16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 İran’a yönelik diplomaside öne çıkması dikkat çekti C S TRATEJİ Avrupa’nın Dışişleri Bakanı: Cemile Akça ATAÇ TUSAM Avrupa Araştırmaları Masası [email protected] eçtiğimiz hafta BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya’nın, İran’ı uranyum zenginleştirme programından vazgeçirmek için, ortaklaşa hazırladığı teklif paketini Tahran’a sunan AB’nin Ortak Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Javier Solana’nın, mevcut durumun kendisine yüklediği misyondan son derece memnun olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eğer AB Anayasası Fransa ve Hollanda’nın "hayır"ına takılmamış olsaydı 2006 yılı sonunda AB Dışişleri Bakanı olması öngörülen Solana, Avrupa’nın gerçek anlamda güçlenebilmesi ve uluslararası platformda etkili bir aktör olabilmesi için, dış politika ve savunma konularında tek ses olarak konuşması gerektiği düşüncesinin önemli savaşçılarından biri olarak bilinir. Bu bağlamda Tahran’a, hem Avrupa’nın temsilcisi hem de Rusya, Çin ve ABD adına da konuşabilecek bir sözcü olarak gitmesinin yanında dünya basınının odağında kısa süre de olsa tek Avrupalı olarak yer alması, Solana’nın gerçekleşmesini hep arzuladığı bir durumdu. İran’daki muhatapların söz konusu ziyarete, karşılarında Avrupa varmışçasına yaklaşmaları da hedeflenen Avrupalı görünümü iyice kuvvetlendirdi. Nitekim Solana’nın arkasındaki rüzgârdan faydalanmak isteyen Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ve Almanya Başbakanı Merkel de 5 Haziran günü yaptıkları mini zirvede söz konusu ziyaretin daha ziyade bir Avrupa girişimi olduğuna vurgu yaptılar ve Çin, Rusya ve ABD’nin Avrupa ile hemfikir olmasından duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Solana da Tahran dönüşü Berlin’e uğrayarak bu önemli görevi nasıl yerine getirdiğine dair ayrıntıları, "Avrupa’nın etkili ve güçlü Dışişleri Bakanı" idealine büyük destek veren Merkel’e iletti. Birlikte gururla, Avrupa’nın İran’ın "sivil bir nükleer enerjiye sahip olması" için çalışacakları mesajını verdiler. G A N A L O S unvanı, gerçekte de getirecek şekilde tasarlanmıştı. Ne var ki Anayasa krizi, hem Solana’nın hem de temsil ettiği ODGP’nin arzulanan noktaya gelmeleri için 2009 yılına kadar beklenmesi gerektiğini ortaya koydu. Avrupa Anayasası’nın I15. maddesi, Yüksek Temsilci’nin Avrupa Dışişleri Bakanı olmasını öngörüyor ve böylece bütün diplomatik ilişkilerin daha etkinleşip güçleneceği hesaplanıyor. Sonuçta, EU Observer’da belirtildiği gibi, Avrupa tek bir ses ve yüze sahip olacağı gibi aranacak da daha sınırlı telefon numarası bulunacak. AB Dışişleri Bakanı, hem AB Komisyonu’nda hem de Konseyi’nde söz sahibi olacak. ANAYASA VE SOLANA FAKTÖRÜ AVRUPA ANAYASASI Dış politikadan sorumlu Yüksek Temsilci görevini 1999 yılında üstlenmesinden beri Solana, Henry Kissinger’ın o ünlü "Avrupa’yı aramak istersem kimi arayacağım" sözündeki "aranacak Avrupalı" olarak görülüyor. AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası’nın (ODGP) en üst yetkilisi olan Solana, AB’nin BM’nin çağrısı üzerine dünyadaki sorunlu bölgelere kriz çözücü, etkin ve barışçıl bir güç olarak gidecek kapasiteyi Solana kazanması ile Avrupa’nın İran’da... güvenliği ve savunması adına Batı Avrupa Birliği’nin güçlenmesi için çok çalışıyor. Böylece de üye ülkelerin haklı övgülerini topluyor. Ancak ODGP’nin bütçesinin sadece 62,5 milyon Avro olması, bu konularda daha fazla adım atmasını engelliyor. İngiltere’nin dönem başkanlığı sırasında yaşanan bütçe krizi sırasında, öncelikli olarak İngiltere’ye yapılan "geri ödemeler," genişleme, tarım fonları ile bölgesel ve yapısal fonlar konuşulduğu için Solana’nın ödenek isteği çok fazla duyulmadı. Buna rağmen Solana, AB sınırları içinde her zaman Avrupa’nın fiili Dışişleri Bakanı olarak itibar gördü. Nitekim AB Anayasa taslağı ona, ne kadar istediğini hiçbir şekilde saklamadığı bu Gerek kendi ülkesi İspanya’da 13 yıl boyunca bakanlık gerek 1995–1999 yılları arasında NATO Genel Sekreterliği yapmış olması ve 1999’dan beri AB dâhilinde yüklendiği üst düzey görevler Solana’nın "Güçlü Avrupa"nın simgesi olarak algılanmasına neden oldu. Ancak Solana’nın karakteri, geçmiş görevleri ve Yüksek Temsilci olarak yetkileri, onun aynı zamanda bazı çevrelerce "Güçlü Solana" olarak nitelendirilmesine de yol açtı. Bu da kaçınılmaz olarak AB kurumları içerisinde, çeşitli hoşnutsuzlukları beraberinde getirdi. En büyük sürtüşmeler de AB Komisyonu görevlileri arasında meydana geldi. Yüksek Temsilci pozisyonunun uygulamaya konulduğu ilk yılın sonunda, Mayıs 2000’de, Dış İlişkiler Komiseri Chris Pattern kendisine ait olan bazı yetkilerin Solana tarafından kullanıldığını iddia etti. Anayasa taslağı tamamlandığında ise Komisyon’un neredeyse bütün komiserleri kendilerini, ortaya çıkan Dışişleri Bakanı tanımının gölgesinde kalmış gibi hissettiler. 25 üye ülkenin, 1 başkan ve 24 komiser tarafından eşit olarak temsil edildiği Komisyon’da tek bir ülke yetkilisi tarafından böylesine bir hâkimiyet kurulması ihtimali üye ülkeleri de rahatsız etti. Bu bağlamda örneğin Finlandiya, Anayasa kabul edilirse Finli genişleme komiseri Olli Rehn’in, yetkilerinin ne kadarını Solana’ya devretmek zorunda kalacağını uzunca bir süre tartıştı. Referandumlardan olumlu bir sonuç çıksaydı, ticaret komiseri Peter Mendelson bile Dünya Ticaret Örgütü görüşme turlarına katılma görevini Solana’ya teslim edecekti. Bu durumda Fransa ve Hollanda’dan gelen çifte "hayır"ın, Komisyon’da büyük bir krizin yaşanmasını engellediğini söylemek doğru olacaktır. Gençliğindeki NATO karşıtlığı ile politikaya atılan Solana, son dönemde ABD ile İran gerginliğinde arabulucu olarak ön plana çıktı. Batıyı temsilen Tahran’a giden Solana, Irak konusundaki tavrı nedeniyle Avrupa’da ‘Amerikancı’ yakıştırmasıyla karşı karşıya kalmıştı. Ancak AB içinde yaşanan Anayasa tartışmalarına biraz daha dikkatli baktığımızda, yukarıda altı çizilen unsurun sonuç değil de neden olduğunu görüyoruz. Yani, Dışişleri Bakanı’nın üstleneceği görevlerin geniş kapsamı gözden kaçmamış ve Anayasa’ya hayır denmesinde büyük rol oynamıştır. Diğer bir deyişle, Anayasa’nın reddedilmesi Komisyon’daki krizi engellememiş, kriz çıkması korkusu Anayasa’nın reddedilmesinde etkili olmuştur. Solana, Fransız üniversitelerinde yaptığı konuşmalarda her ne kadar defalarca "Dışişleri Bakanı’nın ancak üye ülkelerin oybirliği ile aldığı kararları uygulayabileceğini" ifade etmiş olsa da bugün öğrencileri ikna edemediği gün gibi ortada… Anayasa tartışmalarına Solana faktörünün olumsuz bir etki yapmasının diğer bir nedeni de hiç kuşkusuz, Solana’nın Irak’ın işgali sırasında takındığı tavır oldu. Her ne kadar genç bir politikacı olarak İspanya’daki ününü, NATO karşıtı bir duruş sergileyerek kazanmış olsa da siyasi hayatının ileri aşamasında kaderin bir cilvesi olarak yaptığı NATO Genel Sekreterliği sırasında "Amerikan davasını" anlayan ve destekleyen bir Avrupalı oldu. Bunun bir yansıması olarak da 2003 yılında, kendi partisi olan Sosyalist Parti (PSOE) ve Genel Başkanı José Luis Rodriguez Zapatero ile ters düşmek pahasına İspanya’nın Irak’a asker göndermesini destekledi ve AB çatısı altında bu konuyla ilgili Amerikan yanlısı bir söylem benimsedi. Irak’ın işgali konusunda kendisini böylece taraf olarak ilan eden Solana, 2005 yılındaki referandumlara gelindiğinde kendisine yapışan "Amerikancı" etiketinden daha kurtulamamıştı. Nitekim Fransız ve Hollandalılar, Avrupa’nın dış ve savunma politikasında Avrupa adına konuşmakla yetkili olacak tek sesin, Irak’ın işgalini savunan birisinin olmasını istemediler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle