23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

17 MART 2006 CUMA dizi ATATÜRK, 1 MART 1924’TE ‘DİN İLE SİYASET AYRILMALI’ DİYEREK MECLİS’TE GÖRÜŞÜNÜ BİLDİRDİ ‘Hilafet Ordusu sadece acı getirdi’ stanbul’da bu gelişmeler sürerken, Ankara’da, Meclis’teki Kuvayı Milliyeciler yerlerinde duramıyor, hop oturup hop kalkıyorlardı. Bu kadar büyük gayretler ve yapılan savaşlar İstanbul’da hainlik yapanlar için miydi? İşte, bu noktada 22 Kasım 1923 tarihinde, CHP parti grubu toplantısında, grup Rauf Bey’i adeta sınava çekti. Rauf Bey’in Cumhuriyet’in ilanını uygun görmediği yolunda, İstanbul gazetelerinde çıkan açıklamalarının, Cumhuriyet’i sarsıntıya uğrattığı belirtildi. Rauf Bey, yanlış anlama olduğunu, eleştirmek istediği noktanın ‘‘yapılan iş’’ olduğunu belirtti. Bu noktada Atatürk Söylev’de şunları söyler: ‘‘Padişahlıktan Cumhuriyet’e geçebilmek için, herkesçe bilindiği gibi, bir geçiş dönemi yaşadık. Bu dönemde iki düşünce iki görüş, birbirleriyle durmadan çarpıştı. O düşünce CUMA YAZILARI ORHAN BURSALI C 9 İ lerden biri padişahlığın sürdürülmesi idi. Bu düşünceyi benimseyenler belli idi. Öbür düşünce, padişahlığa son vererek Cumhuriyet kurmaktı. Bu bizim düşüncemizdi. Biz düşüncemizi açıkça söylemekte, ilk zamanlar sakınca görüyorduk. Ancak düşüncemizi saklı tutup elverişli bir zamanda uygulayabilmek için, padişahlığı tutanların düşüncelerini yavaş yavaş uygulama alanından uzaklaştırmak zorunda idik. Yeni yasalar yapıldıkça, özellikle Anayasa yapılırken, padişahlar, Padişah ve Halife’nin hak ve yetkilerinin açıkça belirlenmesi için dayatıyorlardı. Biz, bunun zamanı gelmediğini, ya da gereği olmadığını söyleyerek, o yanı kapalı geçiştirmeyi yararlı görüyorduk. Devletin yönetimini Cumhuriyet’ten söz etmeksizin, ulusal egemenlik ilkelerine uygun olarak, her gün Cumhuriyet’e doğru yürüyen bir biçimde derleyip toparlamaya çalışıyorduk.’’ (Söylev, Cumhuriyet yayını, s. 387) ‘BİR ULUSUN KUTSAL ÜLKÜSÜ’ İsmet İnönü’nün bu grup toplantısında yaptığı konuşmayı Söylev’de Atatürk, ‘‘İsmet Paşa’nın her zaman okunması yararlı olan kimi sözlerini bilgilerinize sunacağım’’ diyerek vermiştir. Şöyle ki: İsmet Paşa: ‘‘Köklü bir devlet biçimi söz konusu olduğu zaman düşüncelerimiz ve duygularımız gizli kalmaz. Gözetleyen bütün bir dünya vardır’’ dedikten biraz sonra: ‘‘Cumhuriyet ilanı, bir ulusun kutsal bir ülküsü, bir ateşi gibi ortalığı sarar. Cumhuriyet ilan olunduğu zaman, Cumhuriyet’e kavuşan ulusun bütün ateşini gösteren her türlü belirtiler ortaya çıkar. İ zmir toplantısından sonra Atatürk, 1 Mart 1924’te Meclis açış konuşmasını yaptı. Bu konuşmada özellikle dinin siyasetten ayrılmasını istedi. Atatürk konuşmasında ‘‘... İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde, bir siyaset vasıtası durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini duyuyoruz. Kutsal ve ölümsüz inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve değişken olan her türlü çıkar ve aşırı isteklere sahne olan siyasadan ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin şekilde kurtarmak, ulusun bu dünya ve öteki dünya ile ilgili mutluluğunun emrettiği bir zorunluktur. Ancak bu sayede İslam dininin yüksekliği belirir.’’ Eğer bir ülkede Cumhuriyet’in ilan olunduğu günlerin üçüncüsünde, beşincisinde, egemenlik hakları kaldırılmış bir Padişahoğlu ortaya çıkar da karşıt durum alırsa.. dünya ve dünya düşünürleri bu Cumhuriyet’in gücünden kuşku duyar’’ sözleriyle başlayarak, Cumhuriyet’in ilanı üzerine İstanbul’daki tutumun dokuncasını açıkladı (...). İsmet Paşa, Rauf Bey ve arkadaşlarının halife’yi gidip görmelerine değinirken şunları söyledi: ‘‘Halife’yi gidip görmek, halifelik sorunu ile ilgilidir. Devlet adamı olarak hiçbir zaman unutamayız ki, Halife orduları bu ülkeyi baştan başa yıkıntıya çevirmişlerdi. Halife orduları kurulabileceğini hiçbir zaman gözden uzak tutmayacağız... Türk Ulusu, en büyük acıları halife Ordusu’ndan çekmiştir; bir daha çekmeyecektir. Bir halife fetvasının, bizi Birinci Dünya Savaşı uçurumuna attığını hiçbir zaman unutmayacağız. Bir halife fetvasının, Ulus ayağa kalkmak istediği zaman, ona düşmanlardan daha alçakçasına saldırdığını unutmayacağız. Tarihin herhangi bir döneminde, bir halife, bu ülkenin yazgısına karışmayı aklından geçirirse, hiç kuşku yok, o kafayı koparacağız!’’ (Söylev, a.g.e. s. 388) CHP grubu bilenmişti. Cumhuriyet düşüncesi hemen hepsini sarmıştı. İstanbul, Köylüler, Tüneller Ü Ankara’nın rahatsızlığı üst düzeyde M ustafa Kemal, 1924 yılının Ocak ayı başlarında İzmir’e gitti. Şubat ortasında da İzmir’de bir savaş oyunu uygulaması yapılacaktı. İşte bu sırada, 22 Ocak 1924’te, halife adına halifenin başyazmanı imzasıyla Başbakan İsmet İnönü’ye bir mektup geldi. Bu yazıda ‘‘İstanbul’a gelen hükümet üyeleriyle, yüksek dereceli devlet görevlilerinin İstanbul’a gelişlerinde halifeyi ziyaret etmemelerinden ötürü halifenin büyük üzüntü duyduğu’’ belirtiliyordu. Ayrıca halifeliğe, gücünü aşan ve görevinin yükümlülüğü dışında kalan harcamalar için ‘‘Halifelik hazinesine’’ devlet bütçesinden yardım yapılması isteniyordu. Başbakan İnönü, bu yazıyı bir şifre ile derhal İzmir’de bulunan Cumhurbaşkanı Atatürk’e bildirdi. ‘ABDÜLMECİT ATALARININ YOLUNU İZLİYOR’ Cumhurbaşkanı aynı gün, Başbakan İnönü’ye verdiği yanıtta, “...halife iç ve özellikle dış yaşayışıyla ataları olan padişahların yolunu izler gibi görünmektedir’’ diyerek Abdülmecit’in davranışlarındaki yanlışlara dikkati çekiyordu. Cumhurbaşkanı Atatürk ayrıca, TBMM’nin koruması altında olan halifeliğin ‘‘ne din ne de siyasa bakımından hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur. Halifelik makamı bizce olsa olsa tarihsel bir anı olmaktan öte bir önem taşımaz’’ diyor ve ekliyordu: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti ileri gelenlerinin ya da resmi kurullarının kendisiyle görüşmesini istemesi bile Cumhuriyet’in bağımsızlığına açık saldırıdır... Kendisiyle Cumhuriyet Hükümeti arasındaki yazışmalarda başyazmanını aracı kılması da yersizdir... Halifelik hazinesi yoktur ve olamaz...’’ dedikten sonra ‘‘Halife, kendisinin ve orununun ne olduğunu, açık olarak bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükümetçe sağlam ve köklü önlemler alınmalıdır’’ dedi. Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden çıkarken. Tarihi karar İzmir’de tartışıldı Atatürk, 2 Şubat 1924’te İstanbul gazetelerinin başyazarlarını İzmir’e davet etti ve 4 Şubat’ta gazetecileri kabul ederek görüşmeler yaptı. 5 Şubat’ta gazetecilere verdiği yemekteki konuşmasında şunları söyledi: ‘‘...Türkiye basını, ulusun gerçek ses ve iradesinin belirtisi olan Cumhuriyet’in etrafında çelikten bir kale oluşturacaktır. Bir fikir kalesi, düşünüş kalesi.. Basın mensuplarından bunu istemek, Cumhuriyet’in hakkıdır. ’’ (Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, İş Bankası, 1992, s. 244) İzmir’de 15 Şubat22 Şubat 1924 tarihleri arasında düzenlenen savaş oyunları nedeniyle, Başbakan İsmet İnönü ve Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp de İzmir’e geldiler. Zaten Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve diğer komutanlar İzmir’de bulunuyordu. Harp oyunları sırasında halifelik konusu masaya yatırıldı, tartışıldı ve bir noktada uzlaşmaya varıldı. Atatürk Ankara’ya döndü ve 1 Mart 1924’te Meclis açış konuşmasını yaptı. Bu konuşmada özellikle dinin siyasetten ayrılmasını istedi. Atatürk’ün bu önemli konuşmasından açıklayıcı bir paragraf aşağıya alınmıştır: ‘‘...İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılageldiği şekilde, bir siyaset vasıtası durumundan uzaklaştırmak ve yüceltmek gereğini duyuyoruz. Kutsal ve ölümsüz inançlarımızı ve vicdani değerlerimizi, karanlık ve değişken olan her türlü çıkar ve aşırı isteklere sahne olan siyasadan ve siyasetin bütün kısımlarından bir an önce ve kesin şekilde kurtarmak, ulusun bu dünya ve öteki dünya ile ilgili mutluluğunun emrettiği bir zorunluktur. Ancak bu sayede İslam dininin yüksekliği belirir. ’’ (TBMM Zabıt Ceridesi, II. Cilt VII, s. 68 kısmen sadeleştirildi.) Meclis’te beş saatte yasalaştı lkemiz, özellikle IMF’nin ekonomi politikaları sayesinde, müthiş bir sosyolojik süreç yaşıyor. Bu sürecin odağında, köylülüğün çözülmesi olgusu var. 1015 yıl öncesine kadar, nüfus istatistiklerine göre, ‘‘kırsal kesim’’de yaşayanların oranı yüzde 50’nin üzerindeydi! Herhalde 1960’larda yüzde 60’ların! Süleyman Demirel ve daha birçoklarının ekonomi politikaları köylülerin menfaatlarını korumaya dayanıyordu. Bütçenin önemli bir kısmı köylülere aktarılıyor, ancak modern tarım politikaları ıska geçiliyordu! Demirel, ‘‘Çoban Sülü’’olarak bu nedenle parladı! Ama o modernleşmenin babası olamadı! Demirel her zaman ağırlıklı olarak ‘‘köylü muhafazakârı’’ olarak davrandı.. Türkiye’nin sanayileşmesi ve modernleşmesi ise bu nedenle hızlı gelişemedi.. Tarımı da modernleştiremeyince; büyük ölçekli, verimi yüksek ürün alınamayınca, Türkiye dünya sahnesinde, ucuz emekten başka rekabet edebilecek bir ekonomiye sahip olamadı.. tarım da battı! ??? Yüzde 50’lik ‘‘tarım ve köylülük’’ yapısını IMF, tarıma sübvansiyonu yasaklayarak çözdü. Ekonominin yapısı hızla değişmeye başladı. Köylü nüfusunun oranı bugün yüzde 38! Son beş yılda sanırım yüzde 6’lık bir göç yaşandı! Devlet kaynaklarından yansıyan hesaplara göre, önümüzdeki beş yıl içinde bu oran yüzde 34’lere, 10 yıl içinde yüzde 29’lara inecek! Demek ki 20 yıl içinde köylülük oranı, kaba bir kestirimle yüzde 20’lerde olacak! Bu ekonomik hayatın dönüşümü zaten rakamlara da yansıyor: Milli gelirde hizmet sektörünün payı yüzde 62, sanayi sektörünün payı yüzde 26 ve tarımın payı ise yüzde 12! Tarım, yüzde 38’lik nüfusuyla yüzde 12’lik bir ‘‘parasal değer’’ gerçekleştiriyor! Tarihsel, sosyolojik olarak, eski değerleriyle köylülük zaten bitmek zorunda. Ama ‘‘köylü muhafazakâr’’lığın ideolojisi şüphesiz kentlerde sürecek. Kentlerde dönüşüm hızı ve ivmesi zamanımızda bu süreci epey kısaltabilir! ??? Şimdi bu durumdan çıkarsamalar yapalım: 1) Köylüler kentlere, tabii ki hâlâ altın yumurtlayan bir nolu kent olan İstanbul’a akıyor.. 2) Köylüler, her türlü en ucuz emeği kullanabilecek yapıdaki ‘‘hizmetler’’ sektörü ile tekstil gibi eski sanayi ve artıklarının ucuz işci deposunu oluşturacak.. Hatta tekstil sektörü bugün biraz Çin’deymiş gibi çalışıyor! 2.5 milyon tekstil çalışanı ve 800 bin kadar sigortalı! 3) Bu anlamda Türkiye’de emek fiyatı düşüklüğünü sürdürecek.. Çünkü yatırımların ve dolayısıyla yeni iş sahalarının açılması ve istihdamın artış hızıyla köylülüğün çözülmesi ve kentlere göç hızı (ve nüfus artış hızı) aynı değil. Birincisi yavaş, ikinciler hızlı işliyor! 4) Buna paralel, teknolojik sanayinin Bilgi Toplumu insanına ihtiyacı da artacak! ??? Şimdi bu analizden, İstanbul, ulaşım ve tünel politikaları için de çıkarsama yapalım: İstanbul’un nüfusu, bu çözülme ile 15 ve 20 milyona doğru yollanacak.. Ve kentte toplu taşıma ile ulaşım ihtiyacı bugünü katlayacak! İstanbul’un bir numaralı sorunu, hızlıkitlesel ulaşımı sağlamaktır! Bunun da ancak toplu taşımaya birinci derece öncelik vermekle ve ulaşım kaynaklarının yüzde 75 ve fazlasını bu çözümlere harcamakla gerçekleşebileceğini, ilkokul çocukları biliyor.. Ama yöneticiler, arabaları Taksim’den havaalanına 17 dakikada ulaştırmak için, 7 tepeye 7 tünel gibi hovardaca bir hedefi gerçekleştirmek için, kaynaklarımızı har vurup harman savurmaya hazırlanıyorlar.. Kentin ihtiyaçları ile yöneticilerin ihtiyaçları farklı! Bizim hızlı ulaşıma, onların ise on yıllar sürecek ve kaynaklarımızı tüketecek karadelikler yaratmaya ihtiyacı var! Durdurun bu projeyi! obursali?cumhuriyet.com.tr. 2 Mart 1924 tarihinde toplanan Parti Grubu’nda konu artık olgunluğa erişmişti. Hazırlanan üç yasa tasarısının Meclis’e hükümet tarafından değil, milletvekilleri tarafından getirilmesine karar verildi. ÜÇ TASARI 1 Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve 53 arkadaşının tasarısı: Halifeliğin kaldırılması ile Osmanoğulları soyundan olanların Türkiye dışına çıkarılması. Bu tasarıyı imzalayanlar arasında: Yunus Nadi, Mazhar Müfit Kansu, Kılıç Ali, Celal Nuri İleri, Vasıf Çınar, Recep Peker, Ağaoğlu Ahmet, Refik Koraltan, Ruşen Eşref Ünaydın ve Tunalı Hilmi vardı. 2 Siirt Milletvekili Halil Hulki Efendi ve 57 arkadaşının tasarısı: Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Genelkurmay Başkanlığı’nın kaldırılması. 3 Saruhan (Manisa) milletvekili Vasıf Çınar ve 57 arkadaşının tasarısı: Tevhidi Tedrisat (Öğrenim Birliği Yasası) Bu tasarıyı da Yunus Nadi, Celal Nuri İleri, Kılıç Ali, Cevat Abbas, Şükrü Kaya, Recep Peker, Hacim Muhittin Çarıklı gibi devrimci Kuvayı Milliyeciler imzalamıştı. Bu yasalar üzerindeki görüşmeler ve tartışmalar beş saate yakın sürdü. Özellikle halifeliğin kaldırılışı konusunda Gümüşhane milletvekili Kadirbeyoğlu Zeki ve Dadaylı Halit Bey karşıt görüşler ileriye sürdüler. SEYİT BEY’İN KONUŞMASI Adalet Bakanı ve İÜ Öğretim Üyesi Seyit Bey, çok önemli bir konuşma yaptı. Seyit Bey, halifelik kurumunun gelişme aşamalarını incelediği konuşmasında, Hz. Peygamber’in bir hadisini okudu. Hadiste şöyle deniliyordu: ‘‘Benden sonra halifelik otuz senedir. Ondan sonra ısırıcı saltanata döner.’’ Bu hadisin okunmasından sonra Seyit Bey, halifeliğin şeriat açısından niteliklerini de sergileyen bilimsel açıklamalarda bulundu. Seyit Bey, fıkıh kitaplarında ‘‘İmamın, peygamberin kabilesi olan Kureyş’ten olması’’ gerektiğinin yazıldığını da sözlerine ekledi. SÖYLEV’DEN YASANIN ETKİLERİ Atatürk, Söylev’inde bu konuda şöyle diyor: ‘‘Önerge verenlerden başta rahmetli Seyit Bey’in ve İsmet Paşa’nın bilimsel ve inandırıcı söylevleri her zaman için okunmaya değer.’’ Bu yasaların kabul edilmesinin Türk siyasal ve toplum sal yaşamındaki etkilerini Atatürk, Söylev’de şöyle belirtmiştir: ‘‘Bu yasalarla: a) Türkiye Cumhuriyeti’nde, halkın işleriyle ilgili yasaları yapmaya ve yürütmeye yalnız Türkiye Büyük Millet Meclisi ile onun kurduğu hükümetin yetkili olduğu saptandı; Şeriye ve Evkaf Bakanlığı kaldırıldı. b) Türkiye içindeki bütün bilim ve öğretim kurumları, bütün medreseler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. c) Halife görevinden çıkarıldı ve halifelik orunu kaldırıldı. Çıkarılan Halife’ye ve Osmanoğulları soyundan olanların hepsine Türkiye Cumhuriyeti ülkesinde oturmak süresiz olarak yasaklandı.’’ (Söylev, Cumhuriyet Yayını, s. 392393) SÜRECEK Piriştina için ski İzmir Büyükşehir Belediye BaşkaE nı Ahmet Piriştina’nın ölüm yıldönümünde açılması planlanan ve 10 bin elin bir araya gelmesiyle oluşturulacak anıt heykel çalışmasına el kalıplarını vererek katılmak isteyenler, bunun için kurulan çadırın önünde uzun kuyruklar oluşturuyor. Çalışma için Alsancak vapur iskelesi önüne kurulan çadırda 10 kişilik bir ekiple birlikte 3 haftada 3 bin 500 el kalıbının çıkarıldığı belirtildi. Hedef 10 bin el kalıbına ulaşmak. Piriştina ailesi de heykel için ellerinin kalıbını vermiş. Çalışmayı 10 kişilik ekibiyle yürüten heykeltıraş Ekin Erman, anıt heykelin, Piriştina’nın ölüm yıldönümü olan 15 Haziran gününe yetiştirilmesine çalışıldığını ifade etti.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle