07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 BAŞSAVCI NURİ OK, AKP’DEN VAN SAVCISINA KADAR PEK ÇOK KESİME ELEŞTİRİ YÖNELTTİ C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 14 NİSAN 2006 CUMA Ok: Yargıya nüfuz ettiler A Erdoğan’a gerilim uyarısı “Türkiyemizi gerilimler ülkesi, çatışan değerler ülkesi olmaktan çıkarmalıyız. Siyasetçinin, özellikle politik gücün tavrı belirleyicidir. Gerilimlerin en tehlikelisi politik güç kaynaklı olanlarıdır. Zira uzlaşma ortamları yaratmak, gerilimleri azaltmak, hatta bitirmek görevi önce siyasi güce düşen görevlerdendir. Uzlaşma kültürü, dışlamayı ve yok saymayı reddeder, kazanmayı hedefler.” NKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Ok, yargıya intikal eden Şemdinli olaylarıyla ilgili Meclis’in araştırma yapmasını ‘‘yanlış’’ olarak değerlendirerek sert eleştiriler yöneltti. ‘‘Siyasetin, hâlâ güncelliğini koruyan (Şemdinli) olayda hâkimlere alenen iddianamenin iadesi yolunu göstermesi üzüntü vericidir’’ diye konuşan Ok’un konuşmasında, ‘‘Hele orada alınan ifadenin bir adli belgede aynen (Şemdinli iddianamesi) yer alması ise, düşündürücü olmaktan öte kaygı vericidir’’ ifadelerini kullanması dikkat çekti. Başsavcı Ok, şeriatçı tehdide karşı toplumsal güvencenin zayıflatıldığını vurgulayarak, ‘‘İrticaya yol ve geçit verilemez’’ dedi. Ok, ‘‘Laik devletin tarafsızlığını çok ciddi olarak sorgulatan, tarafımızdan da takip edilen laiklik ilkesinin reddettiği icraat ve faaliyetlerden sorumluluğun, sadece idareye ait olduğunu hukuka kabul ettirmede zorlanırız’’ diyerek, AKP’yi uyardı. Adalet Bakanlığı’nın bugüne değin görülmediği kadar yargıya nüfuz ettiğine dikkat çeken Ok, kimi kurumların gözden düşürülmesi için gerilim ortamı yaratılmasına da tepki gösterdi. Yargıtay Başsavcılığı’nın Onur Günü nedeniyle Yargıtay Konferans Salonu’nda tören düzenlendi. Törene, iktidar temsilcilerinden hiç kimsenin katılmaması dikkat çekti. Ok, konuşmasında, başta iktidar olmak üzere birçok kesime sert eleştiriler yöneltti. Ok’un konuşmasında öne çıkan bölümler şöyle: REFORM DEĞİL GERİYE GİDİŞ Siyasal erkin yargı reformunu ağzına bile almadığını, basına yansıyan projelerin ise yargı reformu olmadığını hatta geriye gidişin hebercisi olduğunu görmekteyiz. Yargıda reform için zihniyet reformuna öncelikle ihtiyaç olduğu bilinmelidir. HSYK BAĞIMSIZ OLMALI Yargının gözbebeği olan HSYK’nin mahkemelerin bağımsızlığı, hâkim teminatı ve siyasallaşma konularında değerlendirme yaptığı, kendisini de sorguladığını biliyoruz. Adalet Bakanlığı’nın yargıda her şeye hâkim görüntü verdiği, yakın geçmişte görülmediği kadar yargıya nüfuz ettiği yadsınamaz. Yüksek Kurul’un bu görüntüyü kırması ve bakanlıktan bağımsız olduğu izlenimini edindirmesi son derece önemlidir. DTP’YE KAPATMA SİNYALİ Partilerden, kendi içlerinde olmayan demokrasiyi ülkede gerçekleştirmeleri beklenmemelidir. Dernek ve benzeri örgütlenmeler kadar siyasi oluşumların da amacı etnisite olmamalıdır. Bu çağda, bu coğrafyada, bu iklimde yapılmaması gereken, ırkçılık, şiddete ve teröre övgüdür. Ayrılıkçı etnik şiddet ve terörden temel alan, teröre ve teröriste destek veren, bölücü ve parçalayıcı etnik terörü sahiplenen siyasi partilere değil Türkiye, hiçbir ülke demokrasisinin hoşgörüsü sürekli olmaz, uzun süre yaşama şansı da verilemez. ORGENERAL BÜYÜKANIT’I SUÇLAMAK YANLIŞTI İddianame suçlayıcı belgedir. Kural olarak savunmaları alınamayan, dolayısıyla haklarında dava açılmayan şüphelilerin, iddiaya konu suça iştirak ettiğine dair delil varsa sadece tespit yapılabilir. Dava açılmayan veya açılamayanların fiillerine, suç iddiasına konu olayın açıklanması sırasında değinilmesinde zorunluluk bulunması halinde ise suçlayıcı veya bu anlama gelecek ifadeleri kullanmaktan kaçınılmalıdır. Yargı ve yardımcı kurumlar delillerin kullanılması ve değerlendirilmesinde çok ama çok dikkatli olunmalıdır. Aksine davranış yargı üzerinde kuşku çağrıştırır ki, kuşkuyu yenmekle görevli yargıyı haklı eleştirilerin hedefi yapar. VAN SAVCISINA UYARI Savcılar, temel görevleri arasında son derece önemli yeri olan toplum adına ve kamu yararına hareket ettiklerini, işlevlerini; adil, tarafsız, tutarlı ve bağımsız bir şekilde yerine getirmek zorunda olduklarını hiç unutmamalıdırlar. Yargı olumsuz koşullara rağmen, bağımsızlığını ve tarafsızlığını sorgulatacak davranış ve tutum içinde olduğu izlenimi vermemelidir. Hele siyasallaşmayı çağrıştırması, politik güç dahil her kesimi rahatsız etmelidir. Adli otoritelerin, siyasi ve idari otoritelere yakın görünmesi bile adalete zarar verir. Adalet hiçbir kuşkuyu kaldır Kürt Sorununa Bakmak... ileri, sol ve bağımsız bir parti idi; bir de bütün Türkiye’ye sesleniyordu. DTP, kuşkusuz yalnız Kürtler için kurulmadı. Ama uygulamada, böyle bir etki bırakıyorsa, bu izlenim de giderilmeli! ? Şu birkaç noktayı da belirtmeli: 3 Kasım 2002 seçimlerinde uygulanan yüzde 10 barajın ne korkunç sonuçları ortada: Hükümeti bir partiye kurdurtmak, muhalefeti de çeşitli partilere bırakmak derken, bir partinin oyların üçte birini alırken, parlamentoda sandalyelerin üçte ikisini de ele geçirmesi adaletsiz. Belli ki, bir hinoğluhinin eli de değmiş işe! Sistem, üstelik tehlikelerle karşı karşıya gelmiştir. Yüzde 10 barajın yerine yüzde 5 baraj olsa idi, rejim böyle soluksuz hale gelmezdi. Asıl önemli olan ise, seçim sistemini böyle düzenleyenlerin, parlamentoyu Kürtlere yasaklamak istemeleri! İşte, bir konu daha DTP’ye, mücadele için! Öte yandan son günlerde, Güneydoğu’nun bir özelliği, bir daha ortaya çıktı. Yoksul bir bölgesi bu, yurdumuzun! Üstelik, her zaman ilerde bir konumda olan Diyarbakır’ın, yoksullar yekunu bakımından kaygılandırıcı bir durumda olması. Niçin? Çeşitli nedenlerden biri, belki son yıllarda belirleyici olan, Apo’nun eseridir. Yalnız Güneydoğu için değil, bütün Türkiye için de bir felaket oldu bu. Şimdi, Güneydoğu’ya gerekli olan ne? Barış! Son günlerde, Diyarbakır’da kepenklerini indirmeye zorlanan, vitrinleri yerle bir edilen işyerlerinin sahiplerinin acıları yüzlerinden okunuyordu. PKK’nin umurunda mı bu? Ama DTP’nin umurunda olmalı, öyledir de. Ancak parti, Güneydoğu’da bir kalkınma seferberliği açmalı ve onu baş hedef edinmeli: Halk iş ve aş istiyor! Bir de, devletin Güneydoğu’ya eskisi gibi el uzatmasıdır. Liberalizmle, yalnız bununla, altından çıkılacak bir dava değildir Doğu’nun ve Güneydoğu’nun kalkınması!.. maz; lekeyi ise reddeder. Devlet kurumları arasındaki gerginlik ve çekişme önemli bir sorun. Gerginlik ve çatışmanın hizmet ve görev kalitesini düşüreceği ve kurumlara olan güveni sarsacağında kuşku yoktur. Bu yola, kimi kurumların gözden düşürülerek avantaj sağlamak ve takip edilen hedefleri gerçekleştirmek için başvuruluyorsa derhal terk edilmesi gereken son derece tehlikeli bir tutumdur. Ne erkler çatışmalı ne de kurumlar. MECLİS KOMİSYONU ŞEMDİNLİ’Yİ ARAŞTIRAMAZ S Siyasetin, hâlâ güncelliğini koruyan (Şemdinli) olayda hâkimlere alenen iddianamenin iadesi yolunu göstermesi üzüntü vericidir. Siyasallaşmaya açık bu sistemde bunun son olacağını umut etmek boş bir iyimserliktir. Yaşamakta olduğumuz olaylara baktığımızda, eleştiri, yorum, bildiri ve beyanların mahkemelere müdahale boyutuna ulaştığını, daha kötüsü bu yolun gerekli olduğu, hâkime yol göstermenin görev sayıldığı kanaatinin oluştuğunu görmekteyiz. Yargıya intikal eden bir olayda Meclis araştırması yapılmasının yanlışlığını özellikle ifade etmek istiyorum. Hele orada alınan ifadenin bir adli belgede aynen (Şemdinli iddianamesi) yer alması ise, düşündürücü olmaktan öte kaygı vericidir. TÜRKİYE BAŞSAVCILIĞI Yargıtay Başsavcılığı’na ülke başsavcılığı kimliği ve statüsü kazandırmada zorunluluk olduğunu anlatmaya artık gerek yoktur. Her türlü müdahaleleri sonuçsuz bırakacak, kaygılara yer vermeyecek, etkili ve tarafsız bir soruşturma yapılabilmesinin yolu tüm savcıların adli ve idari yönden bağımsız ülke başsavcısına bağlanmasıdır. AF ADALETİ YARALIYOR Af anayasada yer almıştır. Elbette bunun takdiri Meclis’e aittir. Ancak, affın suç ve ceza politikalarını etkisiz kılan, ceza adaletini bozan, suça ve suçluluğa teşvik edici yönü bir yana, cezalandırma yetkisini bireyden alan devlete, dolayısıyla adalete güven duygusunu aşındıran olumsuzlukların başında geldiği hiç hatırdan çıkarılmamalıdır. ‘Güdümlü yargı isteniyor’ Dogma ve ideolojiye kısmen dahi olsa yer veren eğitim, sadece bağnazlığa ve radikalizme götürür ki, bu da kamplaşma, gerginlik ve kavga demektir. Tarikatların, cemaatlerin kök saldığı, kanaat önderlerinin etkinliğini arttırdığı bir toplum, modern ve çağdaş bir toplum olamaz. Bu sosyal ortamda Cumhuriyetin temellerinden hayati öneme sahip laikliği muhafaza etmenin imkânsızlığı da ortadır. Zira şeriatçı tehdide karşı toplumsal güvence zayıflatılmaktadır. AKP’YE UYARI GÜDÜMLÜ YARGI İSTENİYOR Cumhuriyet irticayı reddetmiştir. Bugün de yarın da yol ve geçit verilemez. Devlet, toplum ve birey olarak bizlere AB müzakereleri öncesinde diğer alanlarda yapılan reformlar yanında ısdüşen görev aydınlanma sürecinden ödün vermemektedir. Laiklik, devletin dinler karşısında nötr olması ve eşit mesafede bulunmasını da gerektirir. Hele devletin misyonerlik yapmasına hiç izin vermez. Laik devletin tarafsılığını çok ciddi olarak sorgulatan, kimileri medyaya da yansıyan ve şiddetli eleştirilere konu olan, tarafımızdan da takip edilen laiklik ilkesinin reddettiği icraat ve faaliyetlerden sorumluluğun, sadece idareye ait olduğunu hukuka kabul ettirmede zorlanacağımızı ifade etmek isterim. rarla önerilmesine rağmen yargı reformuna teşebbüs dahi edilmemesi, siyasi iktidarın niyetini, yani müdahale ve siyasallaşmaya açık sistemin devamını arzuladığını göstermektedir. Anayasa değişikliğindeki öneriler dikkate alındığında, yargıyı siyasallaşmaya daha da açık hale getirmek düşüncesinin hâkimiyetini sürdürdüğünü anlamaktayız. Kural olarak kendi adına denetim yapan kurumlara üye seçmenin mantığı anlaşılabilir. Fakat, kendisinin kimi tasarruflarını denetleyenleri, yine kendisinin seçmesi isteği, bağımsız denetime rıza göstermeme, dolayısıyla güdümlülük ve bağımlılık isteğinin örtülü ifadesinden başka bir şey değildir. on günlerde, terör kol geziniyor toplumda. Okuldan Kürt sorununa kadar konuda şiddet! Kürt sorunundan başlayalım. Ama neresinden? ? 27 Mayıs’ın arkasından, Türkiye demokrasi tarihinin en önemli menzillerinden biri olarak kurulan Türkiye İşçi Partisi (1961), işçi sınıfının sorunlarının yanı sıra Kürtlerin demokratik haklarına da sahip çıkar; onları anayasal çerçevede, demokratik yaşamın bir parçası olarak sergileyecek ve çizilen sınırların zorlanmasında amansız bir mücadele verecektir. Doğru muydu TİP’in davranışı? İşin inceliği şuradaydı: TİP, demokrasi mücadelesini, somut ülke koşullarına uygun, giderek “burjuvaziden bağımsız” olarak yürütmek istiyordu. Ne var ki, hareketi “ehlileştirmek” mümkün olmayınca, tasfiye etmek kaçınılmazlaşır burjuvazi için. Ama tarihsel bir fırsat da harcanır. Neredeyse kırk yıla yakın bir zaman içinde, ilmiğin kaçan ucu yakalanmadı: Abdullah Öcalan’ın giriştiği mücadele de siyasal değildi, düpedüz terördü; öyle olduğu için, yarınsızdı, dahası Kürt sorununun çözümünde ürpertici ve ters bir örnek olarak kaldı, öyle de kalacaktır. KürtTürk otuz bin ölü nasıl unutulabilir? PKK’ye gelince... PKK’yi “gerilla”, “silahlı Kürt muhalefeti” olarak adlandırmak, böylece terörden aklayıp meşrulaştırmak, bir şaşkınlıktır. Kürt sorununun çözümünden yana çıkanlar, artık üstünde yürünen yolun istikametinin parlamentodan geçtiğini bilmeliler. Bu yolda ise şiddete, giderek PKK’ye yer yoktur. Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) daha baştan umutlar bağlandı; bu umutları sürdürenler bugün de var. Ama partinin, Apo’nun görüşü ve PKK’yle bir ilişkisi yoksa, bunu çıkıp açıkça ilan etmek niçin gerçekleşmedi? Apo’yu ve PKK’yi reddetmenin bir Kürt için zorluğu, giderek bir pahası vardır. Ancak, bir gelecek için nasıl göze alınmaz? Ayrıca şunu hatırlatmalı: TİP ATO’NUN RAPORU: Yargıç kıskaç altında ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) ATO’nun hazırladığı kıyaslamalı yargı raporuna göre Türk yargıçlar Avrupalı meslektaşlarına göre daha fazla çalışmasına karşın daha düşük ücret alıyor. Mahkeme sayısının fazlalığına karşın hâkim sayısındaki ortalama düşük düzeyde kalıyor. ATO Başkanı Sinan Aygün, Türkiye’de hâkimlerin Avrupalı meslektaşlarına göre daha fazla çalışıp daha az kazandığına işaret ederek ‘‘Türk hâkimi, dava dosyaları ile cüzdanı arasında sıkıştı’’ dedi. ATO, Adalet Bakanlığı’nın verileri ile Avrupa Etkin Yargı Komisyonu’nun ‘‘2002 Avrupa Yargı Sistemleri’’ çalışmasını esas alarak ‘‘Türkiye ve Avrupa’nın adalet sistemlerini’’ karşılaştırdı. 21 Avrupa ülkesi ile Türkiye’nin yargı sistemlerinin Sinan Aygün mercek altına alındığı çalışmaya göre, mesleğe yeni başlayanlardan yüksek mahkemeye kadar tüm kademelerdeki hâkimler, Avrupa ortalamasının çok altında maaş alıyor. İngiltere’de mesleğin başındaki bir hâkim aylık 13 bin 972 Avro, İrlanda’da 9 bin 7 Avro, İsviçre’de 8 bin 333 Avro, Norveç’te 6 bin 756 Avro, Danimarka’da 6 bin 437 Avro gelir elde ediyor. Türkiye’de ise mesleğe yeni başlayan bir hâkim aylık 750 Avro kazanıyor. Yüksek mahkeme veya temyiz mahkemesi hâkimi düzeyine ulaşan hâkimler de İngiltere’de 22 bin 163 Avro, İrlanda’da 15 bin 699 Avro, İsviçre’de 16 bin 666 Avro, Norveç’te 9 bin 562 Avro, Danimarka’da 9 bin 516 Avro maaş alıyor. Türkiye’de görev yapan yüksek mahkeme hâkimi ise aylık 1937 Avro’luk gelirle, sadece 1841 Avro gelir elde eden Polonyalı meslektaşlarını geride bırakıyor. Hâkimlerin gelir seviyesindeki düşüklüğe rağmen iş yüklerinin fazla olduğu vurgulanan rapora göre Türkiye, 22 Avrupa ülkesi içinde en fazla mahkemeye sahip ülke. Türkiye’de toplam 2 bin 508 adet genel nitelikli ilk derece mahkemesi bulunuyor. Türkiye’yi 2 bin 249 mahkeme ile İspanya, 1047 mahkeme ile İtalya izliyor. Geri kalan ülkelerde bulunan genel nitelikli ilk derece mahkeme sayısı bini geçmiyor. TÜRKİYE’DE 20 BİN KİŞİYE 1 HÂKİM HİZMET VEREBİLİYOR İhtisas mahkemelerinde de aynı tablo söz konusu. Çocuk mahkemeleri, trafik mahkemeleri, icra ceza mahkemeleri, icra tetkik mahkemeleri, iş mahkemeleri, aile mahkemeleri, tüketici mahkemeleri, idare mahkemeleri, vergi mahkemeleri, fikri sınai haklar ceza mahkemelerinden oluşan ihtisas mahkemesi sayısı Türkiye’de 1440. Avrupa ülkelerinde ise ihtisas mahkemelerinin sayıca en fazla bulunduğu ülke 611 mahkeme ile Fransa. Fransa’yı 545 mahkeme ile İspanya izliyor. Hollanda’da 2, Danimarka’da da sadece 1 adet ihtisas mahkemesi bulunuyor. Almanya ve Macaristan’da 20 bin kişiye 5, Polonya’da 4 hâkim düşüyor. Türkiye’de ise 20 bin kişiye ancak 1 hâkim hizmet verebiliyor. Y argının siyasi iktidarın etki alanı dışında kalması yargı bağımsızlığının temel ilkelerinden birisidir. Her siyasi iktidar da bunu kabul ve ilan eder. Sonra ne olur, çeşitli yöntemlerle iktidarlar yargıyı etkilerler. Ancak, Türkiye’de farklı bir durum daha vardır. Türkiye’de iktidar, Meclis ve hükümetle sınırlı değildir. Ordunun, yargının, bazı anayasal kurumların (RTÜK, YÖK gibi) ve Cumhurbaşkanlığı’nın da iktidar içinde bir rolü ve ağırlığı söz konusudur. Böyle olunca, ‘‘kuvvetler ayrılığı’’ diye ifade edilebilecek bir durum ortaya çıkar. Bu kuvvetler ayrılığı Batı’da anlaşılandan biraz farklıdır. Çeşitli kuvvetler ayrı ayrı eğilimler göstererek iktidarı paylaşırlar. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı kampı içinde yer aldı. Batı kampının 1990’lara kadar ana hedefi, ‘‘komünizm’’ tehlikesine göre örgütlenmekti. Türkiye, en büyük ‘‘komünizm tehlikesi’’ sayılan Sovyetler’e komşu olduğu için en antikomünist ülke olarak ün yaptı. Yargımız, Ordumuz, Cumhurbaşkanlığımız, Başbakanlığımız ve de Meclisimiz komünizm tehlikesine karşı birlik oldular. Son 50 yılımıza komünizm tehlikesi yön verdi. Bütün kurumlarımız bu anlayış içinde örgütlendiler. Komünizm tehlikesine en sert karşı çıkışları ise ülkücü milliyetçilik yaptı. Komünizmle mücadele adı altında Türkiye’de milliyetçi mukaddesatçı bir kültür örgütle SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR nip güçlendirildi. ??? Komünizm tehlikesi Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte ortadan kalkınca, bu kez Türk devletine yön veren anlayış iki temel tehlikeyi ifade etti: Bölücülük ve şeriatçılık. Bölücülük tehlikesi bir iktidar sorunu olmaktan çok bir asayiş sorunu olarak bir anlam kazandı. Şeriatçılık ise iktidar adayıydı. Seçimlere giriyorlar, Meclis’te partilere sahip oluyorlardı. Askeri darbeler döneminde komünistler ezilirken arada şeriatçılar da hizaya sokuluyordu. Devlet güçleri, darbe dönemlerinde komünizme karşı dini bir kalkan olarak kullanırken bile, şeriatçılara dikkat ediyorlardı. ??? Refah PartisiDoğru Yol Partisi koalisyonuyla Necmettin Erbakan’ın başbakan olması yeni bir durumdu. Böyle bir hükümetin bertaraf edilmesi gerekiyordu. 28 Şubat 1997 tarihindeki Milli Güvenlik Konseyi kararıyla başlayan süreç içinde Meclis dışındaki devlet SyasetYargı İlişkisi güçleri ittifak halinde bu hükümeti tasfiye etmeyi başardılar. Bu süreçte ordu, yargı, bürokrasi büyük bir ittifak içinde hareket ettiler. Bunlara medya da destek verdi. AKP’nin Meclis’te tek başına çoğunluğu sağlaması ise, artık yeni ve zor bir durumdu. Bir şeyler yapılmalı ve bu hükümet her istediğini yapamaz şekilde kontrol altında tutulmalıydı. Ancak tek başına iktidar gerçeği işleri zorlaştırıyordu. Siyaset yargı ilişkisi bu sistem içinde daha da önem kazanmıştı. Şemdinli olayından TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesine kadar birçok temel karar yargının denetimi altındaydı. Hükümet elinin kolunun bağlandığını hissediyordu. Buna bir de Cumhurbaşkanı’nın onayı gereken müsteşar ve genel müdür atamaları eklenince çatışma ve gerilim yeni boyutlara taşınıyordu. ??? Yargı, tabii ki siyasi baskıdan, siyasi iktidarın müdahalesinden özgür olmalıdır. Ancak Türkiye’deki durum bununla sınırlı değil. Yargı aynı zamanda otori ter devlet anlayışının da baskısı altında. Çeşitli askeri darbeler, komünizmle mücadele kültürü bütün kurumların içine sindiği gibi yargının ve hukuk sisteminin de içine sinmiş durumda. Bu nedenle Avrupa Birliği’ne uyum süreci içinde birçok demokratik değişiklik yapılmasına rağmen, düşünce ve ifade özgürlüğünün hâlâ sorun olması, bu geleneğin ve bu alışkanlıkların hâlâ sürdüğünü gösteriyor. Otoriter devlet anlayışı, demokratik devlet anlayışını hâlâ baskı altında tutmaya devam ediyor. ??? Türkiye’de yargısiyaset ilişkisi sorunlu. Ancak tek sorunlu olan alan bu değil. Bütün devlet kurumlarına ciddi bir şekilde siyasi tercihler sinmiş durumda. Bu nedenle yargının siyasetten özgürleşmesi tek başına mümkün bir olay gibi görünmüyor. Türkiye’nin demokrasi tercihini netleştirmesi, özgürlük tercihini netleştirmesi ve bu tercihlerini bütün kurumlara yayacak şekilde yeniden örgütlenmesi gerekiyor. Türkiye’nin köklü bir anlayış değişikliği içinde yeniden örgütlenmesi gerekiyor. İşte o zaman yargının siyasallaşmasıyla hesaplaşmamız mümkün olabilir. oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle