03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 ARALIK 2006 CUMA bilim/vaziyet Einstein ve Alman hocalarımız! Dr. Necdet TUNA ürkiye’ye ilk olarak 1933’ün sonbaharında Dr. Schwartz gelir. Gördüğü yakın ilgi karşısında hemen diğer meslektaşlarının Türkiye’ye gelmelerini salık verir ve gelişmeleri organize eder. 1933’te Prof.Dr. Hügo Braun (Kimya), Prof. Dr. A. Heilbronn (botanik), Prof. Dr. J. Hirsch (hijyen), Dr. R. Rösle (asistan), Prof. Dr. H. Winterstein (fizyoloji) gelirler. Bunları, 1934 Prof. Dr. E. Frank (iç hastalıkları) 1936’da Prof. Dr. K. Kosswig (zooloji), 1937’de F. Haurowitz (biyokimya), 1939 da T. Peterfi (Histoloji, embriyoloji), (1944’te Prof. Dr. K. Zuber (fizik) izler. Gelenler arasında hekimler dışında hukuk ve iktisat profesörleri de vardır. Yabancı tıp profesörleri arasında özgün bir yeri olan Prof. Dr. E. Frank’ın Türkiye’ye gelişinin ilginç bir öyküsü var. Dr. Frank 1919’dan beri çalıştığı Breslau Üniversitesi’nden Hitler’in baskısıyla ayrılmış ve aynı kentte WenzelHancke hastanesinde çalışmaktadır. Gelişmeler karşısında kararsızlık içindedir. Bir akşam evinin telefonu çalar. İstanbul’dan aranmaktadır. Telefon eden, Prof. Dr. Schwartz’dır. "Türk Devleti Yağmur Ekim C Çılgın Türkler daha başka memleket evlatları ölmez Mustafa Kemal’ler daha sert, daha kalıcı, daha ikna edici şekillerle bu kuvvet ve kudreti göstereceklerdir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın; İstiklal Harbi ve Lozan buna tanıktır. Tarih tekerrürdür ve edecektir! Saygun Paşa bu asil davranışı ile her devir ve dönemin değişmez önderi, vatanın kurtarıcısı, cumhuriyetimizin kurucusu ulu öndere ve yüce Türk milletine layık evlatlarının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en üst kademelerinde yüce milletine umut ve ışık olmaya devam edeceklerinin de işaretini vermiştir. Daha önce ABD’deki bir seyahatimde benzer bir olaya ben de muhatap olmuştum. Pasaportuma Tayyip’in AB sloganı; ödün ödöndür! demokratik tepkilerini dile getiriyorlar ve her geçen gün halktan da daha çok destek görüyorlar. Bu arada Türk halkının kendi seçimiyle işbaşına getirdiği siyasetçilere asla güvenmediğini, en büyük güveni askerine duyduğunu da herkes biliyor. Bu bakımdan fısıltıya gerek yok. Demokrasiyi amaç değil ulaşacakları hedef için bindikleri bir araç olarak görenlerin en kısa sürede akıllarını başlarına almasında büyük yarar var. Demokrasiye inanan hiç kimse askeri bir darbeyi onaylamaz; desteklemez. Amma ve lakin demokrasiyi hiçbir zaman benimsememiş ve bir araç olarak kullananlar, yürüdükleri yolun sonunda demokrasiyi ortadan kaldıracaklarsa o zaman bu toplum ne yapacak? Kurbanlık koyun gibi boynunu uzatıp kesilmeyi mi bekleyecek? “Fifti fifti” hesabıyla Türkiye’nin önünde iki seçenek duruyor: Bir iç savaş veya iç savaşı da önleyecek bir askeri darbe! Seçmenin dörtte birinin oyu ile Meclis’in üçte ikisini ele geçiren AKP’nin şansını daha fazla zorlamadan kendisine çekidüzen vermesinin zamanı geldi de geçiyor bile. Türkiye bir an önce erken seçime gitmeli ve yeni Cumhurbaşkanını yeni Meclis seçmeli. 17 Türkiye sorunları için yeni bir vakıf önerisi: Tamsöv! T ederdi. Bir derste, çevirmenliği yapan hocamız Prof. Dr. Besim Turhan bazı cümleleri çevirmekte zorlanınca, olmadı Besim Bey olmadı diyerek kendisi Türkçe anlatmaya devam etmişti. Enstitü hizmetlilerinden tipik bir Anadolu çocuğu olan 4045 yaşlarındaki İbrahim Ağa, enstitüdeki tüm patoloji ders preparatlarını tanırdı. İmtihanda preparatları seçmekte başarısız olan öğrencilere bazen, "Git İbrahim Ağa seni biraz daha çalıştırsın" deyip kapıyı gösterirdi. Ufak tefek, çok hareketli, çalışkan, yüzünün güldüğünü görenin pek az olduğu Prof. H. Braun, bir gün imtihan kâğıtlarının çok kötü olduğunu görünce, "Bu ne rezalet, saçlarım diken diken oluyor" diye bağırırken Nafiz gülmeye başlar. Daha da sinirlenen hoca, "Bu acınacak halinize bir de gülüyorsunuz" deyince, Nafiz de Türkçe olarak, "Hocam hangi saçlarınız diken diken oldu" der. Hocanın başı tam dazlaktı. Ömer Özek hoca çevirince, hoca bu kez kendisi de gülmeye başlar ve hava yumuşar. ESMİ davetli olarak gittiği ABD’de Savunma Bakanlığı kapısında üstü aranmak istenince tepki göstererek içeri girmeyen ve görüşmesini iptal eden Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’un sınıf arkadaşı emekli albay Haydar Aksu’nun kamuoyu ile ve özellikle Türk subaylarıyla paylaşmak istediği görüşleri var: “Kırmızı çizgilerimizin silinmek istenmesine, ordu mensuplarımızın kafasına çuval geçirilmesine, haritalarda değişikliklere tepkisiz kalınmasaydı, bunlar olur muydu bilmiyorum. Ama şurası bir gerçektir ki, vatanın bağrına dayanan bıçak, sapına kadar kalplerimize girmiş olsa bile, tüten tek ocağı oldukça bu ulus tüm umutlarını muhafaza edecektir. Onun muhtaç olduğu kudret bugün nasıl Saygun Paşa’da tezahür etmiş ise bir başka gün, R bakarak, emekli asker olduğumu görerek, niye Yunanlarla iyi geçinmediğimizi soracak kadar küstah bir güvenlik görevlisi ve ekibi, portföyümü dakikalarca aramıştı. Faillerinin tespit edilip uyarılması için ABD Ankara Büyükelçisi’ne yazdığım halde tenezzül buyurup doğru veya yanlış iki satır bir cevap vermediler. ABD ordusundan aldığım bir diplomayı ve fahri vatandaşlık belgesini kendilerine iade etmeyi düşünüyordum. Ergin Saygun Paşa vesile oldu; artık bunu yapacağım. Heyecanımı lütfen mazur görünüz. Ama Türk milletinin tepkisini dile getirecek; Türk askerine yakışacak başka teklifler olgunlaştırınız; benzeri şeyler yapınız. Kuvayı Milliye geliyor; şu çılgın Türkler hâlâ var ve yaşıyor deyiniz; dedirtiniz!” İKİ ELİNİ DE KULLANIRDI Yüksek Yerilim Hattı Büyük Atatürk bilime ve bilimsel düşünceye büyük önem veriyordu. "Dünyada en hakiki mürşit ilimdir" diyordu. Darülfünun’u büyüteç altına almıştı. Bir süre bekler. Göze görünür bir gelişme göremeyince, 1933’te yaptığı reformla modern Türk üniversitesinin temellerini atar. Gel gör ki, ülkede bilim kuruluşunu oluşturacak eğitim kadrosu yoktur. benden bir dahiliyeci istedi. Sizin adınızı verdim. İsterseniz iki aya kadar sizi resmen davet edecekler. Yalnız, bir saat süreniz var, düşünün, kararınızı verin, bir saat sonra sizi tekrar arayacağım, lütfen kararınızı evet ya da hayır olarak bildirin" der ve telefonu kapatır. Prof. E. Frank ve eşi karşılıklı oturup düşünürler. Türkiye’ye ilişkin hiç bilgileri yoktur, Prof. Schwartz da hiç bilgi vermemiştir. Eşi," Evet dersek ne kaybederiz. Önce bir evet diyelim, gerisini sonra düşünürüz" der. M.K. İki ay tek ses çıkmaz. Tam ümitlerini Atatürk, yitirmeğe başladığı günlerde 1492’de Ankara’nın davet mektubu gelir. Osmanlı Mektupta, Ankara Numune İmparatorluğu’nun Hastanesi İç Hastalıkları uzmanlığına tayin edildiği İspanya’dan kovulan bildiriliyordu. 1934 yılının başında Musevilere kucak İstanbul’a gelirler ve bir süre otelde açtığı gibi, o da Yahudi misafir edilirler. Karar değişmiştir. bilim adamlarını Onun için, Vakıf Guraba Hastanesi’ndeki İst. Üniversitesi II. Türkiye’ye davet eder. İç Hastalıkları Kliniği kurulmuştur Bunların arasında ve kendisi onun başına getirilir. dünyanın gelmiş Türkiye’ye gelen öğretim üyesine geçmiş en büyük hükümet en kısa zamanda Türkçe öğrenme koşulunu koymuştur. fizikçisi Albert Nitekim çoğu kısa süre içinde, en Einstein da azından öğrencilerle anlaşabilecek vardır. kadar Türkçe öğrenir. İçlerinde, Prof. Winterstein gibi dersleri Türkçe anlatabilenler de vardı. Doğaldır ki konuşmalarında bazı aksamalar olur, ama Türkler için onları anlamak zor değildi. Örneğin, Prof. Heilbronn bir derste tüp deneyi yaparken eline aldığı tüpü sallamaya başlar ve sallıyorum sallıyorum diyeceğine "görüyorsunuz sallanıyorum sallanıyorum" demişti. Zooloji hocamız Prof. K. Kosswig uzun boylu, kumral, sportmen, çok düzgün yapılı, olağanüstü gür kaşlı bir centilmendi. Osmanlıca’nın bile inceliklerine erişecek kadar Türkçe’ye hâkimdi. Manyas Gölü’nün bir kuş cenneti olduğunu keşfeden, park haline getirilmesine önayak olan odur. Derse getirdiği arı kovanında, peteğin içinde kaynaşan arıları gösterip, "Bakın bakın kraliçe arıyla sevişmek için nasıl kur yapıyorlar, hayvanlar da insanlar gibi sevişirler" demişti. İki elini aynı ölçüde kullanır, örneğin, tahtaya resimlerini iki elinde iki tebeşirle simetrik olarak çizerdi. Prof. K. Zuber bizim FKB’ye gelişimizden iki yıl önce Türkiye’ye gelmişti. Yıl 1946, yanan Zeynep Hanım Konağının yerine yapılan yeni Fen Fakültesinin amfisi henüz tamamlanmamıştı. Derste paltolarımızla otururduk, camları takılmamış pencerelerden güvercinler girip çıkardı. Zuber hoca ilginç deneyler yapardı. Bir gün, hızın gücünü kanıtlamak için, yaprakları kağıttan oluşmuş çarkı hızla döndürerek kalınca bir defteri kesmişti. Tepegöz’ü ilk kez onun derslerinde görmüştük. Sözlü imtihanlara genelde ikişer ikişer alınırdık. Biri anlatırken öteki dinler, bazen de birisinin bilemediğini ötekine sorardı hocalar. Prof. Schwartz’ın imtihan ettiği bir askeri tıbbiye öğrencisi sorulara yanıt veremez. Bu imtihanda kalırsa okuldan atılacaktır. "Hocam ne olur bir sual daha" diye ısrar edince sudan bir soru sorarak onu geçirir. Sivil olan öteki öğrencinin verdiği yanıtlar da yetersizdir, onu bırakır. Bunun üzerine sivil öğrenci, ben daha iyi yanıt verdim niye beni bırakıyorsunuz deyince hoca, "O paşa olacak, sen doktor olacaksın" der. erdincutku?yahoo.com C(H)P Erdal Yücel: “CHP, halkın ‘birleşin’ buyruğunu yerine getirmez ve önümüzdeki sancılı günlerde de halkın partisi olamazsa, ‘H’si düşecek, geriye ‘CP’ kalacak: Canciğerler Partisi.” Fifti fifti! ABD’DEKİ haftalık dergilerden Newsweek’te bir yorum yayımlanmış. ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından birinin uzmanı, Ankara’nın nabzını tutmuş; generallerin hükümetin laik devlet yapısını zedelediğini öfkeyle fısıldadığını belirterek “Bana göre, Türkiye’de 2007 yılında bir askeri darbe olma olasılığı 5050” diye yazmış. Bizim enteldantel takımı “yarı yarıya” tanımı için İngilizceye öykünüp “fifti fifti” der. 2007’de yani Cumhurbaşkanlığı seçiminin öncesini ve sonrasını kapsayan dönemde Türkiye’de bir askeri darbe olasılığı acaba “fifti fifti” mi? Hükümetin laik devlet yapısını zedelediği ve generallerin bu durumu öfkeyle fısıldadığı doğru mu? Bu iktidarın laik devlet yapısını zedelemediğini söylemek için ya işbirlikçi olmak gerek ya da yalancı! Generallerin öfkeyle fısıldaşmalarına gelince. Türkiye’de hiç de böyle bir durum yok. Genelkurmay Başkanı’ndan kuvvet komutanlarına kadar generaller ve amiraller, laik devlet yapısını zedeleyen, ülkenin ulusal bütünlüğünü hedef alan her büyük girişimin ardından açık ve net bir şekilde konuşuyorlar; Kümes Gülhan Elmas: “Başbakan AKP öncesi Türkiye’yi ‘kümes’e benzetmiş. Unakıtan’ın ‘mısır, tavuk, yumurta’ları sonrası daha çok benziyor!” Ders Akif Kökçe: “ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’dan AKP Siyaset Akademisi’nde ‘demokrasi ve özgürlük’ dersi vermesi istenmiş. ABD’nin Ortadoğu’da yaptıklarını dinleyip, demokrasi ve özgürlüğün ne olmadığını öğrenecekler!” “BEN BU ÜLKEYİ SEVİYORUM” Prof. Heilbronn önce yazılı, sonra sözlü imtihan yapardı. Yazılıda iki sual sorar, birinin değeri 2 ötekinin dörttür. İkisini bilip altı alanları sözlüye alır. Hikmet’le iki arkadaşı yazılıdan çakınca, Beyazıt’a Küllük’e giderler. Aradan bir saat geçmeden bir arkadaşları koşarak gelir ve "Hadi kalkın hepimiz geçtik, hoca sözlüye alıyor" der. Suallerden biri yanlışmış. Hoca, "hepiniz geçtiniz, hoca kaldı" der! Kemal Kavlak, iyi hazırlanmış olmasına rağmen çakar, ama bunu kendine yediremez. Hocayı bahçede yakalar, "Hocam çok çalışmıştım beni bıraktınız" deyince hoca, peki öyleyse diye sualleri sormaya başlar, bu ayaküstü imtihanda Kemal hepsini bilince, "hadi geçtin" diyerek çocuğun gönlünü alır. Her hocanın kolay kolay gösteremeyeceği bir tolerans! Aynı yıllarda ülkemize gelen ve dünyada ilk pnömoektomiyi gerçekleştiren ünlü cerrah Prof. Dr. R. Nissen, I. Dünya Savaşı’nda akciğerlerinde aldığı kurşun yarası nedeniyle 1939’da Amerika’ya gittiği için biz kendisinden ders almadık. Bu değerli bilim adamları, gerek verdikleri dersler ve gerekse yayımlarıyla Türk tıbbına büyük katkıda bulundu. Efsanevi bir tıp kahramanı olan Prof Dr. E. Frank, daha iyi çalışma koşulları vaadiyle Amerika’ya davet edilmesine rağmen "Ben bu ülkeyi seviyorum" diyerek kaldı, 1957’de 73 yaşında 3 günlük bir enfeksiyon hastalığından sonra vefat etti. Türk Bayrağına sarılan tabutu Rumeli Hisarı Mezarlığına gömüldü. Bugünkü modern Türk tıbbının temelini atan işte bu değerli hocalarımızdır. Zehra Top: “Başbakan’a göre laiklik karın doyurmuyormuş. Çok doğru; şeriatçılar yedi sülalelerini doyuruyor!” Sülale Tarak Işık İşgüden: “Türk istihkâm taburu Lübnan’da inşaat yapıyormuş. AKP’li müteahhitler voliyi kaçırdı!” Voli Anıl Öçal: “AB sürecinde tarama bitmiş, arama başlamış; taraklara geldik desenize...” Ankara Hukuk Mektebi irkaç gün evvel Ankara Hukuk Mektebi'nin ilk yıldönümü münasebetiyle yapılan samimi içtimada (toplantıda) hazır bulunmakla bahtiyar olduk. Açılışında ve yıldönümünde bu kadar itinalı tezahürata vesile teşkil etmiş olan Ankara Hukuk Mektebi’nin Cumhuriyet devleti merkezinde kurulacak yeni darülfünuna (üniversiteye) bir mukaddime (başlangıç) olarak alınabileceği artık iyiden iyiye açıklığa kavuşmuş oluyor. Onu son samimi rasime (tören) esnasında bizzat Maarif Vekilimiz Mustafa Necati Bey’den sorarak katiyen müspet olan heyecanlı cevabını almaktan pek ziyade memnun kaldığımızı buraya kaydetmek isteriz. Bu mektep açılırken Gazi Paşa’nın irad eylemiş olduğu nutuk Türk inkılâp hukukunun ebedi bir dibaçesini (başlangıcını) teşkil edecektir. Mektebin ders salonunda bu nutkun güzel bir parçası levha halinde yazılarak asılmış. Bizce o nutkun hepsini altın harflerle mermerden levha veya sütunlara nakşederek mektebin en uygun ve mehterem (saygın) bir yerine asmak belki daha uygun bir hareket olurdu. O nutuk, Ankara Hukuk Mekte B Yunus Nadi OLMADI BESİM BEY En sempatik hocalarımızdan biri olan Prof Schwartz, bir aktör kadar öğrencilerinin dikkatini çekmesini bilirdi. Kongrelerde, derslerde çevirmenler tekleyince, çevirmene döner ve bir dakika diyerek kendisi Türkçe anlatmaya devam bi’nin kaynağını teşkil eden yeni bir fikrin ve yeni bir âlemin ifadesi olması bakımından böyle bir tesbite elbette pek layıktır. Müessese müdürü profesör Cemil Bey, Türk inkılâbının kendine has yeni hukuk esaslarına dayandığını söylerken tabii yerden göğe kadar haklıydı. Bunu anlamak için son 34 sene zarfında Türk hayatında husule gelen çok ehemmiyetli ve çok esaslı inkılâpları hatırlamak ve onlar üzerinde bir nebzecik durmak kâfidir. Umumi harpten sonraki inkılapların en mühim ve müessirlerinden (etkililerinden) birinin Türk inkılâbı olduğuna şüphe yoktur. Yeni hayat, yeni hukuk ister. Daha doğrusu yeni hayat ancak yeni hukuk ile gelişebilir. Ancak hukuk dayandığı hayat kadar derin bir konu olduğu için onu yalnız kanun şekillerinde düşünmekle yetinmeyerek dayandığı esaslar bakımından ilmi bir temele oturtmak zarureti vardır. Her hukuk en geniş bir ilim sahasıdır ki, bütün teferruatı ile meydana getirilebilmesi için onlar üzerinde İsmet Paşa’nın dediği gayret ve ehemmiyetle çalışmaya ihtiyaç görülür. Yeni kanunların dayandıkları hukuk esasları ilmen desteklenmezse, kanunların kıymetlerinden kaybede ede, manâsız sözler haline gelmelerinden korkulur. Kanunların dayandığı hukuk esaslarının çok iyi kurulması ve çok iyi bilinmesi gerekir. İşte Ankara Hukuk Mektebi, bu vazifeyi yerine getirmeye vekil bulunuyor... Yunus Nadi / 8 Kasım 1926 Pazartesi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle