17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

aramaya da, başkalarının sorunları için üretilmiş çözüm önerilerini taklit etmeye de gerek yoktur. Sorunlarımız da bellidir, düşmanlarımız da. Potansiyelimiz, olanaklarımız, gücümüz ise herkesin malumudur. Bunu harekete geçirip, yön vermek, işe ekonomi, eğitim ve savunmadan başlamak, bu alanda ulusal politikalara ağırlık vermek şarttır. Küreselleşmenin, özelleştirmenin, devleti küçültmenin bayraktarlığını yapanlara, bize bunları dayatanların, Cumhuriyetlerine ve ulus devletlerine kıskançça sahip çıktıklarını anımsatmak gerekir. Demokrasi ve hukuk devletinin, etnikçi siyasetin ve bölünmenin önünü açmaması gerektiğini, insan hakları ve özgürlüklerin ulus devletin ve ulusal bilincin düşmanı olamayacağını, piyasa ekonomisinin kamusal varlıkları tasfiye amaçlı kullanılamayacağını, sivil toplum kuruluşlarının da sosyal devletin yerini alamayacağını belletmek lazımdır. Yani milyonlarca çocuğun babasını işsiz, annesini eğitimsiz bırakıp, sonra da birkaç bin çocuğa eğitim bursu vermek sorunu çözmemektedir. Asıl mesele, istihdamı arttırıp, eğitimi yaygınlaştırıp, aileyi dolayısıyla da toplumu güçlendirmektir. Bu noktada Batı kaynaklı sivil toplumculuk oyununu bırakmak, Kemalist Cumhuriyetin yurttaş, günümüz Batı demokrasilerinin ise tüketici odaklı olduğunu hiç akıldan çıkarmamak, kısacası, halkçıdevletçi ekonomi modelini yeniden ve günümüz koşullarında düşünmek en doğru tutumdur. Unutulmamalıdır ki güçlü ekonomi, borsa, döviz, faiz sarmalına saplanmakla hayata geçemez. Üretimin, ihracatın, istihdamın, verginin, katma değer yaratmanın, dışsallık sağlamanın, yüksek teknolojinin, stratejik planlamanın olmadığı bir ekonomi, kırılgan ve dışa bağımlı yapısıyla, ülke güvenliği açısından da tehdit yaratır. 100 liralık ihracat yapmak için 70 liralık ithalat yapmak zorunda olan, iç ve dış borç toplamı 400 milyar doları bulan bir ekonominin, dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında olsa bile, hem ulusal olmaktan uzak, hem de sağlıksız olduğu açıktır. Bir zamanlar dünya üzerinde kendi kendisine yeten, kendi kendini doyuran yedi ülkeden biri olan Türkiye’nin, tarım ürünleri ithal eder hale gelmesi acıdır. Türkiye’de kırsalda yaşayan ve geçimini tarımdan sağlayan nüfusun yüksekliği bile, bu konuda acil önlem almak için tek başına yeterli sebeptir. Avrupa Birliği’nin bütçeden tarıma yüzde 40 pay ayırdığı bir dünyada, AB’ye girmek adına tarımı gözden çıkaran ve tarımına sadece yüzde 2.5 pay ayıran bir Türkiye, asla AB’ye giremeyeceği gibi, önümüzdeki süreçte ciddi beslenme sorunları yaşayacaktır. Bu yanlış politikanın sonuçlarına yalnızca iktisadi açıdan değil, daha da kötüsü sağlıksız, hasta nesiller yetiştirerek de katlanacaktır. Bir an önce yapılması gereken; tarımı akılcı, bilimsel yollarla desteklemek, köylüyü, çiftçiyi bilinçlendirmek, üretimi ve verimliliği artırmak, toprak reformunu yaşama geçirirken, topraktan geçinenleri de odalarla, kooperatiflerle örgütlemek ve üniversitelerle bağlarını güçlendirmektir. AB’nin gelişmiş ülkeleri olan Fransa’nın, İtalya’nın, Hollanda’nın yaptığı gibi tarıma dayalı sanayiyi kuvvetlendirmektir. Eğitim, sağlık, maliye, adalet başta olmak üzere tüm kamusal hizmetleri geliştirip, nitelikli hale getirmek, 1980 sonrasında doruğa çıkan apolitizasyonu ve yozlaşmayı gidermek, yitirilen yön duygusunun neden olduğu hastalıkları yenmek için de şarttır. Böylesi bir Cumhuriyetçi ve ulusalcı silkiniş, özgüven duygusunu ve ulusal dayanışmayı yeniden canlandıracak, aynı zamanda ülkemizi yönetecek kadroların her açıdan birinci sınıf olmaları için gereken temel altyapıyı da oluşturacaktır. Yolsuzluğu önlemek için etkili ve caydırıcı bir hukuki ve idari denetimin sağlanması, eğitim yoluyla da bireysel ve toplumsal ahlakın yeniden güçlendirilmesi, halkın Türkiye’nin günümüzde kazanması gereken en önemli mücadele alanı kendi toplumsal sistemini korumak olmalıdır. Bu alanda yapılacaklar için dünyayı yeniden keşfetmeye değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün yönlendirmelerine bakmak yeterli olabilir. devletine daha çok güvenmesini sağlayacaktır. Türkiye kimi Batılı politikacıların söylediği gibi "ılımlı İslam" ülkesi değil, laik bir Cumhuriyettir. Bu kimliğini de Batı emperyalizmine karşı verdiği Ulusal Kurtuluş Savaşı ve 1923 Aydınlanma Devrimi ile kazanmıştır. Türkiye, bir alt kimlikler toplamı ve toplumu da değildir. Ulusal alaşım modelinin, çağdaş anlamda ulus bilincinin ve ulus devletin çok seçkin bir örneğidir. Hepimizin ortak ve üst kimliği olan Türk kimliği de, sadece hukuksal bir bağa ya da anayasal vatandaşlığa indirgenemeyecek kadar köklü ve derindir. Bu kimlik, Anadolu’nun 7 bin yıllık bir arada yaşama kültürünün, 2 bin yıllık kurumsallaşma birikimi ve devlet geleneğinin, iki yüzyılı aşkın çağdaşlaşma deneyiminin, harman olmuş, kendi sentezini yaratmış adıdır. Ve Türkiye, hiçbir ülkeye model ihraç etmek hevesi taşımamakla birlikte, eğer ille de model olacaksa, Milli Mücadele sürecinde ve sonrasında tüm mazlum milletlere öncülük ettiği gibi, yine laik, ulusal, aydınlanmacı ve Cumhuriyetçi yapısıyla örnek olacaktır. Türkiye Batı’nın "küçük kardeşi", "ileri karakolu" ya da "tampon bölgesi" olarak yaşayamayacağı gibi, Orta Asya’ya da "büyük ağabeylik" taslayarak başarılı olamaz. Gerek doğuyla, gerekse batıyla ilişkilerini karşılıklı saygıya, mütekabiliyet ilkesine ve ulusal çıkara bağlı olarak yürütmesi, işbirliğini esas alması gerekir. Bu bölge, Türkiye’ye coğrafi, tarihsel ve kültürel yakınlığının yanında, aynen Türkiye gibi orta büyüklükteki devletlerin yoğun olduğu bir bölgedir. Ve yine Türkiye gibi, bölgenin pek çok ülkesi, ABD’den kaynaklanan risk ve tehditlerle mücadele etmekte, bölünme ve rejim değişikliği tehlikesiyle boğuşmaktadır. İktisadi ayağı olmayan dış politika açılımları, orta ve uzun vadede eksik, topal kalmaya mahkumdurlar. Ve yaşadığımız bölgede, gücümüze, gereksinimlerimize, çıkarlarımıza göre ticaret yapabileceğimiz, enerji açığımızı kapatırken, mal ve hizmet satabileceğimiz çok sayıda ülke bulunmaktadır. Bu bağlamda Şanghay İşbirliği Örgütü’ne daha ciddi eğilmek, hem önemli bir seçenek olması açısından, hem de Batı ile ilişkilerde elimizi güçlendireceğinden büyük bir adım olabilir. Türkiye, aynen Rusya lideri Putin’in izlediği gibi, gücü ve olanakları ölçüsünde çok yönlü, çok boyutlu bir dış siyaset izlemeli, kimseleri kırmadan, ama dengeleri de gözeterek, hak ve çıkarlarını korumalıdır. Laik kimliğimize gölge düşürmemek ve içişlerimize karıştırmamak kaydıyla İslam ülkeleriyle ilişkileri geliştirmenin yolları aranmalı, Türk dünyasıyla da gerçekçi, ayakları yere basan, ham hayaller, boş vaatler peşinde koşmayan bir işbirliği ve dayanışma içine girilmelidir. Türk Cumhuriyetleri ile aramızdaki güçlü bağların, onlar bağımsızlıklarını yeni kazandıkları dönemlerde, kapıdan girmek için bir avantaj olduğu, ama gelinen C S TRATEJİ 9 noktada bu avantajın iyi kullanılmadığı kabul edilmelidir. Bu bağların karşılanmak için avantaj oluştursa bile, aynı saygıyla ağırlanmak ve uğurlanmak için tek başına yeterli olmadığını yaşanılan deneyimler bize öğretmiştir. Türkiye, terörü ve asayiş sorunlarını sadece askeri ve polisiye tedbirlerle çözemez. Hem teröristle, hem de teröre ortam yaratan toplumsal ve iktisadi ortamla mücadele etmek, terörün ve çetelerin mali kaynaklarını kurutmak gerekir. Bunlardan ilki askerin, ikincisi ise siyasetin işidir. Ama ne acıdır ki siyaset bu konuda üzerine düşeni yapamamaktadır. Türkiye, tüm kadrolarıyla bu konuda üzerine düşeni eksiksiz yerine getirse bile, yaşadığımız coğrafyanın değeri nedeniyle, yine de emperyalist tehditle mücadele edecektir. Ancak ülkesinde ve bölgesinde güçlü bir Türkiye, bu savaşı daha rahat ve kendinden emin biçimde verecek, masaya daha güçlü oturacak, dayatmalara daha güçlü karşı koyacak, hak ve çıkarlarını daha güçlü savunacaktır. Bölge merkezli dış politikaya yönelmek, bu alanda da ittifak olanaklarını artıracaktır. Kısacası Türkiye, Kıbrıs’tan, Ege’den, Kuzey Irak’tan gelen, patrikhanenin statüsü, azınlık vakıfları, ruhban okulu, sözde soykırım iddiaları, Güneydoğu Anadolu bölgemiz üzerinden yönelen tehditlere direnmek, bağımsızlığını, bütünlüğünü, egemenliğini ve Cumhuriyet değerlerini korumak için, Soğuk Savaş kalıntısı ezberleri bozmak zorundadır. Karanlık Savaş’a karşı hazırlanmakta, kuvvet biriktirmekte, yığınak yapmakta geciken Türkiye’nin, daha fazla zamanı da, sabrı da kalmamıştır. Soros
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle