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HAZİRAN CUMA İnönü ailesi bir arada. Sırasıyla Mevhibe, Ömer, Özden, Erdal ve İsmet İnönü. Erdal İnönü eşi Sevinç İnönü’yle... ve insan BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR C Bitmeyen Ekim 13 H GÜVENİLİR SAKİN ESPRİLİ VE GÜLER YÜZLÜ BİR POLİTİKACI: ERDAL İNÖNÜ Fizikçinin politika günlüğü MİYASE İLKNUR Erdalizma’dan örnekler Ç M utfakta fare gören Sevinç İnönü, “Erdal yetiş fare” diye bağırdı. Erdal İnönü şöyle yanıt verdi: “Ne diye beni çağırıyorsun kedi miyim ben?” Körfez Savaşı öncesinde Bağdat’ta Devrim Komuta Konseyi üyelerine “Hiç de savaşacak gibi görünmüyorsunuz” diye takıldı. Bu Saddam’ı şoke etti. SHP Genel Başkanlığı sırasında asansör kapısı önünde “MYK benden izinsiz toplanamaz” derken, asansörü kaçırdığını görünce “Ama asansör benden izinsiz gidebilir” diye kendisiyle dalgasını geçti. Bir seçim gezisinde orta yaşlı bir adam elinde bir resimle İnönü'nün yanına geldi. Fotoğrafta İsmet Paşa kucağında bir çocukla görülüyordu. Vatandaş, “Efendim bu resimde babanızın kucağındaki çocuk benim. Şimdi de sizinle bir resim çektirmek istiyorum” deyince İnönü, bir vatandaşa bir resme baktı ve “Ama artık sen kucağıma oturamayacak kadar büyümüşsün” dedi. Başbakana vekâlet ettiği günlerde, üstelik ziyaretçi heyetler varken ortalıktan kayboldu. Bütün aramalara rağmen bulunamadı. Bir süre sonra Başbakanlık’ın kapısında göründü. Kendisine meraklı gözlerle bakan görevlilere, “Ne telaş ettiniz canım? Param bitmişti, bankamatikten para çekip geldim” dedi. ok değil 24 Ocak 2006’da Teşvikiye Camisi avlusunda Aydın Güven Gürkan’ı uğurlamaya gelenler arasındaydı Erdal İnönü. O günlerde henüz lösemi olduğundan bihaberdi. Birbirlerinden çok farklı kişilik özelliklerine sahip bu iki adamın çok da ortak yönleri vardı. İkisi de bilim adamıydı, biri iktisatçı, diğeri fizikçiydi. İkisi de 12 Eylül’den sonra politikaya başkaları tarafından davet edilmişti. Gürkan, politikacı tipolojisiyle uyuşmayacak ölçüde duygu adamı ve politikayı da duygusallıkla yürüten biriydi, diğeri yapısı itibarıyla duygusallıktan uzaktı ve politikayı da bir fizik problemi çözer gibi ele alıyordu. Ancak her ikisi de kişisel ihtirastan arınmış, toplumsallığı bireyselliğe tercih etmiş ve geldikleri makamları kendi arzularıyla terk etmişti. Birisi ağız dolusu gülmeyi severdi, diğeri güldürmeyi. Her ikisi için de siyasetin olmazsa olmazı olarak görülen taktikleri, stratejileri, ajitatif söylemleri ve protokol kuralları, can sıkıcı ve gereksiz kurallar manzumesiydi. Sol kamuoyu birini yitirdi, diğeri için de ABD’den gelecek umutlu haberleri bekliyor... Ulusal Laboratuvarı’nda çalıştı. Aynı yıl ODTÜ’ye fizik profesörü olarak atandı. ODTÜ’de yıllarca çeşitli dallarda görev aldı. Rektör vekilliği ve rektörlük yaptığı yıllar öğrenci hareketlerinin de dalga dalga yükseldiği dönemdi. ODTÜ yurtlarına DevGenç ve FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) hâkimdi. Bu nedenle güvenlik güçleri sık sık yurtlara baskın düzenliyordu. İnönü öğrencilere de yönetimde temsil etme hakkı tanımıştı ve bu hükümeti tedirgin ediyordu. 12 Mart döneminin başbakanı Nihat Erim, çıkışı akademik konseyi lağvedilip emekli generalleri görevlendirmekte bulunca İnönü istifa etti. 1973 Aralık’ında babasını kaybetti, bir yıl sonra da Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik profesörü olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda aynı üniversitenin Temel Bilimler Fakültesi Dekanlığı’nı ve TÜBİTAK Araştırma Enstitüsü’nün müdürlüğünü de yürütüyordu. 112 AY 23 GÜN SONRA... Erdal İnönü, 1984 yılı ilkbaharına kadar politikadan uzak, fizik problemleri ve idari yöneticilikle haşır neşir bir yaşam sürdü. O yıl, 12 Eylül cuntası siyaset yasağını kademeli olarak kaldırdığını açıkladı. Kapatılan partilerin ne adları kullanılabilecekti ne de bu partilerin yöneticileri yeniden siyasete soyunabilecekti. Solda ilk harekete geçen İsmet İnönü’nün eski Özel Kalem Müdürü Necdet Calp oldu. CHP’lilerin büyük çoğunluğu ise başka bir parti kurmak için üç koldan çalışıyordu, sonunda bu üç kol, hem partilileri küstürmeyecek hem de “Beşi bir yerdeler”in dikkatini çekmeyecek bir başkan üzerinde anlaştı. Bu isim Erdal İnönü’ydü. Önce “Siyasette yokum” diye kestirip atan İnönü ikna edildi ve İsmet İnönü’den 112 ay 23 gün sonra Pembe Köşk yeniden sol siyasetin merkezi haline geldi. İnönü’nün başkanlığındaki SODEP kurucular listesini hazırladı ve konseye gönderdi. Herkes onun veto edilmeyeceğinden o kadar emindi ki, kimlerin veto yiyeceği üzerine oynanan totodan ismi muaf tutuldu. Ancak beklenen olmadı, konsey İnönü de dahil 21 adayı veto etti. Moralleri düzelten yine İnönü oldu, “Veto edilenlerin yerine yeni arkadaşları yazıp yolumuza devam edeceğiz” dedi. Genel seçimlerde yüzde 30 oyla ana muhalefet partisi konumuna gelen Halkçı Parti (HP) bir yıl sonra yapılan yerel seçimlerde yüzde 24 oy alan SODEP’in gerisinde kaldı. Artık HP’de yönetim değişikliği kaçınılmazdı, Calp’in koltuğuna solda birleşme yanlısı Aydın Güven Gürkan oturdu. Önce Ecevitler’in kapısını çalan Gürkan olumsuz yanıt aldı. İnönü ise somut önerilerle karşıladı Gürkan’ı, kollar birlik için sıvandı ve SHP kuruldu. İlk genel başkan Gürkan’dı, altı ay sonra, olağan kurultayda görevi İnönü’ye devredecekti. ep aynı şey oluyor. İnsanın içini kemiren bir sinir harbi, boş tehditler, ağır koşullar, olağandışı istekler ve endişeli bekleyişin sonunda gelen tatmin etmekten çok uzak bir sonuç. Başka bir deyişle Türkiye’nin AB süreci. AB yolunda Türkiye’nin kutlaması gereken günler öyle zor geçiyor ki kriz anları nasıl olacak insan merak ediyor doğrusu. 17 Aralık’la başlayan AB maratonu ne 3 Ekim’de ne de 12 Haziran’da kolaylaşmadı. Görünen o ki bu sadece bir başlangıç. Bundan sonraki engelli AB koşusu Ankara’nın nefesini bir hayli kesecek. 12 Haziran’da Lüksemburg’ta Türkiye ile fiili müzakereleri binbir dereden su getirerek başlatan AB, Kıbrıs oyununda kimden yana olacağının açık mesajını da vermiş oldu. 3 Ekim gerginliğini hatırlatan 12 Haziran’da AB böylece sopayı abasının altından çıkarıverdi. Her belgede AB öyle açık bir biçimde uyardı ki Ankara’yı Rumların bile yüreği sızlamış olabilir. Tüm dış politikasını Türkiye’yi köşeye çıkıştırmaya programlamış Güney Kıbrıs uzlaşmaz ve haksız siyasetini AB’nin tümüne dayatmayı başardı o gün. ‘‘Rumlar geri adım attı’’ diyorlar. İlgisiz bir başlıkta ek protokol koşulunu yeniden getirmeyi başaran Rumlar bir adım ileridedir bana kalırsa. Son günlerde çıkardıkları ister kapris deyin ister politik manevra bilim ve araştırma başlığında da Türkiye’nin yükümlülüklerinin hatırlatılması talebi AB’nin de bir şekilde işine geldi. Türkiye’yi bu konuda defalarca uyaran ve tekrar uyarmak için zemin arayan AB, Rumlar sayesinde bu platforma da kavuşmuş oldu. Şimdi siz ‘‘Türkiye fiili müzakereler başladı. Önemli olan da bu’’ diyebilirsiniz. Ancak Brüksel’den bakıldığında Türkiye’nin AB yolu öyle dolambaçlı ki büyük bir disiplin ve azimle hazırlanılmazsa ilerlemenin imkanının olmadığı görülür. Türkiye’nin önünde çok zaman kalmadı. Tarama süreci bitmek üzere ve diğer başlıklarda da fiili müzakerelerin başlamasına ramak kaldı. Türk tarafı ümitli, ümitli olmasına da Kıbrıs Rum Kesimi heyecanla bu ümidi kırmayı bekliyor. Kıbrıs Rum Kesimi Dışişleri Bakanı Yorgo Yakovu Lüksemburg’ta AB ile vardıkları uzlaşıdan çok memnun oldukları yönünde açıklama yaptı. Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmadan en az 12 başlıkta müzakerelere başlayamayacağını söyleyen Yakovu, Ankara’ya ‘‘Biz buradayız’’ mesajı veriyordu. Öte yandan Lüksemburg’ta Dışişleri Bakanı Abdullah Gül basına Kıbrıs konusunun AB’yi esir almak üzere olduğunu söyledi. Sayın Gül oldukça iyimser; Rumların üyeliğiyle AB, Kıbrıs konusunda esir değil taraf oldu. Rumların Kıbrıs sorununu BM’den AB’ye kaydırması yönündeki çabaları ise böyle toplantılarda daha da perçinleniyor. Türkiye’nin AB üyeliğinin sadece Kıbrıs sorununa indirgendiği bir ortamda AB’nin bu konudaki tarafsızlığından söz etmek mümkün mü? Türk tarafı AB’ye Kıbrıs konusunda tek taraflı adım atmasını beklenmemesi gerektiği mesajını da verdi. Ancak ne sorunun bir parçası olan AB’den ne de hayatından çok memnun Rumlardan bu konuda adım beklemek gerçekçi. Yine Türkiye kendi ulusal meselesi olan Kıbrıs’ta kendi çıkarlarına göre adım atmak durumunda kalacak. AB yolunda sıkışan Ankara’nın bundan sonra bakması gerekecek konu Kıbrıs’ta hangi yönde adım atacağı olacak. OLAĞANÜSTÜ DÖNEMLERİN ADAMI Yakın dostlarından biri Erdal İnönü’nün yaşamını şu cümlelerle özetliyor: “Hayatı pastel renklerle yapılmış bir tablo gibidir. Cırlak renklere asla rastlayamazsınız. Çarpıcı estantaneler yakalamak zordur, ama her dakikası güzel bir fotoğraftır.” Aslında yaşamı göz önüne alındığında renkli ve hareketli bir yaşam sürdüğü pekâlâ düşünülebilir. Türkiye’nin ilk Başbakanı İsmet İnönü’nün ikinci oğlu olarak 1926 yılında Ankara’da doğdu. Evlerinde kurulan sofraların başkonuklarından Mustafa Kemal vasiyetini hazırladığında o 12 yaşındaydı. Vasiyet iki kardeşiyle birlikte onu da ilgilendiriyordu, Mustafa Kemal “İsmet İnönü’nün çocuklarına” diye yazdırmıştı, “Yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır”. Ancak İsmet Paşa çocuklarının eğitim giderlerini Atatürk’ün bıraktığı mirastan değil, kendi kişisel gelirinden karşılayacaktı. İsmet ve Mevhibe İnönü’nün diplomasi eğitimi alması isteğini felsefe tutkusuyla geri çevirdi, ama kendisi de bir süre sonra fen bilimlerine meyletti. Fizik okuyacaktı, ama Ankara’da fen fakültesi yoktu. Bu istek babası tarafından kafasında zaten Ankara’da bir fen fakültesi açma planı olan Hasan Âli Yücel’e iletildi. Okul “Cumhurbaşkanı oğlu için fakülte açtırdı” söylentileriyle birlikte kuruldu. Erdal İnönü, yıllar sonra kendisine bu konuda yöneltilen bir soruya “Cumhurbaşkanı oğluna özel bir G üvenilir, sakin, güler yüzlü ve esprili... Erdal İnönü’nün politikada geçirdiği 10 yıl içinde seçmende bıraktığı izlenim bu. Başta babasının vasiyetine uyup “Siyasette yokum” dese de, hem partililerle hem muhalifleriyle hem de seçmenle mesafesini korudu. Sıvas katliamı, HEP’lilere SHP’nin kapısını açması ve İSKİ skandalı on yılın baş ağrıtan olaylarıydı. Geriye “Erdalizma”lar kaldı. SÜMEYRA KONSERLE ANILDI Sanat ve dostluk köprüsü yeniden kuruldu ÖMER AKTAŞ FRANKFURT Türk halk müziğini yeniden ve çağdaş bir renkle harmanlayan Ruhi Su okulunun unutulmaz ismi Sümeyra, 60’ıncı doğum yılında, Frankfurt kentinde bir konserle anıldı. Sanatçımızın genç yaşında yaşama veda ettiği Frankfurt’taki ünlü opera binası “Alte Oper”de düzenlenen konserde, Türk ve Yunan müziklerini çağdaş bir anlayışla yorumlayan iki solist, Alexandra Gravas ve Hasan Yükselir, Sümeyra’nın sıcak anısı üzerinden yeni bir dostluk köprüsü daha yaratmayı başardılar. TÜRKÇE VE YUNANCA ESERLER Türkiye ve Yunanistan’ın Frankfurt Başkonsoloslarının da bizzat katıldıkları konseri, Türk, Yunan ve çok sayıda Alman müziksever beğeniyle izledi. Konserde Hasan Yükselir’e Boran Şenol, Mete Artun, Abdurrahman Tarıkçı, Ferhat Erdem, Mustafa Göçer, Yılmaz Yurtsever, Vural Güler ve Burak Eren, Alexandra Gravas’a da Demoshenes Stephanidis, Annete Beck ve Cordula Mangelsdorf eşlik ettiler. Konserin en ilgi çeken bölümleri, iki sanatçının Türkçe ve Yunanca eserleri birlikte seslendirdikleri anlar oldu. elbise yapılmadı ki!” diye yanıt verecekti, “Fizik, kimya okumak isteyen herkesin yararlanacağı bir fakülte kuruldu. Oradan çok önemli mühendisler, bilim adamları çıktı. Fakülte kurulmasına ben neden olduysam, bundan iftihar etmem gerekir”. ABD’de fizik doktorası yapan İnönü mezun olduğu okula asistan olarak döndü, ancak yeniden ABD yolu gözüküyordu. 1960’a kadar Princeton Üniversitesi’nde ve Ridge Altın Koza da artık uluslararası ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Altın Koza AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Fevzi Acevit, ‘‘Altın Koza Film, Kültür ve Sanat Festivali artık uluslararası’’ dedi. Adana’nın, odağında sinema olan bir festivali daha yüz akıyla geride bıraktığını söyleyen Acevit, bunun onur ve mutluluğunu halkla paylaştıklarını vurguladı. 371 KONUK KATILDI... Ödül töreniyle sonuçlanan 13. Altın Koza Film, Kültür ve Sanat Festivali ile ilgili bilgi vermek üzere büyükşehir belediyesinin yan kuruluşu olan Altın Koza AŞ yetkilileriyle birlikte düzenlediği toplantıda, festival ve bundan sonra yapılması düşünülenlerle ilgili bilgi veren Fevzi Acevit şöyle konuştu: ‘‘Festival kapsamındaki yarışma, konser gibi tüm etkinliklere film, tiyatro, sahne ve TV dünyasından 371 konuk katılmış tır. 6 salonda 60 biAltın Koza’nın önümüzdeki yıldan itibaren uluslararası olacağını da sözlerine ekleyen Acevit sözlerini şöyle tamamladı: ‘‘Gelecek yıl uluslararası açılım sağlanarak düzenlenecek festivalimizde, bu amaçla ilk kez Akdeniz ülkelerinde yapılmış ve çeşitli ödüller kazanmış 8 filmlik seçkinin sunulması da bu konudaki kararlılığımızın göstergesiydi.’’ Acevit, gelecek yıl uluslararası kutlanması kararlaştırılan festival için hazırlıklara önümüzdeki günlerde başlanacağını da anımsattı. nin üzerindeki sinemasever, festival filmlerini ve gösterileri izlemiş, 15 bine yakın sanatsever konserlere katılmıştır. Sevilen, tanınan sanatçıların halkla bütünleştiği başarılı bir festivali geride bırakmanın onur ve mutluluğunu Adana halkıyla paylaştık.’’ 8 FİLMLİK SEÇKİ... E İnönü ve Baykal bir arada. rdal İnönü’nün SHP Genel Başkanlığı 10 yıl sürdü. Bu on yıla altısı olağanüstü 10 kurultay sığdırdı. SHP 1989 yerel seçimlerinden birinci parti olarak çıktı, 1991’de ise DYP ve ANAP’ın ardından üçüncü parti olarak Meclis’e girdi. DYP ile 1980 sonrasının ilk koalisyon hükümetini oluşturdu. Yerel yönetimde iktidar, merkezi hükümette iktidar ortağı olmak SHP’ye yaramadı. Parti içi çekişmeler, farklı görüşler ve iktidardan nemalanmak isteyenler İnönü’nün başını ağrıttı. İki kez istifaya yeltendi, her ikisinde de ikna edildi, hem de sonraları iki kurultayda karşısına siyasi rakip olarak çıkan Deniz yılda Baykal tarafından... SHP’deki çalkantılar iki parti doğurdu. Önce 1989’da Paris’teki Kürt Konferansı’na “gitmeyin” uyarısını dinlemeyen yedi milletvekilinin ihracıyla başlayan çözülme ile HEP kuruldu. 1992’de ise CHP’nin yeniden açılmasıyla Deniz Baykal ve arkadaşları partiden koptu. İnönü genel başkanlığı sırasında başını ağrıtan üç olay yaşadı. Biri 1991 yılında seçimlere giremeyen HEP’in adaylarına SHP’nin kapılarını açması, diğeri Sıvas katliamı, üçüncüsü ise İSKİ skandalıydı. HEP’lileri SHP’dan aday göstermesindeki demokratik siyaset anlayışını kavrayamayanlara “Bugün olsa yine aynı şekilde davranırdım” diyerek demokrasi dersi verdi. 6 Haziran 1993’te, “Siyasette 10 yıl yeter” diyerek genel başkanlığa veda etti. Erdal İnönü kendisinin dışındakilerin anla kurultay S makta güçlük çektiği bir espri anlayışına sahipti. Espri yaparken gülmez, doğal bir şey söylüyormuş gibi davranırdı. İnceliği ancak birkaç dakika sonra anlaşılabilen esprilerine ailesi ve yakınları “Erdalizma” adını taktılar. Kızması ve tepki vermesi beklenen durumlara sesini yükseltmek ve hiddetlenmek yerine “Erdalizma”larla tepki verdi. eyahatleri sırasında ne karşılama ne de uğurlama töreni istedi. Kimseye haber vermeden tek başına, kimi zaman taksiyle gidip gelmeyi yeğledi. Çantasını başkasına taşıttığına, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanıyken bile kırmızı ışıkta geçtiğine kimseler tanık olmadı. Basınla senli benli ilişki kurmadı. Kendisine “Hint Horozu, Pembe Panter, E.T.” gibi lakaplar takılmasına gülüp geçti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle