Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 AL GÖZÜM SEYREYLE IŞIL ÖZGENTÜRK C Zorunlu göç çocukları... söyleşi 14 NİSAN 2006 CUMA İSRAİLLİ YAZAR AMOS OZ: ORTADOĞU’DA ÇÖZÜM ÇEKOSLOVAKYA TARZI AYRILIKTAN GEÇER ‘Tek seçenek boşanmak’ A mos Oz, ‘‘2 devletli çözüm işlemeye başladığında ne İsrail’de ne Filistin’de sokaklara dökülüp dans edecek insanlar’’ diyor. Ancak Oz’a göre iki taraf da gerçekçi çözümün bu olduğunu biliyor. ‘‘Çekler ve Slovaklar artık bir aile olamayacaklarına karar verip evlerini ayırdılar’’ diyen Oz’a göre ütopik çözümler kiç melodramlarda olabilir ancak. V an’da, Adıyaman’da, Hakkâri’de, Batman’da, Diyarbakır’da her üç adımda bir mendil, kalem, pil hatta tek tek sigara satan çocuklar yanınıza gelir ve kendisinden bir şey almanız için size adeta yalvarırlar. Oralarda nüfusa kıyasladığınızda sokakta çalışan çocuk sayısı büyük kentlerden fazladır. Bu çocukların büyük bölümü, sürgün çocuklarıdır; yani köylerinden kente zorunlu göç nedeniyle gelmişlerdir. Köylerinde tek göz de olsa kendilerine ait bir çatının altında yaşamışlardır. Aile genelde hayvancılıkla geçindiği için çok çocuklu olmaları hep bir avantaj olmuştur, bütün kardeşlerin işleri vardır. Kaynayan bir kazan vardır. İnsanın içini ısıtan tarhana çorbası vardır. Halay çekmek için dört gözle beklenen düğünler vardır. Komşular, arkadaşlar vardır. i ÖZGÜR ULUSOY srailli yazar ve barış eylemcisi Amos Oz’un, yalın, bir o kadar da büyüleyici üslubuyla ilk kez Kudüs’te, ‘‘My Michael’’ adlı eserini aldığımda tanışmıştım. Oz, otobiyografik romanı ‘‘Aşk ve Karanlık’’ın tanıtımı için geldiği İstanbul’da yaptığımız söyleşide de son derece yalındı. Kitabında öfkenin hiç yeri olmadığını söyleyen Oz, konuşurken de hoşgörü yayıyordu. İsrail’de Şimdi Barış Hareketi’nin kurucularından Oz, barış sürecine ilişkin sorularımızı yanıtladı. sona erdirmekten söz ediyor. Barış için İsrail’in ortağa ihtiyacı var. Eğer, Hamas, İsrail’in egemen bir ulus olarak var olma hakkını tanırsa, bu ortak Hamas da olabilir. Ama önce Hamas’ın bir karar vermesi gerekir. Sizi tanımayan, varlığınızı kabul etmeyen birisiyle masaya oturamazsınız. ‘BARIŞ İÇİN İKİ EL ŞART’ İsrail, işgale tamamen son vermezse barış sağlanabilir mi? Olmert, Batı Şeria’nın her santimetresinden çekileceğini söyle dir. Belki İsrail komşu Arap hükümetleriyle bir anlaşmaya varmaya çalışabilir ve bu anlaşma Filistin’de referanduma götürülebilir. Bunu ben de desteklerim. Tek taraflı çekilme yalnızca ikinci iyi seçenek değil, üstelik de son çare. BRITISH GO HOME Terörü kınamak terörü durdurmaya yetmiyor. Sizce, işgal tamamen sona ermeden, terörün tam anlamıyla önüne geçmek mümkün olabilir mi? İşgale karşı Filistin direnişini haklı bulabilirim, bu direniş silahlı bile olsa. Ancak, ayrım gözetmeksizin her türlü aracı kullanan bir direnişi haklı bulmam mümkün değil. Okul otobüsünü havaya uçurmak meşru bir direniş değildir. İkinci Dünya Savaşı’nda da direniş vardı. Ancak bu orduya karşı bir direnişti, sivillere karşı değil. İşgal sürse bile meşru direnişin ahlaki sınırları vardır. Benim çocukluğum, Filistin’de, Kudüs’te İngiliz işgali altında geçti. Ben de İngilizlere taş atıyordum. ‘‘British go home’’ (İngilizler defolun) diye bağırıyordum. Küçük bir çocukken bildiğim bütün İngilizce buydu. Bir ‘‘Yes’’ (evet) diyebiliyordum, bir de British go home. Bu meşru bir direnişti. Bir noktayı daha vurgulamak istiyorum: Hamas, İsrail işgalini sona erdirmek için savaşmıyor, İsrail’i bitirmek için savaşıyor. Bu meşru değildir. İsrail’le Filistin arasında görünebilir gelecekte, kalıcı bir barış mümkün mü? Önce iyi haberi vereyim. Çünkü dünyanın bizim yaşadığımız bölgesinden sürekli kötü haberler alıp duruyorsunuzdur. İyi haber şu: İsrailli Yahudilerin büyük çoğunluğu ve inanıyorum ki Filistinli Arapların da büyük bölümü, günün sonunda 2 ayrı devletin olacağını artık biliyor. Mutlular mı? Hayır. 2 devletli çözüm işlemeye başladığında ne İsrail’de ne Filistin’de sokaklara dökülüp dans edecek insanlar. İki tarafta da güçlü, yürekli bir EV ÜSTÜNE EV OLMAZ... Sonra bir gün, zorunlu göç gelip çatar. Nereye gideceklerdir? Akla ilk gelen, en yakın kentlerde oturan akrabalardır. Utanarak, sıkılarak onların yanına sığınılır. Dağ dağ üstüne olur ama ev ev üstüne olmaz. Artık aile kendine bir mekân bulmak zorundadır. Satılan hayvanlardan gelen para; ev kirası, taşınma masrafları, birkaç parça eşya derken eriyip gider... Babanın bildiği tek iş hayvancılıktır. Zaten işsizi çok bol olan kentte, umutsuzca, yapabileceği yeni işler aramaya başlar. İnşaatlar ‘Zorla demokrasi olmaz’ Bölgede artık yeni bir komşunuz var. ABD. İsrail’in stratejik ortağı Amerika Birleşik Devletleri, Irak işgalinden sonra artık komşusu da oldu. Yeni komşunuz hakkındaki düşünceleriniz nedir? ABD’nin Ortadoğu’daki politikasından hoşnut değilim. Bence Amerika’nın Ortadoğu için uygulayacağı doğru politika, Arap ülkelerinde demokrasiyi ve sivil toplumu güçlendirmek ve teşvik etmek için Marshall Planı’na eşdeğer bir politika olmalıdır. Bence bu Irak’ın işgalinden çok daha etkili olurdu. Silah doğrultularak demokrasi kurabileceğinizi sanmıyorum. Ortadoğu’daki Amerikan politikası çok belli ki, kendi amacına bile ulaşmıyor. Ortadoğu’da demokrasiyi güçlendirmiyor. Amerika’nın farklı bir yol denemesini, Marshall Planı’nı uygulamasını umuyorum. Ortadoğu için bir Marshall Planı’nın tek aktörü de olmamalıdır Birleşik Devletler. Avrupa, zengin Arap ülkeleri gibi parası, elinde aracı olan başka ülkeler de katılmalıdır bu sürece. Yani Amerikalılar bana kulak verirse, Ortadoğu’da daha farklı bir politika izlerler. Ama beni dinleyeceklerinden kuşkuluyum. önderlik 2 devletli çözüme dayalı bir barış olabilir. Bu mümkün. Bir takvim veremem. Kehanette bulunmak zor. Peygamberler diyarından geldiğimden, kehanet işinde çok fazla rekabet var. Ama barış gelecek. 40 yıldır barış için mücadele ediyorum, barış eylemcisiyim. Benim yaşamım için 40 yıl uzun bir süre, tarihte ise bir saniye gibi. Tek devletli ütopik bir çözümü mümkün görüyor musunuz? Görünebilir bir gelecekte hayır. Kanlı bir çatışmaya dahil olan 2 ulusun balayı yatağına atlayıp bir çift olmalarını bekleyemezsiniz. Beklememiz gereken Çekoslavakya’daki gibi adil bir boşanma olmalı. Çekler ve Slovaklar artık bir aile olamayacaklarına karar verip evlerini ayırdılar. Gerçekçi çözüm budur. Ütopik çözümler melodramlarda olur, gerçek yaşamda değil. Boşanmaktan başka bir seçenek yok. Bölünmüş bir Kudüs fikrini de kabul ediyorsunuz. Elbette. Sevinerek değil, ama evet. Beğensek de beğenmesek de Kudüs şu anda zaten bölünmüş durumda. Bu gerçek. Bir gün İsrail’in başkenti Batı Kudüs’te, Filistin’in başkenti de Doğu Kudüs’te olacak. Filistin’de İsrail Büyükelçiliği, İsrail’de Filistin Büyükelçiliği olacak. Belki elçilikten elçiliğe yarım saatte yürüyeceksiniz, çünkü birbirlerine çok yakın olacaklar. da taşıyıcılık ya da hamallık. Ama bu iki ekmek kapısında da birer aslan beklemektedir ve aslan mutlaka yüzdesini ister. AİLEYE KARŞI MAHÇUP OLAN BABA Baba aileye karşı mahcuptur, babanın bu durumuna en çok çocuklar üzülür. Köylerinde bir kahraman olan baba, bu şehir yerinde artık çocuklarını bile doyuramayan bir adamdır. Anne çaresizlik içinde kıvranır. Çocukların dördü okula başlayacaktır. Hiçbir şeyleri yoktur, ne önlük, ne kitap, ne ayakkabı... Çaresiz, önce okula gitmeyecek çocuklar sokağa salınır. Ellerinde mendiller, insanların peşinden koşmaya başlarlar. Çalışan üç çocuk, bütün bir gün sonunda ancak ekmek parasını biriktirebilirler... Diğerleri için hiçbir olur yoktur. Ev sahibi kapıya dayanır. Çocuklar babanın ev sahibinin karşısında nasıl utandığını, ev sahibinin babalarını nasıl aşağıladığını görüp bir kez daha üzülürler. Çocukların dördü okula başlar, ama en büyük, o yıl altıncı sınıfa başlayan Abdullah sınıfa girdiği an kararını verir, bir daha okulun kapısından içeri girmeyecektir. Çünkü öğretmen, ‘‘Neden önlüğün yok?’’ diye sorunca sınıfın ortasında kendini bir kara koyun gibi hissetmiştir.. yolu yok, artık okul onun için bitmiştir. ABDULLAHIN İŞ MACERASI... Abdullah bir hafta sonra bir akraba tarafından İstanbul’a götürülüp, bir tuğla fabrikasında işe koyulur. Fabrikanın hemen yanındaki barakada yaşıtı on iki çocukla birlikte kalmaya başlar. En büyük isteği eve biraz para göndermektir ama, aylık ücretini aldığında bunun olanaksız olduğunu görür. Zaten paranın büyük kısmı kaldığı baraka için en baştan kesilmiştir. Biriken ev kirası, bakkala yapılan borç derken, aile açlık sınırında yaşamaya başlamıştır. Başka çare yoktur, okula giden diğer iki çocuk da çalışmak zorundadır. Biri kızdır, o eve yardım eder, diğeri yola koyulmalıdır. Kimi zaman mendil, kimi zaman su satarak, yeni doğan kardeşinin süt parasını kazanmalıdır. ZORUNLU GÖÇÜN TİPİK HİKÂYESİ Bu anlattıklarım, sayıları on binleri bulan zorunlu göç çocuklarının tipik bir hikâyesidir. Bu çocuklar, kendilerini hiçbir yere ait hissetmezler. Bölgede sürekli şiddet olduğu için çok küçük yaşlarda kendilerinin bile farketmediği travmalardan geçmişlerdir. Bütün resmi giysili kişilerden ve geceden korkarlar. İşte Diyarbakır’da, Batman’da pıtırak gibi taş atan çocuklar onlardır. Onların kentlere uyumu için yasada var olmasına rağmen devletçe hiçbir çaba harcanmamıştır. Fiziksel yaşam koşulları her geçen gün kötüye gitmiştir. Köye dönüş uygulaması ise son derece başarısız olup hiç kimsenin işine yaramamıştır. Bütün bu gerçekler ortadayken, onları suçlamak ne kadar adildir?.. isilozgenturk@superonline.com İsrail’de Olmert, Şaron’un başlattığı ‘‘tek taraflı’’ politikayı sürdürmekte kararlı. İsrailli solcular bunu destekliyor. Diyalog kurmadan, karşınızdakini muhatap almadan barışa ulaşabilir misiniz? AMOS OZ Ortağınız olmadan barış yapamazsınız. Arapların bir deyişi vardır: Tek elle, el çırpamazsınız. Olmert, tek taraflı çekilmeden söz ettiğinde, barışı kastetmiyor. Batı Şeria’daki İsrail işgalini seydi bile Hamas’ın bunu barış olarak kabul edeceğini sanmıyorum. Yani şu anda masada olan konu barış değil, bu çok üzücü ama öyle. Şu anda İsrail’in çekilmesi ya da çekilmemesinden söz edilebilir. Bence, Batı Şeria’nın büyük bölümünden çekilirse, bu doğru yönde atılmış bir adımdır. Çözüm değildir. İki el olmadan çözüm olamaz. Tabii ki, Filistinlilerle görüşmek için yeni bir girişim şansı varsa, bu tek taraflı çekilmeye yeğ ‘Arabuluculuk parmak sallamakla olmaz’ Yardım edebilen her ülkenin yardım etmesi gerektiğini söylediniz. Türkiye nasıl bir rol üstlenebilir? Türkiye özel bir rol üstlenebilir. Çünkü Müslüman bir ülke, İslami bir hükümeti var. Bazıları bu İslami hükümetin Türkiye’yi ortaçağa döndüreceğinden endişe ediyordu... Sizce böyle bir tehlike var mı? Şimdi etrafa baktığımda, size baktığımda gördüğüm bu değil. Şimdiye kadar böyle bir şey olmadı. Geleceği, daha derindeki prosedürleri bilemem. Ama şimdilik korkulan olmadı. Bir anlamda Türkiye pek çok Müslüman ülke için model. Bazı Filistinli arkadaşlarım bugünlerde bana ‘‘Hamas’tan korkma. Kabul, İslamcı bir örgüt, ama Türkiye’ye bir bak’’ diyorlar. İnşallah. Türkiye’de olanlar Filistin’de olursa ne iyi. Türkiye tabii ki cennet değil, ama bir model. Üstelik Türkiye iki tarafın da güvenini kazanabilir. Çünkü iki taraftan da saygı görüyor. Ancak Türkiye’nin arabulucu olabilmesi için iki tarafla da empati kurması gerekir. Artık, İsrail yanlısı olmakla Filistin yanlısı olmak arasında bir seçim yapmak gerekmiyor. Hem İsraillilerin, hem Filistinlilerin empatiye ihtiyacı var. İki taraf da kanıyor. Ve siz, siz derken yalnızca hükümeti kastetmiyorum, medyayı da kastediyorum, İsrail ve Filistin’e empati ve anlayışla yaklaşırsanız, o zaman arabuluculuğunuz kabul görür. Türkiye’nin empatiden yoksun mu olduğunu düşünüyorsunuz? Türk basınını sürekli takip etmiyorum ama sıklıkla duyduğum şey, hem hükümetin hem de medyanın empati yerine parmak gösterdiği. Bazen İsrail’e, bazen Filistin’e çıkıyor bu parmak. Parmak sallama politikası yardımcı olmuyor. Aksine insanları daha inatçı kılıyor. Anne babalar olarak da çok tecrübe etmişizdir. Çocuklarınıza parmak sallarsanız, daha da inatçı olurlar. İsrail gergin. Çünkü tehlikeli bir ortamda toprak vermesi, kapsamlı ödünler vermesi gerekiyor. Bu ödünleri de verecek. Ancak bu süreçte İsrail’in ihtiyacı olan şey yüreklendirmedir, birtakım sıfatlarla çağrılma değil. Eğer İsrail’e isim takarsanız o zaman ‘‘Ödüne ne gerek var, zaten bizden nefret etmiyorlar mı?’’ denecektir. TÜRKİYE’NİN ÜÇ BUÇUK KATI BÜYÜKLÜĞÜNDE UÇSUZ BUCAKSIZ TOPLAKLARA SAHİP BİR ÜLKE Orta Asya’ya neyi ihraç ediyoruz? AYKUT KÜÇÜKKAYA P etrol, doğalgaz, uranyum, altın... Türkiye’nin üç buçuk katı büyüklüğünde uçsuz bucaksız topraklar... Nüfus: 15 milyon 300 bin... Bir tarafta Rusya, diğer tarafta Çin... Yönetimde ise tek isim: Nursultan Nazarbayev... Ve Orta Asya’nın liderliğine soyunan bir ülke... Orta Asya coğrafyasının ‘‘kilit ülkesi’’ Kazakistan’dayız. Bir grup Türk gazeteci, Ahmet Yesevi Uluslararası TürkKazak Üniversitesi’nin basın gezisindeyiz. 7 saat süren uçak ve 2 saati bulan zorlu otobüs yolculuğunun ardından üniversitenin merkez yerleşkesinin bulunduğu Türkistan’a ulaşıyoruz. Kazakistan’da üç başkent var... Birincisi eski başkent Almatı. İkincisi yeni başkent Astana. Üçüncüsü ise manevi başkent Türkistan. Bizleri üniversitenin uygulamalı oteli olan Yesi Oteli’nin önünde Kazak kızlar çiçeklerle karşılıyor. Hava güneşli, yüzler gülüyor... Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Namık Kemal Zeybek eşliğinde ilk gittiğimiz yer araştırma merkezi. Zikir yapacak öğrenciler ellerinde çalgılarıyla bizi bekliyorlar. Bazı öğrenciler diz çöküyor. Zeybek, Yesevi’nin felsefesini anlatıyor. Bektaşiliği, Yeseviliğin devamı olarak anlatan Zeybek, sözü ‘‘şeriatın on makamı’’na getiriyor: Allah’ın varlığına, birliğine, zatına ve sıfatlarına inanmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek, sözü yumuşak söylemek, bilim öğrenmek, dini Yüce Tanrı elçisinin yaşadığı gibi yaşamak, dinin emirlerini yerine getirmek, yasaklardan kaçmak... ‘‘Şeriattan’’ söz açan Zeybek düzeltme gereği duyuyor: ‘‘Belirtmeliyim ki burada sözü edilen şeriat ile ülkemizde sözü geçen şeriatçılık kavramları farklıdır. İslam hukukunun dini kökleri ve tarih oluşumu ile ortaya çıkan bir sistemin savunuculuğu anlamındaki şeriatçılık ile dinî ve tasavvufî edebiyattaki şeriat kav ramlarının farklı olduğunu belirtmeliyim...’’ Hemen belirtmeliyiz ki bizim de gözlemimiz Yesevilik, Anadolu’daki Alevi Bektaşiliğinin devamından çok Nakşibendiliğe kayıyor. Kim bilir Alevilik Bektaşilik kimilerinin işine gelmiyor!.. Türk ve Kazak öğrenciler kopuz, rebab ve daireyle ilahiler söylüyorlar. Bir gün sonra üniversiteye adını veren Hoca Ahmet Yesevi türbesindeyiz. Zeybek, ‘‘Dünyanın en büyük dergâhındasınız’’ bilgisini veriyor. 600 yıllık yapının türbe bölümüne giriyoruz. Zeybek, ‘‘7 kez dua ederseniz Yesevi tarikatına girersiniz’’ diyor. Tabii bu da şakayla karışık!.. Türbe gezisinin ardından üniversiteye geçiyoruz. ÖSS’de başarılı olamayan öğrenciler Türkiye’de iki sınava giriyorlar. Yazılı sınavda ‘‘Türk Dünyası’’ üzerine soruları yanıtlıyorlar; daha sonra da sözlü mülakata giriyorlar. Halen üniversitede 370 Türk öğrenci ücretsiz eğitim görüyor. İnternet üzerinden uzak tan eğitim sistemi ile bini aşkın Türk öğrenci paralı yüksek lisans eğitimi alıyor. Nevruz Bayramı nedeniyle resmi tatil.. ancak bir grup öğrenci tatil günü bizler için sınıflarda... Üniversiteye gelene kadar Kazakistanlı kızlarda türbana rastlamıyoruz. Sınıfları dolaşırken karşımıza sıkmabaşıyla Türk kızı çıkıyor. Bazıları imam hatipli meslek lisesi mezunu gençler... AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi geziyle ilgili haberinde şöyle yazıyordu: ‘‘Türkistan’a giden öğrencilerin çoğu meslek lisesini bitirdikten sonra, katsayı engeli yüzünden Türkiye’de eğitim hakkı engellenen gençler. Meslek lisesi mezunları; ‘İlim için Çin Seddi’ni aşmak YÖK’ü aşmaktan kolay’ diyorlar.’’ Evet... Binlerce kilometre uzaklıkta Çin Seddi’ne dayanan ‘‘meslek liseliler’’, ‘‘imam hatipliler’’ ve ‘‘türbanlı kızlar’’... Orta Asya’nın liderliğine soyunan ülkede üçüncü binyıla girerken kadının özgürlüğünü ‘‘sıkmabaş’’ta arayan Türk kızları... Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin aydınlık yüzünü yansıtacak gençlerle Orta Asya’ya ihraç edilen ‘‘Türkİslam’’ sentezi... Teknolojinin hızla ilerlediği günümüzde üniversitelerde yürünecek tek yol tartışmasız ‘‘bilim yolu...’’ Ulusalcılığın Türkiye ve Kazakistan’a zararı olamaz; ancak milliyetçilik duyguları test edilerek seçilen ve meslek lisesi mağdurları olarak lanse edilerek bu ülkeyi kaçış noktalarından biri olarak gören beyinlere binlerce kilometre uzaklıkta verilecek eğitimin faydası da tartışmaya açıktır. Konuşan birçok öğrenci Türkiye’deki eğitim sistemini, YÖK’ü şikâyet ediyor... Buna karşılık aynı öğrenciler asker gibi bitecek 4 yılı şafak gibi sayıyor... Üniversite yetkilileri, hayatının en güzel günlerini geçirecek Türk gençlerinin ‘‘asker gibi şafak saymasının’’ nedenini kendi aralarında tartışmalı. Ya da bu gerçeği sadece aradaki kilometrelere bağlayarak kandırmacaya devam etmeli!..