30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 BAĞIMSIZ EĞİTİMCİLER SENDİKASI’NIN ÖĞRENCİLER ÜZERİNDE YAPTIĞI ARAŞTIRMAYA GÖRE : C eğitim HAZİRAN CUMA ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Geleceklerini yurtdışında görüyorlar Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın Ankara’da yaptığı ve 1855 ilköğretim, lise, üniversite öğrencisi ve üniversite mezununun katıldığı anket çalışması, öğrencilerin Türkiye’deki yaşam kalitesinden memnun olmama ve iş bulamama kaygısıyla yurtdışına gitmek istediğini ortaya koydu. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın lise ve üniversite öğrencileri üzerinde yaptığı bir araştırma, gençlerin geleceklerini yurtdışına gitmekte gördüğünü ortaya koydu. Türkiye’deki yaşam kalitesinden memnun olmayan öğrencilerin yüzde 41’i eğitimde fırsat eşitliği, yüzde 35’i de yükseköğrenimin sınavsız olması nedeniyle yurtdışında yaşamak istiyor. Bağımsız Eğitimciler Sendikası, ‘‘Eğitim Bileşenleri Araştırma Raporu’’ başlıklı bir çalışma hazırladı. Sendikanın ArGe kurulunca, Ankara’da 1855 ilköğretim, lise, üniversite öğrencisi ve üniversite mezununun katıldığı bir anket çalışması yapıldı. Araştırmaya katılanların yüzde 15’ini ilköğretim 5, 6, 7, 8. sınıf, yüzde 20’sini lise, yüzde 41’ini üniversite öğrencileri, yüzde 24’ünü de üniversite mezunları oluşturdu. YÜZDE 55 YURTDIŞI DİYOR Anket sonuçlarından bazı bilgiler şöyle: Öğrencilerin büyük bir bölümü, Türkiye’deki yaşam kalitesini düşük buluyor ve geleceklerini yurtdışında görüyor. En çok tercih edilen ülkelerin başında ise Avusturalya, Kanada, Yeni Zelanda ve ABD geliyor. Öğrencilerin yurtdışında yaşamak istemelerinin nedenlerinin başında, ekonomide yaşanan belirsizlik, gelir dağılımındaki uçurum, düşük ücret uygulaması, işsizlik, gelecek kaygısı, bürokratik uygulamalar ile devlete ve geleceklerine yönelik güvensizlik gibi faktörler yer alıyor. Araştırmaya katılanların yüzde 55’i yurtdışında yaşamak isterken yüzde 31’i ev, araba alacak ve iş kuracak kadar para kazanıp geri dönmek istediğini söylüyor. Yüzde 14’ü ise bu konuda kararsız kalıyor. GELECEK KAYGISI ÖN PLANDA Araştırmaya katılanların yüzde 91’i yurtdışında yaşayan arkadaşlarının bu ülkeler hakkında anlattıkları, yüzde 93’ü çok daha özgür bir şekilde yaşama fırsatı bulabileceği, yüzde 74’ü yurtdışı eğitiminin Türkiye’ye geri dönülse dahi iş bulmayı kolaylaştıracağı, yüzde 68’i kendi ayaklarının üzerinde durma isteği, yüzde 89’u yaşam kalitesinin yüksekliği, yüzde 41’i eğitimde fırsat eşitliği, yüzde 35’i de yükseköğrenimin sınavsız olması nedenlerinden dolayı yurtdışında yaşamak istiyor. Bir bölümü ise yurtdışına gitme isteğini, bir an önce iş hayatına atılma olanaklarının sunulmasına bağlıyor. Öğrencilerin yüzde 89’u gelecek kaygısından kurtulmak, yüzde 61’i yüksek ücretle iş bulmak, yüzde 57’si eğitim aldığı alanla ilgili işe girmek, yüzde 52’si ekonomik istikrarsızlıklar ve krizler yaşamamak, yüzde 46’sı gelir dağılımındaki uçurumun verdiği rahatsızlıktan kurtulmak gibi nedenlerle yurtdışına gitmek istiyor. Bağımsız Eğitimciler Sendikası Genel Başkanı Gürkan Avcı ise araştırmaya ilişkin değerlendirmesinde, ‘‘Öğrencilerimizin ve gençlerimizin cevapları ve gerekçeleri, yetkilileri bir an önce önlem alma doğrultusunda harekete geçirecek düzeydedir’’ dedi. Ya Milleti Hukuktan Demokrasiden ‘Soğutanlar’! ‘‘Ben diyorum ki, hayır kardeşim, her Türk asker doğmaz! Her Türk asker doğmak, askerlik yapmak, asker ölmek, askerde ölebilmek mecburiyetinde değildir. Nasıl her Türk nükleer fizikçi, baraj mühendisi, balet, narenciye üreticisi, son ütücü olarak doğmuyorsa...’’ Bu satırları ilk okuduğumda, içimden kıs kıs gülmüş, ‘‘İşte Perihan Mağden’in mantıklı mı mantıklı, ironik ve keyifli dili’’ demiştim. Öyle değil mi ama? Yani şu üstteki satırlara kim karşı çıkabilir ki? Kim tersini söyleyebilir ki? Yanılmışım. Perihan Mağden’in ‘‘Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır’’ başlıklı yazısına ‘‘Halkı askerlikten soğuttuğu’’ iddiasıyla, 3 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Davanın seyrini, ama daha da vahimi mahkeme kapısında yaşanan rezilliği hep birlikte izledik? Mahkeme kapısında Perihan Mağden’e küfredenlerin, onu linç etmeye kalkanların ne ‘‘vicdani ret hakkını savunmaktan’’; ne Birleşmiş Milletler tarafından vicdani reddin bir insan hakkı olarak kabul etmesinden; ne siyasal, dinsel ya da cinsel tercihlerinden dolayı insanların cezalandırılamayacağından; ne düşünce ve ifade özgürlüğünden ve daha bunlara benzer birçok şeyden haberi olmadığı ortada... Hele küfür seçimlerine bakacak olursak (o küfürleri burada tekrarlamak istemiyorum, bilen biliyor özellikle kadınlara yönelik malum küfürleri) akıl düzeyleri, bilgi düzeyleri, eğitim düzeyleri, kişilik düzeyleri ortada bu kafatasçıların ve kendini milliyetçi sananların!.. Düşünce ve ifade özgürlüğüyle ilgili her duruşmada ortaya çıkıveriyorlar, sanığı, yargıdan önce suçlu ilan etmek ve cezalandırmak için! Artık onları tanıyoruz! Benim anlamadığım, ‘‘Şehit aileleri’, adı altında toplanan grubun neden oraya sürüklendiği... Gerçek şehit ailesi, bu milletin, bir yazıyla askerlikten soğumayacağını bilir; gerçek asker anası, babası, düşüncelerini yazıyla ifade edene, o düşüncelere katılsın ya da katılmasın küfür ve hakaret etmez; edenleri desteklemez, kendi gibi düşünmeyeni linç etmeye kalkmaz! Çocuğunu çatışmada, savaşta, terörde yitirmiş ana baba, başka bir şiddetin, linç kültürünün propagandacısı, aleti olmayı kabul etmez! Doğrusu, insanın askerlikten soğuyacağı varsa, inanın bu işi Perihan Mağden’in yazısı değil, o gün orada yaşananlar bin kat daha güçlü yerine getiriyor! Üstelik insanı yalnız askerlikten değil, aynı zamanda hukuktan da, demokrasiden de soğutuyor! ??? Perihan Mağden’in duruşmasında mahkeme kapısında (daha önce benzer birçok duruşmada olduğu gibi) başrolü üstlenmiş Kemal Kerinçsiz’in şikâyeti üzerine Beyoğlu Savcılığı, yazar Elif Şafak’ın son romanı ‘‘Baba ve Piç’’ başlıklı kitabı için soruşturma açtı. Davaya gerek görülürse, Metis Yayınları yönetmeni Semih Sökmen’le birlikte , ‘Türklüğü aşağılamaktan’ üç yıl hapis istemiyle yargılanacak Elif Şafak, benim için Türkiye’nin en sarsıcı, en derinliği olan, Türkçeyi en zengin kullanan, bu ülkeye, kültürümüze ve edebiyatımıza ancak değer katan bir değer! Romanları birçok dile çevrilmiş, dünyanın ilgiyle izlediği yazarlardan biri. Romanında kurguladığı roman kişilerinden birinin sözleri, soruşturmaya neden oluyor. Nedense tam aksini savunan, söyleyen roman kişilerini es geçmiş Kemal Kerinçsiz... (Romanı atlaya atlaya mı okudu ne?) Ama bu dava açılırsa, korkarım ki, Yaşar Kemal’den Turgut Özakman’a, içinde faşistlerin hoşuna gitmeyecek söz, kişi ya da sav bulunan her kitaba dava açabiliriz. Yaa işte böyle! Bu arada Selçuk Üniversitesi’nde kız arkadaşının omzuna kolunu atan öğrenci ve kız arkadaşına dekanlık suçlamasıyla soruşturma açılıyor... Soruşturma yetmez, çekip vursaydınız, katletseydiniz bari bu iki genci! Bir de utanmadan sormazlar mı, bu ülkede efendim gençlerimiz neden şiddete bunca yatkın; efendim şu ‘‘namus cinayetlerinin’’ sonu neden gelmez diye! Hepsinin bir bütün olduğunu görmüyor musunuz! Mahkeme kapısındaki linç girişimi, romancıya soruşturma, kol kola gezen iki gence soruşturma, eniştenin ırzına geçtiği genç kadını ağabeyin vurması... Bunlar Japonya’da ya da Patagonya’da olmuyor! ‘‘Her Türk asker doğar!’ diye belletilen ülkemizde oluyor! Binlerce genç ‘‘vicdani ret’’ nedeniyle askerlik yapmama hakkını kullansa da; Perihan Mağden bu konuda bin yazı yazsa da, inanın, Türkiye’ye, ordusuna, askerine, insanına, şu anlatmaya çalıştığım ‘‘bütünlüğün’’ verdiği zararı veremez! www.zeyneporal.com faks:0 212 257 16 50 YURTDIŞINDA EĞİTİM GÖRENLERİN YÜZDE ’U DAHA İYİ İMKÂNLAR BULDUKLARI İÇİN YURDA DÖNMÜYOR Türkiye’nin yarası beyin göçü RZURUM (AA) E Türkiye’de, 1960’larda doktorların terk etmesiyle başlayan beyin göçünün ülkenin bilimsel ve teknolojik çalışmalarda geri kalmasına neden olduğu belirtildi. Vasıfsız insan göçünü önlemek için çok sert tedbirlere başvuran Batı ülkelerinin, yaptıkları bilimsel ve teknolojik çalışmalarla kendilerini kabul ettiren bilim adamlarının ülkelerine yerleşmesi için her türlü kolaylığı sağlaması dikkat çekiyor. Beyin avcısı ülkelerin başında gelen ABD’de 4 bine yakın Türk hekim, hem yaptıkları bilimsel çalışmalar hem de geliştirdikleri tıbbi yöntemlerle bilim dünyasında çığır açıyor. Beyin avcısı ülkeler arasında Kanada, Avustralya, İngiltere, Fransa, Almanya ilk sıralarda yer alıyor. Düşük ücret politikası, vergi oranlarının yüksek olması, gelecek endişesi, üniversite mezunlarının iş bulamaması, mezun oldukları bölümlerin dışında bir iş sahasında çalışmak zorunda kalmaları beyin göçünün önemli etkenleri arasında yer alıyor. ‘YETERLİ KAYNAK AYRILSIN’ Kayırmacılık, ArGe çalışmalarına yeterli kaynağın ayrılmaması, bilim ve teknolojiye değer verilmemesi, fikir üretiminin, buluşun para etmemesi ve desteklenmemesi de beyin göçünü tetikliyor. Yurtdışında okuyan 50 bini aşkın öğrenci bulunurken, eğitimlerini tamamlayıp geri dönmeyenlerin oranının yüzde 30’larda olduğu veriler arasında. Özellikle fen bilimlerinde mastır ve doktora çalışmasını tamamlayan Türk öğrencilerin ülkeye dönmemesinin en büyük nedeni ise bulundukları ülkede sağlanan maddi imkânlar. ‘Türkiye’deki eğitim laik hukuka aykırı’ İstanbul Haber Servisi Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Genel Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, ‘‘Katiller ve aydınlar aynı eğitim sisteminde yetişiyor. Gereken eğitim veya gereken sevgi verilemiyor. Eğitim sisteminde yanlışlar var’’ diye konuştu. ÇYDD’nin devlet üniversitelerinde okuyan öğrenciler için şubat ayında düzenlediği ‘‘Demokratik ve Laik Bir Toplumda Hukukun Üstünlüğü’’ ve ‘‘Hukuk Toplumunun Anlamı’’ konulu yazı yarışmasını kazananlara ödülleri Bahçeşehir Üniversitesi’nde törenle verildi. Törenin ardındın gerçekleştirilen ‘‘Gençler ve Gelecek’’ konulu paneli yöneten Prof. Dr. Türkan Saylan, eğitim sistemini eleştirirken ‘‘Atatürk ilke ve inkılaplarını korumak, önce çağdaş topluma ulaşmada en önemli görevdir. Türkiye’deki en büyük sorun eğitim ve bu eğitimin laik hukuka uygun olmamasıdır’’ diye konuştu. Yurtdışında başarılı olan Türkler GAZİ YAŞARGİL: Alanı nöroşirurjide rakipsiz kabul ediliyor. Geliştirdiği yöntemlerle çok zor ve hassas bölgelerdeki tümörlerin alınabileceğini kanıtladı. MEHMET ÖZ: Kalp hastalıkları uzmanı olan ve New York Colombia Üniversitesi’nde görev yapan Türk kalp cerrahı, yaptığı çalışmalarıyla ve yazdığı kitaplarla tanınıyor. MURAT GÜNEL: Yeni Gazi Yaşargil olarak adlandırılan bilim adamımız, beyin ve damar cerrahisinde dünyada isim yapan diğer bir Türk doktoru olarak biliniyor. GÖKHAN HOTAMIŞLIGİL: Harvard Üniversitesi’nde Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı olan Türk bilim adamının, obezite, şeker hastalığı ve kalp hastalıklarıyla ilgili kendisine patent kazandırmış çalışmaları bulunuyor. ALİ ERDEMİR: İcat ettiği karbon G. Yaşargil kaplama teknolojisiyle bilimde çığır açtı. EMRAH YÜCEL: Ödül aldığı ‘‘Frida’’ afişi ve ‘‘Rüyamdaki Amerika’’, ‘‘28 Gün’’, ‘‘Kadınlar Ne İster’’ ve daha birçok Hollywood filminin afişlerine imza attı. FERYAL ÖZEL: NASA’nın en başarılı astrofizikçilerinden olan Özel, bilim adamı Einstein’ın aralarında bulunduğu 20 dehadan oluşan Büyük Fikirler Listesi’nde yer alıyor. ATİLLA ERTAN: Gastroenterolog bilim adamı, ABD’nin en seçkin 10 klinik hekimi arasında ve Methodist Hastanesi’nde sindirim hastalıkları konusunda tıbbi direktörlük görevini yürütüyor. ESEN ERCAN ALP: ABD Enerji Bakanlığı laboratuvarlarında araştırmalar yapan fizikçi. 5 bin yıllık metal heykeli röntgen cihazında analiz ederek, 1949’da icat edilmiş olan radyokarbon tekniğine son verdi. AYŞEM SUNAL: Ankara Devlet Balesi’ndeyken davet edildiği Mehmet Öz. Belçika’ya yerleşti ve kariyerine hâlâ burada devam ediyor. NEVA ÇİFTÇİOĞLU: NASA’da çalışan Türk kadın araştırmacı, Texas’taki Johnson Uzay Merkezi’nde görev yapıyor. NAMIK VOLKAN: Yaptığı çalışmalarla psikiyatri alanında dünyanın en prestijli ödülü sayılan ‘‘Sigmund Freud’’ ve ‘‘En iyi eğitmen ödülü’’nü aldı. HASAN GARAN: New York Presbytarian Hastanesi Elektrofizyoloji Bölümü Başkanı olan Türk doktor, ABD’de en çok tercih edilen hekimler listesinde yer alıyor. AHMET ÇAKMAK: Mareşal Fevzi Çakmak’ın torunu olan bilim adamı, Princeton Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde deprem konusunda çalışmalar yapıyor. Nurhak ve Aleviler Prof. Dr. SEBATİ ÖZDEMİR N urhak denildiğinde o dönemi yaşayanlar ya da yakın tarihimizle ilgilenenler için ilk akla 12 Mart darbesinin ardından THKO üyeleri Alparslan Özdoğan, Kadir Manga ve Sinan Cemgil’in güvenlik güçleriyle çatışması sonucu öldüğü 31 Mayıs 1971 tarihi gelir... Ve de geçen yıllarda Kahramanmaraş ilimizin ilçesi olarak tanınmaya başlamasıyla... Kahramanmaraş, Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin kıvılcımlarının ilk atıldığı, tohumlarının ilk yeşerdiği topraklardan biriydi; tıpkı Antep ve Urfa illerimizde olduğu gibi... Düşmana ilk kurşunu sıkan Sütçü İmam, bu kentimizin simgesi olmuş ve 1992’de kurulan üniversitesine de bu ad verilmişti. Gecikmiş olarak bu ilimiz Şubat 1973’te ‘‘kahraman’’ sıfatıyla onurlandırılmış, ancak bu kahramanlık demokratik solcu Bülent Ecevit’in başbakanlık yaptığı dönemdeki meşhur ‘‘Aralık 1978 Maraş Katliamı’’ ile gölgelenmişti... Tıpkı Sıvas gibi... 4 Eyül günü Anadolu devriminin en önemli günlerinden birinin yıldönümüydü ve 4 Eylül 1919’da ulusal egemenlik ilkesine dayalı yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna temel olan Sıvas Kongresi toplanmıştı. Ama Sıvas da Kahramanmaraş’a benzer şekilde Temmuz 1993’te karardı, gölgelendi, katledildi; bu kez ise sosyal demokrat Erdal İnönü’nün başbakanlığı (vekâleten) zamanında... Katillerin hepsinin ortak paydası, sloganı ise Alevilere, dinsizlere, kızıl komünistlere ölüm idi... Ve din adına yüzlerce kişi katledildi!.. Neden bu hep böyle oluyor?.. Neden her zaman Aleviler öyle ya da böyle hedef tahtası seçiliyorlar ve neden yıllardır Maraş, Sıvas ve hata Erzincan ile Çorum’a bu utancı yaşattılar?.. Buyurun, Cumhuriyet’in 1 Haziran 2006 tarihli nüshasından haber: ‘‘Alevilere megafonla ezan yayını...’’ Bu haber laik bir Cumhuriyette ‘‘Bu nasıl oluyor’’ sorusunu beraberinde getirir; diğer yandan ise türban için mahkeme kararlarını yok sayarak ‘‘Ulemaya sormak gerekir’’ diyen bu ülke Başbakanı’na da hangi ulemayı kastettiği sorulur. Sayın Başbakan’a göre Alevilik bir mezhep değil bir kültür imiş(!). Çünkü onun inancı olan Hanefi mezhebinin uleması, Aleviliği bir mezhep olarak görmediği gibi İran’ın Şii ve Suudi Arabistan’ın Vehhabi Müslümanlarını da Hak mezhebinden saymıyor. Ancak bu görüşü savunanlar, yeri geldiğinde de konuşmalarına ‘‘Bu ülkenin yüzde 99’u Müslümandır’’ diye başlıyorlar ve sıkışınca da daha önceleri defalarca bu ülke siyasetçilerinin zikrettiği gibi ‘‘Lozan’a göre...’’ diye başlayan demeçler veriyorlar. Şu yadsınamaz bir gerçektir ki bu ülkede kendini AleviBektaşi olarak tanımlayanlar vardır ve de olmaya devam edecektir. Aleviler, Hanefi ya da diğer mezheplerin kendilerini hangi yere koyduklarıyla ilgilenmiyorlar ve kendilerini Hak mezhebinden saymayanlarla da uğraşmıyorlar. Sadece kendi kimliklerinin farkındalar ve buna çeşitli gerekçeler altında müdahale edilmesini istemiyorlar. Kimse bu ülkenin en az dörtte birini oluşturan ve kendini AleviBektaşi olarak tanımlayan insanları yok saymaya kalkmamalıdır. Yavuz Sultan Selim’den bu yana her fırsatta çeşitli gerekçelerle yok edilmeye çalışılan bu insanlarla oynamaya kalkmaksiyaset yapmak, hiçbir zaman bu topraklarda yaşayan insanların faydasına olmamıştır. Sonuç Nurhak Kaymakamı’nın, ilçede devleti temsil eden kişi olduğunu; Alevilerin megafonla ezan yayını istemeyeceğini; bazı kişilerin isteği ya da bu konuda müftülük kararı olsa dahi bunun ilgili kanun ve hükümlerde nasıl olacağının yazıldığını bilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde o kaymakam ‘‘Devleti temsil’’ erkinden uzaklaşmış olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle