Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17 MART 2006 CUMA kitap Pervasız Enis BATUR Pertavsız ASIL SÖYLEMEK İSTEDİĞİM BAŞKA... Bilen bilir ama, eklemeliyim: Philip Johnson’u da, başka bir mimarı da böylesi bir perspektifle yaralamak değil benim tasam o yöne sapmak, öbür uçta bir indirgeme işlemi doğurur: Mimari politikayla, politikalarıyla mahkum etmek sanat’ını okumayı engeller. Oysa, sözgelimi Philip Johnson örneğinde, mimarlık hep sanat kertesinde tutulmuştur. Asıl söylemek istediğim başka: Yapı Sanatı’nı, tek tek her çağın temel yapılarını, bir mimarın serüvenini, karşılaştırmalı yapı değerlendirmelerini kuşatmanın en sağlam, sağlıklı, akıllı yolu Kamera’dan geçiyor, bunu bir kez daha anladım. Mimari üçboyutlu bakışı şart koşuyor; oylumlar, işlevler, estetik düzenleme iç içe geçiyor onda. Şüphesiz çıplak göz gibisi yok. İnsanın gövdesiyle, duyularıyla bire bir temas kurması yapılar ve çevreleriyle, ilişkilerin en sahicisi. Ne ki, sınırlı sayıda meraklının altından kalkabileceği yatırım bu: Büyük olanaklar gerektirdiği için. Kameraların bize yol göstermesi ülküsel ara çözüm: Erişebildiklerimize erişiriz, erişe Bakmaya, yeniden bakmaya dair... bilemediklerimize onlar taşır, götürür bakışımızı. Sinema, mimariye daha sık sokulmayı denemeliydi, olmadı. BENİM MİMARIM DEĞİL BENİM BABAM Greenaway’i, Mimarın Karnı’nı düşünüyorum da, yönetmen perspektifiyle yapılarla söyleşiler kurulmasından yüce deneyimlerin kapısı açılabilirdi diye hayıflanıyorum. Antonioni’den Kubrick’e, Kurosawa’dan Herzog’a, inşa sorumluluğunu üst düzeyde hissetmiş sinemacıların gözünden Mies van der Rohe, Ledoux ya da Postacı Cheval’i izlemek kim istemezdi?Televizyon, belgesel damar sayıca daha fazla açılım sağlamayı başarmıştır. Gene de yeterli, erişilmesi kolay yapımlar değil çoğu. Mimarlık öğrencilerinin ne’yi, ne’leri, ne kadar, nasıl görebildiklerini bir bilseniz, köşenize büzüşürdünüz. My Architect’i "patetik bir belgesel" olarak nitelediysem, burada Louis Kahn’ı değil, filmin yönetmeni Nathaniel Kahn’ı işaretliyordum: Gayrımeşru oğulun kendisini meşrulaştırma çabasını yansıtıyor film, büyük mimar, yapıtıyla birlikte geri planı oluşturuyor topu topu. Bu sorun bunca ağır basmasaydı, pekâlâ önemli bir kılcal damar halinde filme içleşebilirdi ayrıca: Mimarın arkasındaki insanın can alıcı bir boyutunu taşıyor yaşamındaki üç kadın ve bu üç kadından birer çocuk sahibi olması. Gelgelelim, yapıtın özelliklerini belirleyen ana etmenlerin arasında göremeyiz bu durumu olsa olsa, ruhçözümsel bir okuma, yorum gizilgücüyle, bir ışık tutacak olursa söz konusu bağlantıya, o zaman dikkat kesilebiliriz. Yaratıcı kişilere yakınlarının isteyerek ya da istemeyerek yaptıkları kötülüklerin upuzun bir çetelesi çıkarılabilir: “BELGESEL” BU Nietzsche’nin kızkardeşinden Tolstoy’un eşine. Kimileri kayıtsızlıkları ve savruklukları nedeniyle (sözgelimi kalan yapıtlarını korumayı başaramayarak), kimileri aşırı yetki kullanarak (yapıtı ya da yaratıcı kişinin imgesini bozuşturarak, iğdiş etmeye kalkışarak) bu sonuca yaklaşmışlardır. My Architect’de daha hafif bir çarpıtmayla karşı karşıyayız: Louis Kahn’ı aile bağlamına fazlasıyla çekerek indirgeyen bir "belgesel" bu. Yaratıcı kişiyi yaşamından, kişilik özelliklerinden, zaaflarından, küçüklüklerinden soyarak değerlendirmeyi şart koşmuyorum. Bir adamın evli ve çocuk sahibiyken, iki kadınla daha ilişki kurmuş olması çok sıradışı bir durum sayılmaz sonuçta. Bir berberse o adam, bir sigortacı ya da tüccarsa, kimsenin aklına belgesel film yapmak gelmez. Burada, hareket noktasında, XX. yüzyılın ikinci yarısına damga vurmuş bir avuç mimardan birisi yer alıyor bana kalırsa, özel yaşamına hak ettiği kadar yer ayırmak daha yerinde bir seçim olurdu filmi gerçekleştiren kişinin oğlu olması bunu pek değiştirmiyor gözümde. ESİNTİLER ZEYNEP ORAL C Pişman Değilmiş... 15 M ’de yayımlanan Philip NTV Johnson röportajını bir tür hayretle izledim: Türkiye’de bu küçük görüntü kutusu öylesine düzeysiz bir içeriğe doğru kaydı, kaydırıldı ki, NTV gibi nitelikli bir televizyon kanalının bile insanı iyi bir işle şaşırttığını söyleyebiliyorum. Tabii asıl hayret etme nedenim, röportajın üstüne üstlük yerli bir yapım olmasıydı; programı geç açtığım için ekipte kimler var öğrenemedim. Öte yandan, röportajın dörtdörtlük bir iş olduğu izlenimini de doğurmak istemem: Philip Johnson’u gidip bulmak, o müthiş Cam Ev’in (1949) içinde ve çevresinde uzun uzadıya dolaşmak yabana atılası çaba değil hiç şüphesiz; gene de, yaşlı kurdun efsanesinin baharatlı yakası böyle esgeçilmemeliydi: Amerika’da bir faşist parti kurmaya yeltenecek ölçüde Hitler hayranı oluşu, Lincoln Center ya da ATT Building gibi anıtsal çalışmalarında Mussolini döneminin estetiğini çağrıştıran bir yaklaşım sergilemesi bir biçimde konu edilmeliydi röportajda: Mimarı Politikadan, politikalarından soymak uğraşını indirgemek olur. Philip Jhonson, Glass Hause, New Canaan, 1949. agazin dünyasının son starı, son eğlencesi, Kenan Evren’in açıklamalarını ve bu açıklamaların büyük medyaya yansımasını, mideniz bulanmadan, kanınız donmadan, dehşete düşmeden izleyebildiniz mi?! Üstelik o sözlerin gençlere, yeni kuşaklara yöneldiğini düşününce, dehşet bin kat çoğalmadı mı? Günümüzde çağdaş evrensel değerler hiyerarşisinde, ancak ‘‘insanlığa karşı işlenmiş suçlar’’ başlığı altında yer alabilecek kararların, uygulamaların, yıllar sonra iftiharla savunulması, gençlere ders alın diye sunulması, hâlâ cezalandırılmamış olması sizleri kahretmiyor mu?.. Emel Sayın’la ilgili saygısız açıklamalarını magazin dünyasına bırakıp Kenan Evren’in ‘‘hiç pişmanlık duymadığı’’, ‘‘tereddüt etmeden yine yaparım’’, ‘‘elim titremeden onay verdim’’, ‘‘hiç vicdan azabı çekmedim’’ dediği gerçeklere bakalım. 12 Eylül askeri darbesinden sonra 650 bin kişi gözaltına alındı. Gözetim altındakilerin tümü işkenceden geçirildi. 171 kişi işkencede yaşamını yitirdi. (Bu sayı, İnsan Hakları Derneği’nin kesin kanıtları elde ettiği ölümlere ilişkindir. Yoksa, aynı dönemde gözaltında kuşkulu ölüm sayısı 400 civarındadır.) 12 Eylül askeri darbesinden sonra sıkıyönetim askeri mahkemelerinde 210 bin dava açıldı. Bu davaların 71 bini TCK’nin 141 ve 142. maddelerinden, 14 bini 163. maddeden olmak üzere 85 bin kişi düşüncelerinden dolayı yargılandı. Bu davalarda 6353 sanığın idamı istendi. İşkence ile alınan ifadeler, karar gerekçesi yapıldı. 517 insan ölüm cezasına çarp tırıldı. İçlerinden 50’si ipe çekildi. İdam edildiler. İçlerinde en genci 17 yaşındaki Erdal Eren’di. 12 Eylül döneminde 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 348 bin kişiye pasaport tahdidi konuldu. 1402 sayılı yasayla sıkıyönetim komutanlarınca, 14 bin 509 kamu görevlisi işlerinden atıldı. Ayrıca 18 bin memur, 5 bin öğretmen, 2 bin yargıç ve savcı, 4 bin polis, 2 bin subay baskıyla istifaya zorlandı. İşkence ve baskıdan kurtulmak için 30 bin kişi Türkiye’yi terk etti. Bunlardan 14 bini vatandaşlıktan atıldı. 12 Eylül askeri darbesinden sonra sıkıyönetim komutanlığının kararıyla sadece Mamak’ta 113 bin 607 kitap yakıldı. SEKA’da imha edilen kitap, dergi, gazete 40 tondur. 937 film, sayısız oyun yasaklandı. 8 gazete toplam 195 gün süre ile kapatıldı. Liselerde din dersi zorunlu, felsefe dersi ise seçmeli hale getirildi. Tüm ders kitaplarına ‘‘Türkİslam Sentezi’’ yerleştirildi. İmam hatip kursları, okulları katlanarak çoğaldı, şeriat örgütleri desteklendi... İnsan Hakları Derneği’nin ‘‘12 Eylül ve Sonuçları’’ sempozyum bildirilerinden aldığım bu sayılar yalnızca birkaç örnek... İşte bu yaygın ve sistematik işkence, bu cinayet, bu şiddet ve bu baskı düzenidir, günümüzün magazin malzemesi Kenan Evren’in, yine yaparım, hiç pişman değilim diye iftiharla savunduğu... Hiç yorum yapmadan, işin içine duyguları, düşünceleri katmadan, yalnızca belleklerimizi tazeleyelim istedim... eposta: Zeynep?zeyneporal.com Faks: 0 212 257 16 50 TURHAN SELÇUK’UN KARİKATÜR TURU Eski kitaplarla yeniden... C laudel masamın üstünde Bir ‘durum’dan mı söz ediyorum? Belli bir yaştan sonra, daha çok bir tür ‘ritüel’ demek gerekir buna: Otuz yılı aşkın bir süredir tanıma çabası verdiğiniz, dönem dönem içli dışlı olmak için emek harcadığınız bir yapıtla ilişkinizi tazeleme isteği, dürtüsü devreye giriyor, yerinizden kalkıp raflara yöneliyor, kitaplığınızdaki ciltleri nicedir bekledikleri yuvalarından çıkarıyor, masanıza dönüyorsunuz. Bazen bir, iki saat, bazan bir iki gün süren bu ‘yoklama’yı sık sık gerçekleştiriyorum. Masamın üstünde Cemil Meriç, Turgut Uyar, Hegel ya da Paul Muldoon. SON BULUŞMADAN... Bazen bir konu ya da izlek peşindeyken, farklı yazarların kitaplarını masaya taşımama yol açan birkaç metin. Her ‘yoklama’, bir yandan da yüzleşme tazelemesi. Son buluşmadan bu yana kaç yıl geçmiş; arada, yapıt, bendeki yerine iyice oturmuş mu, yoksa muğlaklaşarak bir başka yere doğru harekete mi geçmiş? Kendim yapamadığım için hayıflandığım bir şeyi Kitap Evi’nin görünmeyen kahramanına yaptırtıyorum: Oluşturduğu kütüphanenin pek çok kitabını zaman içinde, okurken, işliyor işlemiş. Ne anlıyorum işlemekten? Her kitabın arkasına ek sayfalar yapıştırarak okuma notları düşmeyi. ‘ŞEYTAN DÜRTTÜ’ BİR KERE Ekim 1973, Ocak 1979, Mart 1987, Ağustos 1993, Eylül 2002 diye tarih de düşerek. Claudel neden masamın üstünde? Açıkçası, en sevdiğim gerekçeyle: Somut, ele avuca gelir bir nedeni yok bunun. ‘Şeytan dürttü’, kalktım yerimden. Kitaplığımda on iki Claudel buldum (dahası da olabilir!), herbiriyle farklı derecelerde temas kurdum. Beş Büyük Dal, Savaş Boyu Yazılmış Şiirler, Şiir Sanatı, Doğuyu Tanıma, Şiir Üzerine Düşünceler asıl bu beş kitaba yoğunlaştım. Oyunlarına hiç sokulmadım (yaklaşık iki yıl önceydi, benzeri bir tazeleme işlemini Claudel’in tiyatrosu üzerine yapmıştım); günlüğünü bugüne dek bir türlü edinemedim; yazışmalarından, bir tek Massignon’la olanı kitaplığımda. Şiirindeki soluğa bir defa daha hayran kaldım: O burgu gibi dönen girdapsı mısra düzeni, düzyazı şiire kattığı boyut kalemtraş etkisi uyandırıyor üzerimde, kendimi kalem sivriltirken yakalıyorum. Şiir Sanatı’nı okumamış okuru başlık yanıltabilir, koyu bir keşiş hesaplaşması getirir o kitap: Hayat ve Dünya karşısında. Sofuyu önceleyen ermiş. Son dönem Claudel’ine hiç yaklaşamadım. Şiir üzerine denemelerinde gözlemim şu: Valéry’den çok daha yakıcı, derin saptamalar yapıyor. Modernlerin Gecesi’ni yazarken, Hamlet çıkışlı yorumlarını es geçmiş olmam yanılgıların büyüğü olmuş: İgitur okuması tek kelimeyle dağlayıcı.Vermeer’in "İnci Küpeli Kız"ı üzerine beş ay önce başlayıp kenara ittiğim denemeyi harlayan iki kıvılcım doğurdu Claudel’e dönüşüm.Yıkandım, arındım, yüklendim. Haftanın Kitabı: Karar Anı/Henri Cartier Bresson/YGS Yayınları/160 s. Çizgi ustası Berlinlilerle MEHMET CANBOLAT FRANKFURT Karikatür dünyasının büyük ustası Turhan Selçuk’un 2005 yılı Nisan ayında Almanya’da başlayan ‘‘Karikatür Sergi Turu’’, 23 Mart’tan itibaren başkent Berlin’e gidiyor. Eserleri bugüne kadar Almanya’nın 10 ayrı kentinde sergilenen ve ‘‘Karikatür Dünyasının Efsane İsmi’’ olarak anılan Turhan Selçuk’un seçme 53 yapıtına Berlin’de ev sahipliğini ‘‘Art Center Berlin’’ adlı tanınmış bir galeri yatürel etkinliklere büyük önem veren, öncülük eden Başkonsolos Ahmet Nazif Alpman ve sanat tarihçisi Çetin Güzelhan da konuşma yapacak. SOHBET TOPLANTISI Sergi 23 Mart7 Mayıs 2006 tarihleri arasında ‘‘Art Center Berlin. Friedrichstr. 134. 10117 Berlin’’ adresinde gezilip görülebilecek. 84 yaşındaki karikatür ustası Turhan Selçuk, 22 Mart günü yine Berlin’de Alman medyasına yönelik düzenlenen bir basın toplantısında hazır bulunacak ve burada yer yer kendi adı ve eserlerinin de katıldığı karikatür krizine yönelik görüşlerini açıklayacak. Turhan Selçuk aynı akşam Başkonsolosluk’a bağlı, Berlin Türk Kültür Merkezi’nde düzenlenen ‘‘Türkiye’de Karikatür Yapmanın Bedeli’’ konulu bir sohbet toplantısında da konuşmacı olacak ve TürkAlman kültür ve karikatür dostlarının sorularını yanıtlayacak. Turhan Selçuk’un eserleri son olarak, Almanya’nın HeppenheimZwingenberg şehrinde Belediye ve Türk Alman Dostluk Derneği’nin ev sahipliğinde tarihi kültür salonunda sergilenmişti. Selçuk, sağlık sorunları nedeniyle serginin açılışında hazır bulunamamıştı. Sergi Berlin’den sonra sırasıyla, MülheimEssen ve Frankfurt şehirlerinde de açılacak. Louis Kahn, Yale Üniversitesi sanat galerisi, 195054. REKZİ KİTAPEVİ 1. Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek/ İlber Ortaylı/ TİMAŞ 2. Kokoloji/ Isamu Saito/ Okuyan Us Yay. 3. The Türkler/ Yalçın Pekşen/ Say Yay. 4. Sır/ Nermin Bezmen/ Remzi Kitabevi 5. Ladesçi/ Üstün Dökmen/ Sistem Yay. 6. Aşkı Yarın Yaşayacaksın/ Maeve Binchy/ Doğan Kitap 7. Bıçak Sırtında/ Ali Baransel/ Remzi Kitabevi 8. Gazi Paşa/ Attilâ İlhan/ İş Bankası Kültür Yay. 9. Atlantis/ David Gibbins/ Altın Kitaplar Yay. 10. Yedi Evin Sırları/ Alev Aksoy Croutier/ Remzi Kitabevi BİLGİ KİTAPEVİ 1. Şu Çılgın Türkler/ Turgut Özak ÇOK SATAN KİTAPLAR man/ Bilgi Yay. 2. Gazi Paşa/ Attilâ İlhan/ İş Bankası Kültür Yay. 3. Ladesçi/ Üstün Dökmen/ Sistem Yay. 4. The Türkler/ Yalçın Pekşen/ Say Yay. 5. Bıçak Sırtında/ Ali Baransel/ Remzi Kitabevi 6. Ferrari’sini Satan Bilge/ Robin S. Sharma/ Goa 7. Krizden Çıkış ve Çağdaş Sosyal Demokrasi/ Kemal DervişYusuf Işık/ Doğan Kitap 8. Yes Yerine Orrayt Demek Caiz midir Hocam?/ Metin Uca/ Epsilon Yay. 9. AB Süreci mi Sevr Süreci mi?/ Erol Manisalı/ erin Yay. 10. Ankara... Ankara.../ Bilâl N. Şimşir/ Bilgi Yay. DOST KİTAPEVİ 1. Ladesçi/ Üstün Dökmen/ Sistem Yay. 2. Derinliğine Kimse Sevgili/ Cezmi Ersöz/ Tekin Yay. 3. Şu Çılgın Türkler/ Turgut Özakman/ Bilgi Yay. 4. Gazi Paşa/ Attilâ İlhan/ İş Bankası Kültür Yay. 5. Bir Geyşanın Anıları/ Arthur Golden/ Altın Kitaplar Yay. 6. Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi/ Melissa P./ OkuyanUs Yay. 7. Ferrari’sini Satan Bilge/ Robin S. Sharma/ Goa 8. Yes Yerine Orrayt Demek Caiz midir Hocam?/ Metin Uca/ Epsilon Yay. 9. A.Ş.K. Neyin Kısaltması?/ Tuna Kiremitçi/ Doğan Kitap 10. Atlantis/ David Gibbins/ Altın Kitaplar Yay. DR 1. Ladesçi/ Üstün Dökmen/ Sistem Yay. 2. Kokoloji/ Isamu Saito/ Okuyan Us Yay. 3. The Türkler/ Yalçın Pekşen/ Say Yay. 4. Aşkı Yarın Yaşayacaksın/ Maeve Binchy/ Doğan Kitap 5. Bir Geyşanın Anıları/ Arthur Golden/ Altın Kitaplar Yay. 6. A.Ş.K. Neyin Kısaltması?/ Tuna Kiremitçi/ Doğan Kitap 7. Atlantis/ David Gibbins/ Altın Kitaplar Yay. 8. Sır/ Nermin Bezmen/ Remzi Kitabevi 9. Ferrari’sini Satan Bilge/ Robin S. Sharma/ Goa 10. Sudoku/ Okan Arıkan/ Graffo Yay.. pacak. Berlin Başkonsolosu Ahmet Nazif Alpman’ın hamiliğinde ve Türkische Kunst verbindet e.V’’ yani, ‘‘Birleştiren Türk Sanatı’’ adlı derneğin öncülüğünde hazırlanan serginin açılışında, sanatçı Turhan Selçuk da hazır bulunacak. Turhan Selçuk Karikatür Sergisi’nin açılışında Anatolin Caz Orkestrası kısa bir dinleti sunacak ve etkinlikte Selçuk’un yanı sıra Türk kültür ve sanatının yurtdışında tanınması için Almanlara yönelik kül Turhan Selçuk