Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KASIM CUMA SÖZ ÇİZGİNİN haberler TURHAN SELÇUK DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN POLİTİKA GÜNLÜĞÜ C 3 HİKMET ÇETİNKAYA Doğum Günü – Ölüm Günü Sevgili, Bilmiyorum, benim gibi, doğum günleri ulusumuzun en büyük yas gününe rastlayanlar ne hissederler, nasıl davranırlar. Bütün öğrencilik yaşamım boyunca doğum günlerimde yas törenlerine katıldım. Daha sonraki yıllarda da, radyolardan, televizyonlardan klasik müzik dışında eğlence yayınlarının yapılmadığı 10 Kasım’larda dostlarımla dışarıda içkili bir yerde yemek olanağını bulamadım. Neyse ki, yetmişli yılların sonlarına doğru öğrendim, o zamanlar henüz yıkılmamış olan Park Otel’in, Atatürk’ün gittiği bir mekân olması dolayısıyla yas yasağı kapsamı dışında kaldığını. Orası kapanana kadar, 10 Kasım’ları, şimdi penceremden yerine yükselen beton blokunu seyrettiğim Park Otel’e gitmeye başladık. Zaten daha sonra da, yas uygulaması bırakıldı, 10 Kasım Atatürk’ü anma gününe dönüştü. Son yıllarda, 10 Kasım’ları, benimle aynı yılda değil ama aynı günde doğmuş aziz dostum Mine Gözen ve evlenme yıldönümleri aynı güne rast gelen dostlarım Mısra ve Süleyman İlden ile birlikte geçirir olmuştuk. Bir araya geldiğimizde, yaşamımızın en büyük zenginliklerinden biri olmuş olan Erim Gözen’i anımsıyor, ama Mine üzülmesin diye duygularımızı fazla dile getiremiyorduk. Mine’yi iki yıl önce, 10 Kasım’a bir hafta kala yitireli beri, artık doğum günü kutlamaz olduk. Çünkü doğum günü hep yitirdiklerimizin acısını çağrıştırır oldu. ??? Fark etmiyor, bu yıl da herhangi bir toplantı ve kutlama yapmasam da, yine kaçınılmaz olarak ölüm düşüncesiydi egemen olan; üstelik Bülent Ecevit’in ölümü de eklenmişti, ulusal yasa. İlk bakışta insanın doğum gününde ölümü düşünmesi biraz garip, hatta irkiltici gibi görünebilir. Oysa biraz üzerinde düşününce, bunda çok şaşırtıcı bir yön olmadığını görürsün. Doğmayanlar ölemeyeceklerine ve bütün doğanlar da öleceklerine göre, doğum ölüm sürecinin işlemeye başladığı an oluyor. Yani hepimiz ölüm mahkumuyuz. Ölümün idamdan tek farkı, insanlar tarafından verilen bir ceza olmayıp, kaçınılması olanaksız, doğal bir sonuç olması. Ama sonuç değişmiyor ve bizler de ölüm mahkumları olarak dolaşıyoruz ortada. Melih Cevdet Anday bu durumu, enfes deneme yazılarından birinde, dolmuşta şoförle önde oturan yolcunun, öndeki kamyonda kafes içinde kesilmeye götürülen tavuklara bakarken yaptıkları konuşmayla şöyle anlatır: “ Şunlara bak ölüme gidiyorlar da farkında değiller. Tıpkı bizim gibi....” ??? Vatandan ayrılmayı ölümün kendisinden daha da acı bulan Yahya Kemal ise, yaşamın en güç işinin ölüm olmadığını şöyle dile getirir: “Ölmek değil, ömrün en güç işi... Müşgil o ki ölmeden önce ölür kişi” Aziz Nesin, başyapıtlarından biri olan tiyatro oyunu “Biraz Gelir misiniz”de bu durumu, bir tür nefesli çalgı olan, ama sesini anlayamayanların duyamadığı supiler yapan Mate Usta’nın öyküsünde anlatır. Mate Usta’nın yaşamdaki tek tutkusu, supileridir, ne iyi baba, ne iyi koca olmak umurundadır onun, varsa yoksa supileri; onları biraz daha geliştirip, en iyisini yapmaktır çabası. Bıkmadan usanmadan, kendini harap edercesine çalışır.... Mate Usta’nın ülkesi tuhaf bir yerdir, vadesi gelen insanı, hiç beklenmedik bir anda, “Biraz gelir misiniz” diye çağırırlar, her çağrılan da tıpış tıpış gider... Gidiş o gidiş... Mate Usta, isyan eder bu duruma; “Ben gitmem, yapacak daha çok işim var, derim, direnirim” der. Ne var ki, bir süre sonra Mate Usta, artık supi yapmayı bırakır, artık gününü gün etmek peşindedir. Mutsuz da değildir, yaşamının ana hedefinden vazgeçtiği için. Öylece geçmeye başlar günler ve bir gün ona da seslenirler: Biraz gelir misiniz? Hiç itiraz etmeden gider Mate Usta ve perde iner... Demek ki Sevgili, ölmek değilmiş hayatın en güç işi... Şimdi “Doğum gününü nasıl geçirdin” diye sorarsan , “İşte bütün bunları düşünerek geçirdim” derim. Gözyaşı Güvercin ve Karanfil ANKARA Kar yağışı bekleniyordu Ankara’da. Sabah karanlık bir gökyüzü. Pencereden dışarıya baktım, caddeler hareketli. Kar öğle saatlerine dek yağmadı. Belki öğleden sonra başlar, bilemiyorum... Otelden çıkıp Tunalı Hilmi Caddesi’nde yürüdüm bir süre... Aşağıya indim, Meclis’in önüne geldim. Çok sayıda polis vardı çevrede... Ankara hüzün yüklüydü. Ankara soğuktu... 10 Kasım törenlerinde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in yaptığı önemli konuşma tartışılıyordu. Ne demişti Sezer: ‘‘Yüce önder Atatürk’e göre laiklik adam olmak demektir...’’ Demokrasinin, çağdaşlaşmanın, uygarlığın, aydınlanmanın anahtarı değil miydi laiklik! Laiklik olmadan demokrasi bir yaşam biçimi olabilir miydi?.. Bülent Ecevit’in cenaze törenine katılmak için Ankara’ya geldim... Birkaç yıldır sık sık gitmiyordum Ankara’ya... Laik düzenin altının oyulduğu Türkiye’de, başkent Ankara artık eskisi gibi değildi... Sömürgeci güçler, Cumhurbaşkanı Sezer’in değindiği gibi silahla yapamadıklarını ekonomik yolla gerçekleştirmeye çalışıyorlardı... Bu konuyu derinliğine yazdım... Türkiye Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünden 68 yıl sonra hâlâ bir kurtarıcı gibi arıyorsa bunun bir anlamı vardı... Kocatepe Camisi yakınlarında bir kafede kahvemi yudumlarken Türkiye’nin dününü ve bugününü düşünüyordum... Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk.. bir insan ırmağı Ecevit’i son yolculuğuna uğurlamaya hazırlanırken ‘‘Türkiye laiktir laik kalacak’’ sloganı atıyorlardı... ??? Ecevit’in cenazesi GATA’dan DSP Genel Merkezi’ne, oradan da TBMM’ye getirildi... DSP Genel Başkanı Zeki Sezer bir konuşma yaptı. TBMM’de Kenan Evren, Süleyman Demirel, Mehmet Ağar ve Tansu Çiller yan yanaydı. Evren’le Demirel uzun süre sohbet etti. Demek ki birbirlerini çok özlemişlerdi(!). 12 Eylül 1980 darbesinin baş aktörü Kenan Evren ne düşünüyordu bu hüzünlü Ankara sabahında? Aydınlanma devriminin içini boşaltan, içi boş bir Atatürkçülükle Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu kapatan, tarikatçı dernekleri, tarikat şeyhlerini koruyup kollayan Kenan Paşa gördüğüm kadarıyla her şeyi unutmuştu... Ankara hüzünlü.. ben de hüzünlüydüm... Cahit Külebi’nin ‘‘Türk Mavisi’’ şiirini anımsadım... ‘‘Tozlu dumanlı sokaklarında Ankara’nın / Her sabah kendimi yitiriyorum / Sokaklar tutukluyor beni / Bir sonsuz boşluğa iniyorum.’’ Bağımsızlık... Halkın egemenliği... Yurtseverlik... Çağdaşlık... Uygarlık... Bilimsellik... Hepsi ama hepsi yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor Türkiye’de... AB’nin İlerleme Raporu’nda, ‘‘Bir ay içinde limanları açın, Güney Kıbrıs’ı tanıyın’’ diye buyruk veriliyor... Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ise ‘‘Millete efendilik yoktur, millete hizmet vardır’’ diyerek Atatürk’ün bıraktığı tüm değerleri savunduklarını gözümüzün içine baka baka söylüyorlar... Ulus bilinci yok ediliyor Türkiye’de... Yurtseverlik, laiklik, tam bağımsızlık gibi kavramlarla dalga geçiliyor... Sonra ne oluyor? Cumhuriyetin tüm değerlerinin savunulduğu öne sürülüyor... Kim kimi kandırıyor, söyler misiniz?.. ??? Türkiye başkent Ankara’da 1970’li yılların ‘‘Karaoğlan’’ını son yolculuğunda yalnız bırakmadı... Kocatepe Camisi’nde on binler, ‘‘Türkiye laiktir laik kalacak; Çankaya laiktir laik kalacak’’ derken acaba Başbakan Erdoğan ve hükümet üyeleri ne düşünüyordu? ABD ve AB güdümünde bir siyasal iktidar... Türkiye nereye gidiyor diye sormuştum? Gittiği yer tarikatların desteğinde ılımlı İslam mı? Yeni sömürgeciliğe teslim bir başka İslamcı model mi? Dinci bir devlet mi, yoksa laik, demokratik ve özgürlükçü bir devlet mi? Ecevit’i güvercinlerle, karanfillerle, gözyaşlarıyla uğurladık... Bir ara Deniz Baykal’ı gördüm. Tek başına genel başkanı Ecevit’in tabutunun arkasında düşüncelere dalmıştı... İki gün önce Rahşan Ecevit’le baş başa görüşmüştü... Siyasi kulislerde CHPDSP işbirliğinin gerçekleşeceği söylentileri yaygınlaşmıştı... Bir ara gözüm Zonguldak’tan gelen maden işçilerine takıldı. Ecevit’i çok seven maden işçileri ağlıyorlardı... Hüzünlü bir Ankara sabahında uyanmıştım. Saatime baktım, öğleyi aşmıştı... Kızılay’dan Cumhuriyet bürosuna doğru yürümeye başlamıştım. Kar hâlâ yağmamıştı, yağmur çiseliyordu... Gözyaşı, karanfil ve güvercin... Başımı gökyüzüne çevirdim, Kızılay’da güvercinler uçuşuyordu... hikmet.cetinkaya?cumhuriyet.com.tr Faks numaramız: +90 0212/ 343 72 69 GAZETEMİZ VE GAZETEMİZ İMTİYAZ SAHİBİ İLHAN SELÇUK’A ÖDÜL Atatürkçü Düşünce ödülleri ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu'nca, 2000 yılından bu yana her iki yılda bir verilen ‘‘Atatürkçü Düşünce İletişim Ödülleri” yeni sahiplerini buldu. Cumhuriyet gazetesi ile gazetemiz imtiyaz sahibi İlhan Selçuk da ödüle değer görüldü. TürkJapon Vakfı'nda düzenlenen törende konuşan Federasyon Başkanı Dursun Atılgan, AKP hükümetinden sonra yapısındaki değişimlerden dolayı TÜBİTAK ve TRT ile bir süredir birlikte çalışmak istemediklerini anlattı. Ödülünü alan eski KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş yaptığı konuşmada, AB'ye tepki göstererek AKP hükümetinin Kıbrıs politikasını eleştirdi. Denktaş, ‘‘Türkiye'yi hiçbir kuvvet adadan çıkaramaz. Ama kendisi masada teslim olursa bal gibi çıkar. AB'ye şunu soralım: Nerenizi incitti Atatürk ilkeleri? Azınlık olmayanlara azınlık hakkı vererek Türkiye'yi bölecekler” dedi. Denktaş'ın ardından ödülünü alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen de, ‘‘Sayın Denktaş merak etmeyin, eserinizi kimseye çiğnetmeyeceğiz. Atatürk bize çok şey öğretti, ama diz çökmeyi öğretmedi” dedi. Tarihçiyazar Turgut Özakman, ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada, ‘‘Emperyalizm sürüyorsa, milli mücadele de sürüyor demektir” görüşünü belirtti. Özakman'ın sonrasında emekli Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden ödülünü aldı. Dr. Mustafa Kemal Palaoğlu ile Prof. Dr. Şerafettin Turan da yaptıkları konuşmaların ardından ödüllerini aldılar. Son olarak ise gazetemiz ile gazetemiz imtiyaz sahibi İlhan Selçuk'a verilen ödülleri almak üzere Ankara Temsilcimiz Mustafa Balbay kürsüye geldi. Balbay konuşmasında, Cumhuriyet gazetesinin geçmişin bekçiliğini, geleceğin ise öncülüğünü yapmak için çalıştığını söyledi. Daha sonra hep birlikte 10. Yıl Marşı söylendi. Türk Dil Kurumu’ndan ATO’ya ödül Ekonomi Servisi Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın, Ankara Ticaret Odası’na (ATO) ve Oda Başkanı Sinan Aygün’e onur belgesi verdi. Akalın, düzenlenen törende, ATO’nun, “üyelerin, işyerlerinde Türkçe tabelalar kullanmaları ve Ticaret Sicil Memurluğu’na tescili yaptırılmayan yabancı unvanların tabela gibi yerlerde kullanılması halinde para cezası ile cezalandırılmaları’’ konusunda aldığı karar nedeniyle “onur belgesine’’ değer görüldüğünü bildirdi. Aygün de konuşmasında, yabancı unvanların, maliye ve emniyet açısından da sıkıntı yarattığını dile getirerek belediyeleri göreve çağırdı. ilan renkli asirmen?cumhuriyet.com.tr