17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sovyetler Birliği tarafından işgale uğramasından (ya da Sovyetler Birliği’nin uydusu haline gelmesinden) ciddi kaygı duymuş ve İran’a karşı politikalarını bu kaygılar ışığında belirlemiştir. Türkiye İran’ın dış ya da iç sebeplerle parçalanmasının (ya da işgal edilmesinin) Kürt milliyetçiliğini güçlendireceğini ve (tıpkı İkinci Dünya Savaşı bitiminde Sovyet işgali altındaki İran Azerbaycan’ında olduğu gibi) bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasıyla neticeleneceğini varsaymıştır. Türkiye bu uğurda (İran’ın parçalanmasının Kürt devletine yol açacağı varsayımıyla) ‘Azeri kartı’nı bile kullanmaya kalkışmamıştır. Görüldüğü gibi bu iki eksenin temel nirengi noktası Kürtlerdir. Türkiye hem İran’ın parçalanarak bir Kürt devleti kurulmasından, hem de İran’ın Türkiye’deki ya da Irak’taki Kürt hareketine destek vermesinden endişe duymuştur. İki ülke arasındaki işbirliği/uzlaşma ve rekabet/çekişme boyutları da bu temel endişe etrafında şekillenmiştir. Türkiye ve İran bir yandan Kürtleri kontrol altına almak diğer yandan Sovyetlere karşı durmak için Sadabad Paktı’ndan Bağdat Paktı’na kadar olan çizgide işbirliğine giderken, Türkiye Şahın 1960’ların ikinci ve 1970’lerin ilk yarısında (İsrail ve ABD’nin de katkısıyla) Barzani hareketini desteklemesinden kaygı duymuştur. Aynı şekilde 198088 İranIrak savaşı sırasında İran’ın Bağdat’a karşı KDP ve KYB ile birlikte savaşması Türkiye için kaygı verici olurken, 1991 sonrası Kuzey Irak’ta meydana gelebilecek gelişmelere karşı iki ülke (Suriye ile birlikte) ortak toplantılar yapmışlardır. Soğuk Savaş sonrasında bu iki temel eksenden biri (Rus/Sovyet tehdidi) ortadan kayboldu. Diğeri ise (İran’ın iç ve dış etkilerle parçalanması sonucunda Kürt devleti kurulması ihtimali) Türkiye bakımından kaygı vermeye devam ediyor. İşte Türkiye’nin nükleer kriz sürecindeki politikasını, Kuzey Irak’taki gelişmeler ve PKK faktörü de hesaba katıldığında, büyük ölçüde bu tarihsel refleksin belirleyeceği anlaşılmaktadır. C S TRATEJİ Rice, İran’la yaşanan gerilim kapsamında Ankara’da temaslarda bulunmuştu... 5 diyelim ki bu varsayımımız da yanlış çıktı, İran geri adım atmadı ve bir ambargo ya da askeri müdahale söz konusu oldu; bu durumda Türkiye niçin İran’a karşı ABD ile işbirliği yapamaz sorusuna cevap arayalım: a) Türkiye ile İran ilişkileri 1979’dan bu yana gelinen süreçte en iyi dönemini yaşamaktadır. Uzun yıllar süren krizler bitmiş, Türkiye ‘İran İslam Cumhuriyeti’ ile birlikte yaşamayı öğrenmiştir. Bunda hiç şüphesiz İran’ın 1999 sonrasından başlayarak PKK konusunda Türkiye ile işbirliği yapmaya başlaması da etkili olmuştur. b) Siyasi ilişkilerdeki olumlu gelişmelerin yanı sıra iki ülke arasındaki ekonomik ve ticari ilişkiler de son derece gelişmiştir. İki ülke ticaret hacmi ya da doğalgaz boru hattı gibi Türkiye için hayati konuların yanısıra, Türkiye İran’ın Avrupa’ya açılan kapısı ise İran da Türkiye’nin Orta Asya’ya açılan kapısıdır. c) Türkiye’nin İran ile ilgili temel tarihsel endişesi değişmemiştir: Kürt faktörü. Türk dış politikasının geleneksel refleksleri bakımından düşünüldüğünde, İran’a yapılacak her türlü ambargo/harekat ve İran rejiminin iç ve dış yollarla destabilize edilmesi Kürt milliyetçiliğine yarayacak ve (hele Kuzey Irak faktörü de hesaba katıldığında) bir Kürt devleti kurulması ihtimalini kuvvetlendirecektir. d) Kürt faktörü dışında da, ‘Irak sorunu’ndan sonra bölgede bir ‘İran sorunu’na gerek yoktur: Türkiye Irak örneği ve tecrübesinden sonra bölgede Amerikan harekatı sonrası oluşacak yeni bir istikrarsızlık ve kargaşa (başka bir ifadeyle yeni bir ‘Pandoranın Kutusu’nun açılmasını) istememektedir. Ankara ile Tahran’ın son yıllardaki bölgesel politikaları örtüşmeye başladı, ekonomik ilişkiler gelişti. Irak’tan sonra ikinci bir istikrarsızlık merkezi istemeyen Türkiye, İran’a müdahaleden yana tavır almıyor. ortak söyleme ve tavra uygun davranıyor. Zira Amerikalıların bu konuda muhatap aldıkları ülkelere (Çin ve Rusya’da dahil) söylediği şu: İran’a cesaret verici söylemden ve tavırlardan kaçının, uluslararası toplumun İran karşısında birlik olduğu mesajını/duruşunu vermeyi ihmal etmeyin. Ama bu uzun vadede Amerikanın diğer isteklerinin karşılanacağı, Amerikanın silahlı müdahalesine ya da ekonomik ambargosuna yeşil ışık yakılacağı anlamına gelmiyor. Burada Türkiye’yi (ve belki bazı Avrupa ülkelerini) rahatlatan unsur Çin ve Rusya faktörü; BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip ve İran’la da önemli ilişkileri olan bu iki ülkenin hiçbir zaman bir askeri müdahaleye ya da ekonomik ambargoya rıza göstermeyecekleri beklentisi hakim. Peki diyelim ki bütün bu beklentiler boşa çıktı ve kriz geri dönülemez bir noktaya vardı. ABD Çin’i ve Rusya’yı ikna ederek ya da tek başına ekonomik ambargo veya askeri müdahale seçeneklerinden birini devreye sokmak için harekete geçti. Türkiye bu durumda ne yapa(bili)r ya da başka bir ifadeyle ne yapamaz? Bir kere 1979 sonrası İran dış politikasının gelişimine baktığımızda böylesi bir kriz durumunda İran rejiminin geri adım atacağını ve asla ABD ile askeri bir çatışmaya girmek (ya da ABD’ye bunun için bahane vermek) istemeyeceğini varsayabiliriz. Ancak bu İran’ın milli bir hedef olarak algılanan nükleer enerjiye/silaha sahip olmaktan vazgeçeği anlamına da gelmeyecektir. Muhtemelen bir iki sene sonra uluslararası kamuoyu yatıştıktan sonra, Amerikan ve dünya politikasındaki gelişmelere göre nükleer faaliyetlerine tekrar başlayacaktır. Peki ÇEVREDEN SOYUTLANMIŞ TÜRKİYE e) ABD’nin 11 Eylül sonrası geliştirdiği Ortadoğu politikası sonucu Türkiye komşuları ile ilişkilerinde ekonomik ve siyasi bakımdan izole olmaya zorlanmaktadır. Türkiye son yıllarda (Ermenistan hariç) bütün komşularıyla ilişkilerini düzeltmişken şimdi ABD politikaları sonucu komşularıyla ilişkileri tekrar belirsizliğe sürüklenmektedir. Irak’taki durum belirsizliğini korumaktadır; Suriye ile ilişkiler konusunda Türkiye zaten baskı altındadır. Şimdi İran ile de siyasi ve ticari ilişkilerini sınırlamaya ya da bitirmeye zorlanması dış politikasında bölgesel bir güç rolü oynama hedefini benimsemiş bir Türkiye bakımından kabul edilemez görülmektedir. e) En son ama belki de en önemli faktör ise Türk kamuoyundaki eğilimdir. Yapılan çeşitli kamuoyu yoklamaları bize Türk kamuoyunun büyük çoğunluğunun muhtemel bir ABD harekatı karşısında Türkiye’nin tarafsız kalması eğiliminde olduğunu göstermektedir. Sonuç olarak, Türk dış politikasının gerek geleneksel gerekse mevcut parametreleriyle düşünüldüğünde, ABD’nin mevcut İran politikası ve muhtemel eylemleri her bakımdan Türkiye’nin zararına sonuçlar doğuracaktır. Bütün bu gerekçelerle Türkiye’nin (en azından kısa vadede; Türk dış politikası parametrelerinin değişmesine yol açacak ya da Türkiye’nin kaygılarını giderecek gelişmeler olmadığı takdirde) ABD’nin yanında yer alması mümkün gözükmemektedir. STRATEJİK DENGE Türkiye İran’ın nükleer silah elde etmesine kesinlikle karşıdır. Bu karşı çıkış nükleer silahlara sahip bir İran’ın Türkiye’ye karşı bir tehdit oluşturacağı için değildir. Zira NATO üyesi bir Türkiye’nin bu bakımdan güvence altında olduğu varsayılmaktadır. Ancak nükleer silahlara sahip bir İran’ın bölgede (hem bölgesel hem de küresel aktörler bakımından) büyük gerilimlere ve istikrarsızlıklara sebep olacağı açıktır; Türkiye ise Irak’tan sonra bölgede yeni bir istikrarsızlık kaynağı istememektedir. Aynı şekilde nükleer bir İran stratejik bakımdan da bölge dengelerini değiştirecek, bu da Türkiye’nin bölgesel politikaları bakımından aleyhine olacaktır. Üstelik Irak savaşı sonrası ortaya çıkan ‘Şii kuşağı’ faktörü de hesaba katıldığında İran lehine muazzam bir stratejik avantaj meydana gelecektir ki Türkiye’nin, Ortadoğu’nun ve Avrasya’nın stratejik dengeleri bakımından bunu olumlu görmesi mümkün değildir. Türkiye şu anda ABD ve AB’nin geliştirdiği
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle