23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA ekonomi PARİS’TEN UĞUR HÜKÜM Bilişimde hava parçalı bulutlu DEĞERLENDİRME RAPORU ALTYAPI KAYNAK YETERSİZLİĞİ VE BÜROKRATİK ZAAFLARA DİKKAT ÇEKİYOR Bilişim ’06 etkinliğinde açıklanan rapora göre, bilişim teknolojileri ürünlerinin yaygınlaşması bürokratik gecikmeler yüzünden kısa dönemde mümkün görünmüyor. Ekonomi Servisi Bilişim’06 etkinliğinde kamuoyuna duyurulan 2006 Değerlendirme Raporu’nda, bilişim teknolojileri ürünlerinin toplumun geniş kesimlerine yaygınlaştırılamadığı belirtildi. Türkiye Bilişim Derneği tarafından hazırlanan raporda, 3 milyar dolar civarındaki pazarın önemli kısmını donanımın oluşturduğu, yazılım ve hizmetlerin payının çok düşük düzeylerde kaldığı da vurgulandı. Buna göre, Türkiye, bin kişi başına toplam kurulu bilgisayar sayısı sıralamasında dünyada 44’üncü sırayla en gerilerde yer alıyor. Ülkemizde hızlıyaygıniyi fiyatlı genişband erişim, kablo altyapısının atıl bırakılması nedeniyle sağlanamıyor. eDevlet Kapısı Projesi’nin Aralık 2006’da hayata geçeceği söylenmesine rağmen bunun 2009’dan önce gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. İnternet erişim imkânlarının yeterince ucuzlamaması beklenen başarının, beklenen zaman dilimi içinde yakalanmasını geciktiriyor. Bilişim teknolojileri konusunda bürokratik yetersizlikler yüzünden bazı kararların alınması ve uygulanmasında da zaman kaybı yaşanıyor. Sayıştay Başkanlığı da Meclis’e sunulmak üzere hazırladığı raporda, yapılan çalışmaları yeterli görmedi. C Katılmak ile “Solcu” Laurent ... ??? 1980’de François Mitterrand Michel Rocard, 1995’te Lionel Jospin – Henri Emmanuelli yarışmasına her anlamda benzemeyen ölçülü bir rekabet, daha da önemlisi parti içi olduğu kadar, parti dışı kamuoyunda da izlenen geniş çaplı bir tartışma ortamı yaratıldı. Parti projesini toplumun ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda, kendilerince yorumlayan üç aday, Fransa’yı arşınlayıp onlarca mitingde, onbinlerce üyenin katılımıyla görüş paylaştılar, fikir aldılar. Ayrıca 200 binin üstünde üye ChristinePatrice çiftinde olduğu gibi her hafta, yerel örgütlerinde sorucevap, sohbet vs biçiminde kendi aralarında konuştular. Partinin ve/veya kendilerine yakın hissettikleri adayların milyonlarca bildiri ve/veya broşürünü genellikle hafta sonları pazar yerleri, metro veya büyük işyeri ve merkezleri çıkışlarında dağıttılar, ilgilenenlere anlattılar, tartıştılar. En değişik yöntemlerden biri de, isteyen her siyasi görüşe açık Parlamento (Meclis ve Senato) Televizyonu’nda hem de akşam 20.30’da düzenlenen üç canlı programdı. Her seferinde her üç adayın da katıldığı bir türden açık oturumda, karşılıklı polemiğe girmeksizin ya seyircilerin, ya üyelerin ya da internetten yöneltilen sorular disiplin ve eşitlik içinde cevaplandı. Sorular “Sosyalist Proje”’de tespit edilmiş başlıklar etrafındaydı. Fransızlar, böylelikle, eşi görülmemiş oranda adaylar aracılığıyla hem proje hakkında bilgilendiler hem de sosyalist aday adaylarını yakından tanımış oldular. Segolene Royal (SR) sosyal konularda üstelik kendi argümanları çevresinde ilgi çekerken, ekonomide kendinden beklenenden daha iyi performans sergiledi. Uluslararası konularda zayıf kaldı. Laurent Fabuis (LF) asgari ücret ve dar gelirler konusundaki nispi radikal söylemi ve siyasi idarecilik deneyiminin kazandırdıklarıyla dikkatleri çekti. Gerçek bir ekonomi profesörü ve maliyeci olan Dominique StraussKahn (DSK) her alanda gerçek uzmanlığını dosta düşmana kanıtladı. Kameralar önünden en kârlı çıkan oydu. DSK’nın objektif kalitesi SR’in kamuoyu araştırmalarındaki net üstünlüğünü dengelemeye yetişmedi. LF yüzde 7’den 9’a geçerken, DSK yüzde 26’dan 32’ye yükseldi. Sempatizanların sultanı SR ise medya engebelerini 5 puanlık bir kayıpla, yüzde 63’ten 58’e düşerek atlattı. İran’a “sivil nükleer güç hakkı” dışında taraflar arasındaki tek ciddi görüş farklılığı çok ilginç bir biçimde AB ve Türkiye konusunda çıktı. DSK ikirciksiz bir tavırla, siyasi kriterleri yerine getiren bir Türkiye’nin, “Yarının AB’si” için elzem olduğunu vurgularken, LF Türkiye’ye aynen sağcıların biçtiği elbiseyi giydirdi. “İmtiyazlı Ortaklık” görüşüyle LF, “sol cila”sının altından sırıtan derin tutuculuğunu beceriksizce dışa vurdu. Kamuya açık bir toplantıda, Türkiye hakkındaki fikrini “Fransızlarınki gibi” diye sergileyerek siyasi bir basiretsizlik örneği veren SR, televizyon programlarında bu açığını kapatmaya çalıştı. SR, “Fransa ve AB verdiği sözlerini tutmak zorundadır. Türkiye gerekli koşulları yerine getirdiği takdirde Fransız halkı son sözü söyleyecektir. Ancak, Fransızları ikna etmek görevi dönemin siyasi yöneticilerinin sorumluluğudur” ifadesiyle “kamuoyunu uyandırmadan kazı yanmaktan” (!) kurtarmaya çalıştı... ??? Christine ve Patrice birbirlerine vekalet veremezler. Bizzat partinin tüm Fransa’ya yerleştirdiği 4000 oy sandığından birine gitmek zorundalar. İşte şayet üç adaydan biri 16 Ekim’de düzenlenen ilk turda yüzde 50’nin üstünde oy alırsa finale kalacak. Aksi takdirde 22’sinde yapılacak ikinci turda en çok oyu alan iki adaydan biri SP’si belki de Fransız solunu temsilen, ilk turu 22 Nisan 2007’de öngörülen yarı final yarışına, cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılacak. Dolayısıyla siz bu satırları okurken belki de bu “ince uzun yol’un bir basamağı daha aşılmış olacak. Haftaya “Öteki Sol”daki gelişmeleri, siyasal ve toplumsal ilerlemeye “katılmak” çabalarını ele alacağız. ugur.hukum@gmail.com 9 P Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Bilişim ’06 çerçevesinde düzenlenen standları ilgiyle gezdi. (Fotoğraf: AA) NELER YAPILMALI? ? eDevlet Kapısı ve Eylem Adımları kapsamında 111 faaliyetin gerçekleştirilmesi öngörülüyor. Bunların 7’si 2006, 37’si 2007, 41’i 2008, 14’ü 2009, 9’u 2010, 37’si de 2011’de tamamlanacak. Sadece 2007’deki faaliyetlerin tamamlanması için gereken yaklaşık 1.1 milyar YTL’nin sağlanması, bütçede yüzde 50 artış anlamına geliyor. Kamu mali dengesini bozmadan ve zaman geçirmeden önlem alınmalı, Avrupa Birliği’nin sağlayacağı fonlar değerlendirilmeli. ? Devletin vatandaşa hizmet götürebilmesi için kamu yönetiminde modernizasyon projeleri çerçevesinde belediye, valilik ve diğer yerel kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlayacak Bilgi Kentleri Ağı hızla gerçekleştirilmeli. ? Yazılım ihracatının geliştirilmesi amacıyla üretim hizmetlerinin yaygınlaşması için teknoparklarla ilgili kanunun değişen ihtiyaçlara göre acilen güncellenmesi gerekiyor. ? Yazılım sektörünün gelişmesini teşvik edecek, ArGe ve inovasyon fonlama aracı oluşturulmalı. Bir yandan teknoloji borsası kurularak, bir yandan da planlı teşvik programlarıyla, uluslararası pazarlarda rekabet gücüne sahip yazılım endüstrisi yaratılmalı. ? 2007 içinde ADSL ve WiMAX gibi genişband internet hizmetlerinin özel sektör tarafından da kendi altyapılarıyla verilmesi sağlanmalı. ? Telekomünikasyonda serbestleşme, hızlıyaygıniyi fiyatlı genişband erişim için hukuksal engeller aşılmalı. ADSL ve WiMAX gibi diğer alanlarda da “altyapıya dayalı rekabet” oluşturulmalı. ? Özel iletişim vergileri, iletişimin daha hızlı ve yaygın gelişmesini engelleyici mevcut düzeylerden kabul edilebilir düzeylere çekilmeli. ? KOBİ’lere yönelik planlı teşvikler sayesinde KOBİ’lerin bilişim teknolojileri mal ve hizmetlerinden daha kolay yararlanmaları sağlanmalı. ? Sektörde çalışacak kalifiye insan gücünün yetişmesi için, özellikle üniversitelerde bilgisayar, elektronik, elektrik gibi konuyla yakından ilgili bölümlerin öğretim görevlisi ihtiyacı konusunda önlemler alınmalı. ? Eğitimin, okullarda ve evlerde internet üzerinden erişilebilir ve ücretsiz olması sağlanmalı. Korsan yazılım istihdamı vuruyor BİN KİŞİYE İŞ İMKÂNI SAĞLANABİLECEKKEN GENÇ NÜFUSTAN DOĞAN POTANSİYEL KULLANILAMIYOR ürkiye’de korsan bilgisayar programı kullanımı bölge ortalamalarından bile çok yüksek. Korsan yazılımın yüzde 10 azaltılması halinde bile sektör yüzde 120 büyümeyle büyük istihdam alanları açacak. T İSTANBUL (AA) Bilgisayar programlarından doğan telif haklarının korunması konusunda kamuoyunda bilinç oluşturulması için eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri yürüten Business Software Alliance’nin (BSA) Avrupa ve Orta Doğu Hukuk Direktörü Sarah Coombes, Türkiye’de korsan yazılım kullanım oranının sadece yüzde 10 düşürülmesiyle, yazılım sektörünün yüzde 120 büyüyerek 5.3 milyar dolar büyüklüğe ulaşabileceğini bildirdi. Türkiye’de telif haklarının 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu ile korunduğunun, bu kanunun bölgedeki ve Avrupa Birliği’ndeki (AB) en kapsamlı kanunlardan bir tanesi olduğunun altını çizen Coombes, bununla birlikte Türkiye’de korsan bilgisayar programı kullanımının, böl ge ortalamalarından bile çok yüksek olduğunu belirtti. Coombes, korsan bilgisayar programlarının, Türkiye’de genç nüfus için önemli bir istihdam potansiyeli olan bilişim sektörünün gelişmesini ve yenilikçiliği engellediğini, oluşturduğu kayıt dışı ekonomi nedeniyle vergi ve gelir kayıplarına neden olduğunu vurguladı. ‘36 BİN KİŞİYE İSTİHDAM YARATILABİLİR’ BSA Türkiye’nin hedefinin, uluslararası araştırma kuruluşu olan IDC’nin bu yıl Türkiye’yi de kapsayan araştırmasında açıkladığı yüzde 65’lik kopya bilgisayar kullanım oranını 3 yıl içerisinde yüzde 50’ler, 7 yıl içerisinde de AB ülkeleri seviyesine çekmek olduğuna işaret eden Coombes, şöyle dedi: “Türkiye’nin bölgesindeki en büyük bilişim pazarı olması sağlanabilir. 36 bin kişiye istihdam yaratılabilir. Bilgisayar programları, donanım satışları, eğitim, servis gibi birçok yan alanda daha ihtiyaçları beraberinde getiriyor, dolayısıyla katma değeri yüksek. Türkiye ve Türk halkı da genç nüfusundan doğan potansiyeli gerçekleştiremiyor, korsanlık yaratıcılığın önünü kesiyor.’’ Türkiye’de korsan yazılım kullanımının azalmasının GSMH’ye 1 milyar dolar ilave katkı sağlayabileceğine işaret eden Coombes, vergi gelirlerine ise 600 milyon dolar ek katkı yaratılabileceğini söyledi. T oplumsal uyarılardan ders çıkarmak niyete göre olumlu ya da olumsuz yönde olabilir.. Siyasi iktidar tehdidin tarafı olmuşsa, en iyimser yorumla kitleleri tehdit eden konularda etkin önlem almaktan kaçınıyorsa, toplumsal beklenti, tehdit algılaması olan konular için muhalefetin harekete geçmesidir. Muhalefet caydırıcı güç oluşturamaz, parlamento dışı siyaset, sendikal örgütlülük, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütlenmeleri de yetmezse, iş başa düşmüş demektir... Tehdit algılamasını içinde duyan bireyler hem birey olarak, hem de kitleler halinde, kaygılarını, korkularını ifade etmenin yollarını bulmaya, toplumsal refleks olarak ortaya koymaya çalışırlar. Tabii ki siyasi partilerin, sendikaların, demokratik kitle, sivil toplum örgütlerinin bu aşamada da olup bitene duyarsız kalma lüksleri yoktur. Bu ülkenin bireyleri, 10 Kasım’da Anıtkabir’de çok büyük kalabalıklarla toplanma gereğini duyuyorlarsa, anlamlı bir örgüt yönlendirmesi olmadan çok farklı partilerden, örgütlerden, kökenlerden insanlar Ecevit’in cenazesinde çok büyük bir kalabalıkla, ortak sloganlarda buluşuyorlarsa; ülkenin kaderinde söz sahibi tüm kadrolar ve örgütlerin bundan çıkaracakları dersler vardır. Tek kelime ile ‘‘Laiklik’’ sloganında buluşan kitlelerin bu konudaki tehdit algılamasından sözünü ettiğim her kesimin kimi dersler çı İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Ders Çıkarmak len güçbirliği dayatması istemine nasıl yanıt verilebileceği sorgulaması gündeme geldi. Kitlelerde laiklik tehdidi algılamasının oluşmasında birinci dereceden sorumlu iktidar, Başbakan Erdoğan ve AKP yönetimi, en azından Ecevit’in ölümü, cenaze töreni bağlantılı oluşacak tepkiyi görmüş olarak, tansiyonu düşürmeye yönelik ellerinden geleni yaptılar sayılır. Başbakan Erdoğan, aynı güne çakışmasa medyada büyük şov olarak programlanmış AKP kongresinin bile gölgede kalmasını içine sindirmiş bir görüntü ile, kongre konuşmasını Ecevit’in cenaze töreninin, büyük kitlesel çıkışın bitimine bağlantılı geciktirdi. Son zamanlarda üst üste tehdit algılamasının birinci dereceden sorumlusu oldukları yolundaki uyarılardan besbelli fazlası ile ders çıkarmıştı. Gecikmeli konuşmasında laikliği tehdit eden güç değil de laikliğe sahip çıkan güç oldukları gibi bir açıklama ile kavram kargaşasına sığınmayı seçti. Laikliği tehdit altında görenleri suçlaya kardığına da eminim. Tabii ki kimileri olumlu, kimileri olumsuz önlemlerini almak üzere... Laikliğin tehdit altında olduğu duygusunu paylaşan kamuoyu, kitleler ve siyasetten başlayın, toplumsal örgütlenmelerin olumlu ders çıkarmaları, olsa olsa güçlerin birleştirilmesi, tehdidin ortadan kaldırılması yolunda alınabilecek önlemlere yönelik arayışlar olabilir. ??? Ecevit’in kirlenmemiş siyasetçi, daha çok ülke çıkarları, dış politikada ödün vermeyen kimliği, Danıştay cinayeti bağlantılı cenaze törenine hasta hasta katılmasından da etkilenmiş, çoğunluğu son seçimler zincirinde kendisine oy vermemiş kitlelerin, tek bir parti, örgüt yönlendirmesi olmadan cenazesinde, üstelik laiklik vurgulaması önde birkaç sloganda buluşmaları... İster istemez çıkarılacak derslerin önceliğini de gündeme getirdi. Ecevit uğurlanırken yapılan yayınlardaki değerlendirmelerde bile hemen solun nasıl birleşebileceği, tabandan ge rak, laikliğe sahip çıkan kitlelerin sloganlarından duyduğu öfkeyi de açığa vurarak, futbol maçı sloganı benzetmesi ile hafife almaya çalıştı. Başbakan Erdoğan, yüz binlerin sadece kaygılarını dillendirmek üzere bireysel sorumluluk baskın meydanlara çıkmalarından dersini almış, elbette olumsuz yönde gardını, ‘‘Baskın, baskın yapanındır’’ özdeyişine uygun olarak ortaya koymuştu. ‘‘Çankaya laiktir, laik kalacak’’ sloganının kendisini hedef almasını yoka sayarak, Çankaya’ya çıkma planının geçerliliğinin ortadan kalkmadığı, sonrasında parti yönetiminin boşlukta bırakılmadığı izlenimi veren kongre imajının eksiksiz gerçekleştirilmesini sağlamaya yönelik mesajların hiçbiri atlanmamıştı. Şimdi önemli olan laik cephenin; siyaset başta, örgütlenmelerinin tümü ile, yüzbinlerin sokağa çıkmasıyla dillendirilen kamuoyu kaygılarına, laikliğin tehdit altında olmasına karşı nasıl önlem alınacağı, güçbirliği oluşturulabileceğine ilişkin dersler çıkardığıdır. Tabandaki bütünleşme, tehdit karşısında etkin önlem özlemi, doğru okunabilmiş, anlamı kavranabilinmişse, elbette olumlu derslerin çıkarıldığı sonuçları ile ortaya çıkacaktır. Çıkmıyorsa, bireye, kitlelere daha güçlü, örgütsüz ama kitlesel tepki vermenin yollarını bulmak, sokaklarda gücünü göstermek görevi düşecektir... soner@cumhuriyet.com.tr atrice M. 52 yaşında, neredeyse 30 yıllık ortaokul öğretmeni. Eşi, daha doğrusu yaklaşık 25 yıllık nikahsız hayat arkadaşı Christine C. ise henüz 40’lı yıllarını bitirmemiş. O da eğitim dünyasında, anaokulu müdürü. 1980’de solun “Ortak Program”ını iktidara taşıyan heyecanlı günlerde tanışmışlar. Patrice küçük bir Paris banliyö kentinin Fransız Komünist Partisi (FKP) sorumlusuymuş, Christine ise sempatizan, o zamanki deyimiyle “yol arkadaşı”. Sosyalist cumhurbaşkanı, komünist bakanlar, sol hükümetler, millileştirmeler, demokratikleşme planları, umutlar, umutlar... 1981 sonrasının boşa çıkan bütün hayallerini dolu dolu yaşamışlar. Yiten projeler, yıkılan duvarlar, çöken ideolojiler... Politik angajmanlardan kopmuşlar, ancak içlerindeki daha iyi bir toplum ışığı, militanlık özlemi hiç sönmemiş. Zaten mesleki kuruluşlar veya sendikalarda, okul sıralarında, gelecek nesiller için eğitim mücadelelerini hiç bırakmamışlar... ??? Christine geçtiğimiz nisan ayında bir akşam internet ağlarında dolaşırken, eski Milli Eğitim ve Kültür bakanlarından Jack Lang’ın sitesinde Sosyalist Partisi’nin (SP) yarının toplumuyla ilgili önerileri ve partiye üye olma çağrısını okur. Çağrı, bireyleri “merkez”in otoritesine boyun eğmeden, özgür iradeleriyle “kolektif” siyasi ve sosyal değişim savaşımına “katılmak”a davet eder. Hedef, zinde “sol duyu” sahiplerinin yeni bir toplumsal proje etrafında tartışmaları, birlikte karar vermeleri ve siyasi iktidarı değiştirmektir... Christine, Patrice’e kafasında çakan şimşeği açıklar. 2007 nisan ve haziran ayları arasında yapılacak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler için örgütlü bir mücadele denemesine ne derdi? Karı koca yüksek sesli bir düşünme sürecinin ardından, internetten kredi kartlarıyla yıllık 20 Avroluk üyelik ödemesini yapıp, hemen o gece yarısından itibaren SP’ine katılırlar... Ertesi akşam parti 1. sekreteri François Hollande ve partinin gelişmesinden sorumlu ulusal sekreter Jack Lang imzalı bir emektup Christine ve Patrice’e “Partiye Hoşgeldin”, der ve evlerine en yakın yerel örgüt sorumlularının kendileriyle kısa zamanda temasa geçeceğini duyurur. Üç gün sonra ulaşan iki ayrı emektuptan ilkinde, parti Paris İl örgütü 1. sekreteri Patrick Bloche yeni iki üyeye Paris Federasyonu (il örgütü) ile temel bilgiler ve bağlantıları iletir. Aynı gün ikinci bir emektupla da, çift oturdukları semtin yerel örgüt sekreteri tarafından o akşam yapılacak olağan bir toplantıya davet edilir. Yeni bir serüven başlamıştır... ??? SP’nin 9 Mart’ta başlattığı üyelik seferberliği beklenmedik bir ilgiyle karşılandı. 34 ayda katılan 75 bin civarında yeni üyeyle SP bir anda ülkenin en büyük ya da en kalabalıkpartisi oluverdi. Sol seçmen 2002 başkanlık seçimlerinin ikinci turunda sağ adayla aşırı sağ aday arasında sıkışmış olmasının bilincindeydi. Toplumsal beklenti solun bölünmüşlüğünü aşması gerektiği noktasındaydı. Seferberlik zamanlaması doğru seçilmişti. 1 Haziran’da son bulan kampanya yeni üyeleri engellemiyor, ancak bu tarihten sonra üye olanlar SP’nin olası toplumsal projesi, “Değişimi Birlikte Başarmak / Fransa İçin Sosyalist Proje”sinin son şeklini oylayamayacak ve partinin cumhurbaşkanlığı adayını seçemeyeceklerdi. 3 hafta sonra, 22 Haziran’da 44 federasyona kayıtlı 228 bin üyeden 218 bini iki haftalık bir tartışmadan doğan önerilerini parti genel merkezine iletiyorlardı. 1 Temmuz’da 975 delegenin katılımıyla toplanan Ulusal Konvansiyon tabanın önerileriyle değiştirilmiş “Sosyalist Proje”yi oyluyor ve sosyalistlerin önüne yeni bir hedef koyuyordu: “Bu projeyi, Fransızlar nezdinde ‘iktidar programı’ olarak savunacak cumhurbaşkanı adayını belirlemek.” Geçtiğimiz eylül ve ekim aylarında 6 aday adayı arasından 3 aday kendi iradeleriyle çekilince örgüt içindeki en desteklenen 3 aday “çeyrek final”e kalmayı başardı. Kamuoyu yoklamalarına göre Fransızların olduğu kadar, SP sempatizanları ve üyelerinin de favorisi “Güzel” Segolene ve “Uzman” Dominique Dünyanın en iyi fabrikası Ekonomi Servisi ABD’nin otobüs konusunda uzmanlaşmış yayınlarından BUSRide dergisinde, MercedesBenz Türk Hoşdere Fabrikası, dünyanın en iyi otobüs fabrikası olarak nitelendirildi. Derginin yazısında, Türk işçilerin yüksek verim ve motivasyonla çalıştıkları, üretilen araç sayısının yanı sıra bu araçların özellikleri de dikkate alındığında fabrikada çalışan işçi sayısının olağanüstü düşük olduğu kaydedildi. Tüm iş akışlarının en ince ayrıntısına kadar planlanmış olmasının fabrikanın en etkileyici yanı olduğu belirtilen yazıda, otobüs üretimindeki yüksek verimlilik ve esnekliğe dikkat çekildi. Haberde, fabrikadaki üretim adetlerinin artarak yıllık üretim kapasitesine yaklaştığı, bu artışa gelecekte yeni modellerin de katkısının olacağı kaydedildi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle