Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
16 KOÇ GRUBU’NUN YÖNETİM KURULU BAŞKANI MUSTAFA KOÇ UYARDI: EN BÜYÜK RİSK SEÇİM EKONOMİSİ C söyleşi 31 MART 2006 CUMA ‘Popülizmden uzak durmak lazım’ hızlılığından ve bu hız içinde geleneksel düşünce kalıplarının dışına çıkmakta zorlanılmasından kaynaklanıyor. Biz bu süreci hızlı yaşamak zorundayız, çünkü gelişmiş ülkelerin refah seviyesini yakalamaya çalışıyoruz. EKONOMİDE İSTİKRARIN ÖNEMİ BÜYÜK ‘Forbes’ milyarder listesinde Türkiye’den 21 isme yer verdi. 2001 krizinden 5 yıl sonra, bu kadar çok milyarder çıkmasında hangi ekonomik etkenler ve gelecek beklentileri rol oynamış olabilir? Kuşkusuz burada ekonomide yaşadığımız istikrarın önemi var. Ama daha etkili, ekonomik olmayan başka faktörler de var. Bu tür çalışmalarda en kolay hesaplama yöntemi, borsaya kote şirketlerdeki hisse oranlarından hareketle bir servet tanımlaması yapmaktadır. İlgili kişilerin seçiminde de biraz ‘‘şirketlerin veya şahısların’’ ne ölçüde ortada gözüktükleri önemli etken olmaktadır. Listedeki bazı şahıslar, üç aşağı beş yukarı buna yakın servetlere zaten sahiptiler. Ama bu yıl listeye girmişler. Neden? Birkaç neden var. Birisi ekonomik gerçekten... Borsa endeksindeki gelişme ve TL’nin değer kazanması, şirketlerde sahip olduğunuz hisselerin değerini arttırdı. Dolayısıyla birkaç basamak yükseldiniz. İkinci etken daha çok göz önünde olmak. Bazı isimler için bunun da etkisi olduğunu düşünüyorum. ‘PALYATİF DEĞİL, KALICI ÇÖZÜM’ Türk Lirası’nda aşırı değerlenmeyi nasıl yorumluyorsunuz? Temel tartışma TL’nin değerlendirilmesinden ziyade sonuçlarının Türkiye’deki bazı sektörleri nasıl etkilediği ve bu bağlamda ne tür önlemler alınması tartışmasıdır. Bizim savunduğumuz konu şudur: Liranın değeriyle oynamak ve benzeri yaklaşımlar çözüm oluşturmadıkları gibi ekonomik istikrarı da zedeleyebilir. Özellikle bazı sektörlerde ithal girdisini kısacak şekilde katma değer yaratan mallar üretmek gereklidir. Palyatif çözümler yerine kalıcı çözümler üretmeliyiz. KOBİ’lerin bir kısmı ve bazı sektörler kendilerine gerekli yapısal değişimi gerçekleştirmek zorundalar. Grubun yönetim kurulu başkanlığını 3 yıl önce devraldınız ve 2.5 katlık bir büyüme elde ettiniz. Bu hızlı büyümenin sırrı nedir? Temel stratejimiz global ekonominin bir parçası olarak sahip olduğumuz fırsat ve imkânları doğru biçimde değerlendirmek yönünde oldu. Türkiye’nin temel ekonomik göstergelerde parlak sonuçlar alması, topluluk olarak büyüme stratejilerimizin daha rahat uygulanmasına neden oldu. Ekonomik ve siyasi istikrar sadece bizi değil diğer yatırımcıların da önlerini daha rahat görebilmelerine ve planla davranabilmelerine olanak sağladı. LONDRA GÜNLÜĞÜ MUSTAFA K. ERDEMOL ‘Babam ve Oğlum’u Platon seyretseydi ennette ağlamak da gülmek de yok’’ demiş olmasına taktım Baudaleire’in. Ağlamayı anlarım da gülmenin cennette neden yeri olmadığı konusunda kafamı karıştırdı çünkü. Gülmek gibi en hak edilmiş bir insan tavrı cennette olmayacak da nerede olacak, diye sorup duruyorum. Hak edenin her tür nimetten faydalandırıldığı söylenen cennette gülmenin de elbette bir yeri olmalıdır. Baudaleire büyük bir kafa. Herhalde söylediğinde benim kavrayamadığım bir hikmet saklıdır. Gülmenin cennette yeri olmadığını örneğin, Platon söyleseydi, gülmekten ne zarar gördüğüne akıl erdiremesem bile, bu eski zaman filozofunu anlayabilirdim. Çünkü gülmenin zararlı olduğunu söyler dururdu Platon. Felsefe dünyasında, aşırı sevinçten, gülmekten ölen bir filozof vardır adını anımsayamadığım ama, ondan yola çıkarak ‘‘gülme zararlıdır’’ denir mi, kuşkuluyum. ‘‘Ağız dolusu gülmeyin’’ diyen İslam peygamberi de, Kur’an okurken ağlamanın yararlı olacağını söyleyen İmam Gazali de, herhalde vicdan muhasebesinin gözyaşıyla bağlantılı olduğunu düşünüyorlardı. Vicdan rahat değilse, bu, günahlardan kaynaklanır, diye inanıyorlardı muhtemelen. ??? Kahkahayla gülenin, vicdanına vereceği bir hesap olmadığı sanılır genellikle. Dolayısıyla, her ağlayanın iyi yürekli olduğu düşünülür. Böylelerine Herakletios’u anımsatmak isterim. Ünlü mü ünlü ağlamalarıyla felsefe tarihine girmiş, mizantrop (insansevmez) bir zattı bu muhterem. İnsansevmezlik, kötü insan eylemine duyulan tepkilerden kaynaklanıyor da olsa özünde kötü kalpli olmak demektir, bence. Kötü kalpli biri olarak Herakletios’un neden gözyaşı döktüğünü gülmekten pek de hazzetmeyen Platon’a ya da Gazali’ye sormayı çok isterdim. Platon mutlu ölmüş olmalı. İnsana yakıştıramadığı gülme konusunda insanlık pek de becerikli çıkmadı. Çünkü yüzünü ‘‘güldürecek’’ ne varsa ortadan kaldırdı, dünyayı sadece büyük trajedilerin oynandığı tiyatroya çevirdi insanlık. Başkalarının yol açtığı acılar yüzünden gözyaşlarına boğulmuş büyük insan kümeleri yarattı. Eski Romalılar, neden bilmem, gözyaşlarını bir şişede biriktirirlerdi. Demek ki, acıların muhasebesini yapmak için gözyaşlarının da toplanması gerekiyormuş. Romalıların Lacrima (Latincede gözyaşı anlamına gelir) şişeleri dediği o şişelerde, kendi gözyaşlarına bakarak ders çıkaran insanlar varmış demek ki. İnsanın hem ibret alma hem de toplama alışkanlığının buraya kadar varması, bence tuhaftır. ??? O şişelerin yerini, elbette toplamaktan çok farklı bir işleve sahip olan mendiller aldı uzun süredir. Göz kenarlarına sürüldüğünde emdiği gözyaşlarını asla ‘‘toplamayan’’, aksine gözyaşıyla beraber çöpe atılan mendil, gözyaşı deyince akla gelen ilk ‘‘aksesuar’’dı. Şu sıralar ‘‘Babam ve Oğlum’’ filmi dolayısıyla bir hayli kullanılır olmuştur herhalde. Babam ve Oğlum gibi abartılı sahnelerinin çokluğu ile düpedüz arabesk olan bir film, Eylül sabahı başlayan uğursuz bir dönemin, benim de içinde bulunduğum kuşağa yaşattığı travmaya, hiç düşünmediğim bir yerden bakmış. Eylül’ün sadece bize değil, yakınlarımıza da vurduğunu bilirdim bilmesine ama, yarattığı büyük acıları küçücük bir çocuk üzerine yüklediğini demek ki akıl edememişim. Çocuklarını göremeden ölen bir dolu arkadaşım olmasına karşın üstelik. Acıların sadece ‘‘büyüklere özgü’’ olduğunu sanma yanılgısıdır elbette duyduğum. ??? Ortada bırakılmış, ideallerinin bedeli ağır ödetilmiş koca bir kuşağın öyküsünden küçük bir kesitin anlatıldığı filmin, kendisine bir çok şey hatırlattığı kişilerden biri de benim. Eğer ağlarsam karanlıkta kimse görmez diyerek mendil de almadan gittiğim koca sinema salonunda, ilkokul öğrencilerinin yaptığı gibi, gözünün yaşını iki de bir kolunu gözlerine götürerek kurulamaya çalışan biri olacağım hiç aklıma gelmezdi. Duygusuz olduğumdan değil elbette. Ağlayacağımı hesap edemeyişim, Eylül’le hesaplaşmamı asla gözyaşı üzerinden yapmamış olmamla ilgilidir. Yirmi altı yıl sonra, Eylül’ün mimarının ‘‘bugün de aynı şeyi yapardım’’ diyerek, pervasızlığını sergilediği bir ortamda gözyaşı dökmesi gereken ben değilim ayrıca. Kendisinden başka kimsenin savunamadığı bir karanlık dönemi, kendisine ikbal kapıları açan ‘‘aydınlık’’ bir dönem gibi gören bu yeteneksiz ressam, her gördüğümde, tüm kızgınlığıma rağmen bende gülme duygusu uyandırır. Eylül acıdır ama, yaratıcıları akla geldiğinde bir ‘‘insanlık komedyası’’dır da aynı zamanda. Marmaris ressamının ‘‘güldürdüğü’’ yüzüm, Eylül mağduriyetinin anlatıldığı bir filmle hüzüne dönüştü yıllar sonra. Küçük bir azınlığa cenneti, çoğunluğa da cehennemi yaşatan ressam, her iki ahret mek?nını dünyada yaşattığına göre, ‘‘gülmek de ağlamak da’’ dünyamıza özgü bir şey. Baudaleire haklı olabilir. ‘‘C TÜSİAD KÜLTÜREL TANITIM YAPACAK TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanısınız. Müzakerelerin açılmasında TÜSİAD’ın büyük katkısı oldu. Müzakere aşamasındaki stratejiniz nedir? TÜSİAD iki eksende bu çalışmaları yürütüyor. Birincisi kendi ödevlerimizin tamamlanması konusunda hükümet çalışmalarını izlemek; gerekiyorsa modeller ortaya koymak, destekleyici kamuoyu yaratma faaliyetine girmek. İkincisi tanıtım. Avrupa’da bunu bugüne kadar hep ekonomi ve siyaset bağlamında yaptık. Bu yıldan itibaren kültürel boyutu da işin içine katmayı, ‘‘insan’’ unsurunu, ekonomide yükselen değerlerimizi, özellikle İstanbul dışında olanları, Avrupa’daki hayata olumlu katkıda bulunan insanlarımızı tanıtmayı amaçlıyoruz. Ayrıntıya girmek istemiyorum. Bu, işin sihrini bozar. Ancak bu alanda uzman yabancı kuruluşlardan destek alarak 2006 yılında kültürinsan temelinde Türkiye’yi Avrupa basınında, özellikle sokaktaki insana daha yakın olan yerel basın organlarında tanıtacağımızı söyleyebilirim. Yazarımız Nilgün Cerrahoğlu’na konuşan Koç, “AB, kamuoyuna karışık mesajlar veriyor” dedi. NİLGÜN CERRAHOĞLU açısı ve stratejiye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’nin vizyonu ‘‘Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri arasında yer almak’’ olmalı. Bunun için siyasi istikrara, Batı ƒnormlarında demokrasiye, tutarlı ekonomik yapı ve yönetime ihtiyacımız var. Koç Topluluğu için ‘‘global oyuncu’’ olmak hedefi nasıl bir zorunluluksa, Türkiye’nin AB projesi de çok önemli bir tercihtir. Küreselleşen siyaset ve ekonomi Türkiye’yi bu bünyenin dışında kalmamaya zaten zorluyor. AB adaylığıyla elde ettiğimiz ivmenin artarak sürmesi ve süreçte Türkiyenin söz verdiği tüm yükümlülükleri yerine getirmesi kaçınılmazdır. KÖKLÜ REFORMLAR GEREK TÜSİAD’ın son genel kurul toplantısı yargıdan kaynaklanan sorunları öne çıkardı. Çeşitli bağlamlarda bu konu gündeme geliyor. Hem ‘‘özelleştirme’’ bağlamında, hem istişare konseyinde yaptığınız konuşma nedeniyle bizzat siz de bu sorundan payınıza düşeni yaşadınız? Yaşadığımız sorunların çoğu demokratik hukuk devleti olmakla çözülebilecek konular. Bu nedenle Siyasal Partiler Yasası ve seçim sisteminde köklü reformlara ihtiyaç var. Bunları çözdüğünüzde sizin yaptığınız sıralama kendiliğinden ortadan kalkıyor. Burada sadece devlet değil, toplumsal olarak da demokratik bir yapıya sahip olmak önemli. Kronik sorunlardan biri de ‘özelleştirme’. Son örneğini TÜPRAŞ’ta gördük. Türkiye’de özelleştirme niye bu kadar zor? Özelleştirme sadece Türkiye’de değil, diğer ülkelerde de zaman zaman sorun olabiliyor. Bunun nedenlerinin altında her ülkede bazı kesimlerin, küreselleşen dünyanın ekonomik gerçeklerini tam olarak algılayamamış ve artık kimsenin kimseden bağımsız olmasının mümkün olmadığı bir dünyada yaşadığımızın bilincine varmamış olması yatıyor. Bir kurumun yabancı şirketler tarafından satın alınması, bağımsızlığın elden gitmesi anlamında algılanabiliyor. Yerli bir şirkete satılması bile kafalarda soru işaretleri yaratabiliyor. Türkiye’de bunun daha çok gündeme gelmesi, yaşadığımız sürecin K oç Grubu Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı 3 yıl önce devralan ve bu kısa sürede 2.5 katlık bir büyüme elde eden Mustafa Koç, ‘‘global stratejilerin’’ önemini vurguluyor. ‘‘Türkiye’nin de benzer bir bakış açısıyla global bir stratejiye ihtiyacı olduğunu’’ belirten Koç, Türkiye’nin önümüzdeki on yıllık vizyonunun ‘‘Avrupa’nın gelişmiş ülkeleri arasında yer almak’’ olabileceğini söylüyor. Koç’la ‘‘Cumhuriyet’’ için yaptığımız ufuk turu şöyle: Koç Grubu kendisine, on yıl içinde dünyanın 200 şirketi arasına girmek gibi uzun dönemli hedefler koyuyor ve bu hedefleri öne çekip yakalayabiliyor. Grubunuzun ileriye dönük global stratejileri var. On yıl sonrasının Türkiye’sini bu global strateji içinde nerede görüyorsunuz? MUSTAFA KOÇ Koç Topluluğu olarak vizyonumuzu ‘‘Oyun alanımız dünya’’ hedefiyle ortaya koyuyoruz. Bu global stratejinin en önemli uygulama sahalarından birisi elbette Avrupa. Türkiye’nin de benzer bir bakış Vehbi Koç, her alanda bize öncü oldu Dedenizden ve babanızdan devraldığınız en önemli ilke nedir? Topluluğumuzun kurucusu Vehbi Koç iş hayatında her zaman öncü oldu ve birçok ‘‘ilk’’i geliştirdi. Kurumsallaşmaya büyük önem verirdi. Babam Rahmi Koç, Topluluğun büyümesinde stratejik karar ve uygulamalarla başarılarımızı çoğalttı. 80. yılımızda ikisine de şükran borçluyuz. Şimdi ‘‘Türkiye’nin en iyisi olmak’’ bize yetmiyor. Uluslararası platformda var olduğumuz alanlarda da en iyi olma hedefiyle hareket ediyoruz. Ana ilkemiz ise kurucumuz Vehbi Koç’un ‘‘Ülkem varsa ben de varım’’ sözüdür. ‘Ömer Sabancı’ya katılıyorum’ Ömer Sabancı, ‘‘Bu iş iyi yönetilmiyor. Serdengeçti başarılı bir başkandı. Görevinin niye devam ettirilmediğini anlamış değiliz!’’ dedi. Bu gerilimin olası sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Niye yumuşak geçiş yapılamadı? KOÇ Onu bana sormayın. Buna siyasi iktidarın cevap vermesi lazım. Batılı ülkelerde Merkez Bankası’nın yeni başkanının kim olacağı 3 ay evvelden açıklanır. İki başkan üç ay birlikte çalışır ve böyle çok yumuşak bir geçiş olur. Herhangi bir spekülasyona veya boşluğa mahal vermemek için, özellikle ABD’de bu böyledir. Türkiye çok iyi bir çizgide giderken, MB Başkanı da çok başarılı bir performans sergilemişken, mali piyasalara verilecek mesaj ve güveni sarsmamak açısından kendisiyle devam edilebilirdi. Ama bu siyasi iktidarın vereceği bir karardır. Bu karara da saygılı olmak lazımdır, (siyasi iktidar MB Başkanı’nı) değiştirebilir. Tabii ki buna kendileri karar vereceklerdir, fakat (konunun) sürüncemede kalması veya birinin adının geçerken ‘‘Kararname bize geldi, gelmedi!’’ gibi bir belirsizliğin ortaya çıkması.. dikkat ederseniz borsada anında bir düşüş yarattı. Allah’tan bu hemen toparladı. Ömer Bey o bakımdan ‘‘daha iyi yönetilebilirdi!’’ diyor. Ben de buna katılıyorum. Süreyya Bey’le devam edilse nasıl olurdu? Bence bir süre daha Süreyya Bey’le gitmesi Türkiye için yararlı olurdu. Mesele sürecin belirsizliğe sebep vermeden yürütülebilmesidir. Serdengeçti MB’nin bağımsızlığını korudu; ‘‘Türkiye seçim sathına girdiği için MB’nin bağımsızlığını sahiplenen bir başkan arzulanmıyor...’’ şeklinde yorumlar var... Bu yorumlar var. İnşallah doğru değildir. Ben öyle olduğunu zannetmiyorum. Sayın Babacan’ın pozisyonu çok net olarak mali politikaların ve mali disiplinin bundan sonra da aynı şekilde devam edeceği yönünde. Fazla yoruma, spekülasyona gerek yok. Yeni başkan inşallah bu trendi devam ettirir. ‘DERVİŞ’İN ZAMANLAMASINI ANLAMIŞ DEĞİLİM’ 2006’ya iyi girilmedi. Birincisi AB konusunda rehavet olduğu yolundaki kanılar. İkincisi cari açık sorunu ve TL’nin aşırı değerlenmesi. Üçüncüsü MB Başkanı’nın atamasında ortaya çıkan gerilim. Dördüncüsü Şemdinli iddianamesi ve arkadan gelen tepkiler... Böyle bir silsile var. Birtakım şanssız olaylar oldu, siyasi alanda. Ama ben hâlâ cari açığın çok büyük bir problem olduğuna inanmıyorum. Evet bizim gibi bir ülke için (GSMH’nin) yüzde 67 (oranına varan cari açık) yüksek... Bunun yüzde 4.55 olması lazım ama (cari açık) kaliteli bir şekilde finanse edilir durumda. İkincisi Türk parasının aşırı değerinden bahsediyoruz. Bugün mademki dalgalı kur diye bir sistem seçtik, sistemin bir yanıyla oynayıp öbür yanıyla oynamamakla bu işi halledemeyiz. Dolayısıyla arztalep dengesi, piyasadaki Türk parasının değerini belirleyecektir. AB sürecindeki ivme kaybını nasıl değerlendiriyorsunuz? İyimserliğimi koruyorum. Bu uzun ve zor bir süreç. Kültürel ve toplumsal değişim içeriyor. Başından biliyorduk. Zaten bize bugün gelin deseler, böyle bir hazırlık içinde değiliz. Bu zaman alacak. İvmenin kaybedildiği söylense de Türk ekibi çok ciddi bir çalışma içinde. Ankara’da yaptığım temaslar ve dışardan aldığım mesajlar bu yönde. Ama maalesef bu kamuoyuyla yeteri kadar paylaşılmıyor. Biraz sessiz ve derinden gidiliyor. AB temsilcisi Kretschmer reformların yavaşlamasına, kamuoyunda desteğin azalmasına dikkat çekiyor. Yüzde 70’ten yüzde 55’e düşmüş destek. Avrupalıların da bunda payı var. Çok karmaşık mesajlar veriyorlar. Halkımızda ‘‘Acaba bizi istiyorlar mı istemiyorlar mı?’’ gibi bir tereddüt başlıyor. Burada biraz daha dikkatli davranmak lazım. Öbür yandan da reformların bir an önce hayata geçirilmesini istiyorlar ki zamandan tasarruf edelim. Yani hükümette bir vizyon kayması olduğu yolundaki görüşlere katılmıyorsunuz? Hayır. Ama mesajlar kamuoyuyla paylaşılmıyor. Veya bununla ilgili yeterli bilgi verilmiyor diyeyim.. Bu bir tarz meselesi. Mühim olan işin devam etmesi. Bu arada gelecek yıl seçim var. Popülist politikalardan uzak durmak lazım. Bu yapılıyor demiyorum ama çok dikkat etmek lazım. Türkiye’nin en iyisi olmanın kendilerine yetmediğini belirten Koç, “Uluslararası platformda da en iyi olma hedefiyle hareket ediyoruz. Ana ilkemiz, kurucumuz Vehbi Koç’un ‘Ülkem varsa ben de varım’ sözüdür’’ dedi.