17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

diyalogsuzluğun ve ortak bir akıl paydasında hareket edememenin ağır faturasının sonuçlarını görmemize engel değildir. Talabani’ye yönelik Türk kamuoyunun tepkisi C S TRATEJİ 21 bulamama"nın şikayeti ve sıkıntısı şüphesiz ki, uluslararası medyanın doğru ve etkin bilgilendirilmesinde de zafiyete uğrayacaktır. SON TERÖR OLAYLARI Dağlıca’da yaşanan terör saldırısının ardından ilk hafta içerisinde yaşanan gelişmeler, psikolojik harekat analizi açısından üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir vak’a çalışmasıdır. Yukarıda zikredilen ve ilk elden sorumlu kişilerce ortaya konduğu için dikkate almamız gereken tespitlerin ışığında da, görülmektedir ki, başarı hanesinde devletin artılarının yeterince iyi olmadığıdır. Bu durumun, sosyal olayların bünyesindeki doğal gelişme çizgisinin akılcı sorgulamayla ele alınmasını ilke edinen analizciler için şaşırtıcı olmadığını da belirtmek gerekir. Devletin (bürokratiksiyasi aktörler açısından), son yılların en büyük saldırılarının ardından kamuoyu önünde sergilediği davranış şekli "akıl almaz" gelişmelerin seyrini de açıklığa kavuşturmaktadır. Psikolojik harekatın, ya da Başbuğ’un ifasdesiyle "bilgi harekatı"nın, örgüt açısından, nasıl usulünce kullanıldığı açıklıkla görülmektedir. Devletin bilgi akışında gösterdiği aksaklık ne kadar belirgin ise, örgütün, örneğin kaçırılan askerlerin durumuyla ilgili, "kamuoyunu bilgilendirmesi" de o denli etkili olmuş gözükmektedir. Konunun kamuoyu açısından öneminin yanı sıra, kaçırılan asker ailelerine "ulaşma" ve "bilgilendirme" hususunda da terör örgütü "akıl almaz" bir tarzda davranmıştır. Bu "davranış" yurtiçi ve yurtdışı koordinasyonun akılcı bir örneğidir. Basına yansıyan ve yetkili makamlarca da şu ana değin yalanlanmadığına göre, doğru kabul edeceğimiz bir dizi gelişme devletin topluma ulaşma "kanallarında"ki eksikliğini ortaya koymuştur: Kaçırılan asker aileleri, örgütün yayın organına canlı bağlantı yapmışlar, oğullarını kurtarabilme umuduyla kendi inisiyatifleriyle ve haklı olarak bölgeye hareket etmişler, salıverilmeleri için arabulucu arayışına girmişlerdir. İlginç olan aynı ailelerin oğulları hakkında devletin kendilerini eksik ve geç bilgilendirmedikleri yönündeki beyanlarıdır. Öte yandan, yaralı bir askerin olayların saldırının seyrinin nasıl olduğu konusunun kamuoyunda tartışılmaya açılması, bir parti liderinin saldırı ile ilgili kimi bilgileri Cumhurbaşkanı’na iletmesi ve "haber kaynaklarının iyi" olduğu şeklinde cevap bulması; yanı sıra örgütün "devlet tarafından kurulduğu" yönündeki demeçlere basında yer verilmesi; yabancı basında örgüt mensuplarına "terörist" denememsi aksine, batı dünyasında sempatiyle karşılanabilecek "isyancı" sıfatlarının kullanılması v.b. örnekler, Başbuğ’un ifadeleriyle "kavram kargaşası" ve "zihin bulandırıcı" niteliktedir ve terörün amaçlarından birisi de bu anlamda gerçekleşmiş gözükmektedir. Dolayısıyla örgütün kendi açısından arzulanan bir çizgide konuyu gündemde tutuğu ileri sürülebilir. ALGILAMADAKİ KIRILMA Son terör saldırısının ardından yaşanan ve eksik yönetildiği değerlendirmesinin yapılabileceği kamuoyu bilgilendirme sürecinde kanaatimizce önemli bir gelişme 27 Ekim günü yaşanmıştır. Genelkurmay Başkanı’nın silahlı kuvvetler mensuplarına hitaben yayınladığı Cumhuriyet Bayramı ile ilgili bildiri, Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’ün, "Ne Mutlu Türküm Diye!" veciz sözü ile noktalanmaktadır. Verilen mesaj, her ne kadar sınırlı bir topluluğa hitaben olsa da, kamuoyuna açık bir sahada yayınlandığı için bizi de ilgilendirmekte ve bir "algıyı" direkt olarak mesajlaştırmaktadır. Bu mesajın alanını tüm ülkeye yaymak da mümkündür. Ancak aynı gün Irak sınırına sıfır noktasındaki Görümlü Beldesi’nde yapılan terörü kınama mitinginde ifadesini bulmuştur. Medyada yer aldığı şekliyle mitinge katılan 15 yaşındaki bir genç kız, "Kahrolsun PKK diyorum, başka bir şey demiyorum. Osmanlı’dır özümüz, vatan için ölürüz'' şeklinde ifadede bulunmuştur. Aynı gün birisi devletin merkezinde diğeri ise sınırında dile getirilen bu iki söz devletin ortaya koyduğu "algının", kendisinden çok uzaktaki sınır boyunda nasıl anlaşıldığı ile iligili çarpıcı bir durumdur. Genç bir insanın yüreğinde özümlenen "Türklük" değil, "Osmanlılıktır". Sadece bu konu dahi, Türk siyasal hayatının, en azından akademik anlamda, en canlı tartışmalarından birisidir. Yine de bu yazının konusu açısından, Görümlü Beldesi’ndeki böylesi bir hissiyatın nedenlerine Ankara’nın cevap vermesi gereklidir. Aslında, gündemin saatlik değiştiği bir süreçte devletin gerekli tepkileri verememesinin anlaşılabilir bir yönü vardır. Bürokrasinin hareket kabiliyetinin sınırlı oluşu, kamuoyunu doğru bilgilendirme gibi bir görevin yeterince hızla yerine getirilmesine engeldir. Çünkü, devlette "bu [psikolojik] harekatı planlayıp icra edecek bir kuruluş, kurul yok" olduğu görülmektedir. Nitekim, hükümet de, böylesi hassas bir süreci nasıl idare edeceği ile ilgili davranış şekli geliştirememiş ve sansür uygulamak gibi bir seçeneği uygulamaya koymuştur. Sadece bu tercihin şekli dahi, kriz döneminde akılcı bir bilgilendirme sürecinden daha çok, Türkiye’ye yakışır "tepkisel ve cebri tedbirlerin" alınmasını gerekli kılmıştır. Terörle esnek, hızlı ve etkin bir mücadelenin temelinde askeri kurumlar "teröristin" etkisiz hale getirilmesiyle sorumludur ve onlardan karmaşık ve çok boyutlu bir mücadelenin her safhasında silahlı mücadelede gösterilen etkinliği beklemek, en hafif tabirle, insafsızlık olur. Mücadelenin sade bireyden devletin ihtisas kurumlarına değin geniş bir yelpazede ele alınmasının gerekliği Dağlıca sonrası acı da olsa, bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri örgütle silahlı mücadeleyi yürütürken, mücadelenin diğer boyutlarındaki eksiklik açıkça ortaya koyuyor. Mücadelenin diğer boyutlarından psikolojik harekat ve örgütün lojistik desteğinin kesilmesi için çok boyutlu mücadele kaçınılmaz… olma" noktasına geldiği ifade edilen bir terör örgütü için potansiyel hedef kitlesine yönelik bundan daha cazip bir "bilgilendirme" sürecinin oluşması, herhalde yine artı bir gelişmedir. Batı medyası ve kamuoyu için uzak diyarlarda sürdürülen ve eksantrik bir mücadelenin görsel haber değeri olduğu tartışmasızdır. Bu noktada, sorumlu olduğu işlerin ele alınması açısından başka bir devlet kurumu karşımıza çıkmaktadır: Dışişleri Bakanlığı. Bu noktada, terörle mücadelenin önemli bir halkası olan özellikle Batı Avrupa’daki misyonlarda görev yapan dışişleri eski ve yeni kadrolarının medya ile ilişkileri mi incelenmelidir? Şüphesiz ki, oldukça sınırlı bir Türk çevresine yayın yapan yerel Türk kökenli basın mensuplarına misyonlarının Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım anma törenlerini ve turizm fuarlarına katılan Türk firma standlarıda fotoğraf vermekten başka haberlere (son zamanlarda da artan bir şekilde Türk toplumunun verdiği geleneksel İftar yemeklerini de göz ardı etmemek gerekir) konu olmayan Türk Dışişlerinin Kandil ziyaretlerini yapan medya kuruluşları nezdindeki girişimlerini sorgulamak çok mu abes olacaktır? Avrupalı bir Türk’ün ifadesiyle "düğününde veya ölümünde devletini yanında KANDİL VE YABANCI BASIN Diğer dikkat çeken bir gelişme ise, örgütün Kandil Dağı’ndaki karargah yapılanmasının uluslararası basın açısından, moda tabiri ile, bir "cazibe merkezi" haline gelmesidir. Örgüt açısından, devlet yetkililerince "yok
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle