Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1 ARALIK 2006 CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM eleceğiyle ilgili kehanette bulunamayız. Ancak kanımızca haftalık “Marianne” dergisinin geçmişi ve bugünü basınyayın dünyası için oldukça sıra dışı bir örnektir. Aslında haftalık bir yayın organının 500’üncü sayısını kutlaması pek o kadar da olağanüstü bir olay değil diye düşünenleriniz çıkabilir. İlk bakışta haklısınız... Fakat kurucusu JeanFrançois Kahn’ın (JFK) kişiliği, derginin doğuşu ve vardığı noktaya yakından baktığınızda, belki görüşünüzü değiştirebilirsiniz... ??? 80’li yılların Fransa’sına dönecek olursak... 1981’de büyük umutlarla iktidara gelen solun “Ortak Programı”, radikal, ilerici ve devrimci çevrelerde derin bir düş kırıklığı doğururken, tutucu kesimler ve sermaye sınıfı bir yanda yitirdikleri mevzileri nasıl kazanırız kavgası veriyor, öte yandan da kendi egemenliklerini daim kılacak yeni altyapılar, ara mekanizmaları yaratmanın yollarını arıyordu. Büyük endüstriyel ve mali gruplar liberalleşen siyasi havadan istifade basınyayın dünyasına bastırıyordu. Pıtırcık gibi açan özgür FM radyoları, “Canal +” tarzı, dolaylı kamusal amaçlı ve de doğrudan liberal ekonomi kurallı televizyon girişimleri ve gazete, dergileri ele geçirmek, en azından yönlendirmek seferberliğine girişmişlerdi. JFK’yı basındaki yazıları ve televizyon tartışma programlarındaki ateşli karakteri, tutarlı aydın, ‘Doğrucu Davut’ tavırlarıyla tanıyordum. İlerici bir söylemi olmasına karşın, ‘Stalinci’ nitelediği geniş bir sol yelpazeye yönelttiği çok sert eleştirilerden ötürü açıkçası biraz rahatsızdım. 1938 doğumlu JFK, tarihi eğitimi görmüş, Le Monde ve L’Express gibi prestijli yayın organlarında Yazı İşleri müdürlüğü yapacak kadar ön planda bir gazeteciydi. Baskıcı General De Gaulle döneminin yeni nesil cesur, dürüst, araştırmacı kişiliklerinden biriydi. Örneğin, 1965’de Fransa’da esrarengiz bir biçimde yok edilen, tanınmış Faslı muhalefet lideri Mehdi Ben Barka (d. 1920) olayını ortaya çıkaran gazeteci de oydu... JFK 1984’te “Tek Tipte Düşünce Karşıtı” sloganıyla “Tam Bağımsız” haftalık bir dergi projesini hayata geçirdi. Benim de sıradan bir okur sıfatıyla, sembolik bir hisse alarak destek verdiğim bir “Dayanışma Hisseleri” kampanyasıyla okurlarıyla baştan bütünleşerek değişik bir haftalık yayın organı kurdu. Her “Perşembe’nin Olayı” (L’Evenement du Jeudi LEDJ) olmayı başaran dergi kısa sürede kendi alanındaki “üç büyükler”, “L’Express” (1953), “Le Nouvel Observateur” (1964), “Le Point”ın (1972) egemenliğini kırdı. Ötekilere oranla iki misli fiyatına rağmen bağımsızlığı ve kalitesi Fransızlara cazip geldi. (Biliyorsunuz Fransızlar Avrupa’nın en az gündelik gazete okuyan halkları arasında geliyor, fakat dergi okumada dünya lideri…) JFK iç ve dış sorunlar nedeniyle dergiyi 1996’da bırakmak zorunda kaldı. LEDJ bir yıl sonra batarken, JFK eski ilkeleri doğrultusunda, emektar ekibin önemli bir kısmıyla, ama bu defa öteki dergilerin yarı fiyatına “Marianne”’a soyundu. Her türlü sermaye grubundan uzakta, yine okurlarının desteği ve yalnızca 10 milyon frankla... (Bu işin rayici, yani o dönemde haftalık siyasi bir derginin devreye girme maliyeti, asgari 150 milyon frankmış...) ??? Uzun yazılışıyla “MarieAnne”, 19’uncu yüzyıl devrimci Fransa’sının en popüler kadın ismiymiş. Demokrasiyi antik çağlardan beri “kadın”la özdeşleştiren Cumhuriyetçiler, daha o devirde Fransa’nın simgesi olarak “Kadın Büstü ve Marianne”ı seçmişlerdi. Hani 21’inci yüzyılda cahil ve sivri zekalı bir bakanın, ilkokul çocuklarının ahlakını, aptesini bozacak diye endişelenip (!) kitaplarda yasakladığı, Eugene Seçimler, Kıbrıs, AB üyelik müzakere süreci Dünya Ekonomik Forumu’na damgasını vuran konular Gündem Türkiye’de riskler Ekonomi Servisi Dünya Ekonomik Forumu’nun İsviçre’nin Davos kenti dışında Avrupa’da düzenlediği tek toplantı İstanbul’da yapılıyor. Zirvede 40 ülkeden 400’e yakın katılımcı yer alırken zirvenin gündemine Türkiye’nin önündeki riskler damgasını vurdu. Bugün de devam edecek olan Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Claus Schwab, açılış konuşmasında, Türkiye’nin geleceğinden herkesin ümitli olduğunu söyledi. Buna karşılık uluslararası yatırım bankası Merill Lynch’in yatırımcılara dağıttığı raporda risklere dikkat çekildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “seçim ekonomisi uygulanmayacağına” dönük sözlerle rahatlatmaya çalıştı. Çırağan Oteli’nde düzenlenen basın toplantısıyla başlayan Dünya Ekonomik Forumu’nda basın toplantısı düzenleyen Başkan Schwab, hazırlanan Türkiye raporlarına dikkat çekerek her yönünün tartışılacağını aktardı. Türkiye’nin Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan gibi yatırım açısından cazip bir ülke olduğunu ifade eden Schwab, ayrıca Türkiye’nin büyük bir ekonomik ve siyasi potansiyele sahip olduğunu vurguladı. Söz konusu raporlarda da Avrupa’nın karşılaşabileceği risklerden petrol fiyatları şoku ve enerji kıtlığı, uluslararası terorizm, kitle imha silahlarının artışı ile devletler arası savaş ve iç savaş tehlikeleri karşısında Türkiye’nin risk azaltıcı rolünün “yüksek’’ olduğu vurgulandı. Türkiye’nin “sınırlı’’ rolü olabilecek risk faktörleri ise Avrupa’nın en önemli ticaret ortaklarından olan Çin’de meydana gelebilecek ani ekonomik durgunluk ve deprem gibi doğal afetler olarak sıralandı. “MARIANNE” ve JFK C 9 Başbaka n mesaj veErdoğan’ın “seç im bankası rdiği Dünya Eko ekonomisi uy g nomik F Merill Ly “Üç bulu orumu’n ulanmayacağı” nch’in ya d y t var, am a fırtına tırımcılara dağıt a uluslararası ya önünde ılan Türk beklenm iye rapo tırım iyor’’ den runda, ildi. G Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Claus Schwab, Türkiye’nin geleceğinden herkesin ümitli olduğunu söyledi. İki gün sürecek olan Dünya Ekonomik Forumu Türkiye Zirvesi, Çırağan Oteli’nde düzenlenen basın toplantısıyla başladı. (AA) ‘Öncelik partide değil, yatırımcıda’ Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Bizim için öncelik, ülkemiz ve ülkemizdeki yatırımcıların menfaatlarıdır, partimizin menfaatları değil. Kazanımlarımızı aynı kararlılıkla korumaya devam edeceğiz ve bundan asla taviz vermeyeceğiz” dedi. Türkiye’nin “fırsatlar ülkesi” olarak anıldığını kaydeden Erdoğan şunları söyledi: “Hem Cumhurbaşkanlığı seçimi hem de genel seçimlerin yapılacağı Türkiye’de 2007’de seçim bütçesi mi hazırlanacak, seçim politikalarına yönelik adımlar mı atılacak şeklinde spekülasyonlar yapılıyor. Açık ve net söylüyorum, bizim karakterimizde böyle bir anlayış yok. Bugüne kadar mali disiplinden nasıl taviz vermediysek bundan sonra da vermeyeceğiz.” Merill Lynch: Yabancı endişeli Ekonomi Servisi Dünya Ekonomik Forumu’nda uluslararası yatırım bankası Merill Lynch’in Türkiye ile ilgili son raporu da katılımcılara dağıtıldı. Raporda, Türkiye’nin son dört yılda politik bakımdan beklenmeyecek şekilde sakin günler geçirdiği belirtildi. Bununla birlikte yatırımcılarda artık bu politik huzur ortamının devam etmeyeceği endişesinin başladığı kaydedildi. “Üç bulut var, ama fırtına beklenmiyor’’ denilen raporda, buluta benzetilen riskler Cumhurbaşkanlığı seçimi, genel seçimler ve Türkiye’nin AB üyelik müzakere sürecini canlı tutup tutamayacağı olarak gösterildi. Türk aktiflerindeki risk priminin bu üç gelişmeden kaynaklandığı anlatılan raporda, şu görüşlere yer verildi: “AKP ile laik kesimler arasında siyasi savaş çıkacağı kaygılarını yersiz buluyoruz. Hükümet, diyaloğa açık, pragmatist ve çatışmalardan uzak duruyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ekonomik dengeleri sarsmasına izin vermez. Temel senaryomuza göre AKP seçim kazanmakla birlikte, milletvekili sayısı azalacak. Kıbrıs nedeniyle AB’nin Aralık Zirvesi Türkiye için gürültülü geçecek, ama müzakere sürecinin bu yüzden sona ermesini beklemiyoruz. Belki gümrük birliği ile ilgili müzakere dondurulabilir, ama bu risk şimdiden fiyatlandırıldı.’’ Merkez Bankası’nın önümüzdeki 10 ay boyunca mevcut koşullarda faizleri sabit tutacağı öngörülen raporda, büyümedeki yavaşlamanın geçici olacağı, sürdürülebilir borçlanmanın artık sorun olmadığı belirtildi. Merill Lynch, TÜİK’in milli gelir rakamlarını revize etmesinin ardından milli gelirin üçte bir oranında yüksek çıkacağı tahminine raporda yer verdi. DEİK İcra Kurulu Başkanı Rona Yırcalı, istatistikler konusunda tereddütlü ‘İşsizlik hâlâ büyük bir tehdit unsuru’ Ekonomi Servisi Dünya Odalar Federasyonu ve Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) İcra Kurulu Başkanı Rona Yırcalı, işsizliğin, önemli bir “tehdit unsuru’’ olmayı sürdürdüğünü söyledi. Yırcalı, başkanlığını yürüttüğü Balıkesir Sanayi Odası’nın aylık olağan meclis toplantısında yaptığı konuşmada, “İşsizlik 9.4’ten 9.1’e düşmüş görünüyor. Tabii bunların ne kadar sağlıklı rakamlar olduğu konusunda tereddütlerimiz var. Özellikle kırsal kesimdeki rakamlar dikkat çekici. ‘Kırsal kesimde özellikle genç nüfus arasında işsizlik oranı 18.2’den 17.5’a düşmüş’ diye istatistiki bilgi veriliyor. Yüzde 17.5’i yüzde 20 kabul ederseniz, genç nüfusun beşte biri işsiz’’ dedi. Yırcalı, bazı çevrelerin “kayıt dışı istihdamın yüzde 50 olduğu’’ yönündeki açıklamalarını tereddütle karşıladığını da belirterek “Bu rakam bana çok yüksek geliyor” diye konuştu. GİZLİ İŞSİZ İKİ KATINA ÇIKTI İktisatçı Mustafa Sönmez ise sayılmayan işsizlerin sayısının resmi işsizlere yaklaştığını belirterek işsizlik oranının da yüzde 9.1 değil, yüzde 16.1’e çıktığını, işsiz sayısının da 2.3 milyon değil, 4.5 milyona yaklaşmış durumda olduğunu söyledi. Sönmez, TÜİK’in işsizlik ve istihdam verilerinde izlenen çarpık yoldan bir türlü vazgeçmediğini belirterek Türkiye’deki gerçek işsizlik tablosunu da gizlemiş olmanın vebalinden kurtulamadığını savundu. Sönmez, TÜİK’in işsiz diye tarif ettiği kitlenin, işgücü olarak tarif ettiği nüfustan istihdam imkânı bulamayanlar olduğunu hatırlatarak bunların bu yılın ağustos ayında 2 milyon 215 bin kişi, yani her 1000 işgücünden 91’i olduğunu kaydetti. ürkiye, özelleştirmenin zarar eden kamu kuruluşlarını satmak olmadığını öğrenmek için çeyrek yüzyıl harcadı. Bu arada içme suyu, elektrik, çimento, tütün, şeker gibi yüksek karlı sektörler bir bir özelleştirildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1 YTL’ye tiyatro kampanyasına bakılırsa… Şimdi, sıra kentlerin kültür ve sanat hizmetlerine geldi.! “Şimdi Tiyatro Zamanı” sloganıyla başlatılan projenin tiyatroyu sevdirmek adına olmadığını anlamaları tabii ki diğer özelleştirmelerde olduğu kadar uzun sürmeyecek. Çünkü, bu tür projeler halkın tiyatrolardaki oyunlara olan talebini arttırmaz! Fiyat maliyetin altında kaldığı için maliyetfiyat makasının açılmasına; dolayısıyla kısa sürede zarar etmelerine neden olur. Maliyetleri fiyatın üstündeki bir işletmenin belediye desteğinde olsa bile faaliyetlerine devam etmesi söz konusu olamayacağına göre… Kısa süre içinde kapatılmaları gerekir. Bugün oyuncu ücretleri, yazar ve çevirmene ödenen telif ücreti hariç: • Orta düzeyde bir oyunun maliyeti 1015 bin YTL dekor, 35 bin YTL kostüm, 12 bin YTL de diğer harcamalar olmak üzere 1422 bin YTL civarındadır. • Müzikli oyunda ise dekor 5060 bin T GÖZ UCUYLA TÜRKEL MİNİBAŞ Şehir Tiyatroları Özelleştirilme Furyasında! kecek!.. Bu durumda, ya Kadir Topbaş belediye kesesinin ağzını açacak ya da yeni finansal destekler yaratacak. Kesenin ağzını açması AKP’nin IMF’yle yaptığı anlaşmalara uymayacağına göre geriye yeni destekçilerin bulunması kalıyor! Gelin görün ki, tiyatro kârlı bir yatırım alanı değil. Gelişmiş ülkelerde bile devlet ve belediye destekli faaliyet göstermesi de zaten bu nedenle. Bu durumda yeni destekçilerin yaratılması; şehir tiyatrolarının AKP’nin seçimi kazanması için ne denli önemli bir araç olduğuna ikna edilmelerine bağlı. Yani, geniş kitleleri 1 YTL gibi düşük fiyatla tiyatro salonlarına toplarken oyun içeriklerinin de AKP’nin ideolojisine uygun olacağının garantilenmesine bağlı! Bir taşla birkaç kuş diye işte buna derler! “Şimdi Tiyatro Zamanı” projesiyle: • Bir yandan düşük fiyatla tiyatro hiz YTL, kostüm 10 bin YTL, koreograf 2 bin YTL, stüdyo 5 bin YTL, müziksen 2 bin YTL olmak üzere maliyet 7080 bin YTL’yi bulmaktadır. • Bu maliyetlere, elektrik, su, bakım gibi sabit masraflar tabii ki dahil değil. Rakamlara bakılırsa, 1 YTL fiyatla sadece yukarıdaki masraflarda başa baş noktasını tutturmak için müziksiz oyunlarda 1422 bin izleyicinin, müziklilerde de 70 80 bin kişinin oyunu izlemesi lazım. Ne var ki, İstanbul’un 7 şehir tiyatrosu var. 7 tiyatroya 7 oyun lazım. Bu durumda toplam maliyet 7 kat artmakta. Müziksizlerde 100154 bin YTL, müziklilerde 490560 bin YTL’yi bulmakta! Açık havayı saymazsak 7 tiyatrodaki koltuk sayısı toplam 2500 civarında olduğuna göre haftada 5 oyundan 12.500, ayda 50 bin izleyiciye ulaşılsa bile 2 ayın makasını kapatmak mümkün değil. Dahası, bu kaba hesaba 50 kuruşa inen öğrenci biletlerini de katarsak izleyici sayısını daha da arttırmak gere meti adı altında kitleleri bir araya getirip ideoloji pompalama mekânı yaratırken; • Diğer yandan da fiyatmaliyet makasındaki farkı finanse edecek kaynakları yaratmak bahanesiyle şehir tiyatrolarının özelleştirmesinin koşulları oluşturulmakta. İtiraf etmek gerekir ki bunu da AKP’den başkası beceremezdi! 1 YTL’lik biletlerin haksız rekabet yaratarak özel tiyatroların kapanmasına neden olacağı tartışmasına gelince… Kimse üzülmesin, şehir tiyatroları biletleri 2 ay 1 YTL olacak diye ne özel tiyatrolar kapanır ne de tiyatrolar berduşların sığınağı olur. Kaldı ki AKP’nin şimdiki sorunu özel tiyatrolar değil. 2007 seçimi öncesinde şehrin tiyatrolarıyla şehrin nabzını tutmak! Seçim sonrasında da şehrin tiyatro alanlarının rantını piyasalaştırmak! İnanmak istemiyorsunuz değil mi? O zaman önce Bozdoğan Sukemeri’nin altındaki Reşat Nuri, Harbiye’deki Muhsin Ertuğrul, Kadıköy iskelesindeki Haldun Taner sahnelerinin yerlerini ve… Kimlerin buralara sahip olmayı düşlediğini bir düşünün. Sonra, hiçbir bahane göstermeden 1 YTL’ye biletinizi alın ve tiyatronuza sahip çıkın. turkmini@superonline.com www.turkelminibas.net Delacroix’nın (17981863), üzerinde “tek göğsü açık isyancı kadın, Marianne” resminin bulunduğu “Halka Rehber Özgürlük” isimli yağlıboya tablosunun Marianne’ı... Kendini “devrimci merkezci” niteleyen JFK ve arkadaşları da, her zamankinden daha acil ve elzem olduğuna inandıkları Cumhuriyetçi değerleri savunmak amacıyla dergilerine “Marianne” adını verdiler. 28 Nisan 1997’de okurla ilk kez buluşan dergi, 4 yıldır kâra geçen, iki senedir de Fransa’nın bayilerde en çok satan siyasi haftalığı. Bayi satışlarında 100 binin üstüne çıkamayan, ama abone sayıları 300400 binlerde dolaşan “üç büyükler”, abonelerine derginin yanı sıra radyo, televizyon, cep bilgisayarı, DVD okuru, bavul vb promosyon malzemeleri vermekte yarışırken, Marianne sadece “dergi” (Cumhuriyet okuruna ne hatırlatıyor?) vermekle yetinir. Çok az reklam alabilen, kapak ve iç sayfalarında hiçbir zaman “cinsi latife” cazibesine kapılmayan, yılda iki defa “gayrimenkul” veya “en iyi hastaneler”, “en iyi kentler” gibi medyatik özel dosyalar sunmayan Marianne, 150 bini bayi, toplam ortalama 250 binlik düzenli alıcıokurunun sadakatini acep neye borçludur? ABD’nin Irak işgaline karşı takındığı ikirciksiz tavra mı? Bu savaşın dünyada Batı karşıtı ideolojik, dini, politik duygu ve düşünceleri güçlendireceğini; ırkçı, antisemitik, fanatik, terörist eylemleri körükleyeceğini öngördüğü için mi? Gerçek ve bağımsız bir Filistin devleti kurulmadan, İsrail’in güvenliğinin ve Ortadoğu’da barışın sağlanamayacağını savunduğu için mi? G. W. Bush’un seçilmesine karşı uluslararası imza kampanyası açtığı için mi? Fransız soluna ideolojik gözlüklerden arınmış bir göçgöçmen ve 35 saat çalışma süresi gibi konularda kalıplardan kurtulmuş politikalar oluşturması gerektiğini anlattığı için mi? Fransız sağının hâlâ sahte bir liberal küreselleşme düşünü yaşatmağa çalışmasını acımasızca eleştirdiği için mi? Tüm modern toplumları kemiren işsizliğe karşı araştırma ve geliştirmenin korunduğu, sınır tanımayan mali tekelleşmeye, endüstri ve sermayenin göçüne karşı alternatif küçük ve orta ölçekli yapıların konması gerektiği vurgulamaya çalıştığı için mi?.. ??? Hepsi 3 avrodan satılan diğer dergilerden farklarını, 500’üncü sayının başyazısını, Yazı İşleri Müdürü Maurice Szafran ile imzalayan Yönetim Kurulu Başkanı JFK şöyle açıklıyor: “Başarımız yalnızca radikal bağımsızlığımızdan kaynaklanmıyor. Tek boyutlu, normatif bir yayın politikası benimsememenin sağladığı ayrıcalıktan kazanıyoruz. Yani: Baskıcı neoliberal ortodoksluk ve yıkıcı neo68’ci retoriğe karşı çıktığımız; Cumhuriyetçilikte demirlediğimiz; yurtseverlik ve enternasyonalizm karmasını tutturabildiğimiz; dayanışmacı, adil ve ahlaklı bir dünyayı doğuracak hümanist bir devrim hedeflediğimiz; devlet ve bürokrasi, sermaye ve kârı değil ‘insanı’ merkeze yerleştiren bir felsefeyi benimsediğimiz; (sözüm ona) ‘gerçek sağduyu’ diktatörlüğünün emrindeki entelektüel teröristleri sergilediğimiz; yalnızca derin kurumsal reformlar değil, basında çoğulculuğun garanti altına alınmasıyla sağlanacak demokratik yaratıcılığı talep ettiğimiz; cemaatçi, korporatist geriliklerin ancak hep birlikte aşılabileceğine inandığımız; açık bir laiklik bayrağı altında, her türlü karanlık düşünceler silsilesinin ve ruhbanlar sınıfının dönüşüne karşı tavizsiz bir savaş verdiğimiz için bizi okuyorlar. Hatasızız demiyoruz. Fakat davaya bağlılığımız, tutarlılığımız dolayısıyla başarımızın temelini oluşturuyor...” 1000’inci sayı için ileri Marianne!... ugur.hukum@gmail.com ‘Alman devi bizi yıkamadı’ Fatma AKMAN Faaliyetine bundan 27 yıl önce beyaz eşya sektörüne yan sanayi hizmeti vererek başlayan, ardından satış yaptığı firmanın iflası ile yeni arayışlara giren Mesan, 1981 yılında kilit alanında üretime karar kılar. Önce mobilya kilitleri üretirken ülkenin endüstriyel kilit ve bağlantı elemanlarına gereksinimi olduğunu fark eder ve kaliteli kilit bulamayan makine ve elektrik pano imalatçılarına yeni ürünlerimizi tanıtmaya başlar. Ve başarı da başarıyı takip eder. Şirketin kurucu ortağı ve genel müdürü olan Rıdvan Mertöz ile konuştuğumuzda çalışanına değer veren, eğitimi destekleyen, ArGe yapan, aldığı kalite belgeleri üretimini pekiştiren, yabancılarla ortaklıklar yapan bir kuruluş ile karşılaştık. Aynı zamanda KOSİD’in (Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi İşletmecileri Derneği) başkanlığını da yürüten Mertöz, başarıya giden süreci şöyle anlattı: “Başta Siemens olmak üzere Mercedes, Aksa Jeneratör gibi firmalarının ürünlerimizi kullanması Mesan’a ilgiyi artırdı. 1999 yılında ihracata başladık. Yurtiçinde yaptığımız tanıtım çalışmalarını yurtdışındaki fuarlara katılarak genişlettik. Kalite departmanıyla, pazarlama departmanıyla, iyi yetişmiş takım arkadaşlarıyla Avrupa pazarını zorlamaya başladık. General Elektrik ve diğer dünya devi firmalara ürün satmaya başlayınca, en önemli rakibimiz Alman firması çok ciddi rekabete başladı. Türkiye de Mesan Kilit fiyatlarının altında satışa başladı. Avrupa da hangi firmaya teklif versek karşımıza çıktı. Buna rağmen disiplinli ve kararlı çalışmalarımız sayesinde 30 ülkeye yaptığımız ihracatın yüzde 40’ını Batı Avrupa ülkelerine yapmaktayız.” .