17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kaddafi C S TRATEJİ 17 ABD’nin yeni demokrasi havarisi Kaddafi’nin dönüşümü ABD’nin Irak’a yönelik harekatı, BOP coğrafyasında Saddam’la aynı kaderi paylaşacağı kaygısını taşıyan Kaddafi’nin dönüşümünü gündeme getirdi. ABD ve Avrupa ile barışan Kaddafi, Batılı petrol firmalarına da izin vermeye başladı. Kaddafi, eşi görülmemiş bir "değişim" yaşıyor. Yıllar boyunca nükleer, biyolojik ve kimyasal silah üretmekle suçlanan, 1979 yılında ABD’nin Trablus’taki Büyükelçiliği’nin ateşe verilmesini "azmettiren" ya da en azından göz yuman ve tarihe "Lockerbie Faciası" olarak geçen 1988’de PanAm Havayollarına ait uçağın İskoçya'nın Lockerbie kasabası üzerinde infilak etmesine neden olan Libyalıları 2003 yılına kadar yargıya teslim etmeyen ve bu kabarık sicili nedeniyle Batı’nın siyasi, ekonomik ve diplomatik ambargosu ile karşı karşıya kalan Libya lideri Kaddafi, izolasyon devam ettiği sürece Libya’nın daha da yalnızlaşacağının farkına vardı. Libya sanıldığı gibi nükleer bombaya sahip değildi, nerdeyse ilkel boyutlarda nükleer çalışmaları vardı ve bunu da ispat edebilirdi. Ancak Saddam’ın olmayan ve haliyle asla ispat edilemeyen kitle imha silahları bahanesi ile devrildiğini gören Kaddafi, kendi sonunun da Saddam Hüseyin gibi olmasını önlemek için "değişmeye" karar verdi. Ayrıca yanı başındaki Mısır’da Müslüman Kardeşler’in ve Kızıldeniz’in öte tarafında Radikal İslam’ın yükseldiğini görüyor, ayak seslerinin Trablus’a kadar geldiğini duyuyordu. Nitekim Kaddafi başa gelir gelmez Müslüman Kardeşler başta olmak üzere "İslami" sıfatlı ya da içerikli olduğunu öne sürdüğü tüm grupları "karşı devrimci" ilan etmiş, Mısır ve Suriye örneklerinde olduğu üzere "rejim muhalifi" olarak gördüğü Müslüman Kardeşler başta olmak üzere tüm İslami cemaatleri yasaklayarak sindirme politikası izlemişti. Hala iktidarda olduğuna göre göreli olarak baskı politikasında başarılı olmuştu ancak artık dünya çok değişmişti. Tehlike giderek yaklaşıyordu ve düşmanlardan daha güçlü olanı ile barışma zamanı çoktan gelmişti. ve yine dönemin Almanya Başbakanı Schröder’in peşi sıra Libya’ya gidip Kaddafi ile görüşmesi ile perçinlendi. Seri ziyaretler sonrasında birkaç yıl öncesinin "haydut Kaddafi"sinin birden bire İngiltere’nin topun ağzındaki Başbakanı ve artık "eski" sıfatını taşıyan Dışişleri Bakanı Straw tarafından "mert bir devlet adamı" olarak nitelendirilmesi büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Dünya daha bu şaşkınlığı üzerinden atamamışken bir şok dalgası da ABD’den geldi. İki yıla yakın bir süre devam eden Libya’ya ilişkin tartışmalar, 16 Mayıs 2006’da ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın "ABD’nin Libya ile diplomatik ilişkileri yeniden tesis ettiğini ilan etmekten memnuniyet duymaktayım" açıklaması ile sonuçlandı. ABD, Libya’yı demokrasiye geçit veren örnek bir ülke olarak göstermekle kalmadı; "şiddet yanlısı teröristlere karşı savaşta mükemmel bir müttefik" olarak BOP’un model ülkesi ilan etti. Böylece Kaddafi’yi demokrasi anlamında kutsayan ABD, siyaset bilimi literatürüne de "demokratik diktatör" kavramını armağan etmiş oldu. H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] İ ki dünya savaşına sahne olan yirminci yüzyıl, aynı zamanda diktatörler yüzyılı olarak da tarihe geçti. II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını yeni kazanan birçok ülkede bağımsızlığın estirdiği ılık rüzgarlar kısa sürede yerini fırtınalara bıraktı ve söz konusu ülkelerin çoğunda ardı ardına sivil/askeri darbeler meydana geldi. Bu fırtınalı dönemden nasibini en fazla alan bölgelerden biri de şüphesiz Ortadoğu oldu. Nitekim yüzyılın ikinci yarısında başlayan diktatörler furyası dünyayı hızla sararken 1970’lere gelindiğinde Ortadoğu’nun neredeyse tamamı kendilerini "monarşi" ya da "cumhuriyet" olarak tanımlayan diktatörler ağı ile örülmüştü. Dönemin koşullarının da yardımı ile yerlerini sağlamlaştıran diktatörler, 30’lu yaşlarında oturdukları iktidar koltuklarından ölene ya da öldürülene dek inmediler. Kendilerine pragmatizmi düstur edinen, sözde ülke çıkarları, özde iktidarlarını korumak için her an her şekle girmeye hazır olan diktatörlere en iyi örneklerden biri de hiç kuşku yok ki Libya’nın "efsanevi" lideri Muammer Kaddafi’dir. 1969 yılında henüz 27 yaşındayken dünyanın en genç "devrimci" liderlerinden biri olarak Libya’da yönetimi ele geçiren Kaddafi, dönemin diğer diktatörleri gibi iktidara geldiği günden itibaren ülkesini dünyaya kapatıp adeta camdan bir fanus içerisine hapsetmişti. Sosyalizm, Arap milliyetçiliği, Afrika milliyetçiliği, Bağlantısızlık gibi kimi zaman birbiri ile çelişen akımlara kucak açan politikalarını çelişkiler üzerine kurgulayan Kaddafi sivri çıkışları, mantık dışı tutum ve davranışları ile 37 yıldır "anlaşılamamış siyaset adamları" arasındaki yerini koruyor. DEMOKRASİ Mİ, PETROL MÜ? Libya’yı 37 yıldır aralıksız olarak yöneten Kaddafi’nin yıldızı 2003 yılına kadar ABD ile hiç barışmadı. Kendisini antiemperyalizmin yılmaz savunucularından biri olarak gören Kaddafi emperyalist Batı’ya, özellikle de ABD’ye karşı fütursuzca meydan okuduğu yılları çok gerilerde bırakmış görünüyor. ABD ise, yıllarca teröre destek verdiği ve kitle imha silahları geliştirdiği iddiaları nedeniyle kara listesinde hep en üst sıralarda yer almış olan Libya’yı birden bire bağrına basıp geçmişe sünger çekmeye hazır görünüyor. "Uluslararası ilişkilerde ebedi düşmanlıklar ya da dostluklar yoktur, ebedi olan çıkarlardır" felsefinden hareket edersek buraya kadar her şey tamam. Ancak burada asıl ilginç olan barışa vesile olduğu öne sürülen argümanların inandırıcılığı. BOP olarak adlandırılan projenin ABD’nin dünya egemenliği hedefinin aynadaki görüntüsü olduğunu artık herkes biliyor. ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı işgal etmesinin ardındaki gerçeklerin "enerji kaynakları" olduğunu da herkes biliyor. Libya’nın öznesi olduğu gelişmelerin hemen ardından ABD’nin dünya devi petrol şirketi ExxonMobil’in 25 yıl aradan sonra yeniden Libya'da çalışmalara başlamasını da göz önüne alarak olaylara bir de bu perspektiften bakarsak karşımıza yine her kapıyı açan aynı anahtar sözcük, "petrol" çıkıyor. Hele ki Libya’nın 36 milyar varillik petrol potansiyeli olduğu ve tüm rezervlerinin henüz sadece dörtte birinin çıkarıldığı düşünüldüğünde, Kaddafi yüzyılın en katı diktatörlerinden biri de olsa ABD’nin gözünde demokrasi timsaline dönüşebiliyor. ‘HAYDUT’ VE ‘MODEL’ BatıLibya ilişkilerinin yumuşaması, Kaddafi’nin 2003 yılında kitle imha silahları programını durdurma kararı alması ile başladı. Libya’nın yine aynı yıl, Lockerbie Faciası’ndan sorumlu olduğunu açıklaması ve faciada yaşamını yitiren 270 kişinin yakınlarına tazminat ödemeyi kabul etmesi, ABD başta olmak üzere Batı’nın "Libya" algılamasını yumuşattı. Libya’nın söz konusu çıkışlarına karşılık olarak ABD’nin 2004 yılında, 20 yılı aşkın süredir Libya’ya uyguladığı ekonomik ambargoları kaldırması ile de ABDLibya ilişkileri normalleşme sürecine girdi. Hatta ABD, Libya’nın Avrupa ülkeleri ile yeniden ilişki başlatmasına da önayak oldu. Bu bağlamda, 2004 yılında doruğa ulaşan "iyi ilişkiler" sürecinde Libya kanlı bıçaklı olduğu Avrupa ile de barıştı. İngiltere Başbakanı Blair ile başlayan AvrupaLibya kucaklaşması, dönemin İtalya Başbakanı Berluconi ‘DÖNÜŞEN’ DİKTATÖR Çelişkilerin adamı Kaddafi, ABD’nin Irak’ı işgalinden beri keskin bir dönüşüm içerisinde. Hatta öyle ki 20 yıl öncesinin ABD’ye "cesurca" meydan okuyan Kaddafi’si yerini ABD’nin Ortadoğu’daki yeni müttefikine bırakmış görünüyor. Her yıl Eylül ayının 1’inde büyük bir "coşkuyla" yüzlerce tank, top arabası, füze ve silahlı askerlerin saatlerce süren geçiş törenleri ile devrimin yıldönümünü kutlayan ve ABD’ye meydan okuyan Kaddafi’nin yerinde yeller esiyor artık. Saddam’ın akranı olarak aynı akıbete uğramaktan korkan 64 yaşındaki "yaşlı kurt"
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle