Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
31 MART 2006 CUMA müzik SEKSENDÖRT ELEMANLARI, DAĞILMA KARARI ALDIKLARI SIRADA SON BİR KAYIT İÇİN STÜDYOYA GİRDİ Sanal dünyadan gelen şarkı... HATİCE TUNCER YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 A nkaralı 4 gencin kurduğu Seksendört grubu 6 yıldan sonra tam dağılmak üzereyken deneme kayıtları sanal dünyada yayıldı. İnternet sitelerinden indirilen ‘‘Ölürüm Hasretinle’’ şarkısını kimlerin seslendirdiği bilinmiyordu, ama dillere düşmüştü bile. Seksendört grubu vokal ve gitarda Tuna Velibaşoğlu, elektrogitarda Erdem Ocak, davulda Serter Karadeniz, basta Okan Özen’den oluşuyor. Müziğe babasının aldığı bağlama ile başlayan Serter, daha sonra gitar çalmaya başlamış. ‘‘Gitar külfetli’’ gelmeye başlayınca davulda karar kılmış. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni bitirmiş, ama müzikte karar kılmış. Bu yıl İstanbul Teknik Üniversitesi Müzik İleri Araştırma Bölümü sınavlarına girip müzik eğitimi görmek istiyor: ‘‘Zaten grupta kimse müzik dışında iş yapmıyor. Bu yola baş koyduk açıkçası.’’ gruplarda çalışan Tuna, yoğun konserler nedeniyle konservatuvardaki kaydını da dondurmuş. Ankara’da bir arkadaşıyla açtığı stüdyoda müziğin yapım aşamalarını da öğrenmiş. Okan da Ankara Üniversitesi Devlet Konser da Açıköğretim Fakültesi öğrencisi olan Okan, Bilgi Üniversitesi’nde modern müzik ve caz eğitimi almak istiyor. Erdem’le Serter, davulgitar ikili müzik yaparlarken Tuna’yı çağırmışlar. Basçı arkadaşları ayrılınca, konservatuvardan arkadaşları Okan gruba katılmış. Böylece Seksendört grubunun bugünkü kadrosu 1999 yılında oluşmuş. Grup önceleri değişik isim SERTER yınca hepimizin Türk sanat müziği âşığı olduğunu anladık.’’ Grupta Türk sanat müziğine yönelmede Sertel’in büyük etkisi olmuş. Grup ilk dönemlerinde barlarda, konserlerde 1520 dinleyici bulabiliyormuş. Sezen Aksu, Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Erkin Koray’dan dinleyip öğrendikleri şarkıları kendi yorumlarıyla dinleyiciye sunmaya başlamışlar. Yavaş yavaş dikkat çekip dinleyici sayısı artınca Türkiye’nin her yanından konser daveti almışlar. En güzel konserlerinden birini Fethiye Kayaköy’de TürkYunan işbirliğiyle düzenlenen festivalde vermişler: ‘‘Bu arada bizden sonra kurulan gruplar albüm yapmaya başlayınca özgüvenimiz sarsılmaya, canımız sıkılmaya başladı. Öğrenciyiz, para kazanamıyoruz. Ailelerimize de yük olmak istemiyoruz. Grupta sinir bozukluğu başladı ve herkes kendi işlerini yapmaya başladı.’’ İLK KAYITLAR Seksendört grubu tam dağılacak aşamaya geldiğinde menajerlerinin ısrarıyla albüm için Tuna’nın stüdyosunda kayda girmişler: ‘‘Son atımlık bir barut kalmıştı. Menajerimiz Selahattin bizi toparladı. Teknik imkânlarımız yetersizdi, ama bizim ‘Müziği aletler değil müzisyen yapar’ diye inancımız vardı. Bu inançla kayıtları 18 günde bitirdik. Bu arada bazı şarkılarımızı barlara, radyolara götürmüştük. Kayıtlar sırasında dışarıyla ilişkimiz tamamen kesilmişti. Günde 18 saat, yerin 2 kat altında çalışıyorduk. Kayıtların 15. günüydü, elektronik posta adreslerimize mesaj yağdığını gördük. ‘Ölürüm Hasretinle’ şarkısı almış başını gitmiş. Bu durum İstanbul’a gelişimizde bize çok büyük avantaj yarattı. 56 şirket gezdikten sonra Pasaj Müzik’le anlaştık. Çağlar Türkmen mastering’lerini yaptı ve albümü çıkardık.’’ Seçmen sandığa gitmezse... N e olur? Belki bir Alman sendikacının, üç eyalette yapılan yerel seçimin akşamında Alman Birinci Televizyonu ARD’deki bir tartışma programında söylediği şey olur: Fransızların sokağa çıkması gibi, Almanların sandığa gitmeyişi, elbette bir şeylerin, en azından ciddi rahatsızlıkların habercisidir. Fransız, sokağa çıkıp yönetimi protesto ediyor. Peki Alman, sandığa gitmeyip ne yapıyor? Herhalde o da bir şeyleri protesto ediyordur. 26 Mart 2006 tarihinde Almanya’nın BadenWürttemberg eyaletinde seçmenlerin yüzde 46’sı, RheinlandPfalz eyaletinde yüzde 42’si, doğudaki SaksonyaAnhalt eyaletinde ise yüzde 56’sı yerel seçimlerde oy kullanmayı reddetti. Ayrıca Hessen eyaletinde yapılan belediye meclisleri seçiminde de seçmenlerin yarıdan fazlası evde kaldı. Demek ki bazı Avrupalılar sokağa çıkıyor, bazıları ise tam tersine, evden falan çıkmıyor. Şöyle ya da böyle, sandığı protesto ediyor. Sessiz bir biçimde. Şimdilik... Ancak, artık işin ciddiye bindiğini kabul etmek zorundayız. Eğer Almanya gibi Avrupa Birliği’nin motoru bir ülkede seçmenler sandığa bu kadar yoğun bir biçimde uzak kalıyorsa, bunun ucu sistemin temellerine dokunur. AKP KAYITSIZLIĞIN ÜRÜNÜ Er ya da geç, bir meşruiyet sorunu yaşanır. Ama bu bize yabancı bir şey değil. Biliyoruz: Türkiye’deki seçim sisteminden kaynaklanan sorunlar, iktidarın toplam seçmenin pek az bir bölümünün desteğiyle anayasayı bile değiştirebilecek kadar güçlü olmasına yol açmıştı. AKP, biraz da bu kayıtsızlığın ürünüdür. Avrupa ve Amerika’da insanlar, ‘‘özgür iradeleriyle’’ sandıktan uzak dururken, daha az gelişmiş ülkelerde sandıklar biraz daha farklı yollarla ne yaptığını bilen az sayıda insanın denetiminde kalıyor. Arada nitel bir fark olduğu söylenebilir mi? Doğu’da olduğu gibi, fakat başka gerekçelerle Batı’da da, güçlü iktidarlar halk çoğunluğunun desteğiyle koltuğa oturamıyorlar. Son yıllardaki gelişmeler bunu gösteriyor. Peki, bu bilinmiyor mu? Yani, gelişmiş ülkelerde, sokaktaki insanın siyasal yapılara bulaşmamak için özel bir çaba gösterdiği gözlerden kaçmıyor mu? Elbette biliniyor, elbette gözlerden kaçmıyor. Ama galiba işlerin bu şekilde yürümesi herkesin işine geliyor. Önemli olan bu hareketsizliğin böyle devam etmesidir. Sorun, bu değil. Sorun, şu sıralarda Almanya’da yaklaşık her iki seçmenden birinin oy kullanmaması ve demokratik haklarından yararlanmamayı seçmesi değil. ABD’de devlet başkanlarının yüzde 30’lardaki bir katılımla seçilmesi de değil. HALK ARTIK İNANMIYOR Sorun, bu ilgisizliğin yerleşik sistemi nereye götüreceği ve ne gibi tuzaklar içerdiğidir. Ama bu da çok önemli değil. Temeldeki sorun, yönetim kadrolarının bu tuzakların farkına varmamayı iş sayması ve neoliberal bir kolaycılık olarak genlerine yerleştirmesidir. Tam da bu kayıtsızlıktan çıkacak iktidarlar sistemi sarsabilir. Ancak Türkiye’de de böyle değil mi? Türkiye’deki siyasi iktidarın seçmenin üçte birinin oyuyla parlamenter sistemi ele geçirdiğinden yakınılıyordu. ‘‘Azgelişmiş’’ Türkiye’de böyle de, ‘‘gelişmiş’’ Almanya’da çok mu farklı? Başka yollar üzerinden ve en azından şimdilik, yerel yönetimlerde halkın kayıtsızlığı üzerine demokrasi bina edilebiliyor. Artık hiçbir sorunlarının çözüleceğine inanmayan halklar, bazı göstermelik oyunlara katılmayacaklarını bu şekilde ilan etmeyi seçiyor. KISA VADELİ ŞAŞKINLIKLAR 5 yılın ‘‘uzun dönem’’ sayıldığı bir kaotik dünyada, kısa vadeli şaşkınlıkların yaşamı belirlediği bir alemde, başka türlüsü beklenemezdi zaten. Gelişkin olan sayesinde daha az gelişeni açıklayabiliyoruz. Öyle denirdi. Peki azgelişmişle gelişmiş arasındaki sınırlar, ya böyle örneklerde olduğu gibi silinmişse? Ne yapacağız? Kayıtsızlık, ilgisizlik, beyni silinmişlik, günü kurtarmayı iş saymak... Bütün bunlar, insanlığın kurtuluşu için galiba sandıktan umut çıkarmayı zorlaştırıyor. TUNA ERDEM OKAN Seksendört grubu tam dağılacak aşamaya geldiğinde menajerlerinin ısrarıyla albüm için Tuna’nın stüdyosunda kayda girmişler. Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı 3. sınıf öğrencisi olan Tuna da müziğe bağlama ile başlamış. Ortaöğrenim yıllarında tiyatro eğitimi almış. Anne ve babası, Tuna’nın da kendileri gibi işletmeci olmasını istedikleri için girdiği işletme fakültesinde 2 yıl okuyabilmiş. Seksendört’ten önce de vatuvarı’nda okuyor. Müziğe 1112 yaşlarında, ağabeyinin getirdiği gitarla başlamış. Ablasının uduyla müziğe başlayan Erdem, gitarla devam etmiş. İlk grubunu 15 yaşında kurmuş. İlk konserini de Ankara’da okuduğu lisenin beden eğitimi salonunda vermiş. Şu an lerle üniversitelerde, çeşitli festivallerde konserlere çıkmış. Biraz da gençlikten ‘‘Sex and Dirt’’ adıyla yabancı şarkılar söylerlerken Türkçede karar kıldıklarında gruplarına Seksendört adını vermişler: ‘‘Grubun ilk dönemlerinde oldukça sert müzik yapıyorduk. Birbirimizi tanımaya başla Umutsuzluğun cesareti... S ? Seksendört: Biz aslında Türk rock müziğini geliştirmeye çalışıyoruz. Avrupa’da, Amerika’da yapılan işe alternatif müzik yapıyoruz. Yani Batı enstrümanlarıyla onlara alternatif müzik yapıyoruz. Çalgılarımız, gitarlarımız modern, ama vokallerimizle bizi anlatabilen bir müzik türü ortaya çıkarıyoruz. eksendört’ün genç müzisyenleri, albümlerinin başarısını ‘‘özgürlüğe’’ bağlıyorlar. ‘‘Umutsuzlukları’’ cesur davranmalarına yol açmış: ‘‘Tamamen kendi istediklerimizi yaptık. İnsanlar şarkılarımızda çeşitlilik buluyorlar. Ölürüm Hasretinle gibi bir parça varken ‘Şimdi Git’, ‘Belki Bir Gün’ gibi sert parçalar da var. 6 yıllık sahne grubu olduğumuzdan düzenlemeleri de kayıtlar sırasında, son anda kafamıza göre yaptık. Riskleri düşünmedik, çünkü zaten fazla bir ümidimiz yoktu.’’ Grupta şarkıları Tuna yazıyor, stüdyoda herkesin fikri katılıp şarkılar son haline geliyor. Grup elemanları farklı tarzlarda müzikleri sevmeleri ve dinlemelerine karşın ortak bir nokta bulabiliyorlar: ‘‘Biz aslında Türk rock müziğini geliştirmeye çalışıyoruz. Bu aralar ‘Türk rock’ı var mı’ tartışmalarına biz ‘Var’ diyoruz. Avrupa’da, Amerika’da yapılan işe alternatif müzik yapıyoruz. Yani Batı enstrümanlarıyla onlara alternatif müzik yapıyoruz. Çalgılarımız, gitarlarımız modern, ama vokallerimizle bizi anlatabilen bir müzik türü ortaya çıkarıyoruz.’’ Seksendört’ün genç müzisyenleri, şarkılarında aşkı, sevdayı, ayrılığı yoğun bir duygusallıkla dile getiriyorlar: ‘‘Kimseye öğüt vermedik, hiçbir şeye başkaldırmadık. Kendi yaşadıklarımızı ve insan olmanın gerekleriyle ilgili şeyleri anlattık. Popüler olmasının en büyük nedenlerinden biri bu. İnsanlar kendilerini buluyorlar albümleri dinlerken. Çünkü biz kendi aramızda da böyle konuşuyoruz. Rock müziği yapıyoruz diye dolambaçlı, felsefi sözler yazmadık.’’ TMMB, 15 yaşına girdi FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Almanya’da çalışan Türk mimar ve mühendislerin 1991 yılında kurduğu Türk Mühendis ve Mimarlar Birliği (TMMB), düzenlediği bir yemekle 15’inci yaşını kutladı. Geceden elde edilen gelir, TMMB’nin Türkiye’de yeri henüz açıklanmayan bir beldede yaptıracağı ilkokul projesine aktarıldı. Geceye, Almanya’nın değişik şehirlerinden gelen mimar ve mühendislerin yanı sıra, Frankfurt bölgesinde çalışmalarını sürdüren sivil kitle örgütü temsilcileri ve Frankfurt Başkonsolosluğu mensupları da katıldı. Dernek Başkanı Demir Ceylan, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, Türkiye’den Almanya’ya sadece emek değil beyin göçünün de yaşandığını, kuruluşlarının bunun bir sonucu olarak doğduğunu söyledi. Bir meslek örgütü olarak bilimsel çalışmaların yanı sıra halka açık bilgisayar kursları ve sinema günleri gibi etkinlikleri de bulunan TMMB, genç üyelerince oluşturulan Gençlik Kolu üzerinden ‘‘aday üye’’ olarak adlandırılan 60 üniversite öğrencisini de meslek hayatına hazırlıyor. Demir Ceylan Almanya’da veya Avrupa’nın diğer ülkelerinde yaşayan mimar, mühendis ve adayları ile bir araya gelmenin kendileri için büyük önem taşıdığını belirterek, ilgi duyanların ‘‘TMMB, Strahlenbergerstr. 129, 63067 Offenbach’’ adresinden kendilerine ulaşabileceğini anımsattı. ALTAN ÖYMEN ONUR KONUĞU Türk gazetecilerin genel kurulu 2 Nisan’da FRANKFURT (Cumhuriyet Bürosu) Avrupa Türk Gazeteciler Birliği, 2 Nisan 2006 tarihinde yeni genel kurul toplantısını yapıyor. Gazeteciyazar Altan Öymen’in de ‘‘onur konuğu’’ olarak katılıp izleyeceği genel kurul, Höhen Str. 44 adresindeki Türk Kültür Merkezi toplantı salonunda saat 10.00’da başlayacak. Altan Öymen, aynı gün saat 20.00’de, yine Türk Kültür Merkezi’nde bir konferans verecek. Son gelişmelerin ışığında TürkiyeAvrupa ve TürkAlman ilişkileri üzerine değerlendirmelerde bulunacak olan Öymen, karikatür krizi ve Kurtlar Vadisi Irak filmiyle ilgili tartışmaları da ‘‘basın özgürlüğü ve basın sorumluluğu’’ açısından ele alacak, bu konulardaki soruları yanıtlayacak.