Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
31 MART 2006 CUMA insan ŞERİF SEZER, NASIL GÖRÜNDÜĞÜNÜ DEĞİL, NASIL OYNADIĞINI ÖNEMSİYOR SAĞNAK C 13 Zamansız bir kadın: Şerif Sezer ÖZLEM ALTUNOK erif Sezer gibi güzel ve zamansız bir kadının yaşını belirtmeye ne gerek var acaba? Aklımdan geçen cümle bu. Elbette bu gizli bir bilgi değil, ayrıca zaten Şerif Sezer de yaşıyla ve nasıl göründüğüyle çok da ilgilenmiyor. Benimkisi, onu kendisi üzerine kurulu bir hikâyede değil, hep anne, teyze rollerinde görmek, hep en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülü alırken izlemekten şikâyetçi olmakla ilgili bir kafa karışıklığı. Seyirci onu daha çok, “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya” dizileri ve “Babam ve Oğlum” filmiyle tanıdı. Bu röportajın gerekçesi de SİYAD’dan aldığı yeni bir “yardımcı kadın oyuncu” ödülü. En iyisi siz bu yazının girişini unutun ve Şerif Sezer’i biraz daha yakından tanıyın. Belki siz de benim gibi onu bir başrolde görmek istediğinize karar verirsiniz... “Asmalı Konak”, “Çemberimde Gül Oya”, “Babam ve Oğlum”. Üç yapım da çok ilgi gördü ama siz bu üç yapımda rol alıp da en iyi gizlenenlerdensiniz sanırım... Ben işimi yapayım ve sonrasında da rahat edebileyim istiyorum. İnsanın bir tane hayatı var, yaptıkları ettikleri de belli. Bunları her seferinde ayrı kişilere anlatmak sıkıcı geliyor. Öyle evde oturup saklanmaktan da hoşlanmam. Göze batmadan herkes gibi hayatın içinde olayım, sinemaya, alışverişe gideyim istiyorum. NİLGÜN CERRAHOĞLU Ş İspanya’nın ‘Matador Taktiği’ spanya’da tanıdığım en başarılı Türk diplomatlarından biri ‘‘Bask sorunu’’ ile mücadele yöntemini bana böyle özetlemiş ve ‘‘Boğa güreşinde üç aşama vardır’’ demişti: ‘‘Önce boğanın azgın enerjisini kesmek gerekir ki, İspanyollar buna ‘parar’ derler. Bu, ‘durdurmak’ anlamına gelir. ‘Templar’ dedikleri ikinci aşamada boğa yumuşatılır. Öldürücü son darbeye verilen ad ise ‘mandar’ yani hayvana hâkim olmaktır. Madrid, Bask sorununda artık ‘yumuşatmadan’, ‘hâkim olma’ aşamasına geçmiştir... İspanya ‘78’deki demokratik anayasa ile ilk hamleyi yaptı ve Basklara, ülkenin diğer bölgeleriyle birlikte özerklik verdi. Sonra bu olguyu zaman içinde demokratik platforma çekip yumuşattı. Şimdi soruna hâkim olma aşamasına geldiler. Güreş kuşkusuz devam edecek. Milliyetçilik çünkü çok güçlü bir duygu. Ama şiddet yanlısı milliyetçilik bitecek...’’ ETA’nın ‘‘kalıcı ateşkesi’’, bana diplomatımızın bu renkli tespitini anımsattı. İspanya’da şiddet yanlısı milliyetçiliğin sonuna gelindiği anlaşılıyor. İspanyol otoritelerinin rakamlarına göre, ETA hücrelerinde ‘‘30 militan’’ kalmış! Nerden bakarsanız bakın ETA için deniz tükenmiş. İlk kez ‘‘kalıcı’’ ifadesiyle tanımlanan ‘‘ateşkes’’ bunu gösteriyor. İspanyol kamuoyunda tedbiri elden bırakmayan bir genel ‘‘ihtiyat’’ havasının yanı sıra; bir ‘‘dönüm noktasına’’ gelindiğinin işaretleri var. Dönüm noktası, kökeni iç savaş yıllarına dek uzanan ‘‘tarihi Bask sorununa çözüm aşamasına geçişi’’ ifade ediyor. Frankist rejimin son yıllarında patlak veren ‘‘ayrılıkçı terörle mücadelenin’’ 38 yıl aldığı düşünülecek olursa, çözümün bugünden yarına gerçekleşecek bir olgu olmadığını bilmek gerekiyor. Ancak kalıcı çözümün ön şartları var mı? Zapatero azgın boğayı zapturapt altına alacak ve zaman içinde mat edecek güce sahip mi? Sorulan sorular bunlar. İ Kamera aynadan daha şeffaf ŞERİF SEZER’e göre. “Beğenilme arzunuzu, kuşkunuzu, gözünüzdeki ışıltıyı derinlemesine çekiyor” diyor. Bu yüzden nasıl göründüğünü değil, nasıl oynadığını önemsiyor. İddiasızlık değil bu, “Yol”u uzun, devam ediyor... KENDİLİĞİNDEN FARK EDİLMEK İSTİYORUM “Bir tane hayatım var” dediniz. Geçmişinize bakınca da önce yaşamayı sonra oyunculuğu tercih ettiğiniz söylenebilir mi? Mesela konservatuvarı bitirdikten sonra Fransa’ya gitmiş, uzun süre oyunculuk yapmamışsınız... İşimi çok seviyorum ve bu konuda hırslıyım, ama pek yansıtmıyorum sanırım. Daha doğrusu bir şeyleri elde etmek için tırmalamıyorum, kendiliğinden fark edilmek istiyorum. Okula geç başlamışsınız, oyunculuğa ve sinemaya da. Bir geç kalmışlık hissi veriyor mu bunlar size? Doğru. Mutsuz bir çocukluğum oldu. Annemle babam ben küçükken ayrılınca biz babamın yanında, Mudanya’da kaldık. İlkokulu bitirdikten sonra okumama izin vermediler. Ben de 14 yaşında annemin yanına, Ankara’ya kaçtım. Ortaokula da 14 yaşında başladım. Sinemaya başladığım zaman da sinemada bir gerileme dönemi vardı zaten, sonradan da oynamak istediğim roller benim için genç kalmaya başladı. SEVİNCİM KURSAĞIMDA KALDI “Babam ve Oğlum”dan bir sahne... ZAPATERO’NUN GÜCÜ ‘HALK DESTEĞİ’ Dikiş dikerim, elbise satarım K onservatuvarı bitirdikten sonra da hemen Fransa’ya gitmişsiniz. Oyunculuktan bir şekilde uzak düşmüşsünüz yine... Evlendim ve Fransa’ya yerleştik. Orada tiyatro okuluna gittim, ama profesyonel anlamda hiçbir şey yapmadım. Fransa gibi bir ülkede yaşamak, geçinmek gerçekten çok zor. Altı sene yaşadım ve çocuk bakıcılığından garsonluğa, temizlikçilikten dikişçiliğe pek çok işte çalıştım. Bir İstanbul ziyaretimde dönmek istemediğime karar verdim, ama Devlet Tiyatroları’nda yerleşik kadro olmadığı için bir süre yine tiyatro yapamadım. Ve yine başka işlerde mi çalıştınız? Evet, dört yıl boyunca Sheraton Oteli’nde garsonluk yaptım. Elimden her iş gelir yani... Dikiş dikerim, elbise satarım, garsonluk yaparım... Sonra DT’ye giriyorsunuz ve 80’de Sinan Çetin’in “Bir Günün Hikâyesi” filmiyle sinemaya başlıyorsunuz... Evet, Fransa’dan yeni dönmüştüm. Sinan’ın ilk eşi yakın arkadaşımdı, o vesileyle tanıştık ve ilk filminde rol aldım. Çekimler bitti ve 12 Eylül oldu, film bir süre ortaya çıkmadı. Zeki Ökten montajda beni görünce Yol için düşünmüş, Sinan’ın çektiği siyahbeyaz fotoğraflarımı o sırada Isparta Cezaevi’nde yatan Yılmaz Güney’e götürmüş... Şu sıralarda “Beyaz Gelincik”te kötü kalpli bir halayı oynuyorsunuz? Evet, kötü ama kendince insaflı bir kadın. Doğru dürüst hikâyeler ve projeler olduğu sürece dizilerde oynamaya devam edeceğim. Yine de sinema son dönemde sizi daha çok heyecanlandırıyor galiba? Kesinlikle. Daha iyi filmler, daha iyi rollerde oynayacağımı düşünüyorum. Çağan yeni bir film çekecek, onu bekliyorum. Yine değişik bir rol. Zaten “Babam ve Oğlum”da Küs Teyze’yle karizmayı çizdirdim, oysa “Çemberimde Gül Oya”daki Sultan karakteri ne hoştu... Çağan Irmak size “O benim divam” diyor ama... E, biraz abartıyor. Birlikte güzel çalışıyoruz ve birbirimizden ne alacağımızı iyi biliyoruz. Farklı kuşaklardan pek çok yönetmenle çalıştınız, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü gördünüz. Dışardan bakınca “Babam ve Oğlum”u nasıl değerlendiriyorsunuz? “Çemberimde Gül Oya”da 12 Eylül’ü yoğun biçimde işlemiştik. Filmde darbe daha geri plandaydı. Ben Çağan’ın süreci insanın gözüne sokmadan, incelikli bir şekilde anlattığını düşünüyorum. Bir film ilk defa hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından çok beğenildi. Bu da önemli bir kriterdi. “Yol” “Yol” ve “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmleri uluslararası başarı kazandığı halde, biz burada o sevinci yaşayamadık. Filmler Cannes’da, Berlin’de ödül aldığı halde burada kimse seyredemiyordu. Biliyorsunuz, “Yol” ancak on yedi sene sonra Türkiye’de gösterildi. Yaptığım işlerle ilgili de başımıza çok şanssızlık geldi. “Yol” ve “Hakkâri’de Bir Mevsim” filmleri uluslararası başarı kazandığı halde, biz burada o sevinci yaşayamadık. Filmler Cannes’da, Berlin’de ödül aldığı halde burada kimse seyredemiyordu. Biliyorsunuz, “Yol” ancak on yedi sene sonra Türkiye’de gösterildi. Hiç unutmuyorum, 80 sonrasıydı, oyundan çıkmış Emek Sineması’nda “Hakkâri’de Bir Mevsim”in galasına yetişmeye çalışırken, sinemada olması gereken insanların bana doğru yürüdüğünü gördüm, meğer galayı iptal etmişler. Bunları emeğim, sevincim kursağımda kaldığı için affedemiyorum. Peki, oyunculuğa nasıl ve ne zaman bulaştınız? Ortaokuldayken elime bir oyun davetiyesi geçti. Oyun “Anne Frank’ın Hatıra Defteri”ydi ve Işık Yenersu oynuyordu. Işık’ı gördüm, kadroyu, okulu, öğrencileri gördüm ve “Ben burada okumalıyım, başka bir şey istemiyorum.” dedim. O ana kadar, öyle bir yeteneğim olduğunun farkında değildim. Zapatero’nun gücü uluslararası konjonktür ve arkasındaki halk desteğinden oluşuyor. Terör olgusunu artık yalnız ‘‘İslamcı terör’’ ve ‘‘uygarlık karşıtlığıyla’’ özdeşleştiren Batı kamuoyları, ETA’nın arkasından her türlü sempatiyi ve uluslararası desteği çekmiş durumda. İspanyol kamuoyu da tüm ağırlığıyla sosyal demokrat başbakanın arkasında duruyor. Bizdeki ‘‘şehit analarına’’ tekabül eden, ‘‘ETA kurbanlarının aileleri’’ buna dahil. Terör kurbanları yakınları; İspanyol siyasi partilerine, ateşkese şans tanımaları için ‘‘birlik çağrısı’’ yapıyor. Bu, Zapatero’nun karşısındaki en çetin direnç noktalarından birini kırıyor ve ‘‘Balkanlaşma tehdidinden’’ bahseden sağ muhalefetin hesaplarını altüst ediyor. ‘‘Silahları bırakması halinde’’ ETA ile müzakereye oturacağını ilan eden Başbakan Zapatero’nun karşısındaki en büyük engel; kurban ailelerine yaslanan sağ muhalefetti. ‘‘Kurban yakınlarını’’ da kapsayan güçlü barış isteği karşısında, Mariano Rajoy liderliğindeki sağ muhalefet de geri adım atmak zorunda kaldı. Rajoy, basına verdiği son demeçlerde ETA konusunda şimdiye dek hiç ağzına almadığı bir şeyden ‘‘hükümetle yapıcı işbirliğinden’’ bahsediyor. Kamuoyu baskısı altında kalan İspanyol sağı da, Zapatero’ya ‘‘ateşkes’’ vaat ediyor başka deyişle. ENGELLER: ‘AF’ VE ‘BATASUNA’ Bunlar umut verici işaretler. Ancak Zapatero’nun önündeki engeller yalnız muhafazakâr muhalefet ve ‘‘kurban yakınlarıyla’’ sınırlı değil. Çözüm bekleyen somut sorunlar da var. Bunlardan ilki, sağcı Başbakan Aznar döneminde yasaklanan ve AB’nin ‘‘terör örgütleri listesine alınan’’, ‘‘Batasuna’’ partisinin geleceği ile ilgili. ETA’nın ‘‘siyasi kanadı’’ sayılan ‘‘Batasuna’’ partisinin yeniden yasal statüsüne kavuşması, ‘‘siyasi müzakerelerin’’ fiili ön şartı... ‘‘Siyasi görüşmeler’’, ‘‘iki ayrı müzakere masası’’ kurulması anlamına geliyor. Bunlardan ilki ETA ile Madrid arasında kurulacak bir ‘‘masa’’ ki bu masanın hapisteki ‘‘700 terör mahkumuna af’’ konusuna el atması gerekiyor. Bu netametli bir konu. ‘‘Kalıcı ateşkese’’ ezici çoğunlukla şans tanıyan İspanyol kamuoyu (yüzde 62’lik kesitiyle), terör mahkumlarına affa karşı.. ‘‘İkinci masanın’’; ‘‘yerel Bask partileri’’ dahil, tüm ‘‘siyasi partileri’’ bir araya getirmesi şart. Bu noktada ise ETA’nın siyasi kolu ‘‘Batasuna’’nın yeniden legalleştirilmesi gündeme geliyor! Bir de BASK milliyetçilerinin arşivlemediği bir ‘‘otodeterminasyon’’ ve ‘‘referandum’’ konusu var ki mevcut İspanyol anayasası böyle bir referanduma geçit vermiyor. Sağ muhalefetin ‘‘işbirliği’’ teklifi de zaten ‘‘siyasi taviz vermemeye’’ koşullu... ETA ile siyasi taviz vermeden nasıl müzakere edilecek? İspanya’nın şimdi yanıt aradığı kilit soru bu. zer Şerif Se ‘Yılmaz Güney’le karşı karşıya hiç gelmedik’ “Yol”un çekim süreci nasıldı? Yılmaz Güney’le hiç karşılaşmadım, iletişim halinde bile değildik o zamanın koşullarında, ama elimizde kapsamlı ve çok iyi bir senaryo vardı. Filmin montajı Fransa’da yapıldı, ne ben, ne Tarık, ne de Halil, hiçbirimiz dışarıya çıkamadık. Filmin Cannes’a gideceğini duyduk, sonra bir anda ödül, sevinç, ama ne yaptık, nasıl bir film çıkardık, biz burada kalanlar bunu uzun zaman bilemedik. Pek çok önemli filmde rol aldınız. Yol, Hamam, Camdan Kalp... Pek çoğu da ödüllü, ama genelde hep yardımcı kadın rolleri bunlar. Neden Serra Yılmaz, Füsun Demirel gibi siz de hep önemli ama gerideki rollere uygun görülüyorsunuz? Aslında bu, her zaman böyleydi. Sizin yaşınızda biri için pek başrol yazmıyorlar. Yapımcılar, reyting ya da gişe için daha bildik ve çekici isimleri öne çıkarıyorlar. Onlara göre iyi film güzel, genç kadınla, yakışıklı erkekle oluyor. Burada oyuncuya düşense “Ben nasıl görünüyorum”u atlatabilmek. Kamera öyle bir şey ki, her şeyinizi sandığınızdan çok daha net ve derinlemesine alıyor, gözünüzdeki o pırıltıyı, beğenilme arzunuzu, kuşkunuzu... Siz samimi olmazsanız onun bin kat fazlasını gösteriyor. Erkekler, sizce bu konuda daha şanslı değiller mi? Evet ya, Halil Ergün’e baksanıza hâlâ jön oynuyor, çok kıskanıyorum. Evet, bir dizide. Dizi açısından sizin de şansınız açık ama... Evet, birçok dizide oynadım, ama içinde olduğum işler beni utandırmasın istiyorum. Artık herkes akşamları televizyonun başında ve pek çok şey diziler aracılığıyla konuşuluyor. Bizler için de iyi, çünkü para kazanıyoruz. “Yol”, “Camdan Kalp”, “Hakkâri’de Bir Mevsim”, “Hamam”, “Babam ve Oğlum”... Yıllar geçiyor, Şerif Sezer yardımcı kadın oyuncu rollerini oynamaya devam ediyor.