28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KASIM CUMA tarihçe BRÜKSEL GÜNLÜĞÜ ELÇİN POYRAZLAR Alman emperyalizmiyle yatağa girmek ERDOĞAN AYDIN Geçen hafta I. Dünya Savaşı’na girmenin zorunlu olmadığını, bu korkunç maceraya İttihatçı Triumvira’nın keyfiyeti sonucunda girdiğimizden sözetmiştim. Bu hafta bir başka soruyu, bizi savaşa sokan İttihatçı muktedirler ile Alman Emperyalizmi arasındaki ilişkinin niteliğini irdelemek istiyorum. İttihatçı muktedirlere “yurtseverlik” atfedenlerin ortaya çıktığı günümüzde bu irdelemenin önemi her zamankinden büyük. Oysa gerçekler, İttihatçı Triumvira’nın işbirlikçi niteliğine, kraldan kralcı Almancılığına ve bu doğrultuda milyonlarca Anadolu evladını ölüme sürme ve katletme kararlılığına işaret etmektedir. Özetle yurtseverlikten bambaşka bir muhtevayla, açık bir işbirlikçi tutumla karşı karşıyayız. 1930’da liseler için hazırlanan resmi tarih kitabında, İttihatçıların savaşa girmesi, “1914 senesi Ekim sonlarında doğu batı cephelerinde durumları kötüleşen Almanların her ne olursa olsun Osmanlıyı savaşa sokarak bozuk durumlarını düzeltmek isteklerine” ve bu isteğin, “kendini bunların nüfuzuna kaptırmış olan Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın bir an evvel savaşa girmek taraftarlığına” bağlanır; ki katılınmaması mümkün olmayan bu açıklama açık bir işbirlikçiliğe lerinin denetimine girmesi sonucuna varılacaktı. Açık bir işbirlikçi tutumla Alman çıkarlarına entegre edilecektir. Bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışan milliyetçi söylemin arka planında Alman işbirlikçiliği kurumlaşacak, Genelkurmay başkanlığına Von Seeckt, I. Ordu Kumandanlığına önce Liman Von Sanders, sonra Goltz Paşa, Filistin Cephesi kumandanlığına Von Falkenhaym, Sina Cephesine Von Kresstein gibi Almanlar atanacaktır. İnönü’nün anıları bu açıdan çarpıcı örnekler sunar: “Avrupa’da batı cephesinde, her zafer günü, harbe girmekte Türkiye için son fırsatların kaybolmakta olduğu havası telkin edilmek istenirdi –diye yazar İnönü. Bir defa Von Feldman ile harbe girmek meselesini konuştuğumu hatırlarım. Bana, niçin harbe girmediğimizi soruyordu. Sebep olmadığını söylüyordum. Orduyu nasıl besleyeceğimizi hatırlatıyordu. Gerçekten seferber ettiğimiz büyük ordunun beslenmesi henüz harbe girmediğimiz halde, bizim için büyük bir mesele idi. Fakat ben de Von Feldman’a soruyordum: Harbe girersek ordu nasıl beslenecektir?” Devam ediyor İnönü: “Enver Paşa, Alman ordularının kudret ve kıymetine sarsılmaz bir hayranlık besliyordu. Bu orduların hesap ve takat ye Reisi) Bronsart Paşa’ya sordum: Harp yapılıyor, ne olacak; kazandınız ne olacaksınız? Bu kadar büyük fedakarlığın karşılığı nedir? Belçika, Belçika! diye cevap verdi Tekrar sordum: Belçika bu kadar fedakarlığı karşılayacak bir değer midir? Belçika’nın nesi var? Eti ne budu ne? Bronsat Paşa, evet ufaktır, ufaktır ama çok değerlidir dedi. Ben kendisini sıkıştırmaya devam ettim. Israrla kendisine soruyordum: Harpten sonra ne olacak? Nihayet baklayı ağzından çıkardı: Türkiye! dedi. Bunu, Türkiye’yi kazanacağız manasına söylediğini anladım. Fena halde çarpılmıştım ama kendimi tuttum. Evet, dedim, ne şekilde? Nasıl olacak? Beraber çalışacağız, cevabını verdi. Harpten sonra beraber çalışacağımızı düşünmüyoruz dedim. Bronsat Paşa niyetlerini daha çok açığa vuran bir cevap verdi ve dedi ki: Anlıyorum, düşünüyorsunuz ama kaç kişisiniz? Bu fikri devam ettirecek kaç kişisiniz? Varız kafi derecede dedim”. MÜTTEFİKİN AMACI SÖMÜRGELEŞTİRMEK Giderek derinleşen bir bataklığa girilmişti. Dönem savaşın başındaki seçenekleri tüketmişti. Ancak yine de yapılabilecek, yapılması zorunlu olan şeyler vardı. Bu koşullarda Mustafa Kemal 20 Eylül 1917 tarihli raporuyla, İttihatçı iktidara yönelik belki de son uyarıyı yapar: “İçinde bulunduğumuz bataklıktan Almanlarla beraber bulunarak kurtulmak zaruri ise de Almanların bu zorunluluktan ve savaş yardımından yararlanarak bizi sömürge durumuna sokmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetine karşıyım ve ricali devletin bu hususta hiç olmazsa Bulgarlar kadar bağımsız ve kıskanç olmalarını lüzumlu görürüm. Bağımsızlık ve özgürlük konularında kıskanç olduğumuz Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün bunların bizi Bulgarlardan daha saygın göreceklerine sizi temin ederim. İyi idare edeceğim diye devamlı özveride fedakarlıkta bulunmak, herhangi bir müttefike ve özellikle Almanlara merhamet ve insaf telkin etmeyip belki verdiklerimizin yüz katı fazlasına onları tutkulandırır ve cesaretlendirir”. Raporun devamında Mustafa Kemal, gözlem ve endişelerini aktarır: “Bugün Falkenhayn her vesilede herkese karşı, Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını en ziyade düşüneceğini söyleyecek kadar küstahtır. Halep’te, Fırat’ta ve Suriye’de Alman siyaseti ve Alman çıkarının ne demek olduğunu ve özellikle bu sözü sarfeden, bir Alman konsolosu olmayıp yüzbinlerce Türk kanı için karar vermek mevkiinde olan bir kumandan olursa işin tamamen vataniyemizin çıkarlarına uygunsuz cereyan edeceğini anlamamak mümkün değildir... Irak harekatının uygulanamaz olduğunu, kendisi daha ilk günden beri anlamıştır. Irak Harekatını memlekete yerleşmesi için fırsat olarak gördü. Hakikatte ideali bütün Arabistan’ı Alman idaresine almaktı. Nitekim planın ikinci safhasına başlanmıştır... Memleket, tümüyle bizim elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi durumuna girmiş olacaktır. Ve general Falkenhayn, bu amaç için bizim borcumuz olan altınları ve Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış bulunacaktır.” C AB’nin Türkiye Çığlığı 13 B u bir eleştiri yazısı değil. Basit bir durum değerlendirmesi. AB’nin Türkiye sancısı. Türkiye’yi istemek ve istememek arasına sıkışmış bir grup devletin kafa karışıklığı. AB’nin sürekli ertelediği, kaçındığı, salladığı, uzaklaştırdığı Türkiye politikası. Avrupa’nın varoluşuna yönelik soruların ağırlığı. Sormak ya da sormamak? ??? Sormak. Avrupa küresel politikada nerede? Neyi hedefliyor ve hangi stratejik araçlara sahip? AB transatlantik ilişkilere büyük önem veriyor. ABD yörüngesindeki bir dünya politikasında Ortadoğu, çevre ve terörle mücadele konularında çok daha ılımlı bir tutum izlese de ABD ile ilişkileri vazgeçilemeyecek derece önemli. AB dünya politikasında daha etkin bir politik rol hedefliyor; Güneydoğu Avrupa ve Ortadoğu’da kendi deyimleriyle “yumuşak güç” olmayı. AB’nin bu yönde geliştirdiği en kapsamlı projelerden biri genişleme. Yeni aday ülkeleri içine alarak Avrupa ve çevre bölgelerde demokrasi, refah ve istikrarı getirmeyi amaçlıyor. ??? Sormak. AB nereye kadar genişleyebilir? AB’nin işleyişi bundan etkilenmez mi? AB antlaşmalarında Avrupa’nın sınırlarına yönelik bir tanım getirilmiyor. “Değerler Avrupası” büyük bir bölgeyi kapsayabilir. Genişlemenin getirdiği yeni üyelerin birliğin işleyişini engellememesi için hazırlanan AB Anayasası’nın Fransa ve Hollanda’da reddedilmesiyle AB ciddi bir tıkanıklığa girdi. AB içindeki karar mekanizması (pek yakında 27 üye) fazla sayıda ülkeyi taşıyamadığından AB içinde ciddi konularda sürekli bölünmeler yaşanıyor. ??? Sormak. AB Avrupa halkından destek görüyor mu? Ekonomik gücünü giderek kaybeden AB, hızla gelişen ve teknolojik olarak değişen dünyada Avrupa halklarının ihtiyaçlarını karşılayamıyor. İletişim teknolojileri gibi yeni ekonomik oluşumlarda AB, ABD, Çin, Hindistan ve diğer gelişen ülkelerle gerektiği biçimde yarışamıyor. AB, yükselen işsizlik, sosyal devletin eri mesi, korumacı politikalarla vatandaşlarının güvenini kaybediyor. Fransa gibi bazı ülkelerde halk, ülke sorunlarının nedeni olarak AB politikalarını görüyor. Genişleme, yeni ülkelerden gelecek işçi akımı korkularıyla suçlanan projelerin başında geliyor. ??? Sormak. AB Türkiye’ye neden karmaşık mesajlar yolluyor? Neden açıkça reddedemiyor? AB bir tarafta kendi halkının güvenini tekrar kazanmak isterken diğer tarafta siyasi ve ekonomik hedeflerine ulaşmaya çalışıyor. Anayasa kriziyle halktan açık bir darbe alan AB, genişleme projesini sürdürmekte zorlanıyor. AB liderleri gerek politik gerekse ekonomik anlamda Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğunu çok iyi biliyor. Ancak AB yolunda demokratikleşmiş ve ekonomik anlamda daha da güçlenmiş bir Türkiye’nin AB içinde siyasi dengeleri yeniden belirleyeceği de biliniyor. Türkiye’nin önemini gören en karşıt ülkeler bile Türkiye’nin tamamen kaybedilmemesi için AB sistemine sokulmadan özel bir ortaklık çerçevesinde Avrupa’ya bağlanması gerektiğini düşünüyorlar. Genişleme yorgunu AB içindeki fırsatçı politikacılar Avrupa’da giderek artan İslam korkusunu ve Türkiye karşıtlığını kullanarak kendi siyasi kariyerlerine yer açıyorlar. AB bu konuda da büyük bir kafa karşıklığı yaşadığı için Türkiye’yi ne açıkça reddedebiliyor ne de kabul edebiliyor. ??? Sormak. ABTürkiye ilişkilerinde bundan sonra ne olacak? Türkiye ikileminden kolayca çıkamayacak olan AB, büyük olasıkla bu gelgit politikasına devam edecek. Türkiye konusu AB’nin tahmin ettiğinden çok daha köklü çıktı. Daha önce İspanya ve İngiltere’nin üyeliklerinin de reddedildiği AB için durum şimdi çok farklı. Avrupa bu genişlemeyle kendi kimliği üzerinde de karar vermiş olacak. Öte tarafta Türkiye’ye ise AB’li ya da AB’siz inatla hedeflerini gerçekleştirmek düşüyor. Hangi soruyu sormak, hangisini sormamak? Alınganlıkla “Avrupa bizi istemiyor mu?” sorusunu sormamak! AB askıya almayı erteledi ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL AB, Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmamış olmasından kaynaklanan anlaşmazlığa yönelik tutumunu aralık ayında yapılacak AB doruğu öncesinde belirleyeceğini açıkladı. AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu’yla birlikte yayımladığı Strateji Belgesi’nde şimdilik “askıya alma” önerisi getirilmemesine karşın Türkiye’nin yıl sonuna kadar ek protokole yönelik yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda müzakere sürecinin bütününün bundan etkileneceği uyarısı yer aldı. Genişleme Komiseri Olli Rehn ise “bir öneride bulunmak için iyi bir zaman olmadığına” dikkat çekerek “Porselen mağazasına girmiş bir fil gibi davranmak istemiyoruz” şeklinde konuştu. AB’nin genişleme stratejisinin belirlendiği ve aday ülkelere yönelik önerilerin yer aldığı 53 sayfalık Strateji Belgesi’nde Türkiye’ye yönelik paragrafta şu ifadelere yer verildi: “AB Komisyonu ve üye ülkelerin 21 Eylül 2005 tarihinde yaptığı deklarasyonda belirtildiği gibi AB, Türkiye’den Ankara Anlaşması ek protokolünü ayrımcılık yapmaksızın bütünüyle uygulamasını, ulaşım yollarına yönelik kısıtlamalar dahil olmak üzere malların serbest dolaşımına yönelik tüm engelleri kaldırmasını bekler. Yükümlülüklerini tam olarak yerine getirme konusunda başarısızlığa uğraması durumunda müzakerelerin gelişimi, bütün olarak bundan etkilenecektir. Komisyon, eğer Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmemiş olursa, aralık ayındaki AB Konseyi öncesinde gerekli önerilerini yapacaktır. Katılım Ortaklığı Belgesi’nde söz edildiği üzere Türkiye’nin tüm AB üye ülkeleriyle ikili ilişkilerini ‘normalleştirmesi’ yönünde somut adımlar atması gereklidir.” Strateji Belgesi’nde ayrıca 9. reform paketinde yer alan bazı yasaların kabul edildiğine işaret edilerek Türkiye’nin reform sürecinde ilerleme kaydettiği belirtildi. AB Komisyonu Genişleme Komiseri Olli Rehn, İlerleme Raporu’nun yayımlanmasının ardından yaptığı basın toplantısında Türkiye ve Sırbistan’ın müzakere süreçlerinde ciddi siyasi zorluklar yaşandığına işaret etti. Katılım sürecinde “hızdan” çok “kalitenin” önemli olduğunu söyleyen Rehn, “AB katılımı hızlı bir trenden çok yavaş giden ama yolcuların güvenliğini sağlayan bir Şark Ekspresi’dir” şeklinde konuştu. Trenin raydan çıkmamasının esas olduğunu belirten Rehn, “En azından Türkiye’ye yönelik Geceyarısı Ekspresi benzetmesi artık kullanılmıyor” dedi. Kıbrıs anlaşmazlığına değinen Genişleme Komiseri Türkiye’nin protokolden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmemesi durumunda tüm müzakere sürecinin bundan etkileneceğini vurguladı. Komisyonun dönem başkanı Finlandiya’nın önerilerine tam destek verdiğini söyleyen Rehn, ayrıca “AB üye ülkelerine ve Türkiye’ye tüm enerjilerini bu tıkanmayı çözmek için harcamaları çağrısında bulunuyorum” dedi. Fin önerisinin Kıbrıs anlaşmazlığında son bir fırsat olduğunu söyleyen Rehn, “Komisyon eğer Türkiye yükümlülüklerini yerine getirmezse AB doruğu öncesi ilgili önerilerini yapacak” dedi. Finlandiya’nın çabalarına destek vermek amacıyla bu noktada Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmamış olması konusunda herhangi bir öneri getirmediklerini ileten Rehn, “Porselen mağazasındaki fil gibi davranamayız” dedi. Rehn, Kıbrıs sorununun çözümünün Güneydoğu Akdeniz’de olumlu siyasi bir hava yaratacağına inandığını sözlerine ekledi. Rehn, B planı bulmaktansa A planına odaklanmayı tercih ettiğini ifade etti. İfade özgürlüğü konusunda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sivil toplumla görüşülmesi yönündeki açıklamalarını memnuniyetle karşıladığını söyleyen Rehn, TCY’nin 301. maddesinin değişmesinin gerektiğini anımsattı. Rehn bu maddenin değiştirilmesinin Türk halkı için önemli olduğunu söyleyerek “301 Kopenhag kriteri değil Ankara kriteri olmalı” dedi. Rehn, bu konuda son iki yıldır çağrı yaptığını belirterek 301 maddesinin 9. reform paketi içinde yer alması gerektiğini de ifade etti. Strateji Belgesi’nde hazmetme kapasitesine yönelik “entegrasyon kapasitesi” şeklinde yeni bir kavram getirildi. AB’nin yeni üyeleri entegre etme stratejisinin belirlendiği bu bölümde Türkiye’nin üyeliğine yönelik ifadeler yer aldı. Komisyon’un 2004 yılında yayımladığı etki raporuna atıf yapılarak Türkiye’nin AB katılımının tarım, uyum politikaları, enerji, göç, dış sınırlar ve dış politika konularında zorlukları beraberinde getireceği ifade edildi. Belgenin bundan önceki metninde yer alan “Avrupa Birliği sabit coğrafi sınırlardansa değerleriyle tanımlanır” ifadeleri Fransa’nın itirazları sonucu “AB ilk ve en başta değerleriyle tanımlanır” şeklinde değiştirildi. Buna karşılık AB Antlaşması’nın 49. maddesine atıf yapılarak “Avrupalı bir devlet 6. maddenin ilkeleri çerçevesinde Birliğe üye olabilir” dendi. Belgede ayrıca AB’nin işlevsel olabilmesine yönelik olarak AB vatandaşlarının çıkarlarının gözetilmesine işaret edildi. işaret eder. Daha sonra Kurtuluş Savaşı’na da katılacak olan Saray Başmabeyincisi (özel sekreter) Lütfü Simavi de; “Trablusgarp ve özellikle uğursuz Balkan savaşından sonra, daha kabuk bile bağlamamış yaralarımıza rağmen –hele ortada hiçbir ciddi zorunluluk yokken ve kimse tarafından kışkırtılmadığımız halde, dünyanın en güçlü devletleri aleyhine savaşa girişmek belki delice, fakat delice olduğu oranda da canice bir siyasetti” diye yazacaktır. İNÖNÜ’NÜN ANILARINDA ALMAN GENERALLER Ordunun islahı için başlayan ilişkilerden giderek ordunun bütünüyle Alman general dışı bir sefere girmiş olduklarını farketmiyordu. I. Cihan Harbine bu şartlar altında girme kararı, Osmanlı imparatorluğunun talihsiz akibetine sebep olmuştur”. Devamla garip ve onur kırıcı realiteye işaret eder: “Almanlar Arabistan’da Türk ordularının başında kumandan mevkiinde bulunuyor ve Alman imparatoru adına Araplara ayrı bir teveccüh ve ilgi beslediklerini her vesile ile belli ediyorlardı.” Almanların Osmanlıya yönelik olarak emperyalist karakterlerince belirlenen politikalarına dair gözlemi de şudur: “Harbe girdiğimiz günlerden birinde, büyük karargahta, benim gibi başka erkanıı harb zabitlerinin de bulunduğu bir sırada (Başkumandanlık Erkânı Harbi ncak Enver Paşa, bu uyarılara kulak veremeyecek denli işbirlikçi bir tutum içindedir. Kendince bunun teorisini yapmış ve elindeki tüm kaynakları Almanların çıkarlarına sunmakta Almanlardan daha Almancı bir tutum içindedir. Öyle ki onun bu pervazsız Almancılığını dizginlemek için bile dönem dönem yine Alman generallerinin iradesi gerekecektir. Bu konuda D. Avcıoğlu şöyle yazacaktır: “Enver, kesin zaferin Avrupa’da Almanların Rusya, İngiltere ve Fransa’yı yenilgiye uğratmasıyla kazanılacağı inancındadır. Bu nedenle, Anadolu’yu askersiz ve savunmasız bırakmak pahasına da olsa, Avrupa’daki Alman zaferine her türlü katkıda bulunmaya hazırdır. Falkenhayn, Hindenburg ve Ludendrof, onun bu ölçüsüz inancını sömürmekte kusur etmezler. Von Kress, Enver’in bu tutkusunu şöyle açıklar: ‘O, dünya savaşı sonucunun Türk savaş sahnelerinde değil, fakat Fransız savaş alanlarında kazanılacağını gördüğünden, Alman Başkomutanlığının isteklerini öyle geniş ölçüde yerine getiriyordu ki, bazen Türk savaş yönetiminin çıkar ve ihtiyaçlarını yeter derecede hesaba katmıyor ve bu yüzden Türk politikacıları ve subayları çevresinde şiddetli eleştirilere ve ciddi bir muhalefet yol açmış oluyordu’...” Hindenburg da (...) Enver’in tutumunu şöyle anlatır: “O kadar büyük ve o kadar güç olan ortak davamıza bu Türkün bağlılığı sonsuzdu. 1916 Eylülünün başındaki ilk görüşmemiz sırasında Türk başkomutan vekili (...) bana dönerek, fikrini şu sözlerle sonuçlandırdı: ‘Asya’da Türkiye’nin durumu bazı noktalarda güçlüklerle doludur. Ermenistan’da tekrar geri çekileceğimizden korkmalıyız. Mezopotamya’da savaş A Almandan çok Almancı ların yeniden başlaması mümkündür. İngilizlerin aynı zamanda daha üstün güçlerle Suriye’den saldırıya geçeceklerini sanıyorum. Fakat Asya’da her ne olursa olsun savaş Avrupa’da çözülecektir. Bu amaçla, henüz hazır bulunan tümenlerimiz emrinize hazırdır’...” Alman Genelkurmay Başkanı’nı yargısını şöyle bağlar: “Hiçbir müttefik, öteki müttefike bu derece akla uygun ve bu derece bencillikten arınmış bir biçimde konuşmamıştı ve Enver bunları yalnızca sözde bırakmadı”! Gerçekten de Enver sözlerini uygulamaya geçirmekte de gözü kara bir pervazsızlık sergileyecekti. Kendi savunduğu cepheler birbir düşerken, o en seçkin birliklerini Alman Avusturya askerlerinin yerini alsın diye Avrupa cephelerine yollayacaktı: Nitekim Ludendrof bu durumu; “Galiçya’ya ve Romenlere karşı Türk birliklerinin gönderilmesi, onun gerçek asker duygularına uyuyordu” diyerek övgüyle teslim edecektir. Ne ki bu Almandan çok Almancı tavır, Osmanlı cephesinden sorumlu Liman Von Sanders’i bile rahatsız edecek ve şöyle itirazda bulunacaktı. “Türkler, kendileri yardıma muhtaç iken, dışarıya yardım etmeye kalkışmakla, çok yanlış bir yol tuttular. Bu tarihten itibaren Türk birlikleri, kendi memleketlerinde düşmanı önleyecek kuvvetler olmaktan çok, kağıt üzerinde görülen kuvvetler haline geldiler. Almanya bu sonuçların doğmasına –dolaylı biçimde de olsa meydan vermemeliydi. Zira bu durum, yalnız Türklerin değil, Almanların da çıkarlarına aykırıydı.” (D. Avcıoğlu) İşte bize ‘atamız’ diye belletilmeye çalışılarak, sorumsuzluk ve günahlarının sorumluluğunu üstlenmemiz istenen İttihatçı egemenlerin niteliği bu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle