03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ARALIK 2006 CUMA spor NEYMİŞ ABDÜLKADİR YÜCELMAN Hasibe dünya şampiyonu C 19 Sandık Başında Neler Oluyor? YENİ DELHİ Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de düzenlenen 4. Dünya Bayanlar Boks Şampiyonası’nda, 50 kiloda Hasibe Erkoç dünya şampiyonu oldu. 3 günden bu yana grip hastalığı ve yüksek ateşle mücadele eden Hasibe Erkoç, dün finalde Çinli boksör Li Siyuan ile mücadele etti. Baştan sona üstün bir performans gösteren Hasibe Erkoç, rakibini 1812 yenerek 50 kiloda dünya şampiyonu oldu ve bir ilke imza attı. 34 ülkeden 200 boksörün katıldığı 4. Dünya Bayanlar Boks Şampiyonası’nda Türkiye, 1 altın madalyanın yanı sıra Şemsi Yaralı ile 1 de bronz madalya kazandı. Hasibe Erkoç, final maçının sona ermesiyle birlikte Türk bayrağıyla ringde şampiyonluk turu atarken, şampiyonluğun keyfini doyasıya yaşadı. Maçın hemen ardından Türk bayrağına sarılı olarak gözleri yaşlı bir şekilde açıklama yapan Hasibe, olanlara halen inanamadığını, 3 gündür grip nedeniyle, yüksek ateşle hasta yattığını söyledi. Hasibe, “Maçın son raundunda hocam Selahattin Başaran’ın, önde olduğumu söylediğini ve ‘gez gez’ diye bağırdığını duydum. Fakat ayaklarımda gezecek derman yoktu. Son raundun nasıl geçtiğini inanın bilmiyorum. Bu şampiyonluğumun Türk milletine hayırlı olmasını diliyorum. Bize boks yapma fırsatı veren Caner Doğaneli ve değerli hocam Selahattin Başaran’a teşekkür ediyorum’’ dedi. Ulusal takım teknik direktörü Selahattin Başaran ise, Hindistan’da çok büyük talihsizlikler yaşadıklarını, hakem hatalarının ve kötü kuraların kendilerini bulduğunu, bu şampiyonadan en az 3 finalle ayrılmayı hedeflediklerini söyledi. Başaran, ilk kez Türkiye’den yetişen bir bayan boksörün dünya şampiyonu olmasının kendisini mutlu ettiğini belirterek, şampiyonluğun hayırlı olmasını diledi. Boks Federasyonu Asbaşkanı Zafer Gülseven ise, “Hasta hasta mücadele veren Hasibe’yi yürekten kutluyorum. Bu şampiyonadan 1 altın ve 1 bronz madalya almamız küçümsenmemelidir’’ diye konuştu. Dikkat! Hapı yutmayın Görkem ÇÖTELİOĞLU n beylik tanımıyla spor, kişisel veya toplu yarışlar biçiminde yapılan, bazı kurallara göre uygulanan beden hareketlerinin tümü olarak geçiyor. Sadece beden hareketi olmanın da ötesinde anlamları bulunan sporun insanların sosyalleşmeleri, belli değerleri kazanmaları açısından da önemli işlevleri bulunuyor. Kuşkusuz bunlardan bir tanesi de yapanlara ve tabi ki izleyenlere ahlaklı bireyler olarak yetişmelerini sağlaması. Spora aynı zamanda yürüyen ahlak denmesinin nedeni de bu zaten. Ancak, her alanda olduğu gibi sporda da kısa ve kolay yoldan başarıya ulaşmaya çalışanlar, bunun için başarıya giden yolda herşey mübahtır diyen Machhavelist bir yaklaşım benimseyenler söz konusu ne yazık ki. Bu düşüncede olanların sarıldıkları en büyük silah ise tabi ki doping. Halterden atletizme, basketboldan futbola kadar hemen her branşta bu tür uygulamalara rastlamak olası. . Araştırmalarını sürekli olarak devam ettiren ve yasaklı maddeleri sürekli güncelleyen, kimilerini listeden silen WADA (Dünya Anti Doping Ajansı) sadece performans artırıcı ilaçları değil, kullanılan maddeleri gizlemeye yönelik ilaç kullanımlarını da cezalandırma yoluna gidiyor. Amphetamin, efedrin, kokain, ecstasy, salbutamol gibi uyarıcılar; morfin, metadone, eroin, petidin gibi aneljezik de denilen narkotik ağrı kesiciler; nandrolone, tetrahidrogestrinone (THG), stanozolol, androstenedione gibi anabolik hormonlar; acetazolamide, klorthalidone, triamterene gibi Dheadiyüretik olarak da bilinen idrar söktürücü ilaçlar; kan dopingi gibi kullanımların yanı sıra idrar üzerinde yapılan, idrarın bütünlü enel seçimlere daha aylar var ama sporun sandığı teker teker açılıyor ve açılacaklar da açılacakları günü bekliyor. Özerk federasyonlar ve özerk olmaya aday olanları bekleyen ve spor kamuoyunu rahatsız eden bir mesele var, o da özerk olan ve özerk olmayı bekleyen Federasyonların özerklikleri. Bu Federasyonlar ne kadar özerk? Biz hiçbir zaman özerkliğe karşı çıkmadık, hatta yasa çıkmadan önce çıkması için de sütunlarla yazılar yazdık. Ama ne yazık ki dağ fare doğurdu, Çünkü özerk oldum diyen, kuyruğuna yapışan bir parça peyniri gören farenin kendisini peynir ambarında sanması gibi padişahlığa özeniverdi. Henüz sandıktan çıkmayan federasyon da birtakım “kart hamili” kimselerle doluşmakta. Kısacası şartlanmış ve şartlandırılmış federasyonlar mantar gibi yerden bitiyor, haberiniz olsun. Şu sıralarda yüzme, eskrim, cimnastik federasyonları sandık için şartlandırılıyorlar. Şu anda aday olan eski başkanlara kibarca “sen çekil , bizim adayımız var’’ diyenler de oluyor. Ne sıfatla? Devlet mi istiyor, bürokratlar mı, yoksa başka dolaplar mı dönüyor? Federasyonlar amatördür. O koltuklara spor seven, spor için her türlü özveriyi yapan, spordan gelmiş, sporu bilen kişilerin oturmaları beklenirken; futbolu tribünden izlemiş, sporla da pek ilişkisi olmayan bir müteahhidin federasyon başkanlığına getirilmek istenmesi, konu futbol olsa ortalığı ayağa kaldırır. Ama bu müteahhidin böyle bir istemi G yok, bir koltuk olsun da ne olursa olsun demiş, o kadar. Peki olsun da hangi koltuk olsun? Düşünmüşler, 25 yıldır bu koltukta oturan, son zamanlarda da bir ufak operasyon geçiren Cimnastik Federasyonu Başkanı’nın koltuğunu uygun görmüşler. Atilla Örsel’i Federasyon Başkanı olmadan da tanırım, kendisini, işini, sağlığını cimnastiğe adamış bir sporcudur. Oysa gözlerine adı var sanı yok bir başka federasyon koltuğunu uygun görselerdi ya. Şunu söyleyeyim, seçime kimse el atmazsa tüm cimnastik camiası Atilla’yı seçer, müteahhidi kim tanır ki!.. Kim tanır ki diyorum da bu müteahhidi Ankaralılar tanırmış, sporun ihalelerini alan bir işadamıymış. Bize ne? Atilla’ya da bir telefon gelmiş, gayet nazik bir şekilde çekilmesini istemiş, Atilla’nın isim vermediği sesin sahibi. Atilla ne yapmış, müteahhit beye 3 kez telefon etmiş, 3 kez “Gelin buluşalım da size ne yapacağınızı anlatayım, cimnastik camiası sizi tanımaz” demiş ama bu yazının yazıldığı güne kadar müteahhit beyden ses çıkmamış. 25 yıl spora hizmet etmiş, aldığı sporu yükselten, spor sayısını artıran, Balkanlar’da, Avrupa’da çeşitli müsabakalara katılan ve birçok madalya getiren bir federasyona ve onun başkanına teşekkür edilecek yerde teşekkür mektubu verip ayrılmasını istemek ne acı. Benim bildiğim Atilla’nın koltuğa zamkla yapışmadığını biliyorum ama onun üzüldüğü şey, şunca emek ve şunca hizmetin bir müteahhidin kepçeleri altında ezilmesi, yok olması. Ne diyelim… E ğünü bozmaya yönelik ve dopingi saklayıcı farmakolojik ve kimyasal müdahaleler de cezalandırılması ön görülen uygulamalar arasında sayılıyor. Bu bağlamda doğrudan doping etkisi yapan maddeler kadar, doping saklayıcı etkisi olan ilaçlar da sporcular açısından sakıncalı maddeler arasında yer alıyor. Son yıllarda adını sıkça duymaya başladığımız ve finasterid içeren Propecia veya Proscar olarak bilinen ve saç dökülmesini engellemeye yarayan ilaç da bunlardan biri. İlk olarak ulusal basketbolcu Ermal’le gündemimize giren bu ilaç, son olarak geçtiğimiz günlerde 2. Lig’de oynayan iki genç oyuncu tarafından kullanımlarının tespit edilmesi üzerine yeniden adını duyurmaya başladı. 28 Ekim 2006 tarihinde 2.Lig B Kategorisi’nde oynanan İzmirsporTarsus İdman Yurdu maçında Tarsus İdman Yurdu’ndan Serdal Sarıkaya, 4 Kasım 2006 tarihindeyse 3. Lig 2. Grupta Tarım Kredi Spor Bağlum Belediyespor arasındaki karşılaşmada Tarım Kredi’den Hüseyin Ayık’ta da aynı ilaca rastlandı. Disiplin Kurulu’na sevk edilen iki oyuncunun ne olursa olsun 2 yıl ceza alması bekleniyor. Oyuncularda söz konusu ilaca rastlanması doping konusunda yeterli bilgimiz var mı, sporcularımız bu konuda bilinçli mi gibisinden soruları yeniden akıllara getirdi. Söz konusu maddenin WADA, (Dünya AntiDoping Ajansı) tarafından yasaklı maddeler arasına dahil edilmesine ve kullanımının yasaklanmasına karşın yine de tercih ediliyor olması sporcularımızın bu konuda yeteri kadar bilgi sahibi olmadıklarını ortaya koyuyor. Belki de bilmeden, masumca, sadece saç dökülmesini engellemek amacıyla kullandıkları ilaç yüzünden spordan uzak kalmaları eğitimin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bir kere daha ortaya koyuyor. ATASÜ: HERKESİ EĞİTMELİYİZ onuyla ilgili olarak görüşlerini aldığımız Türkiye Futbol Federasyonu Dopingle Mücadale Kurulu Başkanı Prof. Dr. Turgay Atasü eğitimin öneminden bahsederek, “İnsanlarımız bu konularda çok cahil. Kulüp doktorlarından futbolculara herkes eğitilmeli” dedi. Finasterid denilen maddenin WADA tarafından 2005 yılında listeye alındığını belirten Atasü, “Listeye doping yapıcı bir madde olarak girmemiş. Silici, yani gizleyici etkisi olan maddeler arasında yer alıyor. Erkeklerde saç dökülmesini engellemek için kullanılıyor. Bu ilacı bilerek kullanıyorsanız ya spor yapmayacaksınız ya da kel kalmayı göze alacaksınız. Burada kulüp doktorlarına da önemli bir görev düşüyor. Sağlık ekiplerinin bu ilacın varlığından haberdar olmaması olası değil. Çünkü, biz her kulübe WADA listelerini geçiyoruz. Oyuncuları bilgilendirmeleri ve uyarmaları lazım. Bu ilacı kullandığını söyleyen bir oyuncunun da kesinlikle maça çıkartılmaması lazım. Tarsus İdman Yurdu’ndan Serdal Sarıkaya ve Tarım Kredi’den Hüseyin Ayık’ta bu maddelerin çıkması düşündürücü. Ne yazık ki bu konularda çok cahiliz” diyor. Sağlık ekiplerinin yetersizliği yüzünden bir çok branşta pek çok oyuncuyu kaybettiğimizi vurgulayan Atasü, “Finasterid öyle sanıldığı gibi zor ulaşılan bir madde değil. Bu çocuklar masum ALPER ‘YILMAZ’ Cumhur Önder ARSLAN K hane bir şekilde doktora bu ilaçlardan alıyorlar. Sağlıkla uğraşan uzman bir ekipleri olmak zorunda. Böyle ekiplerin birinci lig ekiplerinin hepsinde olduğundan bile şüpheliyim. Örneğin, 2005 yılında Sırbistan’da yapılan Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda Ermal’in finasterid kullandığı tespit edildi. Ancak, daha öncesinde Ankara’ya “Biz fnasterid kullanıyoruz. Acaba yanlış mı?” diye soruyorlar. Ankara’nın da finasteritten haberi yok ki “Sakıncası yok” diye cevap veriyor. Bu olay ben gelmeden yaşanıyor. Şampiyonada yapılan kontrolde finasterid kullandığı anlaşılyor. 2 yıl ceza alıyor, daha sonra 6 aya indiriliyor” diye konuşuyor. Finasterid ile hangi doping maddesinin gizlenmeye çalışıldığının belirlenmesinin daha da önemli olduğunu vurgulayan Atasü, “Bu da IRMS denilen özel bir yöntemle bulunabiliyor. Ancak, henüz ülkemizde mevcut değil. Kanımca, günahı olmayan bu 2 çocuk 2’şer yıl ceza alacaklar. Bizim yaptığımız doping kontrolleri polislik değil, caydırıcılık.Aralık’ta doktorları toplayıp eğitim vereceğiz. Bu işler ancak eğitimle çözülür. WADA, bu eğitimi ilköğretim kurumlarında başlatma kararı aldı” diyor. Türkiye’nin futbolda doping kullanımında çok da ileri boyutlarda olmadığını belirten Atasü, “Türkiye’nin futbolda doping ortalaması yüzde 0.51, taş çatlasa 1 buçuk. Bu bence çok yüksek bir rakam değil. Bunların içinde 7 oyuncuda esrar tespit edilmesi beni çok rahatsız etti. Sonuç olarak Türkiye’de doping kullanımı yüksek değil. En çok kullanım tespit edilen ülke ise İtalya” ifadelerini kullanıyor. B emokrasimiz neredeyse 60 yaşına girdi. Ama bir türlü büyüyüp gelişemedi... Nedenleri çok... Demokrasi, halk iradesidir. Özgürce iktidarları seçer. Bir anlamda sandık başında, vicdanının sesine göre hareket eder. Bunlar boş laflardır. Ülkemizin kaderini halk değil, birtakım güçler belirliyor. Demokrasinin en korkulan durumu da budur. Demokrasimiz belki demokratik kurallar doğrultusunda belirlenmekte. Ama bir türlü de sandıktan demokrasi çıkmıyor, yerine bir başka şey çıkıyor! Bir de özerk “Federasyon”umuza bakalım. Özerktir ama demokratik değildir! Yani, ne kuştur ne de deve. Seçimleri de siyasi iktidardan soyutlayamıyorsunuz. İkisi de birbirlerine benzemekte... Her ikisinde de iktidarı, seçilmiş olan kişilerin seçtikleri kişiler belirliyor. Delegeler kimlerden oluşuyor? Bazı yönetime yakın olan kişilerden, federasyonlardan suyasabuna dokunmayan ulusal futbolcular D GÖRÜŞ HALİT DERİNGÖR Özgürlük ve Özerklik nıdır. Ama biz bunu asla düşünmeyiz. kendimizden olan başkanı seçmeye çalışırız! Ve de bunda başarılı olamazsak eğer, o başkana adeta düşman oluruz! Federasyon başkanlarının, bir kulübe sempati duyması gibi özgürlükleri yok mudur? Tüm kavgalarımız, federasyon başkanı şu veya bu kulüpten diye söylenip duruyoruz. Laf ile geçiştiriyoruz! Bir ömür boyudur, sporla iç içeyim. Hiç de içinden çıkmadım. Sporun baharını da hazanını da gördüm. Futbolculuk, yöneticilik, antrenörlük, gazetecilik... Her görevi yaptık, yapmaktayız da... Ama bir kez olsun federasyon seçmek için kulüp delegesi olama dan... Her devirde eyyamcı birtakım zamane adamlarından. Kulüplerde seçilen federasyon delegeleri, kulüpler tarafından şartlanan kişilerdir. Kulübün istediği kişiden başkasına ‘oy’ vermezler. Bu yolda özgürlükleri yoktur. Eğer kulübün istediğine oy vermeyecek olurlar ise bir daha da delege olamazlar. Seçim zamanında da bir daha Ankara’ya gidip birkaç gün ‘Lale Devri’ yaşayamazlar. Başkan adayına oy vermeyenlerin kulüpleri tarafından cezalandırıldıkları görülmüştür. Demokratik bir ülkede federasyon başkanı, şu veya bu kulübün başkanı değildir. Tüm spor âleminin başka dım. Aslında olmak istemem. Kulüp başkanları tarafından şartlanmışlık hiç işime gelmez. Sandık başına gider, kafamın doğrultusunda vicdanımın sesini dinler ve sandığa oy atarım. Bu da kendi kulübümün işine gelmez. Şurası bir gerçektir ki, seçilen federasyonlar gerçek anlamda halkın federasyonu değil, birtakım güçlerin federasyonudur. Ulusoy Federasyonu eleştiriliyor. Birçok usulsüzlük dosyaları var deniliyor. Sütun arkadaşım değerli spor yazarımız Abdülkadir Yücelman, bu hususta onlarca yazı yazdı. Sonuç: “Kim okur, kim dinler varakı vefayı?” Ama bütün bunlara karşın Ulusoy istifa etmiyor. Yargının sonunu bekliyor. Haklıdır da... Yalnız dosyaları olan Ulusoy mu ki? Siyasi iktidarda da dosyası bulunan kimseler yok mu? Şimdi, bu iktidarın devlet bakanı, federasyona ‘Ya kendi sorununuzu halledin ya da ben yetkimi kullanırım’ diye sanki gözdağı vermekte. Bu nasıl olacak? EKO Basketbol Ligi’nde yenilgisiz liderliğini sürdüren Türk Telekom’un kuşkusuz en deneyimli oyuncusu Alper Yılmaz... Türk basketbolunda özellikle savunmada gösterdiği başarıyla “kelepçe” unvanını alan Yılmaz, başkent ekibinde adeta “ikinci baharını” yaşıyor. 33 yaşındaki başarılı sporcu hem Türkiye’de hem de Avrupa FIBA Cup’ta yakaladıkları başarıyı İstanbul’da kazandıkları Beşiktaş Cola Turka maçından sonra bizimle paylaştı. Ligde yenilgisiz liderliğinizi sürdürüyorsunuz, bunun sırrı nedir? Sezona başlarken bir fikstür avantajımız vardı. Bu yıl takımımız şampiyonluk için kuruldu ve bir hayli iddialıyız. Haluk Yıldırım, Tutku Açık ve benim gibi tecrübeli oyuncuların yanında çok yetenekli ve genç basketbolcular da takım içinde bulunuyor. Uyum sorununu çok çabuk atlattık. Bence şu anki durumumuz kesinlikle bir sürpriz değil. Efes Pilsen’i, G.Saray Cafe Crown’u ve Beşiktaş Cola Turka’yı yenmemiz bizim iyi yolda olduğumuzu gösteriyor. Özellikle Ankara basketbolu başarıya aç durumda. Yeni yönetimimiz de başarıyı istiyor. Yaptıkları ortada. Bunlar da bizi şampiyonluğa motive ediyor. Eğer günümüzde olursak her takımı yenecek güçteyiz. Deneyimli oyunculardan kurulu bir takım olmak sizi avantajlı kılıyor mu? Deneyimli basketbolcularla oynamaya alıştım. Herkes ne yapacağını gayet iyi biliyor. Bazı ufak hataları tecrübemiz sayesinde kapatabiliyoruz. Zaten basketbolda yapılacak hamleler bellidir. Kimin nereye gideceği, ne zaman top isteyeceği gibi... FIBA Avrupa Kupası’nda da yolunuza emin adımlarla devam ediyorsunuz... Bu kupada G Grubu’nda şu an lideriz. Açakcası Euroleague’de yıllarca oynadığım için FIBA Cup’ın daha kolay bir kupa olacağını düşünüyordum. Ancak beklediğim gibi olmadı. Grubumuzda Panionios ve CSKA Sofya çok güçlü takımlar. Şimdi önümüzde bugün oynayacağımız Panionios maçı var. Mutlaka kazanmamız gerekiyor. Bunu başarırsak gruptan çıkma yolunda çok önemli bir adım atmış olacağız. Daha sonraki rakiple rimizle de başa baş oynayacak güçteyiz. En iyi noktaya kadar çıkacağımızı düşünüyorum. Ankara’da günleriniz nasıl geçiyor? Günlerimin İstanbul’a oranla çok da farklı geçtiğini söyleyemem. Antrenmandan eve, evden antrenmana gidiyorum. Ancak doğma büyüme Ankaralı olmam benim için büyük bir kolaylık. Uyum sürecini kısa sürede atlattım. Efes Pilsen’deki günlere oranla yoğun maç trafiğim biraz daha azalmış oldu. Takımdaki gençlerle aranızda nasıl bir diyalog var? Gençler pek forma şansı bulamıyor. Ancak her zaman için hazır olmak zorundalar. Kendilerine verilen şansı en iyi şekilde değerlendirmeleri gerekir. Onlara küçük tavsiyelerim oluyor. Sonuçta onlar da benim gibi profesyonel sporcular. Daha çok görerek öğrenmeleri gerekiyor. Bunu yapabiliyorlarsa zaten başarılı olacaklardır. Antrenörünüz Ercüment Sunter’in sizce başarıda payı ne kadar? Kendisi çok tecrübeli bir antrenör. Beni rahat oynatıyor. Takımın genelinde de oyuncuları fazla sıkmayan bir yapısı var. Hiç kimseyi kırmıyor, ve herkesi dinliyor. Böyle olunca bizim de takıma faydamız fazla oluyor. Türkiye Ligi’nin kalitesi hakkında neler düşünüyorsunuz? Aslında çok da iyi durumda değil. Şampiyonluğa oynayacak takım sayısı 3 gibi gözüküyor. Banvit ve Beşiktaş geçen sezona oranla kan kaybetti. G.Saray, Murat Özyer’le iyi bir hava yakaladı. Efes iyi ama inişli çıkışlı bir grafik çiziyor. Ligde geçen sezona oranla biraz düşüş var. Ancak aynı şeyler Avrupa’da da yaşanıyor. Özellikle Beko’nun sponsorluğu önemli bir gelişme. Bir gün yeniden İstanbul’a dönmek istiyor musunuz, kariyerinize nasıl yön vereceksiniz? Telekom’la bir yıl daha sözleşmem bulunuyor. 200708 sezonunda da basketbol oynadıktan sonra önümde bir askerlik dönemi olacak. Eğer farklı bir gelişme olmazsa 15 ay askerde olacağım. Buradan dönüşte de basketbolu bırakmayı planlıyorum. Ancak menajer ya da antrenör olarak basketbolun içinde kalmak istiyorum.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle