17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Erhan AKDEMİR ATAUM/AB Uzmanı AB ile ilişkilerde yaşanan gelişmelerin başka örneği bulunmuyor... C S TRATEJİ 5 Fransız UMP partili Jacques Toubon, Lüksemburg'da Türkiye ile fiili müzakerelerin başlatılmasına tepki gösterdi. Kıbrıs Rum kesimine haksızlık yapıldığını savunan TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu üyesi Toubon, 25 AB üyesinin Türkiye'nin dayatmalarına izin verdiğini ve yine 25 AB üyesinin AB çıkarlarını göz ardı ettiğini ve Lüksemburg'da Kıbrıs'a haksızlık edildiğini savundu. AP Liberal Grubu ise Türkiye ile fiili müzakerelerin başlatılmasını memnunlukla karşıladı. A B Dışişleri Bakanları 12 Haziran’da Lüksemburg'daki toplantılarında uzun ve zorlu geçen tartışmalardan sonra ve Güney Kıbrıs Rum delegasyonunun muhalefetini son dakikada aşarak Türkiye ile bilim ve araştırma faslında fiili müzakerelerin açılmasına yeşil ışık yaktılar. Böylece, Türkiye ile AB arasında fiili müzakereler, Kıbrıs sorununun geçici olarak aşılmasıyla sancılı bir başlangıç yapmış oldu. RUM KESİMİ SÖZCÜ AB’nin Türkiye ile bilim ve araştırma başlığında müzakere pozisyon belgesine, ‘AB’nin gerekli görmesi halinde ilgili müzakere başlığına geri dönebileceği’ yolunda ifade eklenerek Rumların ikna edilmeleri ve AB’nin, Türkiye'den Rum kesimi ile ilişkilerin normalleştirilmesi ve limanların açılması ifadelerine yer verdiği 21 Eylül 2005 tarihli deklarasyonu yinelemesi aslında sorunun kökünde bir çözüme gidilmeden geçici bir ara yol bulduğunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kıbrıslı Rumlar Lüksemburg'daki toplantıda Türkiye ile fiili müzakerelere başlanmasını engelleyen tek ülke olarak görünürken, diğer üye ülkeler en az tartışmalı fasıllardaki müzakerelerde Türkiye’nin önüne yeni engeller çıkarılmaması gerektiğini savundular. Ancak, gerek 12 Haziran’da Lüksemburg'da yaşanan gelişmeler gerek 3 Ekim 2005 tarihinde yine Lüksemburg’da yaşanan gelişmeler aslında işin içinde veya kararların alınması sürecinde engellemelerin sadece Rumların etkisiyle olmadığını perde arkasında daha başka ülkelerinde olduğunu gözler önüne serdi. Bunun en güzel örneğini ise 3 Ekim 2005 tarihinde yaşadık. 3 Ekim 2005 tarihinde Müzakere Çerçeve Belgemizin onaylanması aşamasında geleneksel olarak Güney Kıbrıs Rum diplomasisine takılan süreç, bir yandan da ve belki de çok daha etkili olarak Avusturya’nın belgeyi engelleme çabalarına takıldı. Avusturya’nın bu tavrının ardında ise Hırvatistan’la ertelenen müzakerelerin başlanmasını sağlamak yatmaktaydı. Bununla birlikte, Avusturya’nın Başbakanı Schüssel’in, "Gururluyum. Birliğin yeni üyeleri hazmetme kapasitesi kriterini müzakere belgesine dahil ettirdik" demesi aslında, Güney Kıbrıs’ın diğer ülkeler tarafından daha çok ateşin önüne atıldığını ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi uzun yıllardır bu görev Yunanistan tarafından sürdürülüyordu. 1 Mayıs 2004 tarihinde Rumların tam üyeliğiyle bu görev büyük oranda Güney Kıbrıs’a devredildi. Tabii bunun yanında Fransa, değişen hükümetiyle birlikte Almanya, Danimarka ve Hollanda gibi ülkeler de perde arkasında yer alarak, kendi sıfatlarıyla net olarak belirtemedikleri Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği konusundaki görüşlerini Güney Kıbrıs üzerinden ifade etmeye çalışıyorlar. Bu tür bir tutumda Güney Kıbrıs’ın AB içerisinde "şımarık çocuk" olmasına ve her defasında kendi çıkarları doğrultusunda AB’yi yönlendirmesine neden oluyor. Türkiye ‘ara yol’a sıkıştı AB; Romanya, Bulgaristan, Hırvatistan’ın tersine Türkiye’ye tam üyelik konusunda tarih vermiyor. Birlik ile Türkiye arasındaki güven sorunu aşılamıyor. Müzakere süreci ‘ara çözümlere’ sıkıştırılmış görünüyor. kadar sert kullanılacağının bir göstergesi. 3 Ekim 2005 veya 12 Haziran 2006’de yaşanan sıkıntılar, belki beş belki on belki de on beş yıl yaşanacakların habercisidir. Avrupalı diplomatların da belirttiği gibi 12 Haziran’da Lüksemburg’da yaşanan sıkıntılar Kıbrıs konusunda önümüzdeki dönemde özellikle de gelecek sonbaharda yaşanacak Türkiye açısından olumsuz sonuçların habercisi, bir nevi Kıbrıslı Rumların uyarı atışı niteliğindeydi. Türkiye açısından bir diğer önemli gösterge ise, Ankara’nın Ek Protokol konusunda AB’nin beklentileri çerçevesinde hareket etmemesi durumunda, Rumların AB üyelik sürecini kilitleyebileceklerinin görülmesi oldu. Bu tür bir ikazı en net olarak açıklayan kişi ise AB Dönem Başkanı Avusturya Dışİşleri Bakanı Plassnik oldu. Plassnik,"Türkiye’nin Ankara anlaşması bağlamında somut adımlar atmadığı sürece eninde sonunda sorunlar çıkacaktır. Kendimizi fırtanalı sularda bulabiliriz" diyerek fiili müzakerelerin başlatılması konusundaki gecikmenin bir uyarı olduğunu vurguladı. Hollanda Dışişleri Bakanı Bot da Kıbrıslı Rumların Türkiye’nin müzakere sürecini durdurabileceklerini gösterdiklerine dikkati çekti ve yıl sonuna kadar Türkiye’nin Ek Protokol’ü uygulamasının gerekli olduğunun üzerinde durdu. Çek Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Cyril Svoboda ise Kıbrıs Rum Kesimi’nin teknik bir konu olan müzakereleri siyasi gerekçeler ile bloke etmeye kalkışmasını eleştirdi ve bilim ve araştırma başlığında Türkiye ile başlatılacak fiili müzakerelerin siyasi hiçbir yanı olmadığı üzerinde durdu. Lüksemburg’daki Rum diplomatlar ise "AB, Türkiye'ye 2006 yılı sonuna kadar yükümlülüklerini yerine getirmesi için birkaç ay daha süre verdi. 2006'nın bitmesine daha zaman var. EkimKasım aylarında AB tüm resmi görerek daha iyi bir değerlendirme yapacak" görüşünü ileri sürdüler. Avrupa Parlamentosu’ndan da konuya farklı yaklaşımlar oldu. AP Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi RUMLARIN ÇIKARI Gerek Fransa gerek Yunanistan gerek Danimarka gerekse de diğer bazı AB üyesi ülkeler Türkiye’nin tam üyeliği yolunda destekçi olmayabilirler hatta tam üyeliğin gerçekleşmesini hiçbir zaman istemeyebilirler. Ancak, yukarıda bahsi geçen ülkelerin savundukları ve tamamen Türkiye’nin yanında oldukları süreç bambaşka bir süreçtir. Bu süreçte Türkiye’nin müzakere sürecidir. Bir ülkenin müzakere sürecinde olması ile tam üye olması tamamen farklılı iki farklı süreçtir. İşte bu müzakere sürecinin devam etmesi diğer ülkeler gibi Güney Kıbrıs’ın da temel politik çıkarları arasındadır. Bunun nedeni ise, Ankara’nın AB yolunda frenlenmesi veya Brüksel’e sırtını çevirmesi, güvenlik stratejileri açısından Kıbrıslı Rumların çıkarına hizmet etmiyor. Çünkü, eğer, Türkiye Avrupa rotasından çıkarsa milliyetçi akımlar yeniden güçlenebilecek ve oluşabilecek bu yeni durumda Güney Kıbrıs’ı yakından ilgilendirecektir. Ayrıca, Türk askeri varlığından büyük kaygı duyan Güney Kıbrıs için Türkiye’nin bu askeri varlığını sonlandırabilmesi ve iç politikada bunu göğüsleyebilmesi başarılı bir şekilde Avrupa ile müzakerelere devam etmesine bağlıdır. SAMİMİYET Bu arada değinilmesi gereken bir diğer önemli nokta ise, ek protokol uyarınca Türkiye'nin Rum kesimine ait gemi ve uçaklara limanlarını ve havaalanlarını açması gerekliliğinin Türkiye açısından ne ölçüde samimi karşılandığıdır. Çünkü, şu anda AB tarafından Türkiye ne Bulgaristan ve Romanya için ifade edilen ve somutlaşan 2007 tarihi gibi ne de Hırvatistan için ifade edilen 2009 tarihi gibi net tarihler verilmiyor. Eğer, AB tarafından Türkiye’ye karşı samimi olunduğu ispatlanabilirse, ki bu da ancak tam üyeliğin garanti edilmesiyle yani somut bir tarihin ifade edilmesiyle olur, o zaman Türkiye AB çerçevesinde Kıbrıs konusundaki yükümlülüklerini gönül rahatlılığıyla yerine getirebilir. Ama, bugün itibariyle Türkiye’ye karşı somut politikalar takip edemeyen, ona tam üyeliği garanti edici dürüstlükte bulunmayan bir AB’ye karşı Türkiye’nin de kendi geleceğini düşünerek hareket etmesinden daha doğal bir şeyde olamaz. A. Gül RUMLARIN UYARI ATIŞI Lüksemburga’da yaşananlar müzakere sürecinin her milimetresinin ne kadar zorlu geçeceğinin ve veto kartlarının çözülmesi sorun olmayan en ufuk sorunlarda bile ne Papadapulos
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle