Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 PROF DR SERTAÇ HAMİ BAŞERİN TÜRKİYE’NİN TERÖR SÜRECİNİ DEĞERLENDİRDİ C strateji EKONOMİYE BAKIŞ ERGİN YILDIZOĞLU HAZİRAN CUMA ‘Ülke’nin bölünmesi hayal’ C UMHURİYET STRATEJİ Türkiye, Osmanlı’dan kalma ayaklanmalar, sağsol terörü, bölücü ve dinsel motifli terörle geçmişte uğraştı, günümüzde uğraşıyor. Terörün dış destekleri bazı mahkeme zabıtlarına kadar yansıdı. 11 Eylül saldırılarının ardından teröre karşı duyarlılık yükseldi. Türkiye’nin duyarlılığı ise bu noktaya çoktan gelmişti. Son dönemdeki gelişmeler terörün farklı türlerinin yeniden gündeme getirilmeye çalışıldığı değerlendirmelerini gündeme getiriyor. Konuyla ilgili araştırmalar yapan Ankara Üniversitesi SBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren’in, sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: Türkiye’de güvenlik sorunu var mı, varsa, bunun için alınan önlemler demokrasi ile çelişiyor mu? Türkiye’de güvenlik sorunları elbette var. Bu güvenlik sorunları öncelikle terörizmden kaynaklanıyor. Güvenlik sorunlarına yol açtığını söylediğimiz terörizm de, öncelikle gerici terörizm ve bölücü terörizm, sonra da, küresel terörizmdir. Diğer taraftan Türkiye’nin yakın çevresinde Balkanlarda, Kafkasya’da ve Ortadoğu’da çıkan ya da çıkacak kriz ve silahlı çatışmaların yarattığı ya da yaratacağı güvenlik sorunları da vardır. Özellikle Irak’taki durum ve İran’da gelişmekte olduğunu düşündüğüm kriz, silahlı çatışmalara dönüşürse, Türkiye için güvenlik sorunları yaratacaktır. Buna karşılık Türkiye’nin komşularıyla kendi ilişkilerinden doğacak güvenlik sorunları eskiye bakarak azalmıştır. Geçtiğimiz günlerde Ege uluslararası hava sahasında Türk ve Yunan savaş uçakları çarpışarak düştü. Üzerinde çok durulmadı. Oysa eski yıllarda böyle bir olayın silahlı çatışmaya dönüşme olasılığı çok yüksekti. Sorunuzun ikinci kısmı demokrasi ile bağlantılı. Böyle olunca ben özellikle terörizmin yarattığı güvenlik sorunları ile ilgileneceğimizi düşünüyorum ve sorunuzun ikinci kısmını da şöyle anlıyorum: Terörizmin yarattığı güvenlik sorunlarının çözülmesi için tedbirler alınmasına demokrasi engel olur mu? Hayır olmaz. Zaten bu gün Türkiye’nin terörizmi bastırmak için demokrasiden vazgeçtiğini söylemek de mümkün değildir. Bir taraftan demokratikleşme yolunda yeni adımlar atılırken diğer taraftan da terörizmle mücadele edilmektedir. DEMOKRASİ İÇİNDE GÜVENLİĞİ SAĞLAYABİLMEK Güvenlikdemokrasi ilişkisi kısaca nedir, biri diğerinin koşulu mudur, öncelik sıralaması var mıdır? Bence mesele, güvenlik ve demokrasi arasında bir tercih yapmak meselesi değildir. Önemli olan, demokrasi içinde güvenliği sağlayabilmek, terörizmle demokrasi içinde mücadele edebilmektir. İşaret ettiğiniz noktayı görüyorum, terörizm demokrasilerde demokrasinin nimetlerinden istifade etmektedir. Mesela, haberleşme özgürlüğü, konut dokunulmazlığı özel hayatın gizliliği teröristin işini kolaylaştırmaktadır. Teröristin işini kolaylaştıran bunlara benzer daha pek çok hususa değinebilirim ama terörizmi önlemek için demokrasi ile bağdaşmayan tedbirler almak yanlıştır. Terörist haberleşme özgürlüğünden istifade ediyor diye haberleşme özgürlüğünü ya da konut dokunulmazlığından istifade ediyor diye konut dokunulmazlığını ortadan kaldıramazsınız. Kısaca terörist suistimal ediyor diye demokrasiden vazgeçemezsiniz. Demokrasi dışında tedbirler almak demokrasilerin kendi kendilerini vurması anlamına gelir. Belki demokrasiden vazgeçilip alınacak sert tedbirlerle kısa sürede belli ölçülerde bir başarı sağlanabilir ama uzun vadede daha ağır başka sorunlar ortaya çıkar. Teröristin istediği de budur, devleti demokrasi ve hukuk dışı bastırıcı tedbirler almaya tahrik edip bundan mağdur olacak halkı devletin karşısına dikmeye çalışır. Açık bir ifadeyle demokrasi dışı tedbirler almak teröristin maksadına hizmet eder. ÜLKEMİZDE YÜZ BİN CAMİ VAR... Türkiye’nin teröre dönüşebilecek birçok iç çelişkisinden, zıtlıklarından bahsediliyor. Geçmişte sağsol, günümüzde laikantilaik, etnik sorunlar gibi… Bunu aşmanın yolu yok mu, eğer varsa, dış etkiler engellenemez mi? Sağsol sözcükleri ile ideolojik boyutlu terörizmden söz ediyorsunuz. Bu tür terörizm artık soğuk savaş yıllarındaki kadar önemli değil. Ülkemizde hala bu grup altında görülebilecek son derece tehlikeli örgütler var. Bu tür terörizm tamamen ortadan kalktı demiyorum ama genel olarak bakıldığında yarattığı tehlike nispeten azaldı. Sorunuzda sözünü ettiğiniz diğer iki konu daha önemli. Cumhuriyetimizin temel ilkelerinden birisi olan laiklik, demokrasimizin temel taşıdır, bir arada yaşayabilmemizin teminatıdır ve hepimizin savunması gereken bir ilkedir. Nüfusumuzun çok büyük bir yüzdesinin mensubu olduğu İslam Dini’nin Dünyada en saygın şekilde uygulandığı ülkelerden birisi Türkiye’dir. Ülkemizde yüz bin cami var. Bunların her birinde devletin maaşını ödediği imamlar var. Bu laiklik sayesinde mümkün olmaktadır. Sorun laikliği ortadan kaldırmak için uğraşan gerici kalkışmanın varlığından kaynaklanmaktadır. Yanlış olan laikliğin karşısında laikliğe karşı bir cephe oluşturmak ve bundan medet ummaktır. Danıştay’a yapılan saldırının gerçekleşmesine de bu türden sorumsuz beyanlar zemin hazırlamıştır. Türkiye’de laik düzene yapılan tek saldırı Danıştay’a yapılan saldırı değil ama en büyüklerinden birisi, bu nedenle, Danıştay’a yapılan saldırı üzerinden konuşuyoruz. Son olarak yapılan bu menfur saldırıda da görüldüğü gibi, gericilik terörizme başvurmaktan çekinmemektedir. Laiklikle laikliğe karşı olmak arasında söz konusu edilen zıtlık tamamen laiklik lehine çözülmelidir. Zıtlığı azaltmak ya da yumuşatmak adına laikliği yumuşatmak çözüm değildir. Zıtlığı azaltmak ya da yumuşatmak adına laikliği yumuşatmak, gericiliğe ödün vermek demektir, demokrasiden ödün vermek demektir, Cumhuriyet’in kazanımlarından ve bizzat Cumhuriyet’ten ödün vermek demektir. Laikliğe karşı girişimleri ortadan kaldırmak elbette mümkündür. Sorunuzda işaret ettiğiniz gibi Türkiye’deki laik rejimi değiştirmek isteyen dış güçler vardır. Bunların Türkiye’de terörizme destek verdiklerini de biliyoruz. Bahriye Üçok’tan Ahmet Taner Kışlalı’ya pek çok Atatürkçü düşünürümüzün kaybına yol açtılar. Uluslararası hukuku ihlal eden bu durum mahkeme tutanaklarına yansıdı, kitaplara konu oldu. Yabancı devletlerin bu tür faaliyetlerini önlemek için içerde polis tedbirleri dışarıda da diplomatik tedbirler almak gerekir. Bir de biliyorsunuz ABD’nin Türkiye’yi ılımlı İslam devleti olarak görme arzusu vardı. Bu Kez Farklı Olabilir! I dığı gibi, beş yıldır tarihin en büyük likidite genişlemesini yaşıyoruz, bu da tarihin en büyük ‘‘Carry Trade’’ ve borç türevleri hummasını körükledi. Şimdi likidite daralıyor, faizler artıyor... Zaten tarihe bakınca, her önemli borsa ‘‘düzeltmesinin’’ arkasından, örneğin, 1987’de ve 2000’de olduğu gibi, bir resesyonun geldiğini görüyoruz. Bu resesyon, köpüklerin artıklarını, verimsiz işletmeleri temizliyor, sermaye birikimi için yeni bir atılım alanı açıyor. Ancak 2001’de resesyon, değindiğim mali genişlemeyle yarıda kesildi, borsa köpüğünden çıkan spekülatif enerji gayrimenkul piyasalarına yönlendirildi. Kapasite fazlası sorununu hafifletecek yıkım yaşanmadı; sorunlar ağırlaşmaya bırakılarak ertelendi. Şimdi yeniden gelip kapıya dayandılar. Üstelik, dünya ekonomisindeki enflasyonist gelişmelere, en son, geçen hafta Rusya örneğinde gördüğümüz gibi (Financial Times 09/06), MB’lerin korunmak için portföylerindeki doları azaltma, altına yönelme eğilimlerine bakarak, yeni bir mali genişleme olasılığının gündemde olmadığını söyleyebiliriz. Aksi takdirde doların uluslararası konumunu kaybetmesi söz konusu. BİR DÖNEMİN SONU MU? Bu olup bitenlere daha geniş bir tarihsel perspektifle bakınca, bu soruyu sormamak elde değil. Ben bu soru üzerinde düşünürken Robert Wade’in New Left Review’deki (MartNisan 2006) ‘‘Choking the South’’ (Güneyi Boğmak) başlıklı denemesinde, çok yararlı ipuçlarına rastladım: Aslında öykümüz, Bretton Woods sisteminin çöküşüyle, dolaraltın ilişkisinin kopmasıyla, ABD’nin ithalatını karşılamak için altın bulundurmak yerine dolar basarak, istediği kadar hazine bonosu çıkararak ödeme imtiyazı elde etmesiyle başlıyor. Bu esnek döviz kurları, 1970 ve 1980’lerde sermaye hesaplarının serbestleştirilmesine bağlı olarak yaşanan bir likidite genişlemesini, esas olarak bir mali genişlemeye dayanan, 1989’dan sonra da ‘‘küreselleşme’’, ‘‘tarihin sonu’’ vb. olarak sunulan süreci getirdi. Aşırı üretim krizini aşmak için maliyet tarafından ücretlere, talep tarafından likidite genişlemesine (nakit ve kredi mekanizmasına), üretimden kaçan sermaye açısından da spekülasyona yüklenildi. Bence bu yolun sonuna aslında 199798 döneminde gelmiştik. Mali krizi borsa krizi, onu da küresel resesyon izliyordu ki, malum likidite genişlemesi... Şimdi neredeyiz? Bu sorunun cevabına ilişkin bir ipucunu da Ken Miller adlı emektar (61) bir yatırım bankerinin (Ken Miller Capital’in CEO’su) The Nation dergisindeki ‘‘Wall Street doesn’t like this war’’ (Wall Street bu savaşı sevmiyor, 08/06) başlıklı yazısında buldum. Miller, ‘‘Çok fazla dolar çok az sayıda yatırım olanağının peşinde koşuyor’’ dedikten sonra, artık, eskiden finanse etmeyi çok sevdiğimiz ‘‘demiryolları, otomobiller, telekomünikasyon gibi büyüme eğilimli sanayiler de yok’’ diye yakınıyor. ‘‘Bu yüzden türevler... gibi yeni yöntemler geliştirdik... ama risk sorunu hiç beklenmedik bir biçimde geldi kapıya dayandı.’’ Bunlardan benim anladığım şu: Artık, spekülatif yollarla birikimi sürdürme dönemi kapanıyor. Spekülatif riskler çok arttı, malisermaye artıdeğeri bölüşme gibi dolaylı birikim yerine, doğrudan üretimini finanse etmeye yönelik bir birikimi özlüyor. Tüm bunlar bir kriz yönetim modelinin ‘‘küreselleşmeciliğin’’ tükendiğini, bir geçiş dönemine girildiğini gösteriyor. Sorun şu ki; henüz geleceği görmek çok zor. Ama kimi ipuçları da yok değil. (Çarşambaya, Türkiye’yi de göz önüne alarak devam edeceğim.) D ünya borsaları bir aydır hem geriliyor hem de sert bir türbülans yaşıyor. Dünya ekonomisinin yüzde 30’u büyüklüğündeki ABD’de Dow Jones Sanayi İndeksi haftayı mart ayından bu yana ilk kez 11.000’in altında kapattı. Bir yaklaşıma göre, her dört yılda bir gelen (1990, 1994, 1998, 2002) düzeltmelerden birini yaşıyoruz. Benzer bir yaklaşım, Türkiye’de de faizler 175 puan arttırılınca Merkez Bankası’nı, gereken güveni piyasalara verdiği için alkışladı, belli ki burada da ‘‘kriz değil, düzeltme’’ senaryosu satılmaya çalışılıyor. Ancak, son bir yıldır yaşananlar, bu kez farklı bir noktada olduğumuzu düşündürüyor. KIRILMA NOKTASINDA... Türkiye’yi İslam ülkelerine örnek göstermek istiyordu. İtirazlarımız üzerine Türkiye’den Ilımlı İslam devleti olarak bahsetmekten vazgeçti. Türkiye’nin İslam ülkelerine örnek olması Türkiye’nin İslam devleti haline dönüştürülmesi ile değil, diğerlerinin demokrasi yoluyla demokratikleştirilmesinden geçmelidir. Eylül saldırılarının ar11 dından teröre karşı duyarlılık yükseldi. Türkiye’nin duyarlılığı ise bu noktaya gelişti. Rus Cehennemi Bir Rus ve bir Amerikalı öldükten sonra cehenneme giderler. Girişte yol ikiye ayrılır: Amerikan ve Rus cehennemleri. Aralarındaki farkı sorarlar: ‘‘Amerikan cehenneminde günde bir kova pislik yedikten sonra serbest kalırsınız. Rus cehenneminde ise iki kova.’’ Amerikalı, hemen kendi cehennemine yönelir. Rus ise öteki tarafta da milliyetçidir ve iki kova yemeyi göze alır. Bir hafta sonra sınırda karşılaşırlar. Amerikalı günde bir kova pislik yediğini, sonra boş gezdiğini anlatır. Rus ise yakınır: ‘‘Burası da aynen Rusya gibi düzensiz. Ya pislik getiren kamyonlar bozulur, ya kova yetmez. Bir halt yediğimiz yok!’’ MOSKOVA GÜNLÜĞÜ HAKAN AKSAY aksay@rusya.ru Ukrayna Karışık Kırım Başkaldırıyor anlaşmazlığında kısa vadeli uzlaşma dönemi tamamlanmak üzere; Kiev, bin metreküp gaz için eski fiyat 50 dolar yerine 95 dolar ödüyordu; şimdi bu fiyatın da iki kat artması halinde Ukrayna ekonomisi ve iktidar ağır darbe alabilir. Doğalgaz krizi, Rusya’ya nispeten sıcak bakan eski Başbakan Yanukoviç’i iktidara taşıyabilir. Ama Doğu ve Batı Ukrayna’nın birbirinden çok farklı siyasi eğilimlerde olduğu göz önüne alınırsa, ülkenin karışması, iç savaş çıkması ve devletin bölünmesi ihtimali de göz ardı edilemez. Yuşçenko, ülkesini kısa sürede AB ve NATO’ya üye yapmak istiyor. Ekonomik nedenlerle halk AB’ye sıcak bakıyor, ama 47 milyonluk ülke nüfusunun üçte ikisi NATO’ya karşı. ??? 1954’te dönemin Sovyet lideri Hruşçev rleri Biz, insanları kendi değe rı kla ldu bu için değil, bizde . riz ve se ı değerlerden dolay Lord Byron tarafından Ukrayna’ya hediye edilen Kırım, geleneksel olarak Rusya’ya yakın. Son yıllarda Kırım’ın Rusya’ya bağlanması önerileri sıkça dile getiriliyor. Rusya, Karadeniz Filosu için Kırım’da 2017’ye kadar üs kiralıyor. Bölge halkı, ABD ile tatbikatların Kırım’da ABD üssü kurulması planının bir parçası olduğu kanısında. Jirinovski gibi Rus milliyetçileri, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na atıfta bulunarak ‘‘Kırım ya Türkiye’ye verilmeli ya da Rusya’ya!’’ diye çok yönlü provokasyonlara açık bir çağrı yapıyorlar. Nüfusunun önemli bir bölümü de Tatarlardan oluşan Kırım’daki gerginlik kanlı olaylara yol açabilir ve tüm Ukrayna’ya yayılabilir. K ırım kitlesel eylemlerle sarsılıyor. ABD ile birlikte Deniz Meltemi 2006 tatbikatına hazırlanan Ukrayna yönetimi ve Amerikan askerleri protesto ediliyor. ABD askerleri taşlanıyor, sığındıkları binalardan çıkamıyorlar. Neredeyse oybirliğiyle yarımadayı ‘‘NATO’ya kapalı bölge’’ ilan eden Kırım Parlamentosu, tatbikatın iptalini istiyor. Kiev yönetimi, özerk Kırım’ı kontrol altına alamıyor. ??? 2004 ‘‘Turuncu Devrimi’’ lideri, ABD yanlısı Başkan Yuşçenko, partisinin üçüncü geldiği 26 Mart milletvekili seçimlerinden sonra kamuoyu desteğini kaybetmeye devam ediyor. Üstelik iki ayı aşkındır bir türlü koalisyon hükümeti kurulamadığından dolayı, ülkede siyasi krizden söz ediliyor. Ocak ayında Rusya ile yaşanan doğalgaz Bu, iyimser ‘‘düzeltme’’ senaryolarına karşılık, gerek piyasaların gerekse de küresel dengesizliklerin, kırılma noktasına çok yakın bir yere geldiğini savunanlar da var. Ben bu noktaya çoktan ulaştığımızı ve kırılmayı gerçekleştirecek bir ‘‘olayı’’ beklemekte olduğumuzu düşünüyorum. İlk gerekçem, ABD ile Asya, özellikle Çin ve Japonya arasında oluşan cari hesaplar dengesizlikler. Bunları çok tartıştık; ABD’nin doları devalüe ederek aşmasının, ihraç kapasitesi iyice aşınmış olduğundan, çok zor olduğunu da. ‘‘Dengeyi’’ sağlamak için geriye, ABD ekonomisinin yavaşlaması, ithalatın kısılması kalıyor. Bu salt ABD’ye ihracat yapan ülkelerin ekonomileri açısından değil, bu ülkelerde ucuz işgücü kullanarak üretim ve ABD’ye ihracat yapan ABD çokuluslu şirketleri açısından büyük kayıplara ve bir küresel resesyona yol açabilecek bir gelişme. Bir diğer çözüm, bu yükü Avrupa’nın üstlenmesi. Ancak hafta sonu yapılan G8 maliye bakanları toplantısı öncesinde, AB grubu adına konuşan Lüksemburg Başbakanı ve Fransız Maliye Bakanı’nın, ‘‘Dengesizlikler bizden kaynaklanmıyor, yapacak bir şey yok’’ sözleri bu işbirliğinin gündemde olmadığını düşündürüyor. Öyleyse dengesizlikler bir küresel resesyona yol açana kadar artmaya devam edecekler. Mali piyasalardaki şekillenme bu noktaya çok yakın olduğumuzu gösteriyor. Gerçekten de (bu da ikinci gerekçem) mali piyasalarda risk ve kırılma beklentisi had safhaya ulaştı. New York Federal Reserve’in, geçen eylül ayında, türev piyasalarında, heç edilmiş fonların etkinliklerine bağlı olarak hızla artmakta olan risk düzeyinden kaygı duyarak 14 büyük yatırım bankasının yöneticileriyle yaptığı bir toplantıyı aktarmıştık. Geçen hafta Cumhuriyet, Avrupa Merkez Bankası’nın ani risklere dikkat çeken raporunu aktardı. Aynı hafta Hong Kong yönetimi de benzer kaygıları dile getirdi (Financial Times, 07/06). Faizlerdeki global yön değişikliği, piyasadaki likidite daralması (Bkz: E.S. Browning, Wall Street Journal, 30/05/06); ‘‘Carry Trade’’ (Düşük faiz bölgelerinden al, yüksek faiz bölgelerine yatır) işlemlerinde, maliyeti yükselterek hesapların kapatılması eğilimini getiriyor (Liz Rappaport, Thestreet.com, 08/06/06). Bu hesaplar kapanırken büyük bir ‘‘olay’’ çıkma olasılığı giderek yükseliyor. Morgan Stanley’in Asya uzmanı Andy Xie de, ‘‘Likidite köpüğü sönerken dövizler zayıflar. Merkez bankaları da bir krizi önlemek için kemerleri daha güçlü sıkabilirler. Bu da ülkeleri resesyona iter’’ diyor (Global Economic Forum, 09/06). Ayrıca, Wall Street’in gurularından ve DeVoe Report’un editörü Raymonf Devoe’nin 1995’te bir yorumunda uyardığı gibi, ‘‘Finansal tarihteki tüm spekülatif hummaların arkasında likidite genişlemesi oluyor. Her şey çok iyi gidiyor, para gelmeye devam ettiği sürece’’... Morgan Stanley’den Roach’ın sık sık vurgula ABD askeri Kırım’dan ayrıldı Dış Haberler Servisi Ukrayna’nın güneyindeki Kırım özerk bölgesinde yapılması planlanan NATO tatbikatı çerçevesinde bölgeye gelen ABD askerleri, yoğun protestoların ardından Kırım’ı terk etmek zorunda kaldı. Kırımlı göstericiler 200 kadar ABD askerinin bölgeden ayrılışını ‘‘Hurra’’ sloganlarıyla kutladılar. Ukrayna donanma sözcüsü, askerlerin sözleşme süreleri dolduğu için ayrıldığını söylerken ABD elçiliği ‘‘askeri projelerinden tamamen vazgeçmediklerini’’söyledi