18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İzmir’e kadar gidişi ve nihayet denizcilikle ilgili pek çok yayının çıkartılması, konumuzla ilgili birkaç örnektir. Kabotaj Hakkımız’ın (Türk sularında deniz ticaretinin kendi sermayesi ve kendi vatandaşına ait olması) 1 Temmuz 1926’dan sonra ülkemize iadesi ile birlikte yabancı denizcilik kuruluşlarının Millileştirilmesine başlandı. 1930’lu yıllara gelindiğinde Türkiye biraz acemide olsa kendi sularında ticari denizcilik faaliyetlerini kendi sermayesi ve kendi vatandaşı ile yapar duruma gelmişti. Bu Türklerin kendi sularına hakimiyeti demektir. Bunda da yine Ulu Önder Atatürk’ün çok önemli katkıları vardır. Lozan’la kurulan Boğazlar Komisyonu Başkanı Tümamiral Vasıf TEMEL (18711958) Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostu idi. Meşhur Reşadiye zırhlısı komutanı olan Vasıf Paşa I. Dünya Savaşında Bahriye Nazırı Ahmet Cemal Paşa’nın Müsteşarlığını yapmış, Cumhuriyet dönemine Osmanlıdan tek amiral olarak intikal etmişti. Son derece ulusalcı, Atatürk İlke ve devrimlerine yürekten bağlı idi. Görev yaptığı 19231934 tarihleri arasında Boğazlardan "Zararsız Geçiş" yapacak gemilerin her türlü seyir güvenliğini ve kolaylığının yapılmasında ulusalcılık stratejisi güdüyordu. Nitekim 1930’lu yıllara gelindiğinde Boğazlarda bulunan kıyı denizcilik tesisleri Türkleşmiş ve/veya Türklerin kontrolüne girmişti. Artık Türkiye; Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin, Karadeniz’deki güvenliği ile zararsız geçiş yapacak gemilerin emniyetini korumak için Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden görüşülmesini isteyebilirdi. Öyle de oldu Türkiye 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi iki kıyısı kendisine ait bu su geçidinde hükümran oldu. Türkiye, Boğazlarla ilgili uluslararası yetkilerini 70 yıldır tarafsız ve tartışmasız biçimde uyguluyor. C S Deniz ALTINBAŞ TRATEJİ 17 Türkiye’nin AB üyeliği Paris’i ürkütüyor Fransa’da ‘özgürlüğün’ sınavı ‘Eşitlik, özgürlük, kardeşlik’ değerlerinin doğduğu yer olan Fransa, Ermeni iddiaları nedeniyle "özgürlük sınavı" vermeye hazırlanıyor. Fransız siyasetçiler, Ermeni oyları ve Türkiye’nin AB üyeliği kaygısını siyasi, hukuki, kültürel sistemini Müslüman Fransız nüfusa göre yeniden düzenlemediği sürece entegrasyon sorunlarının sadece Müslümanlardan kaynaklandığına [email protected] inanmaya devam edecek. Bu nedenlerle Türkiye’yi AB içinde görmek özde "Ermeni soykırımını inkar edenlere para istemeyen Fransız liderler, itirazlarını sık sık dile ve hapis cezası verilmesini" öngören yasa getirmekle kalmıyor, müzakere sürecinde de zorluklar teklifi, 18 Mayıs’ta Fransız Meclisi’nde çıkarmaya çalışıyorlar. Sosyalist Parti, müzakerelere görüşülecek. Fransız Sosyalistleri tarafından başlamak için önkoşul olarak sözde Ermeni hazırlanan tasarı, sağ partilerin de desteğini soykırımının Türkiye tarafından tanınmasını istiyor. Bu almış durumda. Sözde Ermeni soykırımını 2001 yılında gerçekleşmeyince, sorunun müzakere sürecine kabul eden Fransız parlamentosunun, bu tasarıyı taşınarak, üyelik için önkoşul yapılmasını savunmaya yasalaştırmasına kesin gözüyle bakılıyor. Ancak, başladı. Sosyalist Parti lideri François Hollande, Fransız Türkiye’nin tepkileri, yasalaşma sürecinin, gerçekleşse Taşnaksütyun lideri Murad Papazyan ile 3 Nisan 2004 bile Fransa’da sıkıntılara neden olabileceğini tarihinde Türkiye’yi sözde soykırımı tanımaya gösteriyor. çağıran bir metin imzalamıştı. Liderler, demokratik ve sosyal Avrupa’ya bağlılıklarını Y KAPMA YARIŞI dile getirmiş, birliğin üyesi olmak isteyen devletlerin de etik değerleri benimsemesi Fransa’nın çeşitli nedenleri var. gerektiğini açıklamıştı. Bu düşünceden Öncelikle burada tahminen 300.000hareketle, liderlere göre Türkiye ile 450.00 Ermeni’nin yaşadığı müzakerelerin başlayabilmesi için hatırlanmalı. 2007 yılında çekişmeli Kopenhag kriterlerinin yerine getirilmesi bir seçime hazırlanan Fransa için, kadar, Avrupa Parlamentosu’nun 18 birkaç bin oy bile önem taşıyor. Haziran 1987 tarihli kararı da Fransız gazeteleri dahi, 2001 yılında benimsenmelidir. "Eğer Türkler soykırımı olduğu gibi bugün de yapılan bu kabul etmezse kapı suratlarına kapanır" hareketin oy kapma amacıyla şeklinde konuşan Sosyalist milletvekilleri gerçekleştirilen çirkin bir oyun olduğunu bulunuyor. Sosyalistlerin önemli isimlerinden kabul ediyor. Michel Rocard, "müzakereler Türk toplumunun Hollande AB boyutu da etkili. Türkiye’nin ilerlemesine hizmet edecektir. Bu bakımdan üyeliğinin Fransa’yı olumsuz etkileyeceğine soykırımın tanınması da doğal olarak bu süreç içinde inanılıyor. II. Dünya Savaşı sonrasında başlayan Avrupa Türkiye’nin önüne gelecektir" şeklinde konuşuyor. entegrasyon süreci, uzun süre Fransa’nın liderliğinde Fransa’da yaşayan Ermenilerin çıkarlarını savunan devam etmişti. Fransa, bu dönemde topluluğun ortak Sosyalistlerin, Türkiye’yi AB üyesi olarak görmek politikalarını kendi ulusal çıkarları doğrultusunda istemesi çelişkili gibi bir izlenim veriyor. Ancak diğer şekillendirmişti. Ancak, önce iki Almanya’nın siyasi partiler gibi Türkiye’nin üyeliğine karşı birleşmesi sonucu Almanya’nın temsil gücü olduklarını bugünden açıklamaları durumunda bakımından ve ekonomik alanda üstünlük Ermeni oylarını kaybedecekleri açık. Çünkü elde etmesi, daha sonra 2004 bu kesim, Ermeni tezlerini Türkiye’ye kabul genişlemesi, Fransa’nın liderlik ettirmenin tek yolunun AB süreci içinde konumunu kaybetmesine neden oldu. gerçekleşeceğine inanıyor. Nitekim, Avrupa Anayasası’nın kabul Müzakere sürecinde ek kriterler edilmeyişinin nedenlerinden biri, getirilmesini savunan Fransa, Türkiye’ye AB’ye üyeliğin "artık" Fransa’nın farklı uygulama yapıldığını daha kuvvetli işine gelmediği yönündeki inanç bir şekilde gözler önüne sermeye çalışıyor olmuştur. olabilir. Belki de amaç, Türkiye’nin Türkiye’nin üyeliği, AB’de tahammül gücünü zorlayarak kendi isteğiyle Almanya’dan sonra en yüksek ikinci AB üyeliğinden vazgeçmesini sağlamak. temsil gücüne sahip ülke olan Fransa’nın Sözde Ermeni soykırımının tanınması ya da bir sıra daha geriye düşmesine neden inkarın suç sayılması, muhtemelen başka olacak. Çünkü, temsil gücü nüfus ile paralel Bayrou ülkelerde de tartışılacaktır. Parlamentosunun ve bir şekilde düzenleniyor ve Türkiye, üyelerinin kabul ettiği, üstelik konunun tartışılmasının Almanya’dan sonra en kalabalık ülke. Böylece, François kanunlarla yasaklandığı bir AB, Türkiye için daha ne Bayrou’nun dediği gibi "En Avrupalı olmayan ülke kadar süre çekiciliğini koruyabilir? Avrupa’nın en güçlü ülkesi haline geliyor." Fransa, bir CezayirSetif katliamını ya da Ruanda soykırımını kez daha Türkiye’nin üyeliği ile konumunu yitirmek kabul etmek için, tarihçilerin kapsamlı arşiv çalışmaları istemiyor. Halbuki, temsil gücü önemli olmakla beraber, yapması gerektiğini ileri süren Fransız siyasetçileri, AB içinde kararlar daha çok, müzakerelerle ikna ve Ermeni iddiaları söz konusu olduğunda herhangi bir görüş birliğine varma yöntemiyle alınıyor. çalışmaya gerek duymuyor. Dolayısıyla, ne tarihle, ne Avrupa’nın en büyük Müslüman nüfusuna sahip bilimle ne de gerçeklerle ilgisi olan bu tür kararlar, olan Fransa’nın, Müslümanlarla sorunu ise çıkmaza siyasi oyunlar içinde alınıyor. Bize örnek olarak girmiş durumda. Kesin sayıları tam olarak bilinmese de, gösterilen, AB üyeliği için standartlarını yakalamamız tahminen 58 milyon arasında olduğu düşünülen gereken, "izinde olduğumuz" Batı’ya bu tür hareketler Müslümanlarla başa çıkamayan Fransa için, Birlik yakışmıyor. Türkiye, buna karşılık bir adım atacaksa, içinde 70 milyon Müslümanın varlığını hayal etmesi bu, Fransa’nın "gerçekten" işlediği soykırımları bile korkutucu. Fransa, entegrasyon sürecinin iki taraflı tanımakla sınırlı kalmalı, ancak inkarın suç sayılması olduğunu, asimilasyon yerine çokkültürlülük özgürlükler çerçevesinde kabul edilmemelidir. politikalarını kabul etmediği ve ekonomik, toplumsal, S O TÜRKİYE DENİZLERİNE EGEMEN Anadolu’daki bin yıllık tarihimizin son 600 yılı KuzeyGüney eksenlerindeki Ulaştırma yollarına olan hükümranlığımızı içerir. Geçen zaman içinde dünya konjonktüründe meydana gelen değişiklikler Türkiye’nin sorumluluğunu ve önemini artırmıştır. Bunda en büyük pay şüphesiz bu coğrafya’nın dikte ettiği görüşün benimsenmesi olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1 Kasım 1936’da Montrö Antlaşması nedeniyle TBMM’deki, "Boğazlar artık tamamiyle Türk egemenliği idaresinde, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin buluşma yolu haline gelmiştir" ifadeleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel stratejisi oldu. Dünyanın enerji ve ham madde zenginliklerinin yüzde 75’inin sahibi ve mamul madde üretiminin en büyük pazarı olan bir coğrafyanın tabi bir terminal limanı durumundaki Türkiye, bölgesi için bir istikrar unsurudur. Boğazlarından 55000 gemi ve 150 milyon ton tehlikeli madde geçen Türkiye Cumhuriyeti; Uluslararası sorumluluğun tüm bilinciyle Montrö Sözleşmesi’ni uygulamaktadır öte yandan 4 denizle kıyıları yıkanan Türkiye’nin Donanması, Akdeniz’in en güçlülerinden biridir. Osmanlı’nın 1809 Kaleyi Sultaniye Antlaşması ile İngiliz Donanması’na, (İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan Donanması’nın 6. filosu) terk edilen Ege ve Doğu Akdeniz’de Türk Donanması vardır. Türkiye bölgedeki deniz ve hatta kara ulaştırmalarına ait ağır sorumluluğunun bilincinde olarak askeri denizciliğini geliştirmektedir. Aynı konu ticari denizcilik içinde geçerlidir. Gemi inşa, deniz taşımacılığı, deniz turizmi, romorkörcülük, kılavuzluk, kurtarmacılık hatta fenercilik Türk denizcilerinin en ustalaştığı Dünya piyasalarında kabul gördüğü alanlar olmuş durumda. Kısacası Türkiye denizlerine hatta denizleri ötesindeki denizlere de etkisini kabul ettirmektedir. Denizciliğin dostluk ve işbirliği için önemli bir iletişim aracı olarak gören Türkiye Montrö Sözleşmesi’ni evrensel boyutlarda ve insanlık yararına yorumlamakta ve bu biçimde uygulamaktadır. Bunun aksini düşünenler daha fazla zarar görürler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle