Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 NİSAN 2006 CUMA müzik YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY TOLGA ÇANDAR, DİNLEYİCİLERİ ERZURUM’DAN VAN’A HÜZÜNLÜ YOLCULUĞA ÇIKARIYOR C Tabanda “Öteki” korkusu ratıcı sonuçlara yol açabilir. O nedenle taviz verilmiyor. Ama siyaset, sonuç olarak milyonların ruh hallerine seslenmek demektir ve bu milyonlar, yukarı katlardaki mutlu azınlığa benzemiyor... Çelişki burada. Ekonomi dünyası ‘‘ötekilere tahammül ve hatta sevgi’’ öneriyor, ama siyasette bu çok zor. Çünkü işsizliğin pençesindeki halk istemiyor: Alman halkından söz ediyoruz... Gerçi son dönemde, Almanya’nın sömürgeci geçmişinin İngiltere ve Fransa kadar yoğun olmaması da sık zikredilir oldu. Alman’ın ‘‘yabancı’’ya bu nedenle alışamadığı iddia ediliyor. Ama burada sormak gerekiyor: Geçmiş mi şimdiki zamanı belirler, yoksa şimdiki zaman mı geçmişi belirler? Kuşkusuz şimdiki zaman geçmişi belirler. Bir Arap atasözü ‘‘İnsanlar babalarından çok yaşadıkları zamana benzerler’’ diyordu. Gerçekten de fazlasıyla yaşadığımız zamana benziyoruz ve burada geçmişin gölgesi sanıldığından çok azdır. Özetle: Almanya’nın sahipleri, mülk sahipleri, ‘‘ötekileri’’ içtenlikle seviyor ve istiyor, devlet de öyle. Ama Alman halkının bu kadar açık yürekli olduğunu gösteren işaretler doğrusu fazla değil. Aşırı sağa çeken tepkiler, aşağı sınıflardan, onların korkularından, kısacası ‘‘tabandan’’ geliyor. ‘‘Tabanın’’ ise siyasi ve ekonomik tarihle ilişkisi sanıldığı kadar yoğun değildir. Toplumsal piramidin alt katmanlarında ideolojilerin yıpratıcı etkisi çok kaba haliyle işler. Almanya’da 30 yıl çalışıp da bir gün kapı önüne konuveren sıradan bir bant işçisine, tuzu kuru ‘‘manager’’ veya mülk sahibi hassasiyeti önermenin ne büyük saçmalık olacağını en iyi anlayanlardan biri Oskar Lafontaine’di... İyi anladığı için, ülkedeki tüm sol potansiyeli yerle bir eden, sonra da yüzbinlerce avroluk ‘‘Gasprom’’ yöneticiliği ve ‘‘anı yazarlığına’’ geçiş yapanlarca affedilmiyor. Mülk sahiplerinin kahyalığı, bunu gerektiriyor. Soldan nefretleri doğaldır. Elbette aşağı sınıfların acılarını anlamaya ve dindirmeye çalışan enternasyonalistleri ‘‘nasyonalizmle’’ karalamaları gerekiyor. Ama çalışan sınıfların korkularını anlamayana da sol politikacı denmiyor. Yabancı korkusu üzerinde yeniden düşünülmelidir. Artık alışılmış, ucuz kategorileri solculuk adına temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp ortaya sürmemekte yarar var. Yeni zamanlarda yaşıyoruz, acılar da yaşadığımız zamana benziyor. 7 Ege’den Doğu’ya türküler gelebildik.’’ Tolga Çandar için söz yapısı ve ezgisinden etkilendiği türkünün hangi yöreye ait olduğunun bir önemi yok. Söz ve ezgisiyle sevdiği 3035 türkünün çoğunun Doğu Anadolu bölgesinden olduğunu fark edince ‘‘Doğu Türküleri’’ başlığı altında bir albüm yapmaya karar vermiş: ‘‘Egeliyim, ama ‘Benim yörem en iyidir’ gibi ırkçışoven bir yaklaşımım yoktur. Son dönemde insanlarımızın arasındaki iletişimde kopukluk var. Doğu’da yıllarca yaşanan o kirli savaş ABD’nin ekmeğine yağ sürdü. Büyük Ortadoğu projesine kurban gittik. Binlerce insanımız öldü. Böyle bir ortamda sanatçılara ortamı yumuşatmak, gerginlikleri azaltmak gibi görevler de düşüyor. Ege türküleri söyleyerek tanınan bir adamın, Doğu türkülerini söylemesi, üstelik albümün adını Doğu Türküleri koymasının da bir anlamı var. Bölgeler arasında yaşanan gerginliğin giderilmesi için küçücük de olsa katkısı olabilir mi? Bu nedenle Doğu Türküleri...’’ HÜZÜN TEMASI Çandar, Okan Murat Öztürk’ün yönetmenliğini ve düzenlemelerini üstlendiği Doğu Türküleri albümünde Erzurum’dan Malatya’ya, Van’a sevilen türküleri yorumluyor. Ruhi Su’nun da seslendirdiği Âşık Veysel’den alınan ‘‘Ben Meylimi Üç Güzele Düşüdürdüm’’ü albümdeki en güzel türkülerden biri. Çandar, ‘‘Mavi Yelek Mor Düğme’’, ‘‘Mevlam Birçok Dert Vermiş’’, ‘‘Ali Paşa Ağıdı’’, ‘‘Kar mı Yağmış Şu Harput’un Başına’’ gibi hüzünlü türküleri tercih etmiş: ‘‘Bizler yaptığımız işler gereği romantik adamlarız. Bu türkülerdeki hüznü seviyorum. ‘Varıp Neylemeli Sılayı Gayrı’ diye bir Adana türküsü var örneğin. Avrupa’ya gidip gelirken Anadolu’dan insanlarımızı gözledim, TürkKürt hiç fark etmiyor. Çok farklı bir kültürün içerisinde çaresizlik içinde daha iyi yaşam koşulları için oralara giden göçmen insanlar. Ama akıllarında hep Türkiye. Gurbet kavramını orada çok yoğun hissediyorum. Varıp Neylemeli’yi söylerken o insanların neler yaşadığını hissediyorsun.’’ B Tolga Çandar: ‘‘Ege türküleri söyleyerek tanınan bir adamın, Doğu türkülerini söylemesi, üstelik albümün adını Doğu Türküleri koymasının da bir anlamı var. e HATİCE TUNCER ge türkülerinin usta yorumcusu Tolga Çandar, Anadolu Müzik’ten çıkan son albümünde Doğu Anadolu bölgesinden türküleri yorumluyor. Güney Amerika’da sanatçıların yabancı kültürel akımlara karşı öz kültürlerine yönelerek başlattığı ‘‘Yeni Şarkı’’ akımının Türkiye’deki ilk temsilcilerinden olan Çandar, bu anlayışını ‘‘Doğu Türküleri’’nde de sürdürüyor. Muğlalı olan Tolga Çandar, ODTÜ Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü’ndeki öğrencilik yıllarında, üç arkadaşıyla Çağdaş Türkü topluluğunu kurdu. Çağdaş Türkü ‘‘Bekle Beni’’ ve ‘‘Delikanlıya’’ albümlerinden sonra dağılırken Çandar müzik yaşamına solo çalışmalarla devam etti. ‘TÜRKÜLERİ EGE’NİN’ 1987’den itibaren üç albümlük ‘‘Türküleri Ege’nin’’ serisini tamamlayan Tolga Çandar, ‘‘Muğla Türküleri’’ni de iki albümde topladı. ‘‘Kar Yangını’’, ‘‘Sular Gibi’’,‘‘Türküden Şarkıya’’, ‘‘Sen Türkülerdesin’’, ‘‘Harman’’ adlı albümlerinde de Ege bölgesinde dolaştı: ‘DOST KERVANI’NA KATKI ‘‘Yoz kültürlerin bombardımanından söz ederken sadece Batı’dan, ABD’den değil Doğu’dan gelen yoz kültürleri de kastetmiştik. Anadolu insanının yaşamında türkü ibadet, Tanrı’yla ya da mutlak hakikatle kurduğu ilişkide araçtır. Müslümanlıkla Arap yaşama biçiminin diretilmesi aynı şey değil. Osmanlı’dan bu yana, son dönemlerde Uğur Ağabey’in (Uğur Mumcu) üzerinde durduğu Arap sermayesi destekli bir kültür bombardımanı Anadolu insanına dayatıldı. Ünlü arabeskçilerin Arap saraylarında iltifat görmesinin nedenlerinden birisi de budur. Kendi kültürlerini Anadolu’da yaygınlaştırabilmek için aracı bulmuşlardır.’’ Opera sanatçısı Seza Kırgız ile birlikte 2002’de yaptıkları ‘‘Aşikâr’’ albümünde İstanbul türkülerini yorumlayan Çandar, Ege türkülerinden vazgeçemeyerek 2004’te ‘‘Sarı Zeybek’’ albümünü çıkardı. Geçen yıl birçok halk müziği sanatçısının birlikte hazırladığı ‘‘Dost Kervanı’’ albümüne yorumlarıyla katkıda bulundu: ‘‘Televizyonlarda eğlence müziği diye sunulanlar, halk müziğini eğlence kültürünün bir parçası haline dönüştürme çabasıdır. Her şeye yüzeysel bakıp da kısırlaştırma alışkanlığı türkülerimizin öz niteliklerinin gözardı edilmesine neden oluyor. Ama yeni kuşak, bizden daha donanımlı geliyor. Üniversiteler halkbilimiyle ilgili daha temelli çalışmalar yapmaya başladılar ve çok değerli halkbilimciler gelişiyor. Bizim zamanımızda bu kadar yaygın değildi. El yordamıyla buralara kadar ir noktaya, daha doğrusu ‘‘bu’’ noktaya ister istemez gelindi: Avrupa’nın motor ülkesi Almanya’da göçmen veya yabancı sorununun hiç bitmeyeceği anlaşıldı. Gerçi bu netlikte formüle edilmiyor, ama bundan böyle ‘‘bu sıkıntıyla’’ yaşanacağı konusunda galiba bir görüş birliği var. İyi. İyi de, bu ‘‘ötekiler’’, sürekli dünya pazarlarında boy gösteren ve bu ihracatta son yıllarda neredeyse kırılmadık rekor bırakmayan Almanya’nın insanlarını neden rahatsız ediyor? Aslında ‘‘öteki’’ dediğimiz insanlar (yabancılar veya göçmenler), yürürlükteki ekonomik sistemin, bir başka deyişle ‘‘serbest piyasa ekonomisinin’’ sahiplerini rahatsız etmiyor. Bunu biliyoruz. Daha açık, ama ‘‘oldukça demode’’ bir ifade biçimiyle de söylenebilir: Mülk sahibi sınıflar, ‘‘ötekilerden’’, yani ülkede yaşayan yabancılardan hiç de rahatsız değiller. Rahatsız olmaları için de bir neden yok zaten. Neden? Çünkü, bu ‘‘ötekiler’’ sayesinde ücretleri baskı altında tutabiliyorlar, bir yedek sanayi ordusuna sahipler ve işler sarpa sardığında ‘‘ötekiler’’i günah keçisi olarak kullanabiliyorlar. Sorun, aşağı sınıflarda. Emeğini kiralayarak yaşamak zorunda olan milyonlarca insan, işçiler ve işsizler, küçücük evleri ya da üçbeş metrekare bahçeleri, hatta otomobilleri olsa bile, ‘‘mülksüzler’’ kategorisine giriyor ve üretim araçlarına sahip olmayan bu insanlar, kendileriyle aynı kaderi biraz daha soslu yaşayan yabancılara (‘‘ötekilere’’) fena halde ‘‘gıcık’’ olabiliyorlar. Demek ki, büyük patronlar için sevindirici gelişmeler, ‘‘öncü’’ Alman kültürüyle yoğrulmuş aşağı sınıfların bu yabancı korkusu ve gösterdiği faşizan tepkiler nedeniyle korkutucu düğümlere dönüşebiliyor. BURADA BİR ÇELİŞKİ VAR Almanya gibi ‘‘ihracat şampiyonu’’ bir ülkenin sermaye sahipleri, dünya pazarlarına çıkışı tehdit edecek böyle bir ‘‘yabancı nefretini’’ veya yabancıdan korkuyu uzun süre sineye çekemez. Tersine, dünya pazarlarına açılımı sekteye uğratabilecek içerideki yabancı düşmanlığına karşı mücadele eder. Dünya sistemine entegre siyaset sınıfı da bu ‘‘öteki fobisini’’ veya yabancı tedirginliğini hoş görmez. Tekeller ile konvansiyonel siyaset arasındaki ideoloji ve kadro akrabalıkları bunu gerektirir. İş dünyası için ‘‘ötekiden korku’’, göçmenlerden çekinme, yıp ‘Popüler kültürün parçasıyız’ Çandar, Ege türkülerinde olduğu gibi Doğu türkülerinde de yerel ağız kullanmıyor. Düzenlemelerde ise türkülerin özgün çalgılarını kullanmaya dikkat etmişler: ‘‘Melodik yapıda yerel öğelerin dışına çıkmadık. Bazen arada saksofonlar, caz soloları atarlar. O tür yorumlardan hiç hazzetmiyorum, halk müziğinde aslolan türkü söylemektir. Onun dışında Batılı sazları ona destek olması açısından yardımcı oluyorsa kullanıyoruz. Biz geleneksel kültürden hareket eden ama asla geleneksel yapıyı temsil ettiği söylenemeyecek çalışmalar yapıyoruz. Bizler de popüler kültürün bir parçasıyız ama mümkün olduğu kadar daha az denejere olmuş şekliyle söylemeye çalışıyoruz.’’ Anadolu’da demokratik kitle örgütlerinin, belediyelerin çağrılarını reddetmeden kent kent, kasaba kasaba koşturan Çandar’ın nisan ve mayıs ayları konserlerle dolu. ‘‘Aydınlanma hareketinde sanatçılara çok iş düşmüş. Bizim alanımızda iş yapan insan çok az. Anadolu’da kasabalarda düzenlenen etkinliklere benden ve birkaç kişiden başka kimse gitmiyor. ‘Gelmeyeceğim’ demiyor da astronomik bir rakam istiyor. İnsanlarımız da yaralanıyor. Kentlerde kalmadı artık, ama Anadolu’da insanlar takım elbisesiyle eşi de en güzel giysileriyle baloyo gider gibi konsere geliyor.’’ 79. YAŞINDA DOSTLARI DA UNUTMADI Hasan Hüseyin şiirlerle anıldı Hasan Hüseyin’in şiirini geceye katılan Sadık Gürbüz de seslendirdi. (Fotoğraf: EMEL KILIÇ) ürk”lerin bugün Türkiye dediğimiz coğrafya üzerinde yaklaşık “T 1000 yıllık var oluş tarihi konusunda bilgi edinmek isteyenler bu tarihin karmaşıklığı karşısında şaşkınlığa düşeceklerdir. Orta Asya bozkırlarından Anadolu topraklarına göç eden “Türk” topluluklarının kimliklerinin, bir başka deyişle de “Türk”lüklerinin irdelenmesi ayrı bir konu. Fakat ortada çok açık olan bir gerçek, bu “Türk”lerin, Anadolu topraklarına ayak basmalarıyla birlikte, Anadolu’da yaşamakta olan halklarla karışmaya da başlamış olmalarıdır. Bu halklardan adları ilk sırada akla gelenler, Anadolu Rum halkı, Ermeniler ve Kürtlerdir. ??? Anadolu Selçuklu tarihinin karmaşıklığı gerçekten baş döndürücü. Selçuklu İmparatorluğu’nun kimliğini tek bir etnisiteye indirgeyerek açıklamak olanaksız. Aynı gerçeklik Osmanlı için daha da geçerli. Osmanlı zaten kendini “Türk” sözüyle tanımlamıyor. “Osmanlı” sözü, imparatorluğun bütün etnisitelerini kapsayan bir “üst” (ya da birleştirici) kimlik… Balkanlar’daki “bağımsızlık” ayaklanmalarına ve parçalanmanın başlayıp önlenemezce sürmesine karşın ilk dünya savaşı sonlarına kadar yaşanmış olan süreç bu CUMARTESİ YAZILARI ATAOL BEHRAMOĞLU ‘Türkiye Türklüğü’nü Parçalamak’ Cumhuriyet dönemindeki ekonomik ve kültürel gelişim ve entegrasyon süreçlerinde, yine tek bir etnisitenin değil, Türkiye toplumunun bütün etnisitlerini kapsayan ulusal kimliğimizin adı olmuştur. Başka türlü zaten “ulusal” bir var oluşun sözü edilemez, bir başka deyişle de Türkiye dediğimiz bir ülkenin var oluşu gerçekleşemezdi… ??? Kavranılması hiç de güç olmayan bu olgular özet olarak yinelenecek olursa: Türkiye Türklüğü kavramını ırkçı, ayrılıkçı, etnisiteye indirgenmiş bir kavram olarak görmek, tarihsel, sosyal, kültürel gerçekliğe aykırıdır. Türkiye Türklüğü sözü, hangi etnisiteye ait olursak olalım, ulusal kimliğimizin birleştirici, ortak adıdır. Bu bizim istencimize bağlı olmayan, isteyelim ya da istemeyelim, yaşanmış ve yaşanmakta olan siyasal, sosyal, kültürel tarihin sonucudur. Bu nedenle de Türkiye’de etnik ayrımcılık, etnisiteye dayalı siyaset, amacı ve türü ne olursa olsun, yeni ulusal dur… Bu süreçte iki temel olgunun altını çizmek gerekiyor. Bunlardan ilki, Anadolu’da, belki tüm dünya tarihinde eşine az rastlanır bir etnisiteler arası karışımının gerçekleşmiş olmasıdır. İkincisi, Anadolu Türklüğünün, Türkçenin, bütün bu süreçler boyunca varlığını ve kimliğini yitirmeyişi; tersine, zenginleştirerek sürdürmeyi başarmasıdır. Başka türlü, ne çok büyük zenginliğe sahip Anadolu Türk halk edebiyatı, ne 20. yy. başlarında “Genç Kalemler” hareketiyle modern ve ulusal kimlik kazanan yazınsal oluşum süreçleri, ne de bugün dünya ölçüsünde değere sahip çağdaş edebiyatımızın varlığı açıklanabilir… ??? “Türkiye Türklüğü” sözü, tek bir etnisitenin değil, yüzyıllar süren karmaşık bir süreçte oluşmuş; toplumsal ve kültürel yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir sentezin adıdır. Bu sentez, başarıyla sonuçlanan ulusal kurtuluş savaşı ve onu izleyen lıkların doğup gelişmesine değil, gerçekleşmesini büyük ölçüde tamamlamış olan etniksosyalkültürel (sonuç olarak ulusal) kaynaşmanın parçalanmasına, daha açık bir deyişle de ülkenin (bölünmesine değil) parçalanmasına ve yok olmasına yol açacaktır… “Türkiye Türklüğü” sentezi, onu oluşturan unsurların (Yugoslavya vb. örneklerinden farklı olarak) yapay, siyasal vb. etkenlerle değil, doğal süreçlerde kaynaşmasından oluşmuştur. Unsurlardan herhangi birinin şu ya da bu nedenle ayrılma girişiminin, bölünmeyle değil bütünün parçalanmasıyla sonuçlanacak olması bundandır… Türkiye sentezinin parçalanarak yok olması ise uygarlık tarihindeki geriye gidişlerin (ve yok oluşların) en acı, en acımasız, en kanlı, en utanç vericilerinden biri olabilecektir… Bu apaçık gerçekleri görmeyenleri, görmek istemeyenleri; “ayrılıkçı”lığa ilişkin terimleri sürekli olarak ve büyük bir hevesle savunmayı ya da kullanmayı sürdüren (yazar, gazeteci, politikacı, akademisyen vb.) kişi ve çevreleri tanımlamaya “omurgasız” sözü artık yeterli değil… Bu gibi kimseler bugün ne yazık ki ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki kanlı oyununun bilinçli ya da bilinçsiz oyuncuları, daha da aşağılayıcı bir deyimle kuklaları konumundadırlar. ataol b?cumhuriyet.com.tr. Faks: (+90 0212) 513 85 95 İstanbul Haber Servisi Haziranda Ölmek Zor, Acıyı Bal Eyledik, Kızılırmak gibi ölümsüz şiirlerin şairi Hasan Hüseyin Korkmazgil, 79. yaşında yakın dostları ve sevenleri tarafından anıldı. Gürün Dayanışma Derneği’nce düzenlenen ‘‘Geleneksel Hasan Hüseyin’i Anma Etkinliği’’ Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) gerçekleştirildi. Etkinliğe onur konuğu olarak katılan Hasan Hüseyin’in eşi Azime Korkmazgil, büyük şairin şiirlerinin hâlâ güncelliğini koruduğunu belirterek, ‘‘Türkçe öğretmeni olmama rağmen hak, hukuk, antiemperyalizm başta olmak üze re Türkçeyi anlayarak sevmeyi ondan öğrendim. Örneğin Kızılırmak şiiri dönemin en güçlü antiemperyalist tablosunu çiziyor’’ dedi. Sıvas milletvekili Nurettin Sözen ise şairin sanatın toplumsal işlevini yerine getirdiğini vurgulayarak ‘‘Hasan Hüseyin bu konuda bize önder oldu’’ diye konuştu. Kültür derneklerinin, radyo ve televizyonların destek verdiği gecede Sadık Gürbüz, Grup Yorum, Tozan Alkan ve LeylaFatih ikilisi ile çok sayıda sanatçı, şairin eserlerini seslendirdi.