18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Finansal kriz İzlanda’yı vurdu, gözler Türkiye ve diğer ülkelerde… C S TRATEJİ Cari açık tehdidi ısınıyor Kaan ÖĞÜT Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi irinci Dünya Savaşı sonrasında başta otomotiv sektöründe uygulanan fordist üretim teknikleri ile ABD ekonomisi güçlü bir büyüme trendi yakalamıştı. Galbraith’in 1929 öncesinde Amerikan kapitalizminin tartışılmaz bir biçimde canlı bir döneme girdiğini otomobil üretiminden, Florida’da yaşanan emlak piyasası yükselişine kadar çeşitli örneklerle anlatırken vurguladığı gibi, bu güçlü büyümenin ve düşük faiz oranlarının hisse senedi fiyatları üzerindeki yükseltici etkisi özellikle 1928’den sonra spekülatif bir özellik kazanmıştı. Borsadaki spekülasyonun hızlanması ile hisse senetleri, getirileri için değil fiyatlarındaki yükseliş ve bu yükselişin devam edeceği beklentisi ile talep edilir olmuşlardı. Hisse senetleri fiyatlarındaki artışlar firmaların değerlerindeki artışın çok üzerine çıkmıştı. Böyle bir süreç ancak yeni spekülatörler borsaya girdiği sürece devam edebilirdi ve nitekim 24 Ekim 1929’da New York Borsası’ndaki Nasdaq, ABD’de ekonominin ani satış dalgası ile yönünü belirliyor... sona erdi. Spekülatif gelirlerin desteklediği güçlü tüketim ortadan kalktı ve borsadaki çöküşün sonucu talepte ani daralma oldu. Keynes, 1929 buhranını ağırlıklı olarak talep yetersizliğine dayanarak açıklıyordu. 1936’da yayınlanan kitabının "Efektif Talep İlkesi" başlıklı bölümünde gelir artıkça tüketimin de arttığını, ancak bu artışın daha küçük bir oranda gerçekleştiğini, bu nedenle zengin toplumlarda efektif talep yetersizliğinin aşırı üretime neden olabileceğini yazıyordu. Keynes durgunluktan çıkış için devletin talep destekleyici, istihdam yaratıcı politikalar uygulamasını savunmanın yanında, spekülatif köpüklere de dikkat çekiyor, ABD’de spekülasyonun girişim üzerinde baskın bir konuma sahip olduğunu vurgulayarak, tüm işlemlerin üzerine bir transfer vergisi konmasını öneriyordu. B Gelişmiş ülkelerde oluşan koşullar nedeniyle sıcak para, gelişmekte olan piyasalardan çıkma eğilimine girmiş durumda. Yüksek cari açığa sahip İzlanda finansal krize girdi. Türkiye’nin de içinde yer aldığı diğer ülkeler de bu gelişmeden etkilenebilir. 2000’LERDEKİ KRİZ 1990’ların sonunda ABD ekonomisinde özellikle teknoloji hisselerinin fiyatlarında keskin bir yükseliş ve ardından bir çöküş yaşandı. NASDAQ endeksi 1999’dan itibaren artan bir ivmeyle 2000 başında 1996’daki değerinin 5 katını aştıktan sonra, başlayan hızlı düşüşle 2002 sonlarında neredeyse 1996 seviyesine geri döndü. Bu sürecin ekonominin temel değişkenlerindeki belirgin bir değişime karşılık gelmemesi spekülasyonun etkili olduğu şeklinde yorumlandı. Enron gibi şirketlerin muhasebe skandalları ve kendi hisseleri üzerinde yaptıkları spekülasyonların açığa çıkması da bu görüşü destekledi. 2001’de ABD büyüme oranı yüzde 1’in altına düşünce uzun süreli bir durgunluk beklentisi doğdu ancak FED’in faizleri yüzde 6,5’tan 2003 Haziran ayına kadar yüzde 1’e indirmesi ve ABD hane halkının neredeyse hiç tasarruf etmeyerek ortaya koyduğu tüketim gücü ile durgunluktan kısa zamanda çıkıldı. ABD’deki güçlü tüketim 2001 öncesinde büyük oranda borsadaki spekülatif yükseliş tarafından desteklenirken son dönemde daha çok emlak piyasalarındaki balon tarafından destekleniyor. Ev fiyatlarındaki yükseliş ve düşük faiz oranlarının mortgage (tutulu satış) dalgasını desteklediği ve tüketicilerin gelirlerine göre büyük oranda harcama yapmalarını sağladığı, borçlanmanın radikal bir biçimde arttığı, ancak bu durumun sürdürülemez olduğu iddia ediliyor. ABD’nin güçlü talebinin doğal bir sonucu da dış ticaret ve cari işlemler açığı olarak ortaya çıkıyor. ABD cari açığının gelirine oranı bizimkine benzer bir şekilde yüzde 6’nın üzerinde. Biz açığımızı dünya ortalamasının çok üzerinde faiz oranları vererek kapatıyoruz. Gelişmekte olan ekonomiler içinde Brezilya’dan (yüzde 17,95) sonra yabancı sermayeye en yüksek faizi Endonezya (yüzde 14,31) ile birlikte Türkiye (yüzde 14) veriyor. Bu arada sermaye girişine bağlı olarak değerlenen TL ’den kaynaklanan kur etkisinin yabancı sermayenin getirisini arttırdığını da unutmamak gerek. CARİ AÇIK 2005’de kur neredeyse yatay seyrettiği için bu kur etkisi görülmedi ve ortalama hazine faizi yüzde 16,3 oldu. Ancak 2003 ve 2004’te reel getiri yıllık ortalama kur ve faiz oranları cinsinden sırasıyla yüzde 50 ve yüzde 30 civarında gerçekleşti. ABD’de faiz oranları 4,75’e yükseldi. Yani ABD Türkiye gibi yüksek faiz vermiyor ancak 2004 ortalarından bu yana süren faiz oranı artışı devam ederse finansal sermaye Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden ABD’ye doğru akmaya başlayabilir ki böyle bir olay cari açığımızı finanse etmekte zorlanacağımız için, bizim açımızdan potansiyel bir kriz tehdididir. Üstelik gelişmekte olan ülkeler kategorisinde yani küresel finansal sermayenin yoğun olarak aktığı ülkeler içinde Hindistan, Pakistan, Tayland, Uruguay, Meksika ve yeni AB üyelerinin dışında kalanlar 2005 yılında 230 milyar dolar cari işlemler fazlası verdiler. Türkiye, cari işlemler açığı veren yapısı ile gelişmekte olan ülkeler sınıflandırmasının ortalama özelliklerini taşımıyor. Uluslararası Finans Enstitüsü’nün tahminleri 2003 sonrasında hızlı bir yükseliş gösteren, gelişmekte olan piyasalara doğru gerçekleşen sermaye akımının hız keseceği ve 2005’teki 400 milyar dolarlık seviyesinden 2006’da 356 milyar dolara gerileyeceği yönünde. Enstitü, büyük getirilerin elde edildiği yıllardan sonra gelişmekte olan ülkelerin borçlanabilirliğini sağlayan uygun ortamın sürdürülmesinin risk altında olduğunu vurguluyor. Yüksek cari açığa sahip olan İzlanda geçtiğimiz günlerde parasına karşı yapılan bir spekülatif atakla finansal krizin içine girdi. Roubini, bugün İzlanda’nın başına gelenin yarın Türkiye, Macaristan, Avustralya, Yeni Zellanda, İspanya, ve ABD’nin de başına gelebileceğini söylerken bu ülkelerde cari açığın sınır ötesi kısa vadeli finansal akımlarla finanse edildiğine, ayrıca bu ülkelerin yüksek dış borçlara ve ciddi anlamda aşırı değerli değişim oranlarına (kur) sahip olduklarına dikkat çekiyor. Ülkelerin ortak bir özelliği de emlak piyasalarında oluşan köpüğün de desteklediği düşük tasarruf ve yüksek tüketim eğilimlerinin cari açıkları daha da kötüleştirmekte olması. Goldstein’in çalışmasında, 5 kategoride toplanan kırılganlık göstergelerinin üçünde, Türkiye ilk 5 sırada yer alıyor ve ABD’deki sıkı para politikasının hızlanarak devam etmesi halinde finansal sermayenin yüksek risk iştahının aniden gerileyebileceğine de dikkat çekiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle