17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

14 Doç. Dr. Mustafa HERGÜNER Kabotaj Kanunu’nun 81. yılı kutlanıyor… C S TRATEJİ itibaren yürürlüğe girecekti. Atatürk Türkiye’si Kabotaj Hakkını kullanmaya hazır olduğunu, iki önemli olayla dünyaya ilan etmeye karar vermişti. Bunlardan birincisi Türk Donanmasının 12–20 Mayıs 1926 tarihlerinde Marmara ve Ege’de yaptığı atışlar, tatbikat ve liman ziyaretiydi. Harp Akademisi’ni bitiren 51 kurmay subayın da bulunduğu tatbikata Hamidiye, Mecidiye kruvazörleri ile –Yavuz tamir oluyordu 6 muhrip katılmıştı. Türk donanması 19 Temmuz 1911’den (Trablusgarp Savaşı Dönemi) beri ilk kez Çanakkale’den Ege’ye çıkarak Kuşadası’na kadar gidiyordu. Aradan geçen 15 yıl içinde Trablusgarp, Balkan, I. Dünya ve Kurtuluş Savaşları yaşanmış, bölgede büyük coğrafi değişiklikler olmuştu. İkinci önemli olay Karadeniz vapurunun "Yüzer Sergi" haline getirilerek, 13 Haziran–5 Eylül 1926 tarihlerinde Akdeniz ve Atlas Okyanusu’nda, Afrika ve Avrupa kıyılarındaki 13 ülkenin 16 limanına yaptığı ziyaretti. Gemide oluşturulan Numune ve Satış daireleriyle Türkiye’nin ham ve mamul maddeleri dünyaya tanıtılmış, geminin muhtelif yerlerine asılan broşürlerle yeni Türkiye’nin ve devrimlerin tanınması sağlanmıştır. 1 Temmuz 1926’da yürürlüğe giren Kabotaj Kanunu ile Türkiye, hâkimiyeti altındaki deniz ülkesinde hükümran olurken, kara ülkesinin içindeki göllerini, nehirlerini, akarsularını milli bir anlayış içinde değerlendiriyordu. Türkiye’nin hükümranlığı iki ana başlıkta toplanabilir. ? Türk Sermayesinin güvenliği ? Türk vatandaşının ekonomik yönden güçlenmesi Deniz ticaretimizin yapılanmasının temeli olan yasa, Türk Armatörlüğü’nün doğmasını sağlamış, kıyı denizciliğimiz (Kılavuzluk, Can Kurtarma, Gemi Kurtarma, Römorkörcülük, Fenercilik, Acentecilik...) ulusal kimlik kazanmıştır. Türkiye, Osmanlı’dan kalan imtiyazlardan kurtulmuş, denizlerimiz millileştirilmiştir. Lozan Antlaşması ile kurulan Boğazlar Komisyonu, Uluslararası Deniz Trafiği’nin emniyetinde yabancı sermayeyi dışlarken, Kabotaj Kanunu’nu yasal dayanak göstermiştir. Kıyı denizcilik kuruluşlarımız, Türk Boğazları’ndan geçen gemilere hakim olmuştur. 1930’ların ortalarına gelindiğinde, karasularımız ve Türk Boğazları teknik yandan tamamıyla millileşmiştir. 1936’da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, bir anlamda Kabotaj Kanunumuzun uzantısıdır. K abotaj (Cabotage) sözcük anlamıyla bir devletin karasuları, gölleri, nehirleri ve iç suları ile bunların kara sınırlarında (liman – iskele) yapılan deniz ticareti demektir. Gelişen teknikle yeni kazanç ortamlarının doğması, buharın gemi hareketlerinde, demirin tekne yapımında kullanılması, deniz ticaretine yeni boyutlar getirmiştir. Tonajları, süratleri, manevra kabiliyetleri artan gemiler, hem taşıdıkları yüklerin tonajlarını arttırıyor, hem de yüklerini varış noktalarına daha hızlı ulaştırıyorlardı. Bu da denizlerdeki sermayenin büyümesi, dolayısıyla risk faktörünün artması demekti. İngiltere, Fransa, İtalya gibi Avrupa ülkelerinin Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak 1854 yılında Karadeniz’de Rusya’ya karşı yaptıkları savaş (Kırım Savaşı), Osmanlı İmparatorluğu için pek çok yönden sınav olmuştu. İstanbul’a deniz yolu ile gelen Avrupa devletleri Limancılık, Tahlisiye (Can Kurtarma) Gemi kurtarma, Römorkörcülük, YüklemeBoşaltma, Yakıt ve Su Dağıtım, Onarım ve Fenercilik gibi pek çok kıyısal faaliyetimizi yetersiz bulmuşlardı. Osmanlı, bu faaliyetleri yabancı uyruklu kişi/kuruluşlara vermekle denizlerine uluslararası standartları getirmek istemişti. Karadeniz, Akdeniz, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’ndaki hükümranlık alanlarında yabancılara/yabancı kuruluşlara yeni imtiyazlar verildi. Bu yolla ülkenin deniz ticaret trafiği arttı. Ancak denizcilik ihtisas işiydi. Yabancılar kuruluşlarında, kendi sermayeleriyle, kendi vatandaşlarını çalıştırıyorlardı. Osmanlılardan aldıkları imtiyazla, onların otoritesinde çalışan bu kurumlar, ülkeden kopuk, ayrı birer kumpanya oluyorlar, denizlerimiz bizlere yabancılaşıyordu. Kırım Savaşı’yla başlayan "Kabotaj Hakkımızın elimizden alınışı", 20. yüzyıl başında büyük bir gaile haline gelmişti. Denizcilik stratejisi oluşturulmalı Osmanlı döneminde yabancılara imtiyaz olarak verilen deniz, göl ve akarsularda iş yapma hakkı, cumhuriyet ile millileştirildi. Atatürk’ten sonra konu üzerine eğilen kimse olmadığı için denizciliğimiz gelişemedi. deniz, göl, akarsularda hükümranlığını ve bu alanlardaki ticaret hakkını teslim ediyordu. Ancak Osmanlı Devleti’nden alınan zayıf olan "Denizcilik Mirası", bu hakkın yeterince ve hemen kullanılmasına olanak vermiyordu. Denizcilikle ilgili kuruluşların hemen tamamı yabancı kökenli, sermaye, bilgi birikimi, teşkilat ve piyasa, yabancı uyrukluların elindeydi. Yasal düzenlemelerde boşluklar vardı, alt yapı yoktu. Lozan görüşmelerinde bu hususlar dikkate alınarak, kabotaj hakkının kullanılmasında ek düzenlemeler yapıldı. İngiltere, Fransa ve İtalya baş delegeleriyle "Karşılıklı mektuplar verilmek" suretiyle yapılan ek protokollere göre; "1 Ocak–30 Haziran 1924 tarihleri arasında Kabotaj konusunda bir antlaşmanın yapılmasını, yapılamadığı takdirde Türkiye’nin 2 yıl sonra, Temmuz 1926’dan itibaren, bu hakkını kullanacağı" kabul olunuyordu. Bu süre içinde anılan ülkelere ait üçer denizcilik kuruluşu Türk Kabotajından yararlanacaklardı. Bu kararlar Türkiye’nin denizcilik yönünden köklü atılımlar yapmasını öngördüğünden, Lozan Barış Antlaşması’ndan itibaren Türkiye en büyük gayretlerinden birisini Deniz Gücü’nün yapılandırılmasına harcamıştır. 11 Nisan 1926’da kabul olunan 815 sayılı Atatürk deniz kanunla; manevralarını "Karasularında, limanlarda, izlerken... göller ve akarsularda yapılacak her türlü ticari faaliyetlerinin Türk vatandaşları tarafından ve Türk Sermayesi ile yapılması kabul edildi." Kabotaj Kanunu 1 Temmuz 1926 gününden KABOTAJ KANUNU Lozan Antlaşması Ticari Sözleşmeler bölümündeki 9, 10 ve 11. maddeler, Türkiye’nin kendisine ait DENİZCİLİK SEKTÖRÜ Boğazların statüsündeki değişiklik, Hatay ve İskenderun Körfezi’nin anavatana katılması deniz alanlarımıza stratejik boyutlar eklemiştir. Karasularımız 3 milden 12 mile çıkmış, bitişik bölge, ekonomik bölge, kıta sahanlığı gibi yeni standartlarla kıyılarımızı yıkayan dört denizde 377 bin km2’lik deniz ülkemiz var olmuştur. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın denizlerimizde 377 bin km2’lik sorumluluk alanı vardır. Kara ülkemizde ise 40 bin kilometrekareyi bulan tabii ve suni (baraj) gölleri vardır. Bu miktar dünyada önemli bir denizci devlet olan Hollanda’dan (Yüzölçümü 34 bin kilometrekare) büyüktür. Ülkemizin yıllık yağış miktarı 506 milyar metreküptür (Van Gölü’nün toplam suyu kadar). Uzunluğu 2 bin 800 km olan nehirler, komşu ülkelerle sınırlarımızı (Bulgaristan Rezve, Yunanistan Meriç, Gürcistan Aras), ekonomik ve siyasi münasebetlerimizi (Dicle, Fırat ve Asi nehirlerimizden Suriye ve Irak’la ilişkilerimizi) düzenlemektedir. Bu nehirlerdeki barajlar bir taraftan ülkemizin dörtte birini sularken, diğer taraftan ürettikleri 100 milyar kilovat saat elektrik enerjisiyle enerji ihtiyacımızın yarıdan fazlasını karşılamaktadır. 1926’larda 150 bin DWT olan deniz ticaret filomuzda 80 misli, limancılıkta 20 misli büyüme vardır. Türk Boğazlarından geçen gemi sayısı 20 kat (yılda 50.000) gemi tonajı 30 kat artmıştır. Her gün Boğazlardan 150 bin ton petrol Akdeniz’e
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle