23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Amerikan ordu belgeleri, Türkiye üzerinden adam kaçırmaların “rutin işlem” sayılacak kadar ısrarlı olduğu gösteriyor C haberler BİR BAKIMA SERVER TANİLLİ 1 ARALIK 2006 CUMA İncirlikGuantanamo bağlantısı belgelendi Osman ÇUTSAY FRANKFURT – ABD’nin Avrupa’da yasalara aykırı olarak kaçırdığı “terör kuşkulularını”, Guantanamo’ya Türkiye üzerinden gönderdiği belgelendi. Bu olayların Stuttgart yakınlarındaki Amerikan Birlikleri Avrupa Merkez Karargahı’nda (Eucom) planlandığı, burada görev yapan Alman irtibat subayları nedeniyle Alman yetkililerin de bu gelişmelerden bilgisi olması gerektiği ileri sürüldü. Bu arada, AlmanyaTürkiye bağlantısı da vurgulandı. Alman Birinci Kanalı ARD’de yayımlanan “Report Mainz” adlı haftalık haber programında, “Amerikalı yetkililerin”, terör kuşkusuyla Saraybosna’da gözaltına aldıkları 6 Cezayir vatandaşını, suçlu olmadıkları Bosna mahkemesi ve uluslararası mahkeme kararlarıyla kesinleşmesine rağmen 2002 yılı ocak ayında önce Bosna’daki Tuzla Amerikan üssüne buradan da İncirlik üssüne kaçırdıkları saptandı. 6 Cezayirli’nin, İncirlik’te Afganis Bülent Tanör’ü Hatırlarken... şına indirgenemez; emperyalizme karşı ilk ve başarılı bir bağımsızlık hareketidir. Bu büyük dönüşümün sırrı nerededir? Bir “mucize”, bir “iradei ilahi” eseri midir bu? Tanör, yanıt olarak üç çarpıcı dinamiğe dikkatleri çeker: Tarihin mirası, ortamın özgüllüğü ve önderliğin rolüdür bunlar. Mustafa Kemal’in rolü de, yaptıkları bir yana, her şeyden önce “demokratik ve milli egemenlik ilkesini ön plana çıkarmasında”dır. Ama belki daha da dikkati çeken, Kurtuluş’la Kuruluş’un iç içe ve birbirine sımsıkı bağlarla bağlı oluşlarıdır. Gerçekten, Kurtuluş’la Kuruluş, bu iki süreç, aslında iç içe geçmiştir; diyalektik bağlarla birbirine kenetlenmiştir: Kurtuluş için savaşılırken Kuruluş olgusu da hayata doğmuştur. 23 Nisan 1920, yani TBMM’nin kuruluşu, her ikisinin de başlangıcıdır. Kurtuluş’tan sonra Kuruluş yeni bir yükseliş kaydeder ve reformlar takvimi 1940’lara kadar sürer. Kuruluş, özünde “inkılâplar”dır, yani Devrimdir. İlk devrimci vuruş, “siyasal” alanda olur: Ulusal egemenlik ve bağımsızlıkla (19181922) donanmış, aynı zamanda antiemperyalist olan siyasal devrim, ikinci aşamada (19221924) şunları yapar: Saltanatı kaldırır, Cumhuriyeti ilan eder ve halifeliğe son verir. Bunlarla, siyasal devrim tamamlanmış olur ve ileriki toplumsal dönüşümlerin (laikleştirmeulusallaşma) önü açılır. İçerdeki bu gelişmelerin ister istemez dışarda da büyük yankıları olur: Ulusal ve laik devlete yönelen Türkiye ile İslam dünyası arasında mesafeleşme başlar; Türkiye, İslam dünyasının reformcuları için de yeni bir model oluşturacaktır. ? İşte, 1923 Devrimi’ne, Mustafa Kemal’e ve Kemalizme Prof. Bülent Tanör’ün bakışı. Bir fikir tarihçisinin, bir sosyoloğun bakışı. Ne kıvırtma var söylediklerinde ne de küfür! Bilim adamı böyle bakar. Olmazsa; sokak adamının bakışı başlar. Yurdumuzda çokça görülen de yazık ki böylesi... Haberi hazırlayan Alman gazeteci Thomas Reutter, Cumhuriyet’in sorularını yanıtlarken “Türkiye hattının” merkezi bir rol oynadığına “Bunlar bende rutin işlem izlenimi uyandırdı” sözleriyle dikkat çekti. Hukukun ayaklar altına alındığı bu kaçırma olaylarında sadece Alman değil, Türk rolünün de şimdiye kadar sanılandan çok daha büyük olduğu vurgulandı. tan’dan gelen 28 terör zanlısıyla birlikte Guantanamo’ya gönderildiği belgelendi. Haberi hazırlayan Alman gazeteci Thomas Reutter, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, bu olayın “münferit olmadığını” belirterek, İncirlikGuantanamo hattının sadece 34 tutuklu için değil, başka birçok kaçırılma olayında da hizmet vermiş olabileceği tahmininde bulundu. Reutter, “Ancak o tür olayları şu anda belgelememiz elbette mümkün değil, sadece Türkiye üzerinden bu kaçırmaların ‘rutin işlem’ sayıldığını düşünüyorum” diye konuştu. Stuttgart yakınlarındaki Vaihingen Amerikan Kuvvetleri Avrupa Merkez Karargahı’ndan elde edilen belgelere göre, insan hakları ve mevcut yasaları ihlal eden adam kaçırmalar, tüm ayrıntılarıyla bu karargahta planlandı. Karargahın, Almanya içindeki 10’u aşkın Amerikan bağlantı merkezinin yanı sıra birçok Avrupa ülkesindeki merkezle işbirliği içinde operasyonları hazırladığı ileri sürüldü. Olayın, Federal Meclis düzeyinde araştırılması istendi. Bu eylemlerin, adam kaçırma, işkence ve insan hakları ihlali olarak görülmesi gerektiğine dikkat çeken uzmanlar ve milletvekilleri, konunun ayrıntılarıyla incelenmesi çağrısında bulundular. Geçmiş hükümette devlet bakanı olarak Başbakan Gerhard Schröder’in bu tür konularda görevlendirdiği şimdiki Dışişleri Baka nı FrankWalter Steinmeier’in de konuyla ilgili açıklama yapması istendi. URAT KURNAZ DA İNCİRLİK’TEN Mİ KAÇIRILDI? Haber programını hazırlayan Alman gazeteci Thomas Reutter, en az 34 insanın Türkiye üzerinden kaçırıldığının belgelendiğine dikkat çekerek, “Bunların münferit olaylar olmadığını düşünüyoruz. Ancak daha başka olayların ve bu arada Murat Kurnaz’ın da buradan Guantanamo’ya kaçırıldığını belgelemiş değiliz. Sadece tahminlerde bulunabilirim” dedi. Reutter, bu kaçırma eylemlerinin planlandığı Vaihingen’deki karargahta en az iki Alman irtibat subayı bulunduğunun hatırlatılması ve burada Türk görevlilerin görev yapıp yapmadığı konusundaki bir soru üzerine de, “Şunu söyleyebilirim: Bu karargahta tüm NATO ülkelerinden irtibat subaylarının bulunması beni hiç şaşırtmazdı. Ama bu, sadece tahmin, yani belgeleyebilmiş değiliz” dedi. Kasım, Bülent Ta28 nör’ün ölüm günüdür; aramızdan ayrılışı da dört yılını doldurdu. Üniversitelerde kitapları okutuluyor; büyük hukukçu, eserleriyle yaşıyor. Onun, Cumhuriyet Kitapları arasında çıkarılan, Kurtuluş Kuruluş adlı kitabı, en çok arananlar arasında. 1923 Devrimi ise, hep güncel. Son günlerde, bir doçentin, bir söyleşisinde, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı inkâra kadar varması ve temel kavramlardan habersiz olması; bir profesörün de, ağzını da bozarken Kemalizmin, “ilerlemeden çok gerilemeye tekabül etmesi”, büyük tartışmalara yol açmış durumda. Doğaldır ki, olay, Tanör’ün de kemiklerini sızlatmıştır. Böyle bir günde, okurların belleklerini de tazelemek gerekir. Bülent Tanör’ün, bir fikir tarihçisi ve bir sosyolog kimliği ile kaleme aldığı Kurtuluş Kuruluş adlı eserini özetlemeye çalışacağız. ? Tanör, bu eserinde, Türkiye’nin 1918’den başlayarak yaşadığı büyük dönüşümü inceler. Önce, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla bağımsızlığın kazanılışı, sonra da, bağımsız bir devlette, 1940’lara kadar uzanan reformlar dizisi konu edilir. Kitabın zamansal çerçevesi budur. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgi ile kapanması, giderek Mondros Mütarekesi (1918); Sevr’le parçalanış; hemen hemen aynı tarihlerden kalkarak, kendiliğinden doğan yerel direniş hareketlerinin (Kuvayı Milliye) yurdu sarması... “Millet” ve “millet iradesi” böyle doğar. Ulusal harekete giden yol böyle açılır. Ulusal hareketin (Kemalist) tezi ise, somut ifadesini, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçmesinden sonra kazanır: 1919 Haziran’ında Amasya Kararları ile belirmeye başlar; Erzurum ve Sıvas Kongreleri kararları ve Misakı Milli ile gerçekleşir, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplayarak da, İtilafçı tezlerle hesaplaşmasına koyulur. TBMM, “ulusal demokrasi”yi kurar ve uygular. “Kurtuluş Olayı” , başta onun eseridir. Yürütülen savaş ise, TürkYunan sava M Din dersi için tarihi karar ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu, oğlu Mustafa Berkay Kenanoğlu’nun öğretimde zorunlu din dersinden muaf tutulması için İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı. İdare mahkemesinin kararında, “Temel hak ve hürriyetlerden olan dini inanç özgürlüğü İlköğretim 4. sınıf öğrencisi olan oğlunun zorunlu din derslerinden muaf tutulması için mahkemeye başvuran Kenanoğlu davayı kazandı. Mahkeme dini inanç özgürlüğü kapsamında çocuğun din kültürü ve ahlak öğretimi dersinden muaf tutulması gerektiği kararını aldı. nün uygulanması kapsamında çocuğunun zorunlu sayılan din kültürü ve ahlak öğretimi dersinden muaf tutulması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır” denildi. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu’nun ilköğretim 4. sınıf öğrencisi olan oğlu Mustafa Berkay Kenanoğlu’nun din dersinden muaf tutulmasına ilişkin açtığı dava sonuçlandı. İstanbul 5. İdare Mahkemesi’nin 22 Kasım’da aldığı kararda şöyle denildi: “Eğitim ve Öğretim Yüksek Kurulu Başkanlığı’nın bu doğrultuda 9 Temmuz 1990 gün ve 1 sayılı kararda TC uyruklu HıristiyanMusevi dinlerine mensup öğrencilerin anayasaya göre zorunlu olan din kültürü ve ahlak öğretimi dersinden muaf tutulacakları belirtilmiş olup, davalı idare savunmasında davacının mensup olduğu dinle ilgili belge ibraz etmediği öne sürülmekte ise de Eğitim Öğretim Yüksek Kurulu’nun aldığı bu kararla ilk ve ortaöğretim okullarında İslam dini öğretimine yönelik olarak okutulan din kültürü ve ahlak öğretimi dersinden İslam dinine mensup olmayanların muaf tutulmasının amaçlandığı anlaşılmakta olup, zorunlu olarak okutulan din kültürü ve ahlak öğretimi dersinin dava dilekçesinde dini ve felsefi inancına uygun olmadığını belirten davacının herhangi bir din mensubu olduğuna bakılmaksızın temel hak ve hür riyetlerden olan dini inanç özgürlüğünün uygulanması kapsamında çocuğunun zorunlu sayılan din kültürü ve ahlak öğretimi dersinden muaf tutulması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. ‘TÜRKIYE’DE BIR ILK’ Kararı değerlendiren Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkan Yardımcısı Kenanoğlu, elde ettikleri sonucun “Türkiye’de bir ilk” olduğunu vurguladı. Kenanoğlu, oğlu Berkay’ın din kültürü dersi yazılısına girmediğini, bundan sonra da din kültürü derslerinden muaf olacağını kaydetti. Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Fevzi Gümüş, zorunlu din dersiyle ilgili açılan davanını ulusal bir mahkemede kazanılmasının, Alevilerin yıllardır verdikleri mücadelenin hukuki düzlemde kabul edilmesi, zorunlu din derslerinin insan haklarına, laikliğe, inanç özgürlüğüne, çağdaş eğitim anlayışına aykırı düştüğünün tescili anlamına geldiğini belirtti. Şiddette Kenya’yı geçtik Esra YAZDIÇ ANKARA Yapılan araştırmalar Türkiye’nin yanı sıra dünya genelinde de kadınların en büyük sorunlarından birinin şiddet olduğunu gösteriyor. Türkiye, yakınlarından şiddet gören kadınlar bakımından Etiyopya ve Kenya’yı dahi geride bırakırken, veriler son 5 yılda 500’e yakın kadının töre ve namus cinayetlerine kurban gittiğini ortaya koyuyor. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu, Uluslararası Af Örgütü, Dünya Sağlık Örgütü ve Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın şiddet gören kadınlara ilişkin verileri şöyle: Dünyada 1540 yaş arası birçok kadın kanser, trafik kazaları ya da sıtma yerine toplumsal cinsiyet kökenli şiddet nedeniyle ölüyor ya da yaralanıyor. Her 3 kadından biri dövülüyor, cinsel ilişkiye zorlanıyor ya da taciz ediliyor. Kadın cinayet kurbanlarının yüzde 70’i erkek partnerleri tarafından öldürülüyor. Yakınlarından şiddet görme oranı ABD’de yüzde 22.1, Şili’de yüzde 26, İngiltere’de yüzde 30, Hindistan’da yüzde 40, Kenya’da yüzde 42, Etiyopya’da yüzde 45 iken bu oran Türkiye’de yüzde 57.9’a çıkıyor. Kadınlara uygulanan şiddetin yüzde 85’i tekrarlanıyor. Şiddet türlerinin başında yüzde 84 ile sözlü şiddet gelirken, bunu yüzde 70 ile fiziksel şiddet takip ediyor. Kadınların yüzde 97’si ev içi şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de, son 5 yılda 500’e yakın kadın töre ve namus cinayetlerine kurban gitti. Uğranılan şiddet sonucu resmi işlem yapılanların oranı yüzde 23.1 iken işlem yaptırmayanların oranı yüzde 76.9 çıkıyor. Evliliklerinin ilk 3 yılında üniversiteli kadınların yüzde 73’ü şiddete maruz kalıyor, gecekondu ve kırsal alanlarda bu oran yüzde 89. Şiddete uğrayan kadınların yüzde 62.6’sı eylemden sonra öfke, yüzde 16.3’ü öfke ve çaresizlik, yüzde 6.1’i sadece çaresizlik hissettiğini belirtiyor. Erkeklerin yüzde 45’i kadının kendisine itaat etmemesi durumunda dövme ve tecavüzü hak olarak görüyor. TGC’den 301. madde önerisi Tartışmalı maddedeki bazı kavramların ‘flu’ olduğu saptaması yapıldı. TGC ve Türk Ceza Hukuku Derneği’nin oluşturduğu İstanbul Haber komisyon tarafından Servisi Türkiye hazırlanan öneri Gazeteciler taslağında, “Türklük” Cemiyeti (TGC) kavramının yerine ve Türk Ceza yurttaşlık bağını ifade Hukuku Derneği bir edecek şekilde “Türk komisyon milleti”, “Türk ulusu” oluşturarak yerine de yine “Türk Türk Ceza milleti” ifadelerinin Yasası’nın (TCY) 301. kullanılması önerildi. maddesinde değişiklik yapılması için öneri taslağı hazırladı. Taslakta, “Türklük” kavramının yerine yurttaşlık bağını ifade edecek şekilde “Türk milleti”, “Türk ulusu” yerine de yine “Türk milleti” ifadesinin kullanılması önerisinde bulunuldu. TGC Başkanı Orhan Erinç ve Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı Duygun Yarsuvat, cemiyetin lokalinde düzenledikleri toplantı ile hazırlanan değişiklik önerisini kamuoyuna açıkladılar. Erinç, 301. maddedeki “aşağılama” sözcüğü yerine tahkiri ifade eden “hakaret” sözcüğüne yer verildiğini belirterek “hakaretin”, sınırları daha belirgin, daha objektif bir kavram olduğunu ve aşağılamayı içerdiğini söyledi. Hazırlanan öneride yaptırım sisteminin de değiştirildiğini dile getiren Erinç, “Suçun konusunun önemi, fiilin işleniş biçim ve özelliklerine, ağırlığına göre hâkim hapis veya para cezası verebilecek” dedi. Önerinin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, CHP lideri Deniz Baykal ile ANAVATAN lideri Erkan Mumcu’ya iletildiğini belirten Erinç, önerinin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile TBMM Başkanı Bülent Arınç’a da amacıyla sunulduğunu anlattı. Türk Ceza Hukuku Derneği Başkanı Yarsuvat da 301. maddede bazı kavramların “flu” olduğunu vurgulayarak “Türklük” kavramının, ırkçılığı çağrıştırdığı gerekçesiyle “Türk milleti” olarak değiştirildiğini söyledi. Yarsuvat, “Bu öneride, eleştiri kastıyla yapılanların suç teşkil etmeyeceği şeklinde bir yenilik getirdik. Böylece ifade özgürlüğünü geniş bir biçimde korumuş olduk” dedi. lain Servantie, Avrupa Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu genel müdürlüğünün danışmanlarından. 4 gün sürecek gazetecileri bilgilendirme seminerinin ilk konuşmacısı. O konuşurken Finlandiya’da Kıbrıs pazarlığı sürüyor. 6 Aralık’ta toplanacak AB Komiserler Koleji’nin Türkiye konusunda bir karar alması için Kıbrıs konusunda bir uzlaşma aranıyor. AB’nin genişlemeden sorumlu ekibi de kulaklarını Helsinki’den gelecek haberlere dikmiş durumda. Biz bir yandan Servantie’ye sorular yöneltiyoruz, bir yandan da Kıbrıs konusunda “Limanları, izolasyonlar kaldırmadan açmayız” diyen Türkiye’yi nasıl bir akıbetin beklediğini anlamaya çalışıyoruz. Alain Servantie, AB’nin genişlemesinin ne gibi sorunları beraberinde getirdiğini anlatıyor. Ülkelerdeki AB Anayasası oylamalarındaki kilitlenmenin önemli engellerden biri olduğuna dikkat çekiyor. Büyümenin bir de ekonomik bedeli olduğunu söylüyor. Türkiye gibi büyük bir ülkenin getireceği mali yüklerin nasıl karşılanacağının düşünüldüğünü, 2013’e kadar yeni bir mali tablo ortaya çıkabileceği umudunda olduklarına vurgu yapıyor. ??? Alain Servantie, genişleme konusunu anlatırken, konu bir şekilde Hırvatistan’ın üyeliğine geldi. Hırvatistan’ın reformları yapmasından sonra mı alınacağı, yoksa alındıktan sonra mı reformları yapmasının daha uygun olacağının tartışıldığını ifade edince, bizler “Nasıl olur, Türkiye için reformlar A SIFIR NOKTASI ORAL ÇALIŞLAR bu kadar hayati bir konu olarak düşünülürken ve sürekli vurgu yapılırken, Hırvatistan için böyle düşünülüyor. Bu çifte standart değil mi” diye tepki gösterdik. Servantie’nin cevabı da ilginçti: “Hırvatistan dört milyonluk ülke, kolay halledilir, diye düşünülüyor” cevabını verdi. Türkiye konusunda AB’nin tutumunun ne olduğunu anlamak için Brüksel’e gelmeye gerek olmadığını biliyoruz. Yine de burada konunun ilgilileri ve uzmanlarıyla uzun uzun konuşmak, tartışmak gelişmeleri kavramak açısından faydalı oluyor. Buradaki havayı şöyle özetleyebiliriz: 1. Kıbrıs konusu 6 Aralık’a kadar bir çözüme ulaşmazsa, o zaman ne yapacağız diye sorulduğunda genişlemeden sorumlu komisyonun sorumluları, “görüşmelerin dondurulması”, “görüşmelerin durdurulması”nı istemiyorlar. Bunun geri dönülemez çok kötü sonuçlar yaratacağına inanıyorlar. 2. Kıbrıs konusunun bütün üyelik müzakereleri boyunca Türkiye’nin ayağına vurulmuş bir pranga olduğunu ifade ediyorlar. “Bir üye ülkeyi tanımamak olmaz, ayrıca Ankara Antlaşması gereği limanları açacağınıza söz verdiniz” diyorlar. Bunun üzerine, “Dört Milyondur Üye Olabilir” “AB de Kuzey Kıbrıs’ta izolasyonları kaldıracağına söz verdi” denince, “doğru söylüyorsunuz, Türklerin tepkilerini de anlıyoruz” karşılığını veriyorlar. 3. Türkiye’de reformların sürdürülmesi, TCK 301. maddenin değiştirilmesi, insan hakları konularındaki sorunlar buraya anında yansıyor. Örneğin Profesör Atilla Yayla’nın üniversitede ders vermesinin engellenmesi, burada dikkat çekilen konulardan birisi olarak gündeme getiriliyor. 4. Üyelik müzakereleri askıya alınırsa ne olur ya da dondurulursa? Örneğin Olli Rehn’in yardımcısı Jean Christophe Filori, “Bunu düşünmek bile istemiyoruz. Bizim hedefimiz görüşmelerin sürdürülmesi” dedi. ??? Seminerin ilk günkü konuşmaları bitince, o sırada devam eden Avrupa Birliği Türkiye Karma Parlamento Komitesi’nin toplantısını izledik. Joost Lagendijk’ın başkanlık ettiği toplantıda, Avrupalı üyeler Türkiye’deki insan hakları ihlallerine, TCK 301. maddenin hâlâ değiştirilmemesine, gayrimüslim azınlıklara yönelik sorunlara dikkat çekiyorlardı. Geçen ay açıklanan Türkiye İler leme Raporu’nu Türkiye’den gelen milletvekilleriyle değerlendiriyor, tartışıyorlardı. CHP grubu adına konuşan Onur Öymen, raporda CHP’ye yönelik eleştirilere cevap verdi. Kendilerinin “özgürlük karşıtı” gibi gösterilmesini üzüntüyle karşıladıklarını, bunun doğru olmadığını ifade etti. AKP’li üyeler ise Türkiye’deki yasal değişikliklerin önemine vurgu yaptılar. Uygulamada ortaya çıkan aksaklıkların ise zaman içinde yerine oturacağını belirttiler. Bildiğimiz tartışmalar, burada da aynen devam ediyor. Türkiye’nin üyeliği AB’nin en zor konusu olarak uzun süre Brüksel’i meşgul edecek, bunu burada bir kez daha gözlerimizle gördük. Ancak, bu bir zorlu yolculuk. İki tarafın da bu süreci bırakması mümkün değil. Burada onu da tekrar anlamış bulunuyoruz. ??? Brüksel’de, “Ne olacak Türkiye’nin hali” diye konuşurken, Helsinki’den haber geldi. Dönem Başkanı Finlandiya’nin çözüm için yürüttüğü beş aylık sürecin son görüşmelerinden de sonuç çıkmadığı açıklandı. Fin planı artık devre dışıydı. Peki bundan sonra ne olacak diye düşünürken AB’nin genişlemeden sorumlu komisyonu üyesi Olli Rehn, “Müzakereler durmayacak” açıklamasını yaptı. Türkiye’nin limanlarını açmaması halinde de müzakereler sürecek ancak yavaş ilerleyecek, dedi. s Helsinki’deyiz. Şimdi de dönem Başkanı Finlandiya’nın yaklaşımı daha yakından duymak olanağını bulacağız… oralcalislar?cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle