02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

20 Doç Dr. Mustafa HERGÜNER Atatürkçü strateji anlayışı çerçevesinde… C S TRATEJİ KARLOFÇA VE OSMANLI Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinin tartışıldığı ilk antlaşma,1699’da Venedik, AvusturyaMacaristan ve Rusya ile yapılan Karlofça Antlaşması’dır. Osmanlı bu anlaşmayla çok önemli şeyler kaybetmiştir. Bunlardan toprak kaybı son sıradadır. Karlofça, Osmanlı’daki gayrimüslim tebaa üzerinde yabancı ülkelere müdahale hakkı vermiştir. Avrupa ve Rusya, Osmanlı’yı zamanla bu maddeler ile parçalayacaklardır. Antlaşmanın bir diğer hususu, korsanlığın ve akıncılığın yasaklanmasıdır. Korsanlıkla zengin Amerika’yı ele geçiren, oradaki Aztek ve İnka gibi bu günde meçhulümüz olan medeniyetleri yok eden Avrupa, bu çok karlı işlevlerin Osmanlı’dan alınmasının gereğini anlamıştır ki, Osmanlı’yı yıkmak için bu ikinci husus birincisi kadar önemlidir. İmparatorluk hem en temel gelirinden mahrum kalırken, hem de Garp Ocakları dediğimiz ve Kuzey Afrika’dan Akdeniz’i koruyan en önemli denizcilik örgütü ile Rusya’yı kontrol eden, onu merkez bölgeye hapseden Kırım tatarları ile bozuşuyordu. Bu iki büyük coğrafyanın (Kuzey Afrika ve Kırım) Osmanlı’dan ayrılması Karlofça Barışından sonradır ve çok hızlı olmuştur. Karlofça’daki toprak kayıplarından biri olan Azak Kalesi’nin Ruslara terki, Rusya’nın Karadeniz’le tanışması açısından çok anlamlıdır. 18. yüzyılın son çeyreğinde Avrupa, Rusların sıcak denizlere inmesine razı olmuştur. Rusya İsveç’i yararak Baltık Körfezi’ne indikten sonra, 1770’de İngiliz Filosunun da yardımıyla Çeşme’deki Osmanlı Donanmasını yakmıştır. 1774’de Küçük Kaynarca’da imzalanan OsmanlıRus Antlaşmasında, Çeşme Baskınının büyük rolü vardır. Osmanlı İmparatorluğu Küçük Kaynarca Antlaşması ile sadece Kırımı ve Karadeniz’i kaybetmemiştir. Avrupa ve Rusya tarafından Balkanlar’da Yunan, Bulgar, Romen ve Sırp milliyetçiliği geliştirilirken, ErzurumMurat yaylası İskenderun ekseninde Ermeni ve Kürt milliyetçiliği için yapılan çalışmalar, açılan enstitüler, bölgeye gönderilen misyonerlerle somutlaştırılmaktadır. Bu arada Haçlı seferleri’nde Suriye havalisine gelen Avrupalılar da sahiplenilmiştir. Kilikya Medeniyeti denilen olgu Ermenilerle bu insanları temel alır. 1789 Fransız İhtilali’nin Avrupa’ya etkisi sadece milliyetçilik olmamıştır. İhtilalin ardından toparlanan Fransa, yeni hayat alanları için Napolyon liderliğinde Rusya’ya yani Heartland’a saldırmıştır. "Rus iklimi" Fransız gücünü kırmıştır. Avrupa’yla ilgili jeostratejik hesapları için her şeyi yapabilen Napolyon, daha sonra Ruslarla dost olacak, Osmanlı İmparatorluğu gelişen bu politik ortam ve yeni stratejik olgular karşısında, İngiltere ile 1809’da Keleyi Sultaniye (Çanakkale) Antlaşmasını imzalayacak, Boğazlar’da İngiliz desteğini sağlarken, denizlerinde İngiliz Donanmasına rıza gösterecektir. Artık Akdeniz’de Fransız ve İngiliz Donanmaları dolaşırken, en doğuda bulunan Mısır ve Suriye, Fransa ve İngiltere için giderek değer kazanmaktadır. Bu iki ülke ve zaman zaman Rusya artık Osmanlı Donanması’nı Akdeniz’de barındırmayacaklardır. 1827 Navarin Baskını ve 1839’da Hain Ahmet Paşa’nın Osmanlı Donanması’nı Mısır’a götürmesinden sonra Akdeniz’de Savaş gemilerimiz görülemez olmuştur. Akdeniz’e Türk Savaş gemilerinin çıkışı 100 yıl sonra Atatürk döneminde, 1936’da Malta ve Yunanistan Ziyareti ile gerçekleşecektir. 93 Harbi olarak bilinen 1877–78 OsmanlıRus arihi inceleyenler çok iyi bilirler ki, en çok medeniyetin kurulduğu coğrafyaların başında Anadolu Yarımadası gelir. Bunun temel nedeni üç kıta (Avrasya) ve iki okyanusun orijininde bulunmasıdır. Konunun bir başka temel özelliği daha vardır. Anadolu, ünlü jeopolitikçi Sir Alfred Mackinder (1861–1947) ve onun görüşlerini destekleyen Nicholas Spykman (1893–1943) tarafından ortaya atılan jeopolitik ekollerin en önemli coğrafi parçasını oluşturur. Her iki jeopolitikçinin konumuzla ilgili görüşleri özetle şöyledir: T MERKEZİ KONUM Anadolu’nun ‘kapılarında’ egemenlik Rusya’nın sıcak denizlere inmesinin üç kapısı bulunuyor. Bu kapılar tarihte de günümüzde de Anadolu coğrafyasıyla ilintilidir. Bunlar Balkanlar, Boğazlar ve ErzurumMurat yaylası… potansiyelin değerlendirilmesi, paylaşılması ve nihayet kullanılması, Avrupa’yı ve özellikle Akdeniz ve Okyanus’a kıyısı olan ülkeleri meşgul etmiştir. Avrupa’nın 18. yüzyıla kadar süren bu Amerika mücadelesi sırasında, Osmanlı Akdeniz’in sorumluluğunu tek başına yüklenmiştir. Kafkasya’dan Balkanlar’a uzanan ve Kuzey Avrasya’yı denetleyen bu jeostratejik çemberdeki TürkOsmanlı hâkimiyeti Avrupa, Amerika’dan döndükten sonra da devam etmiştir. Bu hâkimiyet bugün de yine aynı ulustadır ve Asya, Avrupa ve Afrika’nın oluşturduğu "Dünya AdasıAvrasya"nın merkeziHeartland; Sibirya ve Uralların oluşturduğu Kuzey Asya’dır. Dünya hâkimiyeti için bu bölgeyi ele geçirmek gerekir. Ancak bu merkez bölgeye Avrupa’da Napolyon’un ve Hitler’in saldırıları daha önceki saldırılar gibi başarılı olamadığı gibi, Asya’dan ve Kırım’dan yapılan akınlar da amacına ulaşamamıştır. Merkez Bölgesi’nin en büyük koruyucusu "Rus İklimi"dir. Merkez bölgesinin ele geçirilememesi, bu bölgenin dünyaya hâkim olmasına engel olunması stratejisini geliştirmiştir. Merkez Bölge’nin kontrolünü sağlayan, "Kenar Kuşak" Baltık körfezi yani Polonya’dan başlayıp Türkiye’yi de içine alan ve Kore ile tamamlanan Jeostratejik Çember’dir. Günümüzde Kuzey’in sıcak denizlere inmesine engel olunması şeklinde özetlenen bu jeostratejide en önemli sorumluluk Anadolu Coğrafyasındadır. Çünkü üç kıtayı ve iki okyanusu birleştiren Akdeniz Havzası, Kenar Kuşak için kilit konumdadır. Bir başka anlatımla "Merkez Bölge" Akdeniz’e inerse Dünya Egemenliği’ni elde etmesi gün meselesidir. Bu nedenle, Anadolu’nun tarihten gelen işlevsel görevi Kuzey’in Akdeniz’e inmesini engellemektir. Tarihin en eski savaşlarından olan Truva Savaşları’nın bile nedeninde bu gerçek (Çanakkale’nin güneyinde Boğazlar’ın kontrol altına alınması) vardır. Bu görev öylesine radikaldir ki, Anadolu tarih boyunca Kuzey Tehdidi ile yoğrulmuştur. Bu nedenle Anadolu medeniyetlerinin hemen hiç birinde Kuzey’in derinlemesine etkisi yoktur. Anadolu Kültürü’nü araştıranlar, bu topraklarda Rus kültürünün izlerini bulamazlar. Anadolu uygarlıklarını iki sınıfa ayırmak gerekir. Birinci gruba girenler bölge coğrafyasının dikte ettiği yerel uygarlıklardır. Bugün Dünya’nın istismar ettiği uygarlıklar mesela Ermeni uygarlığı bunlardan birisidir. İkinci grubu oluşturanlar ise bölgenin hatta bulunduğu kuşağın sorumluluğunu yüklenen uygarlıklardır. Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ikinci gruba girmektedirler. Türkiye Cumhuriyeti bu gruptadır. Osmanlı İmparatorluğu, başından itibaren bu gerçeği kavramış, tarihi boyunca Rusya ile hiçbir zaman –uzun süreli dostluk yaşamamış, jeostratejik anlamdaki fonksiyonel görevine sahip çıkmıştır. Osmanlı’nın kuruluş ve yükselişini sadece fütuhatçı politikasına ve gittiği coğrafyalarda başarılı idaresine yormamak gerekir. Güçlenmesinde Amerika Kıtası’nın keşfinin büyük etkisi vardır. Avrupa, Orta Çağ’da sadece Rönesans ve Reformu yaşamamıştır. Amerika’nın keşfi, bu coğrafyadaki çok zengin ebediyete kadar devam edecektir. Bu jeostratejik çemberin üç ekseni (kapısı) Akdeniz’e geçit verir. Batı Trakya, Türk Boğazları ve ErzurumMurat Yaylasıİskenderun Körfezi. Başlangıçta Osmanlı Devleti’nin hükümranlığına terk edilmiş olan bu stratejik çember, Avrupa’nın Amerika dönüşüyle birlikte tartışma konusu olmuş, Amerika mücadelesi Avrupa’yı sadece zengin etmemiştir. Teknikte ilerlemeler yapmış, bu ilerlemeler, Yeni Kıta’dan getirilen altın ve gümüş ile birleşince sosyoekonomik boyut alabildiğine büyümüştür. Zengin Avrupalı geleceğini Orta ve Uzak Doğu’da görmeye başlamıştır. Ama bunun için Osmanlı devam etmeli mi etmemeli mi, işte buna karar verememiştir. Osmanlı devlet adamları bu tereddüdü pek güzel biçimde değerlendireceklerdir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle