04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA bilim/vaziyet Atatürk ve bilime bilim insanlarına verilen değer 1933 Üniversite Reformu çerçevesinde ülkemize gelerek sözleşme imzalayan Alman bilim adamlarına; milletvekillerinden biraz fazla maaş bağlanıyor, 2 yıl içerisinde Türkçe öğrenmeleri bu süre sonunda derslerini Türkçe verebilmeleri ve öğrencilere yönelik Türkçe ders kitapları yazmaları koşulları getiriliyordu. Prof. Dr. Semih Baskan; Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi. Yağmur Ekim C Ata’m Cumhuriyeti artık tanınmayacak halde. Adını, senin düşüncelerinden alan bir dernek bile geri adım atar duruma düştü. Bu utanç bize yeter! Sen ne yazmıştın: “Türkler, Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi, Bilakis Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti, milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde, şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Tatlı yiyelim tatlı konuşalım ama ağzımda tatlı varken konuşamıyorum ki! Demirel’in devletle, devletin rejimiyle bir sorunu vardı. Oysa şimdi durum çok farklı. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik ve demokratik yapısıyla sorunu olan insanlar dayanışma, işbirliği, güç birliği içinde adım adım ilerliyorlar. Çankaya’nın ele geçirilmesi planın son halkası olacaktır. Çankaya bir sembol olduğu kadar, gerçeğin de ta kendisidir. Cumhurbaşkanlığı makamının yanı sıra Başkomutanlık makamıdır. Turgut Özal’ın şortla bir askeri kıtayı selamlamasını anımsıyor olmalısınız. Özal, oturduğu koltuğun farkına çabuk vardı ve bu tür davranışlara bir daha girmedi. Peki, türbanlı karısı ve kızlarıyla birlikte Genelkurmay Başkanı’nı ve bütün kuvvet komutanlarını ‘‘bilinçli’’ bir şekilde karşısında hazır ola geçiren bir cumhurbaşkanı olursa, Türkiye’nin hali ne olur! Türkiye Cumhuriyeti, bir süredir Atlantik’in öteki kıyısında dillendirildiği gibi resmen ılımlı bir İslam cumhuriyeti olur. Ve bu iş daha sonra ABD’yi de aşar ve ılımlı ile kalmaz. Çünkü İran’da şeriatın gelişini fark edemeyenler ‘‘Fark ettiğimiz zaman da iş işten geçmişti’’ demişti. AKP’nin verdiği mesajlar yeter de artar bile! 17 Ecevit’e son slogan: ‘Cennetcehennem ayrımına son!’ C umhuriyet Bilim Teknoloji Dergisi’nin 20 Ekim 2006 tarihli ve 1022 sayısında Prof. Dr. Münir Ülgür, Prof. Dr. Kerim Erim ve Dr. Adnan Adıvar’n Prof. Dr. Albert Einstein ile görüşmeleri hakkındaki yazınız; CBT 2024’te ve Murat Bardakçı’nın 29 Ekim 2006 tarihli Hürriyet gazetesindeki yazıları ile ünlü bilim adamlarının Atatürk tarafından ülkemize davet edilmesi ve Prof. Einstein’ın da Yahudi kökenli Alman bilim adamlarının ülkemizde çalışmaları için yazdığı mektuplar, 1933 yılında Üniversite reformunun yapıldığı dönemi yeniden anımsattı. Türkiye Cumhuriyeti’nin 83. yıldönümünü coşkuyla kutlarken bu eserin gerçek sahibi Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetin kuruluşunun 10. yılında gerçekleştirdiği üniversite reformu, özellikle günümüzde her geçen gün daha bir anlam ve önem kazanıyor. İstanbul Darülfünun’un kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi’nin kurulması sırasında yaşanan gelişmelerden bugünün Türkiye’sini yönetenlerin çıkaracağı çok önemli dersler vardır. 1933 yılında yurtdışından gelecek Alman bilim adamlarıyla ilgili İstanbul’da yapılan toplantı, bilim tarihi açısından son derece önemli bir köşe taşıdır. Dönemin Maarif Vekili Dr. Reşit Galip, yapılan toplantının sonunda görüşlerini şöyle dile getiriyordu: EMSALSİZ BİR İŞ "Bugün emsalsiz bir işin yapıldığı çok önemli bir gündür. 500 yıl önce İstanbul fethedildiğinde Bizanslı bilim adamları İstanbul’u terk etmişlerdir. Buna mani olunamamıştı. Bunların çoğu İtalya’ya gitti. Bunun sonucu olarak da Rönesans İtalya’da doğdu. Bugün bunun tam tersi olarak Avrupa’dan bilim adamlarının İstanbul’a gelmelerinin anlaşmasını imzaladık. Bunun ülkemize katkıda bulunacağını ve bir yenilik getireceğini ümit ediyoruz. Siz Avrupalı bilim adamları bize ilminizi, metotlarınızı getirin, gençlerimize ilerlemenin yollarının gösterin, size teşekkürlerimizi ve saygılarımızı sunuyoruz.” (1) Prof. Dr. Philipp Schwartz ise anılarında Maarif Vekili Dr. Reşit Galip‘le görüşmelerin sonucu şöyle yazıyordu: "Unutamayacağımız o yedi saat boyunca olağanüstü bir çalışma gerçekleştirdik. Dışarısı henüz aydınlıktı, vedalaştık. Zürih‘e telgraf çektim. Üç değil otuz bilim adamı için anlaştık diye yazdım" (2). Darülfünun’un kapatılması esnasında öğretim üyelerinin bir kısmının ilişkisine son verilmişti. Edebiyat ve İlahiyat Fakültelerinden 10, Hukuk’tan 14, Fen’den 13, Tıp’tan 18, Eczacılık ve Diş Hekimliğinden 16 Profesör ile 13 Müderris muavini, 73 Başasistan ve Asistan, toplam 157 öğretim elemanı bu kapsama giriyordu. Yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nin öğretim üyeleri ve elemanları kadrosunu oluşturmak üzere 3 kaynak belirleniyordu. Bunlardan birinci grup Darülfünun’dan alınan ve sözleşmeleri yenilenen bilim adamlarıydı. Almanya’dan gelen bilim adamları 2. grubu oluşturuyordu. 3. grupta ise 8.04.1929 tarihinde yayınlanan ve 1416 sayılı Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebeler Hakkında Kanun ile yurtdışına yollanan ve orada eğitimlerini tamamlayarak yurda dönen genç bilim insanları yer alıyordu. Bu gruba örnek olarak daha sonraki yıllarda Türk Bilim, Kültür ve Sanat yaşamına çok değerli katkıları olan ve isimlerini dünyaya duyuran Cahit Arf, Ekrem Akurgal, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Ahmet Adnan Saygun, İhsan Ketin, Mustafa İnan, Kamile Şevki Mutlu yer alıyordu. Bilime ve bilim insanlarına gösterilen değere güzel bir örnek olarak Prof. Schwartz ve Prof. Neumark, anılarında belirttikleri gibi, bütün sözleşmeyi imzalayan Alman Profesörler aileleri ve asistanlarıyla birlikte yaklaşık 150 kişilik bir grup olarak 1933 Ekim ayında İstanbul‘a gelerek Dış İşleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilen Cumhuriyetin 10. Yıldönümü Balosuna davet ediliyorlardı. (3) SEVGİLİ Ata’m. Bugün, aramızdan ayrılışının 68. yılında seni bir kez daha ve daha da büyüyen bir özlemle, daha da yücelen bir saygıyla ve fakat utancımızdan başımız eğik bir şekilde anıyoruz; seni daha çok arıyoruz. Sevgili Atatürk, hani sen “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar memleketi olamaz” demiştin ya. Oldu! Türkiye Cumhuriyeti şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin ve dahi meczupların memleketi oldu. Yalana dayalı siyaset ve dolandırıcılığa dayalı ticaret yapanlar dini de kullanarak memleketi ele geçirdi. Bizler de “demokrasi” adına seyrettik! Emanet ettiğin Cumhuriyet’e ihanet ettik! Gaflet uykusuna daldık! Dışarıdan emperyalistler, içeriden yerli işbirlikçileri, mandacılar ve şeriatçılar tarafından kuşatılan Türkiye Arap fikri, ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmaya, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasr etmeye mecburdurlar. Bununla beraber Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe, Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti, birçok asırlar, ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler.” Altında imzan olan bu düşüncelerine, adını senin düşüncelerinden alarak bir araya gelenler bile sahip çıkamıyorlar artık Ata’m! Beyni sulanmış hafızların eline düştük. Yakında Çankaya’yı da kirletecekler. Bizi affetme Ata’m! Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Tahsilat Gülhan Elmas: “Devlet vergi toplayamıyormuş. Yimpaşçıları kullansınlar, onlar iyi para topluyor!” Mesajlar NİN 2. Olağan AKP’ Kongresi, kongre sonuçlarını okumasını bilenlere çok net siyasi mesajlar verdi. Birinci mesaj; Recep Tayyip Erdoğan’ın bırakın bir rakiple karşılaşmasını oybirliği ile yeniden genel başkan seçilmesi demokrasinin bu partide ‘‘eşantiyon’’ niyetine bile yer bulamadığını gösterdi. İkinci mesaj; tüzükte yapılan ‘‘küçük’’ bir değişiklikle bundan böyle genel başkan adayı olmak, deveye hendek atlatacak bir formüle bağlandı; demokrasi zincir altına alındı. Üçüncü mesaj; partinin yeni yönetim kadrosu Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün arzusuna göre oluşturuldu. Dördüncü mesaj; üçüncü mesajdan da anlaşıldığı gibi Erdoğan, yerine Gül’ü bırakıp Çankaya Köşkü’ne çıkmak üzere kolları sıvadı. Evdeki hesap çarşıya uyar mı? Turgut Özal’ın bir işaretle yerini Yıldırım Akbulut’a, Süleyman Demirel’in de işaret etmeden Tansu Çiller’e bırakmasından sonra iktidarda yani parti yönetiminde karşılarına çıkan ‘‘hesap hatası’’na bakarak ‘‘uymaz’’ demek, tek kelimeyle aymazlıktır. Çünkü ne Özal’ın ne de Karar Ülgen Özbey: “Saddam 180 kişinin öldürülmesine izin verdiği için idam edilecek. Irak’ta 100 binlerce sivilin öldürülmesine onay veren Bush için ne karar verilecek!” Niyet Mehmet Halıcıoğlu: ‘‘Ecevit’in cenazesinde uygulanan sansür ve yasaklar, AKP’nin niyetini halkımıza göstermiş olmalı!’’ Zırh Mehmet Ali Kılınç: ‘‘Ecevit’in cenazesine caminin arka kapısından giren Başbakan’a özel son Zihni Sinir Procesi: Zırhlı şemsiye.’’ ATATÜRK İstanbul Üniversitesi’nde rektör Neşet Ömer İrdelp ile birlikte. Türkçe öğrenme koşulu G eşit Galip: Bugün emsalsiz bir işin yapıldığı çok önemli bir gün. 500 yıl önce İstanbul fethedildiğinde Bizanslı bilim adamları İstanbul’u terk etmişti. Çoğu İtalya’ya gitti ve Rönesans İtalya’da doğdu. Bugün ise Avrupa’dan bilim adamlarının İstanbul’a gelmelerinin anlaşmasını imzaladık. ünümüz Türkiye’sinde öne çıkarılmaya çalışılan yabancı dilde eğitim gibi düzenlemeler 1933 yılında Cumhuriyetimizin 10. yılında kabul edilecek bir uygulama alanı bulamıyordu. Bunun tam aksi olarak Üniversite reformu ile farklı düzenlemeler gündeme getiriliyordu. Örneğin sözleşme imzalayan Alman bilim adamlarına; * 2 yıl içerisinde Türkçe öğrenmeleri; * Bu süre sonunda derslerini Türkçe verebilmeleri * ve öğrencilere yönelik Türkçe ders kitapları yazmaları koşulları getiriliyordu. Dünyaca ünlü bilim adamları bu koşullara titizlikle uydu. Önce yardımcıları eşliğinde bu dersleri verdi; bir süre sonra güzel Türkçe’yle derslerini vermeye başladı. Türkçe’ye kazandırdıkları bilim alanındaki çok değerli kitapları da uzun yıllar öğrencilerin, asistanların ve uzmanların birer başvuru kitabı olma özelliğini korudu. ULUSAL PRESTİJ MESELESİ Sözleşme imzalayan Alman orijinli bilim adamlarına milletvekili maaşlarından daha fazla bir meblağ aylık ödemeyi genç Türkiye Cumhuriyeti taahhüt ediyordu. Bununla ilgili olarak ünlü Alman maliyeci Prof. Dr. Neumark anılarında şöyle söylüyordu: "Başlangıçta birçoğumuz Türkiye Cumhuriyeti’nin mali konularda bize vaat edildiği gibi güvenilir olup olmadığı konusunda kuşkuluyduk. Bu kuşkularda dağılan Osmanlı İmparatorluğu’nun durumunun devletin şeklen iflası da dahil olmak üzere olumsuz biçimde anımsanması belirgin bir rol oynamaktaydı. Röpke’nin bana daha İstanbul’a varışından kısa bir süre önce İsviçre’den mektupla bildirdiği gibi "Bu ödemeler genç Türkiye Cumhuriyeti için bir yerde Ulusal Prestij meselesi idi". Hükümet, Atatürk’ün ruhuna sadık bir şekilde bizlere karşı kusursuz davranmaya büyük bir değer veriyordu. Bu da bu ülkeye minnettar olmak ve onu haksız suçlamalara karşı savunmak için başka bir nedendir"(4). PEK ÇOK BİLİM KURULUŞUNDA ARAŞTIRILDI Sonuç olarak Darülfünun’dan gelen Türk hocaların, yurt dışından gelen genç ve isimlerini ilerde duyuracak bilim insanlarının yanı sıra Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, İsviçre ve Fransa’dan gelen son derece değerli ve yetenekli bilim adamlarıyla gerçekleştirilen üniversite reformuyla, başta İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi olmak üzere pek çok bilim kuruluşunda uluslararası düzeyde bilim okutuldu ve araştırıldı. Bu son derece değerli eserin gerçek sahibi aynı devrimlerde de olduğu gibi Cumhuriyetimizin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kaynaklar: 1 Terzioğlu Aslan , Türk Tıp Tarihi Yıllığı IV Atatürk Döneminde Üniversite Reformu ve Tababet Simpozyumu 25 Ekim 1996, Sayfa 16 – 17 2 Aytaç G. ve Ark. (Almancadan çeviri ) Mustafa Kemal Atatürk (1881–1981) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayını. Sayfa 160–161 Ankara, 1997 3 Terzioğlu Aslan, Türk Tıp Tarihi Yıllığı IV Atatürk Döneminde Üniversite Reformu ve Tababet Simpozyumu 25 Ekim 1996, Sayfa 18 4 Neumark Fritz, Boğaziçine Sığınanlar, Çeviren: Şefik Alp Bahadır, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Enstitüsü Yayını, Sayfa 1718, Ercivan Matbaası İstanbul ,1982 Git Türkiye’nin yüz akı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yeni bir saldırı ile karşı karşıya. Şimdi de Soros’la işbirliği yapıldığı dedikodusu yayılıyor. Türkan Saylan’a sorduk; “Meyve veren ağacı taşlarlar” dedi. ÇYDD Ahmet Mete Apak: “Tinercilerin saldırısına uğrayan emekli polis memurunu içkili diye suçlayan İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’a: Adam içkiliyse sana ne? Senin görevin saldırganları yakalamak. Alkole bu kadar düşmansan o zaman git İran’da polislik yap!” Yeni temsiller etrafında ...Ne "Kır Çiçeği"'nden, ne temsilinden bahsedeceğim. Esasen münekkid (eleştirmen) beyler piyesin mevzuunu baştan başa yazdılar ve mümessilleri de arada bir hakşinas görünmek kurnazlığını da ihmal etmeyerek, kısaca muaheze ederek (eleştirerek) mutad iltifatlarla medh ü sena eylediler (övdüler). Biri, "Necla Hanım bu piyeste harikulade muvaffak oldu ve tam asri kadını yarattı ilh.", öbürü de "Necla Hanım ezberlemiş gibi söylüyordu" diyor. Halkın bu tenkidlere ne derecelere kadar ehemmiyet verdiğini, tenkitlerin intişarından (yayımlanmasından) sonra temsile ve mümessillere karşı aldığı tavırdan anlaşılmaktadır. Şurası anlaşılmıştır ki, halk bu yazılara zerre kadar ehemmiyet vermiyor. ...Ben ki, senelerden beri bu sanatkârlarla arkadaşım ve onlara karşı arkadaşlık hissiyle daha fazla tarafgirlik etmem lazım gelir, bir gün bile aklımdan bu düşünce geçmedi. Onların hatalarını tabii gördüğüm ve görüşüm kadar anlatmayı ve onları ikaz etmeyi bir vazife bilirim. Münekkid beylerin ise böyle nazik bir vaziyette bulunduklarını da zannetmiyorum. Temaşa "Kır Çiçeği" için yazılan tenkitleri Darülbedayi hesabına çok yanlış bir manevra olarak gördüm. Takdirde mübalağa, ekseriya geri tepen bir silahtır. Darülbedayi sanatkârlarının iktidarları, sanatları herkesçe malumdur. Madem ki onlar mukaddes bir sanat gayesini emel edinerek tevazuyla çalışmaya azmediyorlar, bırakalım sükun içinde çalışsınlar. Bir noktai nazar dikkatimi çekti: Darülbedayi edebi heyeti, ümit ve zannolunduğu kadar bu işle alakadar görünmüyor. O heyete ne eski, ne yeni eserlerimi okutmak değil, açıktan fikirlerini sormak bile hatır ve hayalden geçmez. Bunu geçen seneki heyete söylemiş ve eserlerimi de heyete tetkik ettirmeden (incelettirmeden) temsil ettirmiştim. Acaba bu heyet kendilerinde bir mümtaziyet (üstünlük vasfı) mi vehmediyorlar? Yoksa sanatkârlar mı kendilerinden sorgusuz sualsiz hareket ediyorlar? Komedinin nezihini, ciddisini anladık, amenna! Yalnız edebi heyet herhalde pek alaylı bir komedi ile işe başladı. Mahmud Yesari/20 Ekim 1926, Çarşamba R Mahmud Yesari. âlemimize medh ve zemm (övgü ve yergi), vakit vakit esen bir fırtına gibi muayyen (belirli) hedefler etrafında kasırgalar koparıyor. Ben şahsıma ait zemm ve methlerden ne müteessir ne de memnun olurum. Mahmud Yesari'yi yine ancak Mahmud Yesari yıkabilir! Eğer gün yaklaştı, saat çaldı ise medh ü sena destekleri beni bir gün bile ayakta durduramaz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle