04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 OKURLARA İBRAHİM YILDIZ C olaylar ve görüşler 31 MART 2006 CUMA ‘Erkeklere de Şeriat!’ İstendi E ndonezya dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi; ülkede şeriatın şurasından burasından budanmış, daha gevşetilmiş ılımlı bir biçimi uygulanıyor. Ne var ki tsunami felaketini bütün ağırlığıyla yaşayan Açe eyaletinde tam bir şeriat yönetimi geçerli. Geçen 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, Açe’nin kadınları şeriat uygulamasına başkaldıran bir yürüyüş yaptılar. Ilımlılaştırılmış bir şeriatın bile kadına tanıdığı az da olsa kimi hakların ellerinden alınmasıyla bunalan kadınlar, yönetimin önceki durumuna dönmesini değil de şeriatın erkeklere de tam olarak uygulanmasını istediler. Açeli kadınlar yürüyüşte ‘‘Şeriat yalnız kadınlar için değil!’’ diye slogan atmışlar, yönetimin cinsel ayrımcılık yaptığını vurgulayarak erkeklere de şeriat isteklerini haykırmışlar. Oysa hep bilindiği gibi cinsel ayrımcılığın ta kendisidir şeriat; varlığı eşitsizliklere dayanır; bunların içinde en temel olanı da kadıner PENCERE Kristal Küre... MERİÇ VELİDEDEOĞLU kek eşitsizliğidir. Bu bakımdan Açeli kadınların başkaldırısı, şeriat yaptırımlarının daha çok kendilerine yöneldiğinin ayrımına vardıkları bir bilinçlenme olarak görülebilir. Dolayısıyla erkeklere de şeriat isterlerken şeriatın kadınlara özgülediklerinin erkeklere de uygulanmasını dile getiriyorlar denebilir.Biriki tanesine şöyle bir değinsek; örneğin: Mirasta bölüşme, iki pay kadına, bir pay erkeğe verilecek oranda yapılsa; Mahkemelerde iki erkeğin tanıklığı bir kadın tanığın yerine geçse; Sözle yola gelmeyen erkeği dayakla yola getirmek geçerli olsa; Kadın ‘‘Boş ol!’’ diyerek erkeği bir çırpıda boşayıp kapı önüne koysa; Kadına dört erkek alabilme hakkı tanınsa; Şu, bu nedenle ayrıcalık göstermeyip zinada erkeğin de taşlanarak öldürülmesi uygulansa; İmamlar kadın olsa, camilerde erkekler arkalarda kendilerine ayrılan kafesli yerlerde ibadet etseler; Bayram, cenaze, cuma namazlarını kadınlar kılsa; Erkek günah nesnesi olarak görülse; Tesettüre hiç girmeyelim isterseniz... Listeyi kuşkusuz daha uzatma olanağı var; çünkü bir de yüzyıllar boyu oluşmuş geleneklerin şeriat şemsiyesi altına girerek şeriatlaşması var; bunları saymaya kalkarsak sayfalar yetmez. KADIN VE ERKEĞE EŞİT YÜKÜMLÜLÜKLER Kuşkusuz böyle bir düzen şimdiki nasıl bir ‘‘erkek şeriatı’’ ise bir ‘‘kadın şeriatı’’ olurdu ve yine kadınerkek eşitsizliği geçerliliğini korurdu. Sanırım ayrımcılığa karşı çıkan Açeli kadınların isteği bu değil, on Şemdinli’den Merkez Bankası’na... Y aklaşık 20 gündür gündeme damgasını vuran Şemdinli iddianamesi, geçen hafta içinde de Ankara’da sıcak saatlerin yaşanmasına neden oldu. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yapılan açıklamada Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt’a yönelik iddianamenin ‘belli’ çevrelerin telkiniyle kaleme alındığı belirtilirken Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’ya da ciddi hukuki eleştiriler yöneltildi. İddianameyi, ‘siyasi içerikli’ , ‘TSK’nin terörle mücadele azim ve kararlılığını zayıflatmaya yönelik’ diye değerlendiren Genelkurmay, haksız ve maksatlı suçlamalar karşısında da anayasal sorumluluğu olanların tavır almasını istedi. Genelkurmay’ın ‘anayasal sorumlular’ ifadesinin altındaki isim ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan başkası değildi. İktidar, bu açıklama karşısında kısa bir şaşkınlık yaşarken başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, partililere yaptığı, ‘polemiğe girmeyin’ uyarısı, olayın derinliğini ortaya koydu. Bu gelişmelerin 24 saat sonrasında iddianamenin, Başbakan Erdoğan’ın yakın çevresindeki bir üst düzey bürokratın güdümünde yazdırıldığı iddiası Ankara kulislerinde geniş yankı buldu. Bu iddiayı ‘Yazdırıldı mı?’ manşetiyle ilk gündeme taşıyan da Cumhuriyet oldu. ??? CHP lideri Deniz Baykal’ın iddianamenin arkasında başka odakların bulunduğunu gündeme taşıyıp ‘Devletin kurumları kuşatıldı’ açıklaması da Şemdinli olayındaki önemli bir noktaydı. Başbakan’ın, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ı konutunda ağırlaması ise iddianamenin en ilginç kilometre taşıydı. Bu sürpriz görüşmede Büyükanıt’ın Başbakan’a Şemdinli iddianamesi hazırlanırken bazı bürokratların savcıyla yaptığı telefon görüşmelerinin kayıtlarını dinlettirdiğinin öne sürülmesi, hükümet kanadında panik havası yarattı. ??? Ülke içindeki dengelerle oynamayı ‘âdet’ haline getiren AKP’nin, Merkez Bankası Başkanlığı konusundaki ilginç tavrı, haftanın önemli konu başlıklarından biriydi. İktidarca Merkez Bankası Başkanlığı’na getirileceği söylenen Erdem Başçı’nın adının Cumhurbaşkanlığı’na bildirilmediğinin ortaya çıkması, kafalarda soru işaretleri yarattı. Başbakan’ın, eşi türbanlı olan Başçı’yı Merkez Bankası’na atadığı yolundaki iddiaları yalanlamaması da önemli bir gelişmeydi. Hükümetin, Köşk’e Başçı’nın yerine Albaraka Türk Genel Müdürü Adnan Büyükdeniz’i önermesi, Cumhurbaşkanlığı’nın da bu ismi veto etmesi sanıyoruz önümüzdeki hafta içinde de gündemdeki yerini koruyacak. ??? AKP’nin Kamu Personeli Seçme Sınavı’nı (KPSS) devre dışı bırakıp sözleşmeli personele yönelmesi de kadrolaşmanın en önemli halkası olarak haftaya damgasını vurdu. Emine Kaplan’ın haberinde özellikle Milli Eğitim Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı’ndaki atama skandalına dikkat çekildi. ??? Haftanın gündeme damgasını vuran son gelişmesi ise ABD Genelkurmay Başkanı Pace’nin Ankara’ya yaptığı ziyaretti. Önce Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’le görüşen ABD’li komutan, daha sonra da Başbakan Erdoğan’la bir araya geldi. Görüşmelerde Erdoğan’ın Kerkük ve PKK konusunu gündeme getirdiği, Özkök’ün ise ‘‘Terör besleyeni vurur” vurgusunu yaptığı öğrenildi. Pace ve ABD Senatosu Savunma Komisyonu Heyeti’ne, Başbakanlık’ta alt düzey karşılama yapılması ise gözlerden kaçmadı. Bir süredir ABD yönetiminin, AKP iktidarına karşı olumsuz tutumunun dikkat çekici noktaya geldiğinin altını çizelim. ??? Spor dünyasında geçen haftanın en çok konuşulan gelişmeleriyse kupadaki GalatasarayFenerbahçe derbisi ile Galatasaray’daki başkanlık seçimiydi. Kupa çeyrek finalinin rövanşını kazanan ev sahibi ekip olurken turu Fenerbahçe geçti. Ancak bu maçta futboldan çok sahaya atılan binlerce su bardağı gündeme damgasını vurdu. Galatasaray’daki başkanlık seçiminde ise gelenekçilerle yenilikçiler çekişti ve Adnan Polat’ın desteğini alan Özhan Canaydın, 3. kez başkanlığa seçildi. İyi haftalar... lar şeriatın kadın ve erkeğe eşit yükümlülükler, yaptırımlar getirerek uygulanmasını istiyorlar olabilir. Ne var ki böyle bir düzenlemeye de artık ‘‘şeriat’’ deme olanağı yok. Acaba kadınlar, erkeklere de şeriat derken gerçekte istedikleri şeriatın kaldırılması mı? Çünkü başkent Cakarta’da omuzlarını, bacaklarını açıkta bırakan giysiler giyenlere on yıla kadar hapis cezası verilmesini öngören yasaya karşı kadınlar ayaklanmış. Ülkede İslamın yükselişe geçtiği şu sıralarda kadınların bu girişimi alkışlanacak bir tutum. 80 yıllık laik Türkiye’de ise ayrımcılığın bir göstergesi olan sıkmabaşın kamu alanına girmesi için iktidarıyla, taraftar kadınlarıyla birlikte inanılmaz bir savaşım sürmekte. Oysa sabırsızlanmasınlar, 1923 Devrimi’nden yana olanların parçalanıp birleşmemesi karşısında hızla yol alan ‘‘Ilımlı İslam Devleti’’nin yapılanması noktalandığında, sıkmabaşlar da isteklerine rahatlıkla ulaşmış olacaklardır. B AKP’nin Dokunulmazlığı... Merkez Bankası başkanını atayamadı. AKP, Cumhurbaşkanı, başkan adayı ve yardımcı adaylarını veto etti. Çok iyi yaptı.. Biri faizsiz bankacılık Müslüman kandırmacalığı içinde bir bankanın müdürü, bir diğeri uluslararası finans piyasalarının adamı.. Faizsiz bankacılığa inanmış biri, faizle işleyen bir para sisteminin başına niye getirilmek istenir, bilinmez! Adayları veto yiyince, AKP şimdi ne oldu? ‘‘Seçilmişlerin hükmü geçemedi...’’ Hani nerede iktidar olmak?! Her önemli olayda olduğu gibi, AKP iktidarına karşı karnı yumuşak elit kesimimizin sesini yükseltmesi ve ‘‘seçimle iktidar olmuşların bir atama bile yapamamasına’’ veryansın etmeleri gerekir.. Dahası, bu sistemi, demokrasi dışı, biraz da abartarak atanmışların diktatörlüğü ilan etmeleri beklenir!.. Seçilmişler ‘‘kutsal yaratıklar’’ mıdır, yoksa değil midir? Bir kısım elite göre, kutsal yaratıklardır.. Burada bir soru yöneltelim: Seçilmişler mi ‘‘kutsanmalı’’, yoksa (atanmışlar değil!) parlamenter demokratik sistem mi? Bence doğru tartışma ‘‘seçilmişleratanmışlar’’ değil, ‘‘seçilmişlerparlamenter demokratik sistem’’ bağlamında sürdürülmeli. Dünyanın hiçbir yerinde ‘‘seçilmişler’’, iktidara geldiklerinde, istedikleri her şeyi yapamaz ve gerçekleştiremez. Çünkü seçilmişler de, parlamenter demokratik sistemin bir parçası, ‘‘ayağı’’dır! Ama hiçbir zaman bütünü değildir! Sorun burada! ‘‘Küçük elit’’, halkın oyunun mutlaklığını göklere çıkartarak hem dalkavukluk hem yağcılık yapıyor.. ??? Seçim sonuçları, esas olan parlamenter demokratik sistemin, bir asli unsurunun iktidara gelmesiniatanmasını sağlamaktadır. Bu sistemin hükümetiktidardan başka diğer ayakları, muhalefet partisi, yargı, parlamento ve kamuoyudur. İktidar, kuvvetler ayrılığına dayanan sistemin yürütücüsü olarak, kuvvetler ayrılığını kuv ORHAN BURSALI vetler birliğine çevirmeye kalkarsa sistemde sorun çıkar. AKP, bu sorunu çıkarıyor.. Cumhurbaşkanlığı’nı dikkate almayarak, hatta bu makamı da ‘‘kendine benzetmeye’’ ve yargının iplerini eline almaya çalışarak.. sistemin fil ayağı laikliği türbanlıİslamcı laikliğe dönüştürme çabasını sürdürerek.. İktidar bir türbanlılar iktidarıdır.. Türbanlılar iktidarını, gizliaçık, bir tarikat, bir mason örgütü titizliğiyle mutlak ve tek kılmaya yönelik çabaları, faaliyetlerinin belkemiğini oluşturuyor. Varsa yoksa türbanlı.. Bu, yüzde 58’lik bir türbanlı tarikatını, ülkenin yüzde 92’sine dayatmak demektir. Bu durumda, bazı kesimlerin de, seçilmiş partinin meşruiyetini kaybettiğini söyleme hakkı doğar. Öte yandan, zaten bir meşruiyet sorunu var.. Halk oyunu, sandığı ‘‘kutsal’’ kabul edenlerin, AKP’nin oyların yüzde kaçıyla iktidar olduğuna da bakması gerekir. Eğer seçimoy konusunda tutarlı olunacaksa! ??? AKP bir ‘‘türbanlılar diktatörlüğü’’ peşinde! Onlar için, halkın geri kalan yüzde 90’ı kendilerinden değil.. İktidardaki bütün çabaları, atamaları, türbanlı ve kendilerinden olan kesimi yükseltme üzerine kurulu.. AKP, halkı azınlıkçoğunluk, türbanlıtürbansız, bizdenbizden değil, bölmeye dayanan tutumuyla Türkiye’nin partisiiktidarı olabilir mi? Demokrasiyi yaygınlaştıracağı ve sağlamlaştıracağı konusunda toplumun diğer kesimlerinde, parlamenter demokratik sistemin bütün diğer unsurlarında güven yaratabilir mi? Temel sorun burada! AKP kendisine şüphe ile bakılan bir partidir.. Türkiye’de iskambil kâğıtlarından bir fildişi kulesi inşa etmektedir.. Bu kulede tepeye kadar tırmanabilir, Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirebilir, yargının dizginlerini de ele alabilir.. Ama bu bir fildişi kulesidir! Bütün iskambil kâğıdından kuleler güçsüzdür, temelsizdir, zamana dayanıksızdır, sırası gelince ‘‘kelebeğin kanat çırpışı’’ ile çökme eğilimindedir.. AKP bunu mu test ediyor? aşbakan Erdoğan’dan başlayarak hükümet üyelerini, Başbakanlık Müsteşarı’nı ve AKP ileri gelenlerini mercek altına yatırdığınız zaman geçmişlerinde savundukları ve inandıkları düşüncelerin şeriatçı (dinci, İslamcı) olduğu görülüyor... Hiçbiri geçmişini özeleştiriden geçirmemiştir... Ne Recep Tayyip.. Ne müsteşarı.. Ne de ötekiler.. Merkez Bankası’nın başına geçirmek istedikleri kişi de açık seçik faizi haram sayan biridir... Peki, bu kişi faizi haram saymayan bir devlet düzeninde Merkez Bankası’nın başına nasıl oturacak?.. Kuranıkerim’de ayeti var.. Takıyyeye ilişkin bu ünlü ayeti, Taberi şöyle ‘‘tefsir’’ ediyor: ‘‘Bir kimse zorlanırsa ve düşmanlarından kurtulmak için, kalbi karşı çıktığı halde, diliyle küfrü kabul ederse ona ceza gerekmez.’’ Faizi haram sayan kişi ‘‘düşmanlarının’’ baskısı altında takıyye yaparak küfrü kabul edecek, Merkez Bankası’nın başına bir şeriatçı geçecek... Her şey tabak gibi meydanda!.. Cumhurbaşkanı Sezer, iktidara yan gelip oturmuş bu kafalarla karşı karşıya... Peki, yarın ne olacak?.. 4’te 1 seçmenin oyuyla Meclis’in 3’te 2’sini ele geçiren kafa, kendi cumhurbaşkanını seçecek... ? Türkiye nereye gidiyor?.. Bu kafalarla nereye gidilir?.. Bu kafalar Irak’ta işgalciyi bırakmış, birbirini öldürmekle meşgul... Peki, ülkemizdeki Atatürkçüler ne yapıyorlar?.. Ulusalcıların durumu ne?.. Kemalistler nerede?.. ? ‘‘Cumhuriyet Strateji’’ ekini internetten okuyor musunuz? Son sayısında Gözde Kılıç Yaşın’ın yazısını eski Yugoslavya’yı kuran Josip Broz Tito’dan bir alıntı süslüyordu.. Tito 12 Mart 1978’de Yugoslavya’nın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmada demiş ki: ‘‘ Ülkemiz kristal bir küredir. Ben Josip Broz Tito, bu küreyi, ellerimle tutarak değil, alttan nefesimle üfleyerek havada tutuyorum. Umarım benim nefesim tükendiğinde birisi bu görevi devralır. Yoksa kristal küre yere düşer ve tuz buz olur... İşte o zaman dünyanın kaderinin korunması başka ülkelere kalır. Nasır benim dostumdur, ancak ondan önce dünyanın geleceğinin korunması Anadolu’ya düşer. Anadolu’da Kemalistler tarafından kurulan devletin temeli bağımsızlıktır. Bu yüzden Anadolu, dünyanın kaderini kurtarma görevini omuzlarına alır.’’ Peki, bu alıntıyı neden yaptım?.. Tito Kemalistlere güveniyordu... Ne diyelim?.. Vah zavallı Kemalistler, ya da Atatürkçüler, veya ulusalcılar... Çünkü Türkiye de bir ‘‘kristal küre’’ye dönüştü... Hem de takıyyecilerin elindeki bir ‘‘kristal küre’’ye... Yolun Solu Gözüktü mü?.. Ç ok partili demokratik süreçte tüm toplum bireylerinin siyaset yapma hakkı vardır. Emperyalizme ve karanlığa karşı verdiği ve kazandığı savaş sonrası büyük önder Atatürk, arkadaşlarıyla başlattığı devrimlerin olgunlaştırdığı demokrasi; Atatürk’ün silah arkadaşı İnönü tarafından 1940 sonrası kurumsallık sürecine sokuldu. Ulusumuz bireyleri bu demokratik evrensel hakkı ne kadar yaşıyor ve faydalanıyor? Soruyu yanıtlayabilmek için konuyu gelişmiş ülkelerin normlarıyla karşılaştırıp değerlendirmemiz gerekmektedir... Aslında siyasi partiler ve seçmeseçilme yasalarını çağcıl normlara konuşlandıramamış ülkeler için böylesi bir karşılaştırmaya gerek yok diyebiliriz. Özellikle ülkemizin bu bağlamdaki yapılaşmasının çağcıl Batı normlarından çok uzak olduğunu görüyoruz. Eşitlik ve demokrasiden yoksun bu yapının kurgulayıcısının, ŞEVKET ÇORBACIOĞLU ekonomi ve siyasi rant donanımlı egemenlerin olduğunu bilmemize karşın, örgütlülük bağlamında duyarlılıktan yoksun olmamız nedeniyle böylesi egemenleri sürekli kılmaktadır. Bundandır ki ‘‘siyasetin yeniden yapılanma’’ arayışlarında, bilinen bu egemen çevre dışına çıkılamıyor. Doğrusu yeni lider, yeni siyasi kimlikler deyince hep bilinen bu çevreye yakın örgütlülüklerin ve partilerin içindeki grup ve bireyler öne çıkmakta/çıkarılmakta, dolayısıyla siyasette insanlara bıkkınlık veren bilinen aynılıklar tekrar edilmektedir. Yine lider erki ve bu erke tapınan siyasi yağdanlıklar partilerin egemenleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bugünlerde sağda ve solda, bilhassa solda yaşanan ‘‘yeniden oluşum’’ arayışlarının temelinde bu gerçekler yatmaktadır. Bu yadsınamaz realitedir. Çünkü, bugünkü siyasi kaotik yapıdan en az aktif egemenler kadar, edilgen duran bu potansiyel egemenler de sorumludur. Olgunun bu bağlamdaki günümüz temel taşları TİSK, TOBB, TÜSİAD ve Türkİş’tir. Son yıllarda sağ partilerin yanında solu da inşa etme misyonunu üstlenmişlerdir. Hakİş ve MÜSİAD’ın böylesi yaygın bir misyonu yok. Onların misyonu, solun alanına girerek kendilerini inşa etme... Bunu da son on yılda başarılı bir şekilde yerine getiriyorlar. Siyasal İslamın bu inşası bir yerde ‘‘yolun solunu’’ göstermesi açısından önemliydi... DİSK bunu az da olsa gördü denebilir. Solun yeniden yapılanması konusundaki son günlerdeki duyarlılığı bunu gösteriyor. Pazarören Köy Enstitüsü’nden Bir Anı Y ıl 1940, ağustosun ilk haftası. Kayseri Pazarören Köy Enstitüsü’ndeyim. Okulun ilk devresi oluyoruz. Okuyup öğretmen olacakmışız... Henüz ne tür bir okul olduğunu, ilerisini gerisini bildiğimiz yok. Aklımda olan, elimde kitapla efendice okuyup, ‘‘efendi olma, beyefendi olma!’’ gibi düşüncem birdenbire silindi!.. Sıkıntı duydum. Hemen geri dönmek istedim ama... Yakası çok düğmeli, golf pantolonlu giysimi giyip gıcır potine de ayaklarım girince, pineli çarıktan kurtulmanın rahatlığını da duymadım değil... Okul müdürümüz Sabri Kolçak, okşayıcı, sevecen bir konuşma yapmıştı: Yatakevi yapmak için önce çamurdan kerpiç yapmak gerekiyormuş. İkinci devre gelecek arkadaşlara yatakevi yapacağımıza alışamadık; ama yine de tüm öğrenciler hemen soyunup sokulduk!.. İki ay sonra Tonguç’un geleceği duyuldu: Köy Enstitülerinin kurucusu, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç. (Sonraları ‘‘Tonguç Baba’’ demeye alıştık.) Hemen çevre temizliğine başlandı. İşyerleri, derslikler, üst baş bir bir gözden geçirildi. Köy Enstitüleri, bir bütünlük içinde olarak; çok amaçlı yeni tip okul olmasına karşın, alışılmış gösterişli teftiş hazırlığının gereksizliğini de sonradan anlayacağız... Tonguç Baba gelince, öğrencilerin okul salonunda olmalarını istemiş. 184 öğren ARİF BAŞ ci duvar boyu tek sıralı olarak dizildik. Çıt yok. Küçük yüreciğimiz hızlı çalışıyor... Aldığımız aile eğitimiyle büyükler yanında terbiyeli olmak duygusuyla birlikte, bir büyük adamı ilk kez görebilme hevesinden de olsa gerek, öylesine heyecan duyuyorduk. SESSİZLİĞE GÖMÜLDÜK Az sonra görünen Tonguç Baba’nın ‘‘nasılsın’’ sorusuna yanıt olarak ‘‘sağol’’ diye gürleyen sesimizden sonra, yine sessizliğe gömüldük. Tonguç Baba tek tek gözlerimize baka baka dolaştı. Şimdi anımsamadığım bir şeyler sormuştu. Hiçbirimizden ses çıkmadı. Sorusunu yineledi, yine ses yok!.. Sakınganlığımız, utangaçlığımız üstümüzdeydi. Orta Anadolu’nun bozkırından gelen, tane zeytini ilk görünce erik kurusu sanan biz çocuklardan hemen ileri atılarak konuşmak, kolay olmuyordu. Soruyu bilenler de suskundu sanırım... Tonguç Baba az durdu, cebinden çakısını çıkardı ve sordu: ‘‘Kim at gibi kişnerse bu çakıyı ona vereceğim!’’ Sessiz gülümsemeler oldu, ama at gibi kişneyecek biri çıkmadı. Soru yinelenince bir parmak göründü: Arkadaşımız Kemal Kavraal, at gibi kişnemeye başladı! Öyle bir kişnedi öyle bir kişnedi ki, böyle kişnemeyi geriden duymuş olsaydık Köroğlu’nun atı sanırdık... Kişnemenin arkasından alkış başladı. Hepimiz rahatlamıştık ve önümüz açılmıştı... Artık kıpırdamalar, gülüşmeler, konuşmalar başlamıştı... Küçük gibi görünen ‘‘kişneyişle’’ konuşmalara başlayışımızın, kendine gelme ve yurtiçinde söz sahibi olmanın bir çekirdeği olacağını da sonraları kavramış olacaktık... Yüzyıllar boyunca, bilinçsizliğe, uyuşukluğa bırakılmış bozkır insanı; yol isteyen at gibi olmaya başlamıştı. Böyle bir başlangıç, elbette verimli yılları getirecekti. Köy Enstitüsü kurumlarında yetişen toplam 17 bin dinamik öğretmen, hızlandı köye doğru... Bunu sağlayan ise, Köy Enstitülerinin kurucusu, büyük eğitimci, derin kültürlü Tonguç Baba ile Bakan Hasan Âli Yücel oluyor... Kafayla kolun birleşmesiyle eğitim gören bizler de yeni tip okul, yeni tip öğretmen olarak halkın yanında, hakkın yanında ve yurt yüzeyinde yankılanan sesimiz, Köroğlu’nun atının sesine benzemeye başladı... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle