03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 C YALÇIN PEKŞEN haberler KEMAL UNAKITAN’IN LİKİT YUMURTALARI 17 MART 2006 CUMA SÖZDEN YAZIYA GÜRAY ÖZ Faturalar... li hevesleri de gündemden düşmüş değildir. Irak’taki amaçlarına, yani ülkeyi parçalama ve köşe başlarını tutma amacına büyük ölçüde ulaşmış bulunan ABD, şimdi silahlı güçlerini yeniden konumlandırmak ve bölgeyle ilgili yeni hedeflerine kolayca ulaşmak istemektedir. Bu kez Irak işgalinde gönlünce kullanamadığı Türkiye’yi kullanabilmenin gereklerini yerine getirebilmek için canla başla çalışmaktadır. Dışişleri Bakanı’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nde ABD ile birlikte çalıştıklarını açıklaması ve amacın bölge ülkelerine ‘‘demokrasi getirmek’’ olduğunu belirtmesi de getirilen demokrasinin nasıl bir şey olduğu artık anlaşıldığına göre, bir başka faturanın gerekçesini oluşturmaktadır. Peki herkes farkında mı durumun? ??? Yapılan kamuoyu yoklamaları, AKP’ye yakın çevrelerin yaptırdıkları dahil, halkın bu gerçeğin farkında olduğunu gösteriyor. Farkında olmayan ya da daha açık söylemeli, sorulduğunda eveleyip geveleyenler, gözlerini başka tarafa çevirenler, çıkar sözünü pek dar yorumlayanlar, kendi kısa vadeli siyasi çıkarlarıyla özdeşleştirenlerdir. Oysa gün kısadır. Bir bakarsınız bütün ağırlığıyla geçivermiş zaman. Geçip giden zaman içinde ödenmiş tefeci faturaları yeniden gözden geçirilir. Bazen beklemek, belgelemek ve biriktirmek önem kazanır. Ünlü bir Fransız filozofun dediği gibi... ‘‘Gelecek uzundur.’’ [email protected] ‘Dört köşe’ yumurta millete ‘yamuk’ geldi L ikit Unakıtan yumurtası beklenen satışa ulaşamıyor. Bunda yumurtacı esnafının karşı propagandası kadar, Kemal Abi’nin de rolü var gibi görünüyor. Kristof Kolomb’dan beri yumurtayı, düz bir zemine ‘dikine’ oturtmak mümkün olmamıştı. Ülkemizde bu şeref sonunda Unakıtan ailesine nasip oldu. Fakat ‘ucuz, hijyenik, taşınması kolay, kırılma zahmeti olmayan, mutfağı kirletmeyen, rahat çalışma olanağı sağlayan likit yumurta’ piyasada beklenen satışa ulaşamadı. (Şimdilik diyelim...) Küçük satış noktaları (bakkallar ve şarküteriler) bir yana, büyük marketlerin bile çoğunda hâlâ bulundurulmuyor. Ben neredeyse İstanbul’un altını üstüne getirdim, bir tek yerde rastlayabildim: CarrefourSA... Bulmuşken en küçük paketten (1/4 kg) bir tane satın aldım. Fiyatı 0.75 YTL idi ve kutunun üzerinde 6 yumurta eşdeğeri olduğu belirtiliyordu. Hemen yanında bulunan ‘Köylüm’ marka yumurtanın 6 tanesi ise yine 0.75 Ykr’ye satılıyordu. Ancak bu yumurtaların 6065 gram aralığında oldukları (60 gramdan 6 yumurtanın en az 360 gram olduğu) belirtiliyordu. YURTTAŞIN ‘DOĞAL’ TALEBİ Böylece Unatıkan yumurtalarının en önemli reklam sloganı olan ‘ucuzluğu’ doğrulanamıyordu. CarrefourSA yöneticileri ile yaptığım konuşmadan çıkardığıma göre Unakıtan yumurtaları ‘henüz kapış kapış gitmiyordu.’ Hatta satışı arttırmak için müşteriler arasında özel propaganda elemanları dolaştırıldığı halde, halkın doğal yumurtaya olan talebi kırılamamıştı... Bunun nedenini CarrefourSA’cılar ‘anlayamamışlardı’. Çünkü sıvı yumurta her açıdan daha cazipti. En önemlisi taşınırken kırılma riski yoktu ve hijyenik olduğu kesindi ama galiba halk, alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyordu. Acaba olay sadece alışkanlık sorunu muydu? BİR YAMUKLUK MU VAR? Benim bakkal ve şarküterilerde daha önce yaptığım küçük bir soruşturma, bu işte doğal yumurta satıcılarının yaptığı aleyhte propagandanın da rolü olabileceğini ortaya çıkardı. Satıcıların ‘dört köşe yumurta’ya kanları ısınmamıştı. Çünkü onlara göre: Unakıtan yumurtalarının kuş gribi salgını sırasında toplanmış yumurtalar olup olmadıkları belli değildi. Yoksa kabuğu çatlamış (‘ıskarta’ denilen ve mikrop taşıma riski bulunan) ve halk pazarlarında değerinin dörtte birine ‘fakir fukara, garip gurebaya’ satılan yumurtalar mıydı? Bir de piyasada ‘işe yaramaz’ denilen, normal yumurta boyutlarına göre çok küçük yumurta birikimi vardı. Bu yumurtaları çarşı pazarda bile satmak mümkün değildi. Acaba Unakıtan’ın firması ‘cimcime’ tabir edilen bu yumurtaları mı topluyordu? Çünkü bu yumurtalar da normal yumurtanın yarı fiyatına satılıyordu. Ayrıca likit yumurtayı açtığınız zaman kutuyu bitirmek zorunluluğu vardı. (Üzerinde ‘4 gün içinde tüketilmelidir’ yazıyor) Esnafa göre yumurtanın açıldıktan sonra 4 gün beklemesi olanaksızdı. O yüzden likit yumurta sadece fırıncı ve pastabörekçi esnafının işine yarayabilirdi. Kısacası, ‘dört köşe’ yumurta bizim vatandaşımıza biraz ‘yamuk’ görünüyordu. N eden borçlandığımızı pek bilen yok. Ama faturalar bir bir önümüze konuyor. Son faturalardan birisi Fırat ve Dicle’nin uluslararası denetime verilmesi istemidir ve ‘‘müzakere’’ belgesindeki yerini görünce, bakanlık yetkilileri sanki ilk kez duyuyormuşçasına ‘‘şaşkınlık’’ içinde kalmışlardır. Gerçekte şaşıracakları bir durum yoktur. Avrupa BirliğiTürkiye macerasının her aşamasında karşımıza çıkan ve daha da çıkacak olan bu türden tuzaklara dikkati çekenlerin sayısı epeycedir. AB Komisyonu’nun Türkiye için hazırladığı belgede, Türkiye’deki uluslararası su yollarının, yani sınır aşan nehirlerin, yani Fırat ve Dicle’nin uluslararası bir kurul tarafından yönetilmesi gerektiği, açık açık yazılmıştır. Bakanlık yetkilileri ve bu arada Dışişleri Bakanlığı konu ile ilgili açıklamasında, açıkça ‘‘hayır böyle bir şey yoktur, böyle bir şey olmayacaktır’’ diyememektedirler. Nasıl desinler. AB Komisyon belgesi ortada. ??? Peki bu kadar mıdır? Uzun bir süredir isteklerini açıkça söylediği zaman yoğun bir halk tepkisiyle karşılaşan ABD de, artık planlarını sessizce gündeme getirmekte ve yine sessizce halletme yolunu tercih etmektedir. Fısıldanan isteklerden birisi Boğazlarla ilgilidir. ABD, Montrö Antlaşması’na uygun düşmeyen çaptaki savaş gemilerini de Karadeniz’e çıkarmak istemektedir. ABD’nin Trabzon ve Karadeniz’deki diğer limanlarımızla ilgi Neden Unakıtan’ın icraatları mı? Nedense esnaf ve tüketici ‘Unakıtan’ denilince, taze yumurtaların toplanıp, steril ortamda kırıldıktan ve pastörize edildikten sonra paketlenmiş olacağına pek inanamıyordu. Ne yalan söylemeli, benim aklıma başka nedenler de geliyordu. AKP’nin iktidara gelişinden beri Maliye Bakanlığı’nı yürüten Kemal Unakıtan’ın adı gündemden düşmemişti. Anımsanacağı gibi... Maliye Bakanı önce kendisine ait vergi borç, ceza ve gecikme faizlerini bizzat affeden Maliye Bakanı olarak Türkiye Cumhuriyeti maliye tarihine hızlı bir giriş yapmıştı. Ardından kendi kaçak villalarını da kendisi yasallaştırmıştı. Galataport ihalesini neredeyse üste para ödeyerek vermeye çalıştığı Ofer’le ‘görüşmedim’ demiş, sonra görüştüğü ortaya çıkınca Ben herkesle görüşürüm.. demişti. Ardından aynı kişinin uçağıyla ‘Honkong’a gitmedim’ demiş, gittiği anlaşılınca da sanırım, Ben her yere giderim.. demişti Unakıtan ailesinin Baba Unakıtan’ın Maliye Bakanlığı süresi içinde arsa zengini olduğunu kendi partisinin milletvekilleri açıklamışlardı.. Oğlunun firması düşük KDV’li mısırı yurda getirdikten sonra, başında babasının bulunduğu Maliye teşkilatı tarafından mısırda gümrük tarifeleri yükseltilmişti... Buna karşılık oğlunun firması likit yumurtayı ürettikten sonra başında babasının bulunduğu Maliye teşkilatı tarafından likit yumurtanın KDV’si indirilmişti. Aileye ait şirketlerin devlete KDV ödemedikleri gibi devletten alacaklı oldukları ortaya çıkmıştı. Kızının İngiliz Vodafone şirketinin Telsim’le olan ilişkilerinde aracılık yaptığı anlaşılmıştı. YUMURTA TADI YOK Benimki elbette bir faraziye: Kemal Abi’nin oğlunun yumurtası bu... Sakın altından yine bir çapanoğlu çıkmasın.. diye düşünülmüş olabilirdi yani... Yoksa mis gibi yumurtanın neden talibi olmasın? Laf aramızda, CarrefourSA’dan aldığım 1/4 kg’lık likit yumurtayı omlet yapıp yemeyi planlamıştım. İki fincanını (iki yumurtaya denk geliyor) tavaya dökmeden önce, halismuhlis köy tereyağını hafifçe ısıtıp üzerine kırmızı biber, karabiber ve tuz da eklemiştim. Ancak birinci lokmadan sonra yemeye devam edemedim. Psikolojik nedenlerle mi bilmiyorum, Unakıtan yumurtası bana özlediğim tadı vermedi. Üstelik çok sevdiğim ve kolesterol sorunlarım yüzünden neredeyse ayda yılda bir yiyebildiğim halde. Geriye kalanı çöp tenekesini boylarken mis gibi tereyağı da ziyan oldu. Middlesex Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Mehmet Ali Dikerdem, Dr. Tunç Aybak, Prof. Dr. Gerald MacLean ve gazeteci Andrew Finkel, ‘‘Writing Turkey’’ başlıklı konferans hakkında bilgi verdiler. (KADİR TİPİ) MIDDLESEX ÜNİVERSİTESİ Londra’da Türkiye konuşulacak MUSTAFA KEMAL ERDEMOL LONDRA Middlesex Üniversitesi’nin düzenlediği ve çok sayıda akademisyen ile yazarın katılacağı Türkiye konulu bir konferansın mayıs ayının ilk haftasında gerçekleştirileceği bildirildi. AB’ye girmeye hazırlanan Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı yeni zorluklar, Batı ile Doğu arasındaki köprü konumu ve Batı’nın Türkiye’ye bakışının da tartışılacağı toplantıya Mehmet Ali Birand, Elif Şafak, Emine Özdamar gibi çok sayıda konuşmacı katılacak. YENİ PROJELER İÇİN FIRSAT Middlesex Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Mehmet Ali Dikerdem, düzenlediği basın toplantısında konferansla ilgili bilgiler verdi. Konferansın Türkçe konuşan toplumla yakın ilişki içinde olan Middlesex Üniversitesi’nin yeni projeler üretmesine yol açacağını belirten Dikerdem, bunlardan birinin ‘‘Anadolu’dan Green Lanes’e’’ adlı proje olduğunu kaydederek, London School of Economics’de olduğu gibi Middlesex Üniversitesi’nde de bir Avrupa Türkleri kürsüsü kurulmasına çalışıldığını vurguladı. Dr. Dikerdem, iki yılı aşkın bir süredir ‘‘Türkçe Konuşan Toplumun Kültürel Arşivi’’ni oluşturmaya çalıştığını da belirterek şunları söyledi: ‘‘Middlesex Üniversitesi’nde Kıbrıslı Türkler de dahil olmak üzere 7 Türk öğretim görevlimiz var. Bunu Avrupa Türkleri projemizde değerlendirmemiz gerekiyor. İkinci olarak da Türkçe konuşan toplumun kültürel arşivini oluşturmalıyız. Bu ülkeye gelişimizden itibaren yazılı, sözlü ne varsa bir araya getirmek çok yararlı olur. Bunun için önümüzde ‘Brixton Black Cultural Archive’ gibi çok iyi de bir model var. 1948 yılında İngiltere’ye gelen 492 Jamaikalıdan bu yana ne varsa kaydı tutulmuş durumda. Buna benzer bir çalışma için birtakım girişimlerimiz var. Üçüncü olarak gerçekleştirmek istediğimiz bir proje de Londra’da üniversite eğitimi almak isteyen gençlerimiz için burs olanağı yaratmak.’’ Konferansın düzenleyicilerinden İngiliz edebiyatı profesörü Gerald MacLean da konferansın dört parçalı olduğunu belirterek, önce Osmanlı tarihine neden yeniden bakmak gerektiğinin konuşulacağını, ikinci olarak Türkiye Cumhuriyeti üzerinde durulacağını kaydetti. KİMLER KATILIYOR Middlesex Üniversitesi’nde düzenlenecek olan ‘‘Writing Turkey: Then and Now’’ adlı konferansa Oxford Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Profesör Gabriel Piterberg, Wayne State Üniversitesi’nden Profesör Gerald Maclean, Warvick Üniversitesi’nden Maureen Freely, Boğaziçi Üniversitesi’nden Profesör Nükhet Sirman, Greenwich Üniversitesi’nden Alev Adil’in yanı sıra uluslararası danışman David Barchard ile gazeteciler Andrew Finkel, Mehmet Ali Birand ve romancı Elif Şafak katılacaklar. Kesin olmamakla birlikte Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Deringil, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Ömer Madra ile Almanya’da yaşayan romancı Emine Özdamar’ın da konferansa katılacakları belirtiliyor. ürkiye’nin Kürt Meselesi’’ başlıklı toplantının hiç şüphesiz en önemli gündem maddesi ‘‘şiddet’’ti. Burada şiddetten kastedilen özellikle PKK’nin öldürme ve bombalama eylemleriydi. Şemdinli’de ortaya çıkan devlet içi ‘‘çeteleşme’’ konusu tartışılırken PKK’nin eylemleri de artmaya başladı. Şırnak ve Batman’da polislerin öldürülmesi, Van’daki intihar eylemi ve bir üsteğmenin yaşamını yitirdiği saldırılar, PKK’nin zamanlama bakımından ilginç bir yol izlediğini gösteriyor. Ne zaman devlet içinde çeteleşme konusunda kamuoyunda bir duyarlık oluşsa sanki bu duyarlığı yok etmek istercesine PKK eylemleri dikkatleri başka yöne çeviriyor ve başka tartışmaların yolunu açıyor. ??? DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, Kürt Konferansı’nda en çok ‘‘şiddet’’ konusunda tavır alın şeklinde eleştirildi. Yine bu konferans sırasında yapılan konuşmalarda şöyle bir saptamayı birçok konuşmacı dile getirdi: Kulislerde söylenenler bu kürsüye taşındığı ve çekinmeden söylenildiği zaman gerçek tartışma yapılmış, gerçek gündem yaratılmış olacak. Belki de şiddeti aşabilmek için bir yol bulunmuş olacak. Kulislerde ne konuşuluyor: PKK’nin ‘‘T SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR Kürtler Şiddet Sarmalından Nasıl Kurtulacak? bul ettirdiler. Hâlâ valiler, emniyet müdürleri, garnizon komutanlarıyla bu yerel yöneticilerin ilişki sorunu yaşansa da gelişme ilişkilerin normalleşmesi yönünde. Giderek meşrulaşan Kürt kimlikli yerel yöneticiler üzerindeki ‘‘örgüt’’ gölgesi kalkmış değil. Onların o koltuklara oturmalarında bile ‘‘örgüt’’ün ağırlığının tayin edici olduğunu herkes biliyor. Daha da ötesi, ‘‘örgüt’’e karşı çıkmak kolay bir iş değil. Kürt Konferansı’nda ‘‘şiddet’’ tartışması bu nedenle bir türlü gündemden düşmedi. Hemen her konuşmacı her türlü şiddeti kınayan konuşma yaptı. PKK’nin kayıtsız şartsız silahları bırakması gerektiğini söyledi. Bu konuşmacıların hemen hepsi devletin bölgede izlediği baskı siyasetine ilk günden karşı çıkan isimlerdi. Bu nedenle söyledikleri anlamlıydı. Bütün bunların bir faydası oluyor muydu? Yoksa kendimiz çalıp kendimiz mi dinliyorduk? Çünkü bu konferans döneminde bile PKK eylemleri ara vermeden sürüyordu. Bir yönüyle giriştiği terör eylemleri korkunçtur, vahşidir, Kürt özgürlük hareketine en büyük zararı bunlar veriyor, bundan kurtulmak zorundayız. Ancak, Kürtler arasında PKK konusunda duygusal bir atmosfer var, bunu aşmamız da kolay değil. Henüz bu sözler bu netlikte mikrofonlardan söylenemiyor. Söyleyenlerin başına neler geldiğini görüyoruz. Hikmet Fidan, Kani Yılmaz ve adını bilmediğimiz onlarca muhalif itiraz ettikleri için öldürülmedi mi? Yine birçok belediye başkanı, ‘‘yeterince bağlılık göstermediği’’ gerekçesiyle yeniden aday yapılmadı. Bir kısım yönetici ise yine bu gerekçelerle pasifize edildi. İşte bu ortam yüzünden yasal Kürt hareketi bağımsızlaşamıyor, kendi ayakları üzerinde duramıyor. ??? Şurası bir gerçek: Bugün Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde Kürt kimlikli adaylar halkın oylarını alarak yerel yönetimlerin başına geldiler. Kürt kimlikli adaylar zaman içinde kamuoyunda meşruiyetlerini ka bu toplantılar, konferanslar havanda su dövmek gibi de algılanabilirdi. ??? Toplantıyla şiddet tabii ki durdurulamaz. Ancak her toplantı, her tartışma Kürtler tarafından dikkatle ve ilgiyle izleniyor. Kürtler şiddetten çok yorgun düşmüş durumdalar. PKK’nin giriştiği her eylem onların yaşamını zorlaştırıp yeni acıların kapısını açıyor. Bu nedenle demokrasiyi savunan aydınların sözleri onlar için önem taşıyor. ‘‘PKK kayıtsız şartsız silahı bıraksın’’ diyen aydınların Kürtler içinde bir ağırlığı, sözlerinin bir etkisi var. Bu nedenle barış eğilimini içeren her çağrı, her toplantı şiddet yanlıları üzerinde manevi bir baskı oluştururken Kürtlerin de şiddetten uzaklaşmaları için yeni bir soluk haline dönüşüyor. ??? Kürt sorunu, Irak’ın işgaliyle birlikte iyice karmaşık bir sorun haline geldi ve yeni boyutlar kazandı. Türkiye’yi yönetenler, bu süreci ne kadar doğru okuyabiliyorlar, bundan çok emin değilim. Kürtler ne kadar anlıyorlar ondan da emin değilim. Şiddetin artık iyice zararlı hale geldiği de bir gerçek. Bu kargaşa ortamında başımıza çok daha büyük gaileler açabilir. Bunu önce Kürtlerin anlaması gerekiyor. Tabii şiddetten geçinmek isteyen bazı çevrelerin de...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle