28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 CHIRAC’IN PEKİN ZIYARETİ YENİ YAKLAŞIMLARI GÜNDEME GETİRDİ… C F strateji ATİNA’DAN MURAT İLEM lkeler yol açtıkları dramları ve yaptıkları hataları kabul ede“Ü rek büyürler”. Güzel bir laf, gerçekten bunu söyleyeni tebrik etmek lazım. Peki, bu söz nasıl ? “Tarihte olanlara karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde yaklaşılması gerekir”. Tabii bu ifade de çok güzel, hatta çok da anlamlı. Konuyla ilgilenenler bilir, bilmeyenler için hatırlatalım. İlk ifadeyi kullanan bizim “Kıvırtkan Jack”, yani Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac. Her telde oynadığı, her konuda değişken olduğu dikkate alındığında, ondan beklenen açıklamalar. Chirac yukarıdaki ifadeyi, bilindiği gibi, Ermenistan’ı ziyareti sırasında kullanmıştı. İkinci ifade ise daha anlamlı! “Tarihte olanlara, karşılıklı saygı ve anlayış çerçevesinde yaklaşılması gerekir”. Bu sözler de yine bir Fransız’a ait. Merkez sağın cumhurbaşkanı adayları arasında bulunan şimdiki İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin. Cezayir’i ziyaretinden önce “Jeune Afrique” dergisine verdiği demeçte bu ifadeleri kullanıyor. Hızlı sağcı, hatta ırkçı Sarkozy. Aklı sıra 1830’dan, 1962 yılına kadar olan süreçte, Cezayir’deki Fransız katliamlarını unutturmaya çalışıyor. Bunların babaları, dedeleri tam 132 yıl Cezayir’in kanını emmişler. Hem kültürel, hem de insani anlamda bir ülkeyi yok etmek için ellerinden geleni yapmışlar. Zenginliklerini alıp götürmüşler. Ondan sonra yüzleri kızarmadan diyalogu geliştirmekten bahsedip, dostluk anlaşması imzalamaya çalışıyorlar. Kaldı ki bu ikilinin yanında tüm Fransız siyasileri de tarih önünde suçludur. O kadar rahat ve pişkin insanlar ki, bir taraftan “Ermeni katliamı yapılmadı” diyenleri adalet önüne çıkartmak için kanun çıkartmaya çalışıyorlar, diğer yandan 46 yıl öncesine kadar kendi yaptıkları katliamları görmezden gelip, örtmek için ellerinden geleni yapıyorlar. ??? Ancak bu iki Fransız nezdinde bunlar gibi olan Fransızlara cevap KASIM CUMA Fransa’nın Avrasya’da ittifak arayışı BARIŞ ADI BELLİ ransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Çin’e düzenlediği dört günlük ziyaretinde on dört büyük anlaşmaya imza attı. Çin Devlet Başkanı Hu Jintao ile Chirac Pekin’de görüşmelerinden sonra iki ülke arasında nükleer, demiryolu taşımacılığı ve havacılık alanlarında çeşitli anlaşmalar imzaladılar. Bu anlaşmaların başında Airbus uçak şirketi ile yapılan anlaşma geliyordu. Airbus şirketinin başkanı Louis Gallois, 150 adet küçük gövdeli A320 serisi uçağın Çin’e satılması ve Çin’de üretilmesi konusunda anlaşmaya varıldığını açıkladı. Böylelikle Airbus uçakları Avrupa dışında ilk üretileceği ülke de Çin olmuş oldu. A320 uçaklarının Çin’de üretilmesi için Pekin uzun süredir diplomatik bir mücadele sürdürmekteydi. Bu kapsamda, Çin Başbakanı Wen Jiabao, Aralık 2005’te Fransa’ya yaptığı ziyarette 10 milyar dolarlık 150 Airbus siparişi vermişti. Bu arada, Fransız şirketlerinden Alstom ile Çin, 400 milyon Euro değerinde demiryolu ve hidroelektrik santralı anlaşması imzaladı. Anlaşma uyarınca, Alstom, Çin’den yük taşımacılığında kullanılmak üzere 300 milyon Euro değerinde 500 lokomotif alacak. Şüphesiz, HuChirac görüşmesinde en Yüzleşme ve yüzsüzlük … hemen, hem de acil olarak katliamların tanığından geldi. Cezayir Başbakanı Abdülaziz Bilhadim, Sarkozy’e uyarıda bulunarak “Önce tarihinizle yüzleşin. Dostluk ilişkilerinin kurulabilmesi için, Fransa 18301962 yılları arasında Cezayir’de işlediği suçları kabul etmelidir. Bu suçlar sadece bir buçuk milyon insanın öldürülmesi, katledilmesi değil, aynı zamanda zenginliklerimizin ve ulusal kimliğimizin yok edilmeye çalışılmasıdır” dedi ve tepkisini dile getirdi. Bilhadim bununla yetinmeyerek bizim adımıza da konuştu. Üstelik bizim gibi düşük frekanstan değil, yüksek sesle: “Fransızlara sesleniyorum. Türkiye’ye yönelik sözde Ermeni katliamlarını eleştireceğinize, önce kendinizle hesaplaşın.” Daha ne desin Bilhadim? Dost bir ülkenin başbakanı olarak ancak bunları söyleyebilir. Peki, Cezayir ile Fransa arasında tüm bunlar olurken, hatta bu tartışmaların odağında “Türkiye ve sözde Ermeni katliamları” bulunurken, bizimkiler ne yapıyor? Kocaman bir hiç! Hükümetin hiçbir yetkilisinden doğru dürüst ses çıkmıyor. Özel uçağınız emrinizde hazır. Kalkın gidin Cezayir’e, temaslar yapın, ortak basın toplantıları düzenleyip Fransa’nın katliamlarını, ikiyüzlülüğünü yüksek sesle dile getirin. Bu önemli konuyu uluslararası alana taşıyın. Cezayir her anlamda 132 yıl süreyle sömürülmüş, katliamlar yapılmış. Üstelik bu katliamları yapanlar bizi aynı konuda suçlayıp eleştirenler, yani Fransızlar. Siz de çıkıp Türkiye adına Cezayir’den yapılan açıklamalara destek verin, konuşun yüksek sesle. Ankara’da oturup “katliam olmadı, bizi anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar, ikiyüzlü davranıyorlar” diyerek Türkiye’yi savunamazsınız. Kaldı ki, sırada sözde “Pontus soykırımı” var. Yunanistan bu konuda uluslararası alanda çok aktif lobi faaliyeti içinde. Duymayanlara duyurulur. murilem@otenet.gr vrasya’daki gelişmeler Fransa ile Çin’i birbirine yakınlaştırıyor. Chirac’ın Pekin’e yaptığı ziyarette alınan kararlarla yeni ittifak arayışları ön plana çıktı. Çin, ekonomik imtiyazlar vererek ülkeleri etkileme politikasını sürdürüyor. A önemli konu başlıklarını İran ve Kuzey Kore’nin nükleer sorunu işgal etti. Chirac ikinci kez ziyaret ettiği Pekin’e gitmeden önce yaptığı açıklamada ÇinFransa işbirliğini güçlendirmenin Paris’in dış politikasının merkezini oluşturduğunu söyledi. FRANSA’NIN AVRASYA HEDEFLERİ Fransa, Uzak Doğu bölgesine yönelik köklü politikalara sahip Avrupalı ülkelerden bir tanesidir. Fransa yüzyıllarca Hindiçini bölgesini elinde tutmuştur. Çin, ise, geçmiş iki yüzyıl boyunca Fransa ile çeşitli zamanlarda savaştı. Fransa uzun süre Çin’de sömürgeci bir Avrupalı güç olarak görüldü. Geçmişte, Fransa’nın Uzak Doğu’daki varlığı ve politikaları tamamen sömürgecilik üzerine dayalıydı. Ancak bugün gelinen noktada Fransa bölgeye üstün, sömürgeci bir güç olarak değil, aksine Çin ile eşit statüde bir devlet olarak gelmiştir. Kuşkusuz, son yıllarda Çin’in Avrupa’da en sadık müttefiki Fransa’dır. Fransa’nın geleneksel Avrupa’ya ve ABD’ye bakışı da bu politikanın şekillenmesinde en büyük etkendir. Fransa’nın Çin dış politikasını şe killenmesinde en önemli nedenler şu şekilde sıralanabilir: ? Fransa’nın Avrupa’da ABD ile yaşadığı üstü kapalı rekabet ve birleşik ve büyük Avrupa hayali, ? Almanya’da iktidara gelen Merkel’in Irak’ın işgalinden bu tarafa ABD ile soğuk bir dönem yaşayan AlmanyaFransa mihverini bozarak, ABD ile dünya politikasında daha uzlaşmacı bir politika benimsemesi, ? Enerji güvenliği. Fransa’nın Çin’e yakınlaşmasının aslında ardında yatan en önemli neden Fransa’nın Avrasya coğrafyasında etkin olmak istemesidir. Fransa, Avrasya’da var olabilmenin Çin ile yakın ilişkisine bağlı olduğunu biliyor. Fransa’nın Avrasya politikasının temel unsuru enerji güvenliğidir. Avrupa’nın enerji ihtiyacının büyük bir bölümü Rusya tarafından sağlanıyor. AB’nin lokomotif ülkesi ve dünya politikasında bağımsız bir duruş sergileyerek etkin olmak isteyen Fransa için enerjinin, rakibi Rusya’nın elinde olması ulusal çıkarlarına en büyük tehdittir. Hemen hemen buna benzer sorunlar yaşayan Çin, geliştirmiş olduğu stratejilerle şimdilik enerjisini güvence altına almış durumda. Bu durum, Fransa’nın dikkatinden kaçmıyor. Fransa, Orta Asya ve Hazar enerji havzalarının bulunduğu Avrasya’da Çin ile birlikte hareket etmek istiyor. Azerbaycan’ın TürkAmerikan ekseni içerisinde hareket ederek elindeki enerji rezervlerini BakuTiflisCeyhan petrol boru hattından dünya piyasasına ulaştırması ve yakında bağlanacak olan Kazak petrolü ile daha da işlevsel bir hâle gelecek olan alternatif bir dağıtım terminali olarak ortaya çıkması Fransa’yı sıkıştırmıştır. Fransa açısından BakuTiflisCeyhan petrol boru hattı da ABD’nin kontrolünde olması nedeniyle ulusal çıkarlarına ters düşmektedir. AB’nin geçtiğimiz günlerde enerji konusunda Rusya ile yaptığı zirveden bir sonuç çıkmaması Fransa’nın kendi politikalarına hız vermesine neden olmuştur. Bu zirvede, Rusya, kendisinden Avrupa’ya sevk edilen enerjinin güvencesinin uluslararası bir anlaşma ile teminat altına alınması istemini reddetmişti. Fransa’nın İran’la geçmişe dayanan yakın ilişkisi, yaşanan son nükleer kriz nedeniyle bozulmuş durumdadır. Aslında bu durum Fransız dış politikasının yanlış hamlesinin bir sonucudur. 2003 yılında Irak işgaline karşı en fazla direnen ülke Fransa olmasına rağmen, ABD Irak’ı işgal etmiş ve işgal sonrası Irak’ın yeniden inşasında ve enerji sektöründe sadece işgal sürecine katılan ve destek veren ülkelerin faaliyet gösterebileceği ve diğer ülkelerin dışlanacağını ilan etmesi, Paris için politik ve ekonomik darbe olmuştur. İran konusu gündeme geldiğinde ise, ABD’nin askeri bir müdahalede ısrarlı olması, geçmişte Irak nedeniyle yaşanan olumsuz bir tecrübenin tekrar yaşanmaması için Fransız yönetimini bu sefer İran konusunda ABD’nin yanında yer almasına itmişti. Fakat hesaplamalar umdukları gibi gitmedi. Bu sefer, ABD, İran’a müdahale edemedi. Irak’taki uluslararası konjonktür İran konusunda oluşmamıştı. Tabii ki bu durum Fransaİran ilişiklerine darbe vurdu. Fransa’nın İran’la her alanda olan işbirliği ve ilişkileri zedelendi. Fransa, RusÇin eksenin yanında yer almamasının nelere mal olduğunun farkına vardı. Bugün bu yaşanan olumsuz tabloyu tekrar lehine çevirmek için Fransa yeniden Uzak Doğu’dan ve Çin’den bir başlangıç yapmak istemektedir. Fransa’nın böyle arzulu bir şekilde Avrasya’ya yerleşme çabalarının ardında şüphesiz Merkel’in iktidara geldiği Almanya’nın eskisi kadar bu coğrafyada bağımsız politikalar geliştirmek istememesi de rol oynuyor. Hatırlanacağı üzere, Almanya’nın önceki Başbakanı Schröder de Pekin’i ziyaret etmiş, kârlı anlaşmalar imzalamıştı. Bugün ise, Almanya’daki Hıristiyan Demokratlar, Soğuk Savaş’ın anılarının da etkisiyle ABD ile birlikte hareket ederek Çin’den uzaklaşmış durumda. Almanya’nın arenadan çekilmesi Fransa’nın işine yaramıştır. Orta Asya devletlerinin AB’nin önde gelen ülkesi Fransa ile yakın işbirliği sürecine girmesi olağan görülmektedir. Tam da böyle bir durum Orta Asya devletleri için bulunmaz bir fırsattır. Fransa, Çin aracılığıyla sadece bu devletlerle temasa geçmiş olmayacak aynı zamanda Pakistan ve İran ile ilişkileri daha da geliştirecektir. Şanghay İşbirliği Örgütü de Fransa’nın dikkatinden kaçmayan diğer bir önemli gelişmedir. Bilindiği üzere Fransa, NATO’nun askeri kanadından çekilmiş durumdadır. Dolaysıyla yeni askeri ittifaklara sıcak bakabilir! En azından gözlemci statüde Şanghay İşbirliği Örgütüne kabul edilebilir. Ancak böyle bir durum Rusya’nın tutumuna bağlıdır. SİLAH AMBARGOSU İngiltere’nin önceki Dışişleri Bakanı Straw, Çin’e yaptığı bir gezi sırasında AB’nin Çin’e 1989’dan beri uygulamakta olduğu silah ambargosunun ivedilikle kaldırılması konusunda çağrıda bulundu. Bu çağrı baştan ABD olmak üzere dünya kamuoyunda şok etkisi yarattı. Özellikle İngiltere’de insan hakları örgütleri ve İngiliz silah sanayi Straw’ı eleştirdi. Özellikle silah lobileri, Straw’ın bu çıkışının en iyi Fransız silah üreticilerine yarayacağını belirterek, Çin’in Fransız silah şirketleriyle silah ön alım anlaşmasını çok önceleri imzaladığını, ambargo kalktığında Çin, Fransa’dan silah alımına başlayacağını belirtmişlerdir. Dolaysıyla, İngiltere’nin Çin’e yönelik ambargonun kaldırılmasında hiçbir kazancı olmayacaktır. Zaten Çin, İngiltere’yi ABD’nin müttefiki olması nedeniyle tercih etmeyecektir. ABD’nin yüksek teknolojiye dayalı silahların Çin’e satışına onay vermeyeceği İsrail örneğinden anlaşılmaktadır. ÇİN’İN BAKIŞ AÇISI Bütün bu yaşananların ardından en kazançlı çıkan ülke kuşkusuz Çin olmuştur. Son birkaç aydan beri, Ortadoğu bölgesinde ve Kore yarım adasında yaşanan sorunlar nedeniyle Çin oldukça aktif bir diplomatik çaba sarf ediyor. Çin’in Kuzey Kore ve Lübnan krizi nedeniyle yanı başında özellikle Orta Asya’daki gelişmelere biraz uzak kaldığı gerçektir. Türkmenistan’ın geçtiğimiz haftalarda Rusya’ya Hazar üzerinden yeni bir doğal gaz boru hattı döşeneceğini açıklaması, akıllara Türkmenistan’ın Rusya’ya kaptırıldığı düşüncesi gelmektedir. Oysa Çin’in öncelikli gündem maddesi Türkmenistan’ın tarafsızlık statüsünü bırakarak yanında yer almasıydı. Ancak Çin, Putin sonrası Rusya’nın tıpkı Yeltsin dönemindeki gibi bir karmaşa ortamına girebileceğini hesap ederek ona göre yeni bir Avrasya Politikası hazırlıyor. Bu bağlamda Fransa gibi bağımsız duruşu olan Avrupa’nın güçlü devletleriyle işbirliğini önemsiyor. AB’nin mesajları düşmanca ELÇİN POYRAZLAR BRÜKSEL ABD’nin eski BM Büyükelçisi Richard Holbrooke, AB’nin Türkiye’nin katılımına yönelik koşulları sürekli değiştirdiğini söyledi. German Marshall Fund kuruluşunun dün Brüksel’de düzenlediği “Türkiye’yi kaybediyor muyuz?” konulu yuvarlak masa toplantısına katılan Holbrooke, AB Genişleme Komiseri Olli Rehn’e “Türkiye her koşulu yerine getirirse sonunda üye yapacak mısınız” şeklinde soru yöneltti. “Türkiye ne yaparsa yapsın, AB koşulları sürekli değiştiriyor” diyen Holbrooke, Avrupa’dan sürekli “düşmanca” mesajlar geldiğini vurguladı. Türkiye’nin üyeliğine yönelik kararın AB içinde yapılacak referandumlarla verileceğini söyleyen Holbrooke, Türkiye’nin büyük bir sorunla karşı karşıya olduğunu ifade etti. Ankara’nın Brüksel’den daha fazla takdiri hak ettiğini söyleyen Holbrooke, geçen hafta yayımlanan İlerleme Raporu’nun oldukça olumsuz olduğunu söyledi. TürkiyeAB ilişkilerinde sorumluluğun bu noktada AB’ye ait olduğunu ifade eden Holbrooke, “AB tarihi bir karar vermek zorunda” şeklinde konuştu. Rehn, Holbrooke’un sorusunu, “Evet Türkiye her koşulu yerine getirirse uzun ve zorlu bir yol sonunda AB üyesi olacak. Bu kararı ise AB ülkelerinin parlamentoları verecek, çünkü Avrupa demokrasisi böyle işliyor” şeklinde yanıtladı. AB Genişleme Komiseri Rehn ise konuşmasında, Türkiye’nin bu süreçte ayrıcalığı olamayacağı mesajını verdi. Rehn “Büyük, gururlu ve stratejik önemi olan bir ülke için bile AB kriterlerinde indirim yok” şeklinde konuştu. Türkiye’nin AB için stratejik öneminin büyük olduğunu söyleyen Rehn, “AB içinde bu önem küçümsenirken, Türkiye tarafından abartılıyor” diye konuştu. İki görüşün arasında bir denge kurulması gerektiğini ileten Rehn, AB ülkelerinde iç politikada Türkiye karşıtlığının kullanılmasının ilişkilerde kısırdöngüye neden olduğunu ifade etti. Kıbrıs konusuna değinen genişleme komiseri, bu konunun BM meselesinden çok AB meselesi haline geldiğini ifade etti. AB Dönem Başkanı Finlandiya’nın Kıbrıs anlaşmazlığına yönelik önerisinde Kuzey Kıbrıs’la doğrudan ticarete ve ek protokole yönelik unsurlar olduğunu söyleyen Rehn, “AB bir Avrupa sorununu çözmeye çalışıyor” dedi. Rehn, “BM bu konuda daha donanımlı, ancak AB’nin gerçek çıkarları var” dedi. Toplantıya katılan Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan ise Kıbrıs konusunun gelecek seçimlerle hiçbir ilgisi olmadığını söyledi. Halkoyuyla seçilmiş hiçbir hükümetin Kıbrıs konusunda tek taraflı adım atamayacağını söyleyen Başmüzakereci Babacan, “Maliyeti, sonucu, pahası ne olursa olsun tek taraflı adım atılmayacak” dedi. Babacan, AB’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni kabul ederek Kıbrıs konusunda tarafsız olmayacağını bildiklerini ve bunu anlayışla karşıladıklarını söyledi. Ortadoğu’da Çin Fransa işbirliği G eçen eylül ayında yapılan ÇinAB zirvesinde de Çin’e yönelik silah ambargosunun kaldırılması yönünde çağrıda bulunulmuştu. Fransa, Çin için silah ambargosunun kaldırılması için önemli anahtar bir ülke konumundadır. Silah ambargosunun en kısa zamanda kaldırılması Çin ulusal güvenliği için yaşamsal bir öneme sahiptir. Çin, bölgesel ve küresel sorunlarla ilgilenirken, NATO da Afganistan’da operasyon ve etki alanını daha da genişletmiştir. Son günlerde yoğunlaşan NATO’nun Taliban unsurlarıyla olan mücadelesi bu ülkeyle sınırı bulunan Çin’i endişelendiriyor. Açıkçası, Çin, Taliban’dan çok NATO’nun faaliyet sahasını geliştirmesinden korkuyor. Doğu Türkistan bölgesi Çin için hâlen hassasiyetini koruyor. Washington’daki bazı yetkililer, Uygurların, halkların kaderlerini kendilerinin tayin edebilmesi ilkesi kapsamında olduklarını ve bunu gerçekleştirmelerine yardımcı olmak üzere insani müdahaleyi gündeme getiriyor. Irak’ın kuzeyindeki Kürtler için oluşturulan "sözde devlet" benzeri bir yapıyı Doğu Türkistan için dile getiriyorlar. Irak’ın kuzeyindeki durum Türkiye için bir tehdit oluşturduğu için Amerikalı yetkililer, Doğu Türkistan’ın ve Uygurların bağımsızlığı konusunda Türk kamuoyunun hassasiyetini bildiği için Iraklı Kürtler nedeniyle gerginleşen TürkAmerikan ilişkilerindeki tansiyonun düşürülmesi için ara ara Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını resmi ağızdan olmasa da dile getiriyor. ÇİN’İN ‘HELEN POLİTİKASI’ Türkiye ile ilişkilerinde, AB ve Yunanistan dış politikası, nasıl işine gelmediği zaman Kıbrıs sorununu gündeme getiriyorsa, Çin de işine gelmediği zaman Türkiye ile olan ilişkilerinde Uygurları gündeme getiriyor. İşte, olası bir NATO tehdidine karşı Çin’in son bir kaç yıldan beri geliştirdiği "Helen Politikası" devreye girmektedir. AB’nin iki üyesi olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi’nin Çin ile olan yakın ilişkileri bu politikanın bir sonucudur. Çin’in AB içerisinde en azından üç oy garantisi bulunuyor. Bunlar: Fransa, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimidir. Özellikle, son birkaç yıldan beri Kıbrıslı Rumlar AB nezdinde Çin’e yönelik silah ambargosunun kaldırılması yönünde lobi yapıyorlar. Karşılığında ise, Çin’in sofistik, yüksek teknolojiye dayalı hava savunma sistemleri ve silahlar vermeyi taahhüt ettiği kulislerde konuşuluyor. ÇİN’İN ‘UÇAK’ STRATEJİSİ Çin, ayrıca Güney Kıbrıs Rum kesiminin NATO üyesi olması için de her platformda destek veriyor. Çünkü bilindiği üzere NATO’da kararlar oybirliği ile alınmaktadır. En azından Yunanistan’ın oyunu kazanmış olan Çin, kendi yandaşı olan bir ülkenin (Rumlar) daha, NATO’da yer almasını, böylece gelecekte kendisine yönelik bir NATO kararını engellemek istiyor. Çin’in bu konuda endişesi de yersiz değildir. ABD’de kimi kesimler, El Kaide ve Taliban yöneticilerinin Çin’in dağlık kesiminde olduğunu ve Çinli yetkililerin bunu bildiklerini iddia ediyorlar. Daha radikal iddialar ise, Çin ordusunun bu gruplara lojistik destek verdiği şeklindedir. Fransa’nın NATO ile olan görüş ayrılığından faydalanmak isteyen Çin, Ortadoğu’da da yeni bir duruş almak için hareket ediyor. Geçtiğimiz aylarda Rusya’nın Suriye’de deniz üssü kuracağına ilişkin haberler Çin ve Fransa’yı endişelendirmişti. Ortadoğu bölgesinde ABD ile zaten baş edemeyen Çin, bir de Rusya ile baş etmek zorunda kalacak. Fransa ise, tarihten gelen Suriye ve Lübnan üzerindeki etkisini kaybetmek istemiyor. Bu nedenle kapalı kapılar ardında Arap merkezli bir Ortadoğu politikasını savunan Hu ve Chirac Ortadoğu’yu da konuştular. Görüşmelerin sonucunda Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Lübnan’da işbirliğine karar verdiler. 2005 Kasım ayında Pekin’i ziyaret eden Başkan Bush, ABD’nin Çin lehine dış ticaret açığı vermesini sert bir şekilde dile getirmesini, Çin, Boeing firmasıyla uçak alımı konusunda yaptığı anlaşmalarla önlemişti. Chirac’ın Pekin ziyareti sırasında da Boeing firması bir açıklama yaparak Çin’in 2900 yolcu uçağına ihtiyaç duyacağını açıklamıştı. Çin, Airbus ve Boeing firmalarıyla ayrı ayrı anlaşmalar yaparak, gerek ABD, gerekse Fransa’dan istediği ödünleri koparıyor. Aslında bu ülkelerin ödün vermesine hiç gerek yoktur. Zaten Çin’in, Boeing’in de dediği gibi binlerce uçağa ihtiyacı bulunmaktadır ve bunları bir şekilde temin etmek zorundadır. Rus uçaklarının teknolojik olarak eski olması Çin tarafından tercih edilmiyor. Bu arada, Çin de kendi uçaklarını da üretmeye başladı. Geçtiğimiz günlerde işadamları için ürettiği küçük jetleri piyasa sürdü. JAPONYA TAKİP EDİLİYOR Çin, Fransa’yı yanına çekmekle yeni bir döneme giren Japonya karşısında da elini güçlendirdi. Son günlerde, Kuzey Kore’de yaşanan nükleer gerginlik nedeniyle Japonya’dan oldukça sert açıklamalar geliyor. Bölgedeki gergin durum nedeniyle bu açıklamalar pek fazla göze batmıyor. Oysa Çin, Japonya’nın yeni seçilen "şahinler prensi" olarak adlandırılan milliyetçi duyguları yüksek olan Başbakan Şinzo Abe’nin adımlarını dikkatle takip eiyor. Her ne kadar Şinzo Abe, ilk ziyaretini Çin’e gerçekleştirerek ilişkileri normalleştirdiyse de bölgede şimdilik fırtına öncesi sessizlik yaşanıyor. TÜRKİYE’YE TANINAN SÜRE KISALTILIYOR BRÜKSEL (Cumhuriyet) AB Türkiye ile yaşadığı Kıbrıs anlaşmazlığının çözümüne yönelik olarak 1415 Aralık’taki AB doruğuna kadar tanıdığı süreyi kısaltmaya hazırlanıyor. AB Komisyonu’nun yayımladığı İlerleme Raporu’nun ele alındığı dünkü AB Dışişleri Bakanları toplantısında komisyondan Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmamış olmasına yönelik tutumunu en kısa zamanda belirlemesi talep edildi. Fransa, Avusturya, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi bu yönde talepte bulunurken AB Komisyonu’nun toplantıda, bu konudaki tutumunu en erken 6 Aralık’ta belirleyebileceğini bildirdiği öğrenildi. AB Genel İşler ve Dışilişkiler Konseyi’nin ardından basına konuşan Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja, aralık ayındaki doruğun ‘‘bir Türkiye doruğu’’ haline gelmesini istemediklerini söyledi. Genişleme Komiseri Olli Rehn ise komisyonun bu konudaki önerilerini açıklayacağı tarihin henüz kesinleşmediğini ifade etti. Finlandiya’nın Kıbrıs önerilerini desteklediklerini söyleyen Rehn, bunun çözüme yönelik son fırsat olabileceği görüşünü yineledi. Avusturya Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik, Türkiye ile AB arasındaki müzakerelere ara verilmesi gerektiğini savundu. AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısı öncesinde konuşan Plassnik, Türkiye’nin müzakere sürecinde fiili tıkanma yaşandığını öne sürerek Kıbrıs konusunda bir adım atılmazsa müzakerelere ara verilmesi gerektiğini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle