Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 ERDOĞAN’IN AÇTIĞI DAVAYI REDDEDEN MAHKEMENİN GEREKÇELİ KARARI DERS GİBİ C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 31 MART 2006 CUMA ‘Tazminat silah olmamalı’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Penguen dergisi aleyhine açtığı ve mahkemenin reddettiği davanın gerekçesi belli oldu. Erdoğan’ın, daha önce ‘‘Gerekçesini gördüğüm zaman gerekli eleştirimi de yaparım, onu da öyle ortada bırakmam’’ dediği kararın gerekçesinde, tazminatın fikirlerin serbestçe ifade edilmesinin karşısında bir ‘‘silah’’ olarak kullanılmaması gerektiği belirtildi. GÜLDÜRÜRKEN DÜŞÜNDÜRMEK Edinilen bilgiye göre, Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Hâkimi Beyhan Azman’ın hazırladığı gerekçeli kararda, karikatürün amacının insanların anlık algılarına yönelerek güldürmek ve güldürürken düşündürmek olduğu ifade edildi. Karikatürün esasında ele aldığı unsurun insan olmadığına, onun tutum ve Recep Tayyip Erdoğan davranışları olduğuna dikkat çekilen kararda, insanların karikatürler nedeniyle gülünç duruma düşebileceği, bu durum karşısında kişilik haklarının ihlal edildiğini her zaman ileri sürebilecekleri dile getirildi. Kararda, ‘‘O zaman da karikatürün aslında bir sanat türü olmadığı, sadece hakaret etmenin bir yolu olduğu sonucu çıkar ki bu sonuç da karikatürü tamamen yasaklamayı gerektirir’’ denildi. Gerekçeli kararda, şu görüşlere yer verildi: ‘‘Tazminat, hakkın korunmasında kullanılan bir yoldur, ancak bu yolu fikirlerin serbestçe ifade edilmesinin karşısında bir silah durumuna getirmemek gerekir. Zira bilim adamları ve sanatçıları, düşünürleri, yazarları, şairleri tazminat silahı ile susturulmuş bir toplumda ilerlemeyi sağlayacak fikir zenginliği ortamının oluşması beklenemez. Fikir öyle bir şeydir ki, kimine göre doğru olan öbürünün doğrusu olmamaktadır. Hatta bu doğrular zamana göre kişinin kendisinde bile değişebilmektedir. Düşünce ve fikirler olumluyu değil, olumsuzu da içerebilir. DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLDİ İncitici, aykırı ve endişe yaratıcı da olabilir. Önemli olan değer yargılarına ilişkin düşünce ve fikirlerin serbestçe ifade edilebilmesidir. Çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin bir gereği olduğu için demokratik toplumun temel taşlarından biri, hatta en önemlisi düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüdür. Sanatçıların fikir ve düşüncelerini serbestçe açıklayabilmesi ile toplumun demokratikleşmesine katkısı göz ardı edilemez.’’ Bu özgürlüğün de tüm özgürlükler gibi sınırları bulunduğuna işaret edilen kararda, anayasa ve yasalarda güvence altına alınmış olan kişilik haklarına saldırıda bulunulmamasının yasal ve hukuki bir zorunluluk olduğu belirtildi. Kararda, ‘‘Toplumu etkileme ve ileriye götürme gücüne sahip olan davacının, sahip oldukları güç nispetinde eleştiriye açık olması ve katlanması gerekir. Bu nedenle karikatürlerin hakaret amacı taşımadığı, kişilik haklarını ihlal etmediği kanaatine varıldığından davanın reddine karar verilmiştir’’ denildi. HUKUK DERSİ VERİLİYOR Erdoğan, Penguen dergisinin 24 Şubat 2005 tarih ve 127 No’lu sayısının kapağında, ‘‘Tayyipler Âlemi’’ konulu karikatürlerde kendisinin fil, zürafa, maymun, deve, kurbağa, yılan, inek ve ördek şeklinde betimlediği gerekçesiyle, derginin sahibi Erdil Yaşaroğlu ile Pak Yayıncılık aleyhine 40 bin YTL’lik manevi tazminat davası açmıştı. Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen dava, 14 Şubat 2006 tarihindeki karar duruşmasında reddedilmişti. Penguen dergisi karikatüristi Bahadır Baruter, gerekçeli kararla ilgili gazetemize yaptığı açıklamada, ‘‘Çok güzel, doğru, uygun bir görüş bildirmişler. Bu, hukuka olan güvenimizi de arttırıcı bir şey. Aydın kesimin mağdur olduğu bir iktidarla karşı karşıyayız ve aslında hukukun burada sağduyulu yaklaşımı çok doğru. Bir anlamda da hukuk dersi veriliyor’’ diye konuştu. Mart Günlerinde... da devlet, ‘‘dinsel dogmalar’’ üzerine oturtulacak. Nitekim, her değişme, her yeni yasa ya da yasa tasarısı, her yeni uygulama, ülkeyi bu karanlığa doğru sürüklüyor. Açıkça görülüyor: ‘‘Türban’’ ya da ‘‘sıkmabaş’’ ve ‘‘tesettür’’ yaygınlaşıyor. Peki, bu yaygınlaşma, ‘‘kadının özgürleşmesi’’nin mi işareti, yoksa ‘‘köleleşmesi’’nin mi? AB yolunda yeni ‘‘Ceza Yasası’’ ve ‘‘Ceza Muhakemeleri Yasası’’ kabul edildi. Türkiye, daha özgür ve daha güvenli mi oldu? Yoksa? Kuran kursları yaygınlaşıyor. ‘‘Yaradılış inancı’’, ‘‘Evrim kuramı’’ ile beraber, biyoloji ders kitaplarına girdi. Daha başka olaylar da var... Soru, açık ve kesindir: Türkiye ‘‘Avrupa Birliği’’ yolunda mı ilerliyor, yoksa ‘‘İslam Cumhuriyeti’’ yolunda mı? Emre Kongar, konudan konuya, olaydan olaya götürürken, bizi yaşadığımız ‘‘güncel’’in içine sokuyor ve soruları da sıradan hatırlatmalar değil, onlarla en başta yurtseverliğimizi sorguluyor: 1923 Devrimi boşuna mı yapıldı ve Cumhuriyet sıradan bir etiket midir? Değilse, tepeden tırnağa gerici güçler, bizleri biz yapan bir tarih mirasını yok etmek için saldırıya kalktığında, bizler, olan biteni seyreden bilinçsiz, sorumsuz, ruhsuz bir kuru kalabalık mıyız? Neyiz biz? Ya da neydik, ne olduk? ? 21 Mart Nevruz Bayramı, ta Orta Asya’ya kadar uzanan büyük bir coğrafyada saygı görür, doğanın da armağanıdır; bu niteliğiyle kardeşçe ortağız ona. Bu bakımdan siyaset endazesine girmez Nevruz. Olursa, coşkusuna gölge düşer, dikkat! Diyarbakır’da yapılan Nevruz kutlamalarına 80 binin üzerinde katılım oldu, diye yazıyor gazeteler. Sevindiricidir. Nice Nevruz’lara! ? Rastlantının güzelliği: İki dev kişiliğin, Turhan Selçuk ile Oktay Akbal’ın, bir hafta arayla altmış beşinci sanat yıllarının geceleri yaşandı son günlerde. Katılamadım, ama yürekten duydum. Her ikisine olan borçlarımızın bilincine de bir kez daha vardık. Nice yıllara, onlarla beraber!.. AÇTIĞI DAVALARLA REKORA KOŞUYOR ‘Hassas bir kişilik’ Erdoğan FIRAT KOZOK ANKARA Hakkındaki eleştirilere ‘‘tahammül edemeyen’’ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘‘kişilik haklarına saldırıldığı’’ gerekçesiyle bugüne kadar açtığı davalardan 244 bin YTL tazminat kazandı. En fazla gazetecilerle davalık olan Erdoğan, yalnızca bu ay gazeteler aleyhine 80 bin YTL’lik tazminat davası açtı. Kendisine yönelik en ufak eleştirileri bile yargıya taşıyan Erdoğan, bugüne kadar 71 kişi hakkında yargı yoluna başvurdu. Erdoğan, lehine sonuçlanan 31 davadan toplam 244 bin YTL tazminat kazandı. Davalardan gelen paraları avukatlarına bırakan Erdoğan, kendisine öncelikle ‘‘hedef’’ olarak medya organlarını belirledi. Erdoğan, bugüne kadar en fazla Star gazetesi ile mahkemelik oldu. Gazete, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilmeden önce Başbakan’la 16 kez yargıda karşılaştı. Erdoğan’ın en fazla mahkemeverdiği diğer basın kuncelikli ye rumları ise Yeniçağ gazetehedef olarak si, Aydınlık dergisi ve Cummedya huriyet oldu. Erdoğan, son organlarını 3 yıllık süre içinde toplam belirleyen 71 gazete, muhabir, köşe Erdoğan, yazarı, karikatürist ve teleyalnızca bu ay vizyoncu ve milletvekili Cumhuriyet, hakkında da dava açtı. Erdoğan’ın bazı davalarıyla Ortadoğu ve ilgili Yargıtay süreci devam Evrensel ediyor. gazetelerine Erdoğan’ın avukatları 80 bin YTL’lik özellikle bu ay, birbiri ardıdava açtı. na gazetelere dava açtı. Başbakanlık Müsteşar’ı Dinçer, (ortada) daha önce de makalesi nedeniyle tartışmalara neden olmuş, CHP’nin istifa etmesi gerektiği yönündeki çağrılarına rağmen direnmişti. Ö Her taşın altında Dinçer ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhuriyet ilkesinin yerini daha katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği yönündeki makalesi, intihal yaptığı gerekçesiyle YÖK tarafından unvanının alınması, Kamu Yönetimi Temel Yasası’nın mimarı olması nedeniyle sık sık eleştirilere hedef olan Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’in adı son olarak Şemdinli iddianamesi ile gündeme geldi. Başkent kulislerinde Dinçer’in Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın iddianameyi hazırlamasında etkili olduğu konuşuluyordu. Dinçer, haberlere, ‘‘Kendisi ile (Van Savcısı) hiçbir tanışıklığım yok. Şu ana kadar hiçbir görüşmem olmadı. Elinde delili olan varsa ortaya koysun. İddianame, yargının ilgi ve sorumluluk alanına giren bir konudur. İddianamenin hazırlanması ve davanın açılması sırasında bilgi sahibi olmadım’’ sözleriyle tepki gösterdi. Başbakanlık Basın Merkezi’nden yapılan yazılı açıklamada da son günlerde basında Dinçer hakkında birtakım iddiaların yer aldığına işaret edilerek ‘‘Söz konusu iddialar gerçek dışıdır, yakışıksızdır ve maksatlı bir dezinformasyon çabası olarak değerlendirilmektedir’’ denildi. 19 Mart’ta, Irak’ın işgalinin 3. yılı tamamlandı. Üç yıl önce, emperyalist ABD, yedeğine Avrupalı emperyalist devletleri alarak, Irak’ın sınırlarından içeriye giriyordu. Girerken de, ülkeye demokrasi ve düzen getireceğini ilan ediyordu dünyaya. Üç yıl sonra getirdiği de, anarşi, harabeler ve yüz bin ölü... Gazeteler, ‘‘Dünya Irak İçin Ayakta’’ diye yazdılar o gün. Çeşitli kentlerde yüz binlerce savaş karşıtı, Irak işgalinin 3. yılını protesto etti ve ABD’nin derhal çekilmesini istedi. Desteği dibe vuran Başkan George Bush ise ‘‘Görev tamamlanacak’’ dedi. Gerçekten, olan bitenden sonra, yine işgali savunarak doğru karar verdiğini söyleyen Bush, şunları ekliyor: ‘‘Saddam Hüseyin’i iktidardan uzaklaştırma kararı zor ama doğru bir karardı. Amerika ve dünya Saddam Hüseyin’siz daha güvenli. Iraklılar artık özgür.’’ Direnişin çökertileceği kararını belirtip şöyle diyor: ‘‘Görevimizi tamamlayacağız. Irak’taki teröristleri yenerek ülkemizi, daha da güvenli hale getireceğiz.’’ Gerçekten acımasız ve tehlikeli bir kişilik! Bunun hakkından gelecek olan, elbette Amerikan halkıdır; çünkü, onun oğulları da gidip Irak’ta yok oluyor. Ancak, Amerikalıların yanı sıra, dünyanın barış, hukuk ve insan haklarına inanan güçleri, söz konusu tehlikenin üstüne yürümeliler. Ve insanlık, direnen Iraklıların safındadır... ? Gazetemizin 20 Mart günlü nüshasında, Emre Kongar’ın pek önemli bir yazısı vardı. Hoca, her zamanki aydın ve toparlayıcı kalemiyle, Türkiye’nin hızla ilerlediği yola bakıp, konudan konuya geçerek, ‘‘Türkiye Nereye?’’ diye soruyordu: ‘‘Avrupa Birliği’’ne mi, yoksa ‘‘İslam Cumhuriyeti’’ne mi? Kimilere bakılırsa, bu yol AB’ye gidiyor: Yolun sonu ‘‘aydınlık’’; Türkiye yeter ki AB’ye bir girsin. Kimilerine göre de, bu yol ‘‘İslam Cumhuriyeti’’ne gidiyor. Yolun sonu ‘‘karanlık’’! Neden öyle? Çünkü, Türkiye bu yolda ilerledikçe, ‘‘totaliter’’ bir düzene yaklaşıyor. Önce eğitim, sonra yargı, arkasından kamu yönetimi, sivil toplum örgütleri, sonra toplum, en sonunda ESKİ İSVEÇ BAŞBAKANI BİLDT: ‘Türkiye’yi büyük zorluklar bakliyor’ LEYLA TAVŞANOĞLU ‘‘Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği tartışmasını, AB’nin genişlemesi tartışmasını halletmeden kazanamayız.’’ Bu çarpıcı sözleri İsveç’in eski başbakanlarından Carl Bildt söylüyor. Bildt, 1994’te İsveç’in AB’ye tam üyelik anlaşmasını imzalayan başbakan. Arı Hareketi’nin düzenlediği ‘‘Türkiye’nin AB perspektifi kararıyor mu?’’ konu başlıklı yuvarlak masa toplantısında konuşmacı. Bildt, Türkiye’nin AB perspektifiyle ilgili olarak şu görüşlere yer veriyor:‘‘Karikatürlerin de şiddetlendirdiği Batı ve Müslüman dünya arasındaki kriz Türkiye’yi de etkiler. AB’de genişlemeyi durdurmak için Türkiye’ye karşı Kıbrıs kartını kullanmak isteyen Türkiye şüphecileri olabilir. Böyle bir yaklaşım çok ciddi hatalara yol açar.’’ Bildt, İsveç’in AB’yle müzakere sürecinde büyük zorluklarla karşı karşıya geldiğini anlatıyor ve diyor ki: ‘‘Müzakere sürecinde önünüze birçok sorun gelecek. Örneğin Kıbrıs, Heybeliada Ruhban Okulu’nun yeniden açılması, İstanbul’daki Rum malları ve daha pek çokları. O aşamada işler daha da zorlaşacak. Burada deneyim konuşuyor.’’ Bildt AB içinde genişlemeye büyük ölçüde kuşkuyla yaklaşıldığını belirterek ‘‘AB içinde ciddi bir güven bunalımı var. Fransa ve Hollanda’daki referandumların sonuçları bunu büyük ölçüde tetikledi. Bakın, bugün AB içinde tartışılan Polonya’nın tam üyeliğe alınmasının doğru olup olmadığı. Aynı biçimde Bulgaristan ve Romanya’nın sistemleri de tartışılıyor. Her şeyin üzerinde de İngiltere’den sonra üyeliği en büyük tartışma konusu olan ülke Türkiye. Çünkü Türkiye hem yüzölçümü, hem nüfusu bakımından çok büyük bir ülke’’ diye konuşuyor. Bildt, bu noktada bölünmüş bir Kıbrıs’ın nasıl olup da AB’ye tam üye kabul edildiği konusunda şunları söylüyor: ‘‘Kıbrıs ortada sorun olarak duruyor. AB’nin bölünmüş bir adayı bünyesine almasının ne kadar akıllıca bir karar olduğu tartışılabilir. Ama oldu bir kere.’’ ‘HER SEÇİM DEĞİŞİM GETİRİR’ Bildt buradan ABD’nin dünyadaki etkileri ve yansımalarına, özellikle de Ortadoğu’daki duruma geliyor: ‘‘Ortadoğu barış süreci nereye varacak? Bunu iyi izlemek lazım. Irak günün birinde dağılırsa bunun sonuçlarını hiç kimse kestiremiyor. Ayrıca Washington’da en çok konuşulan bir başka konu da İran’da olup bitenler. Rusya’nın gündeminin başında İran konusu var. Önümüzdeki yıllarda dünyanın jeostratejik iklimi değişecek. Buna bağlı olarak siyasetin öncelikleri de değişecek.’’ ABD ve Rusya’nın, İran’ın nükleer silah sahibi olmasından rahatsızlık duyduklarını hatırlatan Bildt’in bu konuda söyledikleri de şunlar: ‘‘Bu sorunda tabii ki savaş en son başvurulacak çaredir. olaylarının üzerinden, 2 yıl SIFIR 1968 sonra tam 40 yıl geçmiş olacak. 1968 yılında Atatürk öleli 30 yıl olmuştu. O tarih bize ne çok uzak geliyordu 20’li yaşlarımızda. Ama 40 yıl, insan yaşamı için çok uzun bir süre. Hürriyet gazetesiyle birlikte pazar günleri verilen Zoom dergisinde, Gülden Aydın ve Tolga Tanış, Fransa’daki son öğrenci olaylarından yola çıkarak olanları 1968 gençlik ayaklanmasıyla karşılaştırıyor ve bizim kuşağın temsilcilerine duygularını soruyorlar. Ertuğrul Özkök’ün değerlendirmesi içime oturdu. Şöyle diyordu: ‘‘Fransa tekrar yaşlandı ve iktidar yine yaşlıların eline geçti. Şimdi hayat yeniden başlıyor. Gençler, artık iyice konformist hale gelen 68 artıklarının elinden iktidarı almaya çalışıyor. O yüzden mekânlar aynı mekân, fotoğraflar aynı fotoğraf. Sadece barikatların arkasında gençler, önünde ise kendini hâlâ genç sanan 68 konformistleri var.’’ ??? Ertuğrul Özkök’ün söyledikleri acı ama gerçek. İktidarlar yaşlandığı gibi insanlar da yaşlanıyor. Fransa’da şimdi 68’lilerin iktidarı sürüyor. Bu iktidarın tutuculaştığı, gün gibi aşikâr. Artık barikatın karşı tarafındalar. Buradan Fransa’ya bakmak kolay da Türkiye’ye bakmak o kadar kolay değil. Türkiye 68’ine ne oldu? Nerede Tür NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR kiye’nin yeni 68’lileri sorusunu bir kendimize soralım bakalım. 68 kuşağının öncülerini şöyle bir gözden geçirdim. Biz Fransa ile karşılaştırıldığında çok büyük kayıplar verdik. Aydın Çubukçu’nun Zoom’a gönderdiği, İşçi Köylü gazetesi satan 68’lilerin fotoğrafı çok çarpıcıydı. Fotoğrafın altındaki son cümle şöyleydi: ‘‘Arkada bulunan gruptan hiçbiri yaşamıyor.’’ Resimler bulanık çıktığı için bir tek Mustafa Kuseyri’yi tanıdım. Önde yürüyen 7 arkadaşımızdan 4’ü ölmüştü, geri kalanların yaşamının çoğu hapislerde geçmişti. Tablo böyleydi. Bizim kuşağın kavgacılarının çoğu barikatın önüne geçecek zamanı ve olanağı bulamamışlardı. ??? Fransız 68’inin efsane önderi Daniel Cohn Bendit’le (Kızıl Dany) bir araya geldiğimizde bu karşılaştırmayı yaparız. 68 kuşağının önemli isimleri, Fransa’da ve Almanya’da etkin isimler haline gelebildiler. Bizde olmadı mı, tabii ki 68 kuşağından bazı arkadaşlarımız iktidarla Biz Barikatın Neresindeyiz? rın etkin yerlerine gelebildiler. Hapislerde yatsalar da bir şekilde kendilerini toparlayıp barikatın öte yanına geçtiler. Türkiye, ‘68’le hesaplaşmasını bir türlü bitiremedi. 12 Mart 1971 askeri darbesinin ardından binlerce 68’li hapislere atılmış, üçü idam edilmişti. 1974 yılında bu çarpık mahkumiyetlere son verebilmek amacıyla af çıkarıldı. Hâlâ, yeri geldikçe bu affın terörü azdırdığını söylemekten geri durmuyor siyasetçilerimiz. O aftan ülkemizin birçok önemli bilim insanı, siyasetçisi, gazetecisi yararlanmıştı. Arada bir basındaki yazılara kızanlar, ‘‘Eski komünistler bunlar’’ demeyi unutmuyorlar. ??? Fransa’da, Almanya’da, İngiltere’de, ABD’de 68’liler iktidar oldular. 68’den gelen değişim rüzgârı bu ülkelere can verdi, umut ve dinamizm kazandırdı. Türkiye’de ise hâlâ kurulu düzen 68’e olan öfkesinden kurtulmuş değil. Ayrıca Türkiye’deki iktidarlar büyük ölçüde 68 karşıtlarından oluştu. Onlar da 68 döne minde üniversiteydiler, ama karşı tarafta, kurulu düzen tarafında duruyorlardı. Bizim kuşağın Türkiye’de hâlâ öfkeli, kızgın, uzlaşmaz bir tarafı olduğuna inanıyorum. Hapiste birlikte yattığımız, mitinglerde birlikte yürüdüğümüz birçok arkadaşım, düzenle bir türlü uyum sağlayamadı. Kıyıya köşeye itildiler. Öfkeleri hep içlerinde kaldı. ??? Aradan 40 yıla yakın zaman geçti. Türkiye, Avrupa’yla kıyaslandığında daha az yol aldı. 68’i de bir türlü içine sindiremedi, 68’lileri de... Birçoğumuz hâlâ diş gıcırdatıyoruz, kurulu düzenle bir türlü hesaplaşmamız bitmiyor. Belki eski umutlarımız küllendi, belki hayallerimiz zayıfladı, ama bir türlü barikatın öte yanına da geçmedik. Türkiye’nin 68’le hesaplaşması bitmedi. Bu hesaplaşma belki de Türkiye’nin eşitliğe ve özgürlüğe yürüyüşünün ana dinamiği olmaya devam edecek. Saçlarımız ağardı, çoğumuzun sağlığı bozuldu, bir kısım arkadaşımızı yitirdik. Bir kısmımız da barikatın öte yanına geçti. Yine de barikatın önünde durma düşüncesi bize yabancı geliyor. ??? Deniz’ler, Hüseyin Cevahir’ler ve genç yaşta yok edilen arkadaşlarımız gencecik yüzleriyle barikatı yıkmaya çalışıyorlar. Bizdeki ise hüzün ve umut. oralcalislar?cumhuriyet.com.tr