02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 DİYANET İŞLERİ BAŞKANI ALİ BARDAKÇIOĞLU, BOP İÇİNDE YER ALMADIKLARINI SÖYLEDİ C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 17 MART 2006 CUMA ‘İslamiyet bir, rejim değildir’ MUSTAFA BALBAY ANKARA Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu, karikatür krizinin Batı’daki İslam karşıtlığını ortaya çıkarırken İslam dünyasının ruh halinin de bozuk olduğunu gözler önüne serdiğini söyledi. Prof. Bardakoğlu, Fethullah Gülen’le aynı karede yer almadıklarını, İslamın hiçbir uluslararası projenin bir parçası olamayacağını vurguladı ve ‘‘İslamiyet bir siyasal rejimin adı değildir’’ dedi. Prof. Bardakoğlu, cemevinin bir gerçeklik olduğunu, ama caminin alternatifi olarak görmediklerini belirtti. Prof. Bardakoğlu’nun Cumhuriyet’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle: Karikatür krizi, İslam dünyasıyla Hıristiyan dünyası arasındaki uçurumu bir kez daha ortaya koydu. İşi medeniyetler çatışmasına vardıran oldu. 34 aydır devam eden karikatür sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Karikatür krizi artık sosyal bilimci gibi davranmamızı ve olayların arka planını tahlil etmemizi gerektiriyor. Karikatür krizi kendiliğinden spontane, tesadüfen ortaya çıkmış bir yanlışlık, münferit bir olay da değil. Bunun arkasında çok tarihi derinliği olan bir yanlış zihniyet de var. Şimdi tabii ortaçağda kalması gereken o dinler arası kavga, gerilim, birbirini rakip görme, birbirini yok etme mücadelesi ve haçlı seferleri zihniyeti artık bu çağda sona ermeli. Bilimde, teknolojide ilerleme Batı’ya bir özgüven kazandırdı. Bu özgüven din alanına da sira Bursa’da Kitap Fuarı... ise, görünen o ki, bir ‘‘zihniyet değişimi’’ olacak. Ama o değişmeyi hızlandıracak da, kadınların bilinçlenmesi ve eylemidir. Ve ülkemizde de kadınlar, kadınlarımız, ne olursa olsun, bu uğurda savaşıyorlar... ? Bursa Fuarı’nda göze çarpan yeni kitaplardan da okurlara bahsedeceğim... Alkım Yayınları’ndan olmak üzere, İlber Ortaylı’dan İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı; M. Naim Turfan’dan, Jön Türklerin Yükselişi; Alexander Piayigorsky’den, Kim Korkar Masonlardan; Aylin Livaneli’den, Sürgün Çocuklar Bahçesi; Ahmet Oktay’dan, Gönüllü Mağdurluk; Erdal Atabek’ten, Sıpa Koleje Gidiyor. İmge Yayınları’ndan şu dört eser pek değerlidir: Taner Timur’dan, Felsefi İzlenimler (Sartre, Althusser, Focault, Derrida); Mehmet Ali Ağaoğulları’ndan, UlusDevlet, ya da Halkın Egemenliği; Mehmet Ali Ağaoğulları, Filiz Çulha Zabcı, Reyda Ergün’den KralDevletten UlusDevlete; Bekir Onur’dan Türkiye’de Çocukluğun Tarihi. Dünya Yayınları’ndan, özellikle şu iki eser: Feridun Andaç’tan, Edebiyatımızın Kadınları; Ahmet Arpad’dan, Alman Edebiyatı, Öykü Antolojisi. Engin Erkiner’in şu iki eseri önemli: 1989 Berlin Duvarı (İmge Yayınları); Avrupa Birliği ve Türkiye (Ütopya Yayınları). Oğuz Tansel’in Mutluluk Peşinde (Toplu Şiirler) adlı eseri, Nuri İyem ve Metin Eloğlu’nun desenleriyle, Evrensel Yayınlar’dan çıktı. Son olarak da, ileride üstünde duracağımız, değerli şair Hüsam Kurt’un Kora Yayın’dan şiirleri: Garda Kalan Son Öpücük. B Laikliğe bağlı olduklarını vurgulayan Bardakoğlu, Büyük Ortadoğu Projesi içinde yer almadıkları gibi ılımlı İslam gibi tabirleri de doğru bulmadıklarını belirterek ‘‘İslam bir dindir. İslam siyasi bir rejimin adı değildir. Din olarak algılanmalı ve sunulmalıdır’’ dedi. Bardakoğlu, “ılımlı İslam” gibi ifadeleri doğru bulmadıklarını söyledi. (Fotoğraf: KORAY AVCI) yet etti ve Batılı kendini bütün insanlar için model toplum olarak görmeye başladı. Özgüven, Batı’nın giderek kibire dönüşen anlayışına hizmet etti. Toplumları çok geri kalmış, az geri kalmış diye ayırdı, hep Batı’nın kendi modelini, kendi hayat tarzını esas aldı. Antropoloji de buna hizmet etti. Bu din alanında da benzeri bir anlayışı besledi. İSLAM KARŞITLIĞI BİRLEŞTİ Bunlara güvenlik kaygılarını da eklemiş görünüyorlar... Tabii 11 Eylül’den sonra Madrid, Londra olaylarından sonra Batıda güvenlik kaygısı ile öteden beri derinden gelen İslam karşıtlığı birleşti. Bu karikatür krizinin arkasında uzun bir tarihi geçmiş var, zihniyet bulanıklığı var. Ben bütün bunlardan sonra Batı’yı bütünüyle suçlamak gibi bir yanlışlığa düşmek istemem. Bu zihniyet bulanıklığını da tamamen Batı’ya mal etmiyoruz, suçlamıyorum ama Batıda bu damar azaldı, çoğaldı, hiç eksik olmadı ve 11 Eylül olaylarından sonra Ortadoğu’daki kargaşadan sonra bu daha çok zemin buldu. Demek ki bu haklı bir endişeymiş gibi kamuoyu oluştu. Aktardığınız derinlik bağlamında karikatür olayına verilen tepkiyi nasıl görüyorsunuz? Batı’da ötekini anlama ve zihniyet bulanıklığını giderme noktasına gelmediğimiz sürece, karikatür yanlışlığı gibi yanlışların olması kaçınılmaz. İslam dünyası buna karşı haklı olarak tepki gösterdi, bu doğrudur. Ama İslam dünyası tepkisini makul, meşru zeminde göstermelidir. Şiddete bulaşmadan göstermelidir. Türkiye’de genelde böyle oldu. Üzüldüğümüz, Trabzon’da bir papazın öldürülmesi oldu. Tabii bunu doğrudan karikatür kriziyle ilişkilendirmemiz zor. Ama bize şu açıdan üzüntü veici oldu: Bir din adamı ilk defa Türkiye’de mabette öldürüldü ve asırlardır yaşattığımız, övünç duyduğumuz tolerans, hoşgörü, barış içinde birlikte yaşamak, ötekine saygı geleneğimiz biraz gölgelenmiş oldu. ursa TÜYAP Kitap Fuarı’nın açılışı güzel oldu ve programının hayata geçirilişi başladı. Programı ise gerçekten zengindir. Dünyaya ve Türkiye’ye yönelik sorunlar tartışılıyor: Söyleşiler, paneller, konferanslar... Her bakımdan ilginç fuara, Bursalılar da, ilk günden sahip çıktılar. Salonlar doluyor, boşalıyor... Niçin şaşırtsın ki? Aydın bir kenttir Bursa. Fuar günleri 8 Mart’ı da kapsadığı için, ayrı bir heyecan esti ortamda. Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, farklı bir çağrı gücüne sahip artık. Benim de fuarda tek konum bu oldu. ‘‘Kadın sorununun neresindeyiz’’ diye bir sorunun çevresinde konuştum. Benden çok konu, yeterli bir dinleyici kitleyi topladı salonda. Kadın sorunu olmayan ülke yok! Bu sorunla, çok daha erken karşılaşmış ülkeler, Batı dünyası, kimi çözümler getirdi ama kadın sorununu tüketemedi; yaşam yürürken, yeni konularla karşılaşıyor toplumlar. Ne var ki, Üçüncü Dünya ülkelerinin başı dertte. İslam dünyası da onlar arasında. Ama Türkiye’nin bir şansı oldu: Çağdaş dünyaya girerken, Batı’nın ‘‘Aydınlanma’’ kültürüyle karşılaştı; kadın sorunuyla çözümleri oradan aldı. Cumhuriyet Devrimi’nin Medeni Yasası’nın kaynağı o kültürdür; ve bir Medeni Yasası olan başka bir Müslüman ülke yoktur. Bizim bir görevimiz de, azgın karşıdevrim dalgasına karşı Medeni Yasamızı savunmaktır. Şunu da söylemeli: Her şeye karşın Türkiye’de kadınlar hâlâ ‘‘ikinci sınıf’’. Bunu değiştirecek İslam dünyasının ruh hali bozuldu Batı’daki bir eğilim de, İslama farklı roller biçmek değil mi? Örneğin ılımlı İslam gibi... Gayet güzel sordunuz. Batı’nın bu adam etmeci üstten bakan tavrının ve uluslararası stratejileri, uzun vadeli çıkar hesaplarının ürünü olarak birkaç şey var. Ortadoğu ve İslam dünyasına uzanan eller ve onun üzerinde cereyan eden planlamalar, hesaplamalar eksik olmadı. Bu anlamda Batı’yı eleştirdik ama, şu anda İslam dünyasının da ruh hali bozulmuş durumda. Yani Irak’taki mezhep çatışmaları, kanlı trajediye dönüşen olaylar, kargaşa, bardağın taşmaya başladığını gösteriyor. Bardak artık en küçük damlada taşıyorsa, demek ki bardak dolmuş ve bir dizi yanlışlar var. Tabii Diyanet İşleri Başkanlığı olarak müteaddit defalar dedik ki, ılımlı İslam gibi tabirleri doğru bulmuyoruz. İslam tek bir dindir. İslamı siyasi bir rejim olarak algılama ve tanıtma çabaları ve gayretleri doğru değildir. İslam siyasi bir rejim değildir diyorsunuz ama, içte ve dışta bunun dışında hareket eden eğilimler yok mu? İslam bir dindir. İslam siyasi bir rejimin adı değildir. Din olarak algılanmalı ve sunulmalıdır. Onun için radikal İslam, ılımlı İslam gibi tabirleri doğru bulmuyoruz. Örneğin Büyük Ortadoğu Projesi’nin içinde de konuşuldu... Evet, çok konuşuldu, biz Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) olarak Cumhuriyetin temel ilkelerine, laikliğe, Atatürkçülüğe bağlı olduğumuz gibi, laikliği sadece ulusal laiklik diye değil, uluslararası siyasetin dışında kalmayı da yine kendimize, kurumumuza, dinimize saygının gereği görüyoruz. Onun için biz ulusal siyasetin, uluslararası siyasetin dışında kaldık. Büyük Ortadoğu Projesi gibi uluslararası projelerin ucundan kenarından hiçbir zaman bir yerinde yer almadık, alamayız da. Bizim dikkat ederseniz misyonerlikle ilgili eleştirimiz de bundandır. Din adamı ve din kurumları ulusal ve uluslararası stratejilerin, hesapların, planlamaların dışında kalmalıdır. Bırakın siyasetçiler, devlet adamları kendi hesaplarını yapsınlar, kendi kavgalarını yapsınlar, kendi çıkar ilişkilerini denkleştirsinler. Ama din din olarak anlatılsın, din olarak yaşansın. Fethullan Gülen’le aynı karede yer almayız Sayın Başkan, gelinen noktada çok açık sormak istiyorum, elbette yanıtlayıp yanıtlamama hakkı sizindir. Fethullah Gülen’in Orta Asya’daki, öteki coğrafyalardaki hareketi nereye oturuyor? Şu anda yaşamakta olduğu ABD ile bağlantılı bir uluslararası çizgi yok mu ortada? Elimizde hiçbir bilgi yok o konuda. Tabii cemaatlerin, grupların, partilerin veya hükümetlerin Ortadoğu’da kiminle ne gibi ortak paydaları, hareketleri var, hiçbir bilgim olmadığı için bu hareketleri suçlayıcı veya onaylayıcı bir ifadede bulunmam mümkün değil. Ama hassasiyet gösterdiğim din kurumunun ve din adamının, DİB’nin hiçbir uluslararası böyle siyasi bir projede yer almaması gerekir. Biz onun için de mümkün olduğu kadar aynı karede yer almayız. Biz Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine, Balkanlar’a, Avrupa’ya gidiyoruz, ama siyasetçilerle aynı karede yer alarak değil. Kendi görev alanlarımız, kendi ilişkilerimiz çerçevesinde. Avrupa’ya gidiyorsunuz, sizin dışınızda da, kendilerine özel camileri olan gruplar var. Bu iyi bir görüntü mü? Değil. Ve bunu maalesef Avrupa’da yerel makamlar kullanıyor. Bir bakıma bu ayrılıktan yararlanmaya kalkıyorlar. Aslında ilk insanımızı gönderdiğimiz vakit mademki onun temel ihtiyacıdır, ona sağlıklı dini bilgiyi, din hizmetini de sunmamız gerekirdi. Din bilginleri din alanında konuşsun Hükümet üyelerinin, siyasilerin türbanla ilgili yargı kararlarına getirdikleri yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz, din alanında biz konuşalım diyoruz. İlahiyat bilginleri, din bilginleri din alanında konuşsun. Ama biz de siyasete girmeyelim. Siyaset bizim dışımızda cereyan etsin. Siyasetçiler, devletin diğer birimleri, din alanında yönlendirme ve açıklama yapmasınlar. Böylece hem laikliği oturtmuş, korumuş oluruz hem de sizin işaret ettiğiniz gerilimler olmaz. Onun için de biz dikkat ederseniz üç yıldır özenli bir şekilde yasamanın, yürütmenin, yargının kararlarını kendi tartışma alanımıza almıyoruz. Lehte ve aleyhte bir görüş bildirmiyoruz. Siyasilerin hiç istemi olmuyor mu? Yani talep gelmiyor mu, talep geliyor. Ama biz onları sadece dinlemekle ve nezaketli bir şekilde onlara izah etmekle yetiniyoruz. Biz yapmamız gerekeni doğru yapıyoruz. En büyük teşekkürü Devlet Bakanı Mehmet Aydın hocaya borçluyum gerçekten. Din ile siyasetin ayrı tutulmasında din işlerinin çok ulvi bir iş olduğunu ve günübirlik siyasetin mutlaka dışında kalması gerektiğini savunuyor. Sayın Mehmet Aydın böyle davranabilir ama, örneğin Milli Eğitim Bakanı’nın din eğitimi, imam hatipler konusundaki farklı tutumu, DİB’nin anlattığınız duruşuyla ters değil mi? Biz, dinin din adamlarına ve din bilginlerine ait olduğunu sürekli vurguluyoruz. Dikkat ederseniz her konuşmamızda din işi bize aittir, biz kendi işimizi en iyi şekilde yapalım, başkası bizim işimize karışmasın, biz de başkasının işine karışmayalım diyoruz. 80 bin personelimiz var. Her yerde bu çizgi bu kadar hassasiyetle korunuyor diye bir mükemmellik iddiasında değilim. SANSÜRÜ ENGELLEDİK Mükemmellik iddiasında değilim dediniz... Son dönemde kadınların başı açık namaz kılmasıyla ilgili Diyanet Dergisi’ndeki yazının sansürü tartışıldı. İşin aslı neydi? İşin özü kamuoyuna yansıtılanın tam tersiydi. Sayın Mualla Selçuk’un karşı oy yazısı yer almadan karar sayfaya konmuş. Biz karşı oy veren kişinin neden böyle oy kullandığı belirtilmeden yazının yayımlanmasını doğru bulmadık. Yani sansürü engelledik. Alevilik İslamın dışında asla değildir DİB’nin birleştiriciliğinden söz ettiniz. Alevi yurttaşların bu konuda kaygıları var. DİB’de temsil edilmediklerini düşünenler var. Buradan hareketle, kimileri DİB kaldırılsın diyor, kimileri de herkesi temsil etsin diyor. Siz bu yaklaşımlara ne diyorsunuz? Türkiye’de DİB olmasın diyenler aslında iki uçta yer alanlardır. İkisinin de ne dediğini, ne istediğini görürsek DİB’in niçin olması gerektiğini, Cumhuriyetin bu önemli projesinin ne anlama geldiğini, önemini daha iyi kavrarız. Aslında DİB, vatandaşlık esasına göre hizmet sunan bir yapıda oluşmuş. DİB bir mezhebin başkanlığı olmamalı. Onun için biz DİB’nin Sünni bir kuruluş ve kurul olmadığını ısrarlı bir şekilde söylüyoruz. Sünni bir kurum değiliz. Genel anlamda en büyük ayrışma Sünni dünya ile Şia dünyası arasındadır. Yani İran merkezli anlayış ile diğer İslam coğrafyası arasında tarihte yaşanmış ve hâlâ izleri devam etmekte... Ama Alevilik, Şia kanadında yer alan bir oluşum değildir. Türkiye’deki Alevilik, Şia grubunda yer alan bir kanat, bir yol değildir. Alevilik, İslamın bilhassa Anadolu’da İslam içi bir inanç ve dini pratik, mistik ve kültürel zenginlik olarak ortaya çıkmıştır. İslamın içindedir, İslamın dışında asla değildir. İslamın dışında asla gösterilmemelidir. Hazreti Ali sevgisi ortak paydalardan bir tanesidir ama şimdi Alevilik bilhassa Osmanlı’nın orta dönemlerinden itibaren bir bakıma kültürel ve mistik özellikleri ön plana çıkan, onun için de mezhepten çok mistik karakteri ağır basan bir inanç ve dini gelenek şeklinde ortaya çıkmıştır. İnanç oluşumu, bir İslam içi inanç farklılaşmasıdır. Dini gelenek farklılaşmasıdır. Sizin deyiminizle bu farklılaşmayı kucaklıyor musunuz? 4 DİB mademki laiklik esasına göre hareket ediyor, onları da elbette kucaklamalıdır. Mademki laik vatandaşlık esasına göre istihdam politikası izliyor, istihdam politikasında da, sunduğu hizmette de herhangi bir mezhebi esas alamaz. Birçok sınavımızı ÖSYM yapar, KPSS sınavı açılır, buna göre elemanları istihdam ederiz. Kimin ne kadar dindar olduğunu, kimin namaz kılıp kimin kılmadığını takip de etmeyiz. HER ŞEYİ MÜKEMMEL YAPTIK DİYEMEYİZ Şimdiye kadar DİB’nin Alevi kardeşlerimizi şu veya bu kesimi kucaklamakta, bunlara hizmet götürmekte bir kusuru olmuşsa onları biz bilemeyiz. Her şeyi mükemmel yaptık gibi bir iddiaya sahip değiliz. İnanç oluşumlarını mezhep ve meşreplere göre yapmamalıyız. O kapıdan girdik mi artık hangi kapıdan çıkacağımızı bilemeyiz. Somut durumlarla konuyu açmak gerekirse, örneğin cemevleri sizin hizmet sahanıza giriyor mu? Cemevlerine biz DİB olarak hiç karşı olmadık, cemevlerini kınayan, cemevlerine eleştirel bir yaklaşımımız hiç olmadı. Biz cemevlerini yaşatılması, korunması gereken bir zenginlik olarak gördük. Ancak cemevlerini caminin alternatifi olarak tanıtmayı da doğru bulmuyoruz. Sünniler namazını camilerde kılar, Aleviler cemevinde ibadetini yapar şeklinde bir ayrışmayı da doğru bulmuyoruz. Cami hepimizin ortak ibadet yeridir. Ama cemevleri de camiye ilave olarak camiden sonra yer almalıdır. Tarihimizde dikkat ederseniz cemevlerinin olduğu yerde camiler de vardır, camide namaz kılmışlardır, cemevinde niyaz yapmışlardır. Yani onun için de madem bir cemevi var, o halde cami olmasın değil, cami olsun ama cemevi de olsun. Camide namazınızı kılın, ihtiyaç duyuyorsanız cemevinde de niyazınızı yaparsınız. Biri diğerine engel değil.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle