03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 H A L K L A C ekonomi İ L İ Ş K İ L E R C İ G Ö Z Ü Y L E 17 MART 2006 CUMA NOT DEFTERİ ZEKERİYA TEMİZEL Dünyanın ilk ‘Kamuoyu Oluşturma Mühendisi’ H BETÜL MARDİN alkla ilişkiler mesleğinde ürkek adımlarla ilerlemeye çalışırken karşıma birkaç hocanın adı ve kitapları çıktı. Çoğu Amerikalıydı. Okuduklarımı süzgeçten geçirdiğim vakit, mesleğin kurucu ismi her ne kadar Ivy Lee olsa dahi, yaratıcılığı, ilginç ve yerinde düşünceleri ile inkâr edilemez öncü kişinin Edward Bernays olduğunu düşünmeye başladım. Bugün onun mesleğimize yaptığı katkılarından söz edeceğim ama yazıma Bernays’in bir sözü ile başlamanın daha doğru olacağını sanıyorum. ‘‘Kişiler ve çeşitli gruplar arasında çıkan anlaşmazlıklar toplumun ilerlemesine taş koyar.’’ Mesleğin ilk kitabını 1923 yılında yazdı, sonra da Halkla İlişkiler dersini üniversitede yine ilk o verdi. İnanması güç ama, kuruluşların kendi hedef kitleleri ile olumlu ilişkilere girmelerinin önemi ancak yirminci yüzyılın başlarında anlaşıldı. Ayrıca, şirketler hizmet verdikleri halk gruplarını tanımıyor, onlara nasıl ulaşacaklarını hiç bilmiyorlardı. Özellikle sigorta firmaları ve bankalar sarı basının ahlak dışı tekliflerinden bunalmışlardı. Gün geçtikçe halkla ilişkiler danışmanlarının önemi ortaya çıkıyordu. AÇIĞI KAPATMAK UZMANLIK GEREKİR Bernays, işte bu açığı kapatmanın uzmanlık gerektirdiğini öne sürdü. Çeşitli halk birimleri kendilerini anlatacaklar ve en ilginci, karşılarındakileri de anlamaya çalışacaklardı. Bu hiç de kolay bir işlem değildi. Kim ne demeli? Nasıl söylemeli? Ama öncelikle neden bunları söylemeli? Söyleyecekse, nasıl söylemeli? Söylendi ama acaba dedikleri anlaşıldı mı? Bunu nasıl öğrenmeli? Öfkeyi, kırgınlığı, önyargıyı anlayışa, umursamazlığı ilgiye çevirmek; cahili, bilmeyeni veya az bileni bilgilendirmek gerekiyordu. Bernays bu konulara, bu mesleğe aklını takmıştı. Halbuki o, eski tabirle, ziraat fakültesi mezunuydu. Sonra da sektörel dergilere inceleme yazıları yazmaya başlamıştı. Bir gün kendisini üç iş adamı ziyarete geldi. Kartlarında ‘Ivory Sabunları’ yazılıydı. Sorunları büyüktü, satışlarını arttırmak istiyorlardı, halbuki Amerikalılar yıkanmaktan hoşlanmıyorlardı. Evin bir odasına girilecek, su soğumadan sabunlanılacak, başka su dökülmezse o kirli, sabunlu suyun içinden çıkıp yarı pis yarı temiz kurulanılacak. Şansına, eğer evde biri varsa, o üzerine bir kova temiz su boca ederek hiç olmazsa kirleri atabiliyordu. Amerikalılar da, o işkenceye katlanmaktansa yıkanmayı ayda bire indirmeyi tercih ediyorlardı. Bernays araştırdı ve uzun süre düşündü. Ağaç dalına takılan su dolu kovaların hikâyesini duymuştu. Altlarına delik açınca yıkanmak daha kolay oluyordu. İyi de her yerde ağaç bulunamazdı ki... Yeni bir tasarım gerekiyordu. İşte böylece II’nci yüzyıldan beri Avrupa’da borunun ucuna takılan ‘sulayıcı’ ansızın yıkanma aleti veya sağanak anlamına gelen ‘shower’ olarak Amerikalıların yaşamına giriverdi. Ancak, Ivory sabunlarının ‘‘satışını patlatma’’ bir başka atılım daha gerektiriyordu. Bernays’in aklına değişik bir yarışma fikri geldi. YARIŞMAYA GİRSEYDİ KAZANIRDI Sabunlardan yapılmış ‘heykelcikler’ yarışması. Örneğin, kardeşim Arif bu yarışmaya girebilseydi mutlaka kazanırdı. Bizde beyaz çamaşır sabunları bekletilir, kuruyup sertleşince Gülfidan kalfa görmeden bir iki tanesi kilerden kaçırılır sonra çakı veya jiletle harikulade avuç içine sığacak büyüklükte heykelcikler yapılırdı ama Arif’inkiler gerçekten ilginçti. Bir Kızılderili, Firavun Ramses, Hitler... Bernays, yarışmanın şartlarını ve haberi basında açıkladı. O yıl milyonlarca Ivory sabunu satıldı. Ertesi yıl, Bernays’in yine ziyaretçileri oldu. Bu kez gelenler salam, sucuk imalatçılarıydı. Her zamanki gibi Amerikalılardan şikâyetleri vardı. Bu kez, lütfen, daha fazla salam yedirme yolları aranmalıydı. Bernays, yine araştırdı ve düşündü. Sonra yirmi beş doktorla temasa geçti. Sabah kahvaltılarının kuvvetli gıdalardan oluşmasının yararlarını, salama kırılmış yumurtanın sağlıklı yaşamdaki önemli desteğini karşılıklı tartıştılar. Doktorlar da aynı fikirdeydiler. Kahvaltı atlamak ‘‘out’’, salamlı yumurta ve hatta portakal suyu ‘‘in’’. Aylık dergilerde ‘‘kahvaltı’’ kavramı birdenbire önem kazandı. Öğle ve akşam yemekleri ise hafifledi. Yaşama böylece salatalar da giriverdi. Bugün hangi Amerikalıya sorsanız, ‘‘milli’’ yemekleri salam ve yumurtadır. (Ham and Eggs) Bernays’i tanıdığımda tam IOO yaşındaydı. Kendisine doğum gününde Türkiye Halkla İlişkiler Derneği’nden ufak bir gümüş tabak yollamıştım. IPRA Kongresi’nde beni tanıştırdılar, eğildi yanağımdan öptü. Gerçekten o gün yanağımı silmedim. 1995 yılında vefat ettiğinde Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği (IPRA) Başkanıydım. Dolayısı ile dünyadaki meslektaşlarıma açıklama görevi bana verildi... Nereden, nereye... Şükranlarımızla Edward, toprağın bol olsun. KDV İndirimi... bilir. Çünkü KDV’nin ödeyicisi tüketicilerdir. Tekstilci bu vergiyi tüketiciden alıp Maliye’ye ödeyen aracıdır. Bu arada bu faaliyet için aldığı mal ve hizmetler için kendi ödediği vergileri de tahsil ettiği vergilerden indirir. Böylece sanayicinin ve satıcının üzerinde KDV yükü kalmaz. Tekstil ürünlerinin ihraç edilmesi halinde, ihracatta KDV alınmadığı için, ihracatçının üzerinde kalan KDV iade edilir. Bu nedenle KDV oranlarının indirilmesinin tekstil sanayicileri ve ihracatçıları açısından (geçici finansman yükü dışında) bir etkisi olamaz. Oran indirimi özellikle ucuz ithal mallarına karşı iç piyasada da rekabet gücü yaratamaz. Çünkü oran tüm tekstil ürünleri için indirilmekte, ucuz olan ithal malları daha da ucuzlamaktadır. Uygulamanın başka sektörleri de beklentiye sokması ve uğranılacak vergi kaybı da cabası. ??? Ancak, ‘‘Hükümet’in KDV indirimini iade ile kapatacağı, indirim nedeni ile bir vergi kaybının doğmayacağı’’ şeklindeki açıklamalar tutarlı bulunmamaktadır. İhracatta KDV iadesi, ihraç edilen mal üzerindeki vergi yükünün iadesini öngörmektedir. Dolayısıyla ihraç edilen ürünün girdileri için ödenen KDV ne ise, iade de o kadar olacaktır. Tahsil edilmeyen bir verginin iadesinden söz edilemez. İhraç edilen tekstil ürünleri için indirim ve iade birbirini telafi edebilir ama iç piyasada satılan ürünler açısından devletin net bir kaybı olacaktır. Bu nedenle, ‘‘KDV hasılatı düşecek ama, düşüş iadelerle telafi edilecek’’ demek olanaklı değildir. Bu durum sadece ödenmeyen vergilerin iadesi halinde söz konusu olabilir. Bu da sahte belge ve hayali ihracat anlamına gelir. Maliye almadığı vergileri iade ediyorsa, KDV oranlarını yüzde 1’e indirerek kâra bile geçebilir. Böyle bir savın doğru olamayacağını umuyoruz. Ancak tekstil sektörünün sorunlarını çözmek için yapılan düzenlemenin yine ithalatçıların ekmeğine yağ sürdüğünü sanıyoruz. Tekstilciler KDV indirimine sevinmekte acele etmemeliler. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma olasılığı çok yüksek. temizel?cumhuriyet.com.tr E Dr. E. Bernays, mesleğin ilk kitabını 1923 yılında yazdı, sonra da halkla ilişkiler dersini üniversitede yine ilk o verdi. İnanması güç ama, kuruluşların kendi hedef kitleleri ile olumlu ilişkilere girmelerinin önemi ancak yirminci yüzyılın başlarında anlaşıldı. S atışı arttırmak, kâr etmek, dostlar edinerek çevrede etkin olmak iş dünyasına artık yetmiyor ve yetmemeli. Bir kuruluşun gelişmesi için parçası olduğu topluma karşı sorumluluklarını kabul etmesi gerekmektedir. Kuruluşlar, çevreyi korumaktan başlayarak yanında çalışanların yaşam kalitelerini yükseltmek gibi çeşitli toplumsal girişimlerde bulunmalıdır. Eğitim ve deneyimleri göz önünde tutulursa, halkla ilişkiler sorumluları yönetime bu konularda danışmanlık hizmeti verebilmeli ve vermeli. Dr. E. Bernays (1970) Dr. E. Bernays kendisini ‘Kamuoyu Oluşturma Mühendisi’ olarak tanıtırdı. konomi gündemi sıkışıyor. Küreselleştiği (!) için dış piyasalar hapşırınca zatürree olan iç piyasalarımız yine titremeye başladı. ‘‘Finanse edildiği sürece sorun yaratmaz’’ gibi, çok anlamsız bir cümle ile savunulmaya çalışılan ‘‘cari açık’’ ile, bu açığın temel nedeni olan ‘‘düşük kur’’un, dalgalı kur politikasına güvenilerek, seyredilmemesi gerektiği anlaşılıyor. Dış piyasalardaki likidite bolluğu nedeniyle ülkemize de akan sıcak para, gelişmiş ülkelerdeki uzun vadeli faizler yükselince o tarafa kaymaya başladı. Sıcak para girişine dayanan politikaların sürdürülmesi tehlikeye girdi. Bu durumda ekonomi politikalarında bu gelişmelere göre önlem alınması gerekiyor. Ancak ekonomi yönetimi yeniden konum belirlemeye yanaşmıyor. Yürütülen politikaların sürdürülmesi konusunda ısrarlı. Yürütülen ekonomi politikasının devamı, yani sıcak para girişinin sürdürülmesi, faiz oranlarının daha da yükseltilmesini, kurun da düşük seyretmesini gerektiriyor. Yani düşük kur, yüksek faiz uygulaması güçlendirilerek sürdürülecek. Oysa düşük kur, başka bir anlatımla haksız bir şekilde değerlenmiş YTL yüzünden ihracat çöküyor. Ara malı üreten işletmelerin üretimi ucuz ithal malları yüzünden durdu. Sıkıntıya düşen birçok sektör gücünün sınırına geldi. Bu sektörlerin sorunlarının giderilmesi adına yapılan düzenlemelerin neye hizmet ettiğini anlamak ise olanaksız. ??? Şu anda güçlerinin sınırına gelen sektörlerin, örneğin tekstilcilerin temel sorunu ne? YTL cinsinden hesaplanan maliyetlerinin enflasyon oranında artmasına karşın (üç yıllık birikimli artış yüzde 39.4), döviz cinsinden gelirlerinin sürekli olarak azalması (üç yıllık birikimli düşüş yüzde 36.7). Artan maliyetlerin karşılanamaması nedeniyle rekabet gücünün yitirilmesi ve üretimin durması. Bu sorunun çözümü için Hükümetin aldığı önlem ne? KDV oranlarının yüzde 18’den yüzde 8’e düşürülmesi. Tekstil sektörünün sorunu iç talep yetersizliği nedeniyle mal satamamak ise bu çözüm kabul edilebilir. KDV oranları düşürülerek yaratılacak ucuzlukla talebi canlandırarak sorun hafifletile Türkiye’de 13 yeni dolar zengini Türkiye’nin kara E OECD EYLÜLDE TÜRKİYE’YE GELİYOR konomi Servisi Dünyaca ünlü ekonomi dergisi Forbes’un 2006 dünya dolar milyarderleri listesine 13 yeni Türk milyarder girdi. Böylece geçen yıl listede 8 Türk milyarder yer alırken bu yıl bu sayı 21’e çıktı. Listeye yeni giren Türkler, 1.7 milyar dolarla Ömer Sabancı, 1.5 milyar dolarla Turgay Ciner ve Hasan Çolakoğlu, 1.3 milyar dolarla Filiz Şahenk ve Semahat Arsel, 1.2 milyar dolarla Suna Kıraç ve Tuncay Özilhan, 1.1 milyar dolarla Kamil Yazıcı, 1 milyar dolarla Mehmet Karamehmet ve ailesi, Ömer Dinçkök, Asım Kibar, Murat Vargı ve Faruk Yalçın. Dolar milyarderleri listesinde yer alan 21 Türk şöyle sıralanıyor: 1.7 milyar dolarla Rahmi Koç, Ömer Sabancı ve Şevket Sabancı, 1.6 milyar dolarla Aydın Doğan, 1.5 milyar dolarla Turgay Ciner, Hasan Çolakoğlu, Hüsnü Özyeğin ve Ferit Şahenk, 1.3 milyar dolarla Filiz Şahenk, Semahat Arsel, Erol Sabancı, 1.2 milyar dolarla Suna Kıraç, Tuncay Özilhan, 1.1 milyar dolarla Bülent Eczacıbaşı, Kamil Yazıcı, Ahmet Zorlu, 1 milyar dolarla Mehmet Karamehmet ve ailesi, Ömer Dinçkök, Asım Kibar, Murat Vargı ve Faruk Yalçın. Türkiye, toplam 793 dolar milyarderinin bulunduğu listede sekizinci sırada. para sınavı Türkiye, kara para ve terorizmin finansmanıyla mücadele denetimine tabi tutuluyor. Bir OECD heyeti eylülde yerinde inceleme için Türkiye’ye gelecek. ANKARA (AA) Türkiye, bu yıl OECD Mali Eylem Görev Grubu’nun (FATF) kara para aklama ve terorizmin finansmanıyla mücadele denetimine tabi tutuluyor. Daha önce 1994 ve 1998 yıllarında FATF’nin ülke incelemesine giren Türkiye, 3. tur ülke denetimleri kapsamında yeniden büyüteç altına alınıyor. 11 Eylül saldırılarının ardından kara para aklamanın yanı sıra terorizmin finansmanıyla mücadeleyi de kapsama alan OECD Mali Eylem Görev Grubu, bu turdaki ülke denetimleri sırasında, ülkelerin her iki konuda yeterli yasal düzenlemeye sahip bulunup bulunmadığına, uygulamada zafiyet gösterip göstermediğine ve uluslararası işbirliğine açık olup olmadığına bakacak. FATF, OECD kriterlerine göre hazırlanan 251 soruyu, yanıtlanması istemiyle Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) gönderdi. H ükümetin, Şemdinli iddianamesinin dışında olduğu savunmasının inandırıcılığının olmaması bir yana, hükümeti çok zorda olduğu birçok konudan birden kurtardığı, can simidi gibi işine yaradığı ortada. Bir hafta önce Başbakan Erdoğan’ın başı Maliye Bakanı Kemal Ağabey’i ile bağlantılı ciddi belada idi. Gensoru önergesinin milletvekillerinin sıkı izlenmesi ile atlatılmasıyla konu kapanmamıştı. Arkadan Unakıtan ailesinin sabıkalarına ilişkin yeni gelişmeler medyaya yansımış, yeni gensoru hazırlığı gündeme gelmişti. Hükümete en yakın medya yorumcuları bile Unakıtan’ın görevden alınması, en iyi sonuç olarak ise istifasını isteme noktasına gelmişlerdi. Olay tabii ki Unakıtan’ın ayrılması ile kapanacak gibi değildi. Kader ortaklığı, aslında suç ortaklığı durumları hükümetin, AKP iktidarının geleceğini sallama boyutlarına varmıştı. Artık AKP milletvekilinin girişimi ile hazırlandığı ortaya çıkan Şemdinli iddianamesi ile bir hafta gibi kısa bir zaman diliminde gündem tümden değişti. Her ne kadar hükümet adına resmi söylem bu konuda iradelerinin olmadığı, bağımsız yargıya karışmayacakları çizgisi içinde ise de yine sadece kimi milletvekillerinin değil, doğ İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Can Simidi... rudan bakanların açıklamalarında, satır aralarında çok farklı bir tablo ortaya konuyor. En sonuncusu Gül’den bakanlar adına yapılan açıklamalarda, yargının karşısına çıkma, iddianamelerde suçlamalara hedef olma durumlarının herkes içi geçerli olduğu vurgulaması yapılıyor. Kendi durumları ile en üst dereceden komutanların durumları arasında ilişki kuruluyor. Kamuoyunda gerçek bir gündem, kavram kargaşası... Erdoğan hükümetini, AKP’yi kaçınılmaz olarak içten sarsacak Unakıtan krizinden kurtarmasa da ertelenmesini sağlamakla kalmadı. Dış politikada çok zorlayan birkaç gelişmenin birden gerçek anlamı ile algılanması ve tartışmasından da uzaklaştırdı. Önem sıralaması zor. Çünkü Karadeniz’de ABD’nin askeri söz sahibi olmakta direnmesi, Montrö’yü tarihe gömme girişimi en vahimi desek. İran’a ilişkin son gelişmelerde Türki ye’ye biçilen ve Erdoğan hükümetinin büyük çapta teslim olduğu ortaya çıkmış taraf olma rolünden doğabilecek sonuçları atlarız. Ya da Kıbrıs’a ilişkin AB’den gelen son kararlarla ortaya çıkan yakıcı gerçekleri: AKP iktidarının bir dizi bağışlanamaz sorumsuz kararlarıyla, Türkiye’nin kozlarını teslim etmiş politikalarının açığa çıkmasından doğan sıkışıklığın su yüzüne çıkmasını hafife almış oluruz. ??? Irak’ta artık ABD şahinlerinin bile itiraf ettikleri iç savaşın Türkiye’yi tehdit eden boyutlarında Erdoğan hükümetinin ılımlı İslam kimliği, ikircikli politikalarının varlığı ile katlanan olumsuz sonuçlar da var. Erdoğan hükümeti, içerden ve dışardan yalpalamalarında sıkıştıkça, siyasal İslama ödün veren politikalarla ayakta kalmayı tek kurtuluş olarak görmekten vazgeçmiyor. Laiklikten ödün veren hükümet icraatlarının sonu gelmiyor. Adım adım gelen kararların toplumsal tepkisi şimdilik yavaş yavaş ısıtılan, kaynatılan suda tepki veremeyen kurbağanınkine benzer oluyor. Hukuku yok sayma icraatlarında hükümetin şampiyonluk yaptığı alanlar arasında elbette ekonomi de var. Sayısız özelleştirme kararında, ‘‘oldu da bitti maşallah..’’ denilerek yargı kararlarının fiilen yok sayılması sıradan bir yöntem. Benzeri döne döne izleyememekten, sayamamaktan başımızın döndüğü partizanca kadrolaşmalarda yaşanıyor. Şemdinli iddianamesi gölgesinde kalan bir başka önemli konu ise ekonomideki balayı günlerinin bitişine ilişkin. Elbette tek başına Kemal Derviş’in çıkışı ile dikkat çeken, aslında tekstilciler, turizmciler ve otomobilcilerin sırada büyüyen ‘‘batıyoruz, önlem istiyoruz’’ yakınmalarını kastetmiyorum. Erdoğan hükümetinin şansına kriz sonrası ekonominin toparlanması süreci ile dünyada dolaşan sıcak paranın rüzgârlarının Türkiye lehine işlemesi sürecinin çakışması ile yaşanmış ‘‘balayı döneminin bittiğinin’’ piyasacılar tarafından sık sık vurgulanmasını kastediyorum... Piyasalardaki sert iniş çıkışlar da kamuoyunun gözünden kaçıp duruyor... [email protected] MASAK da, bu soruları, Adalet ve İçişleri bakanlıkları ile Emniyet Genel Müdürlüğü, BDDK, SPK, Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı’nın da aralarında bulunduğu ilgili kamu kuruluşlarına iletti. Kamu kuruluşlarından gelen yanıtlar da, yine MASAK koordinatörlüğünde oluşturulan hukuk ve finans gruplarınca ele alınmaya başlandı. Yanıtlar, haziran ayı içinde OECD’ye gönderilecek. Burada yapılacak değerlendirmenin ardından bu defa eylülün ilk yarısında bir OECD heyeti, ülkemize gelecek. OECD uzmanları, incelemelerinden sonra Türkiye raporunu hazırlayacak. Bu raporda, Türkiye’ye getirilen kriterlere uyum derecesine göre, ‘‘uyumlu’’, ‘‘büyük ölçüde uyumlu’’, ‘‘kısmen uyumlu’’ ya da ‘‘uyumsuz’’ notu verilecek. Söz konusu rapor, önümüzdeki yıl FATF Genel Kurulu’nda üye ülkelerin bilgisine sunulacak. Genel kurulda Türkiye’nin durumu yetersiz görülürse eksikliklerin tamamlanması için bir süre verilecek. Öte yandan MASAK, 3. tur ülke denetimi öncesi, halen Meclis’te bulunan Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı’nın bir an önce yasalaşmasını bekliyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle