17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 C S TRATEJİ Ayrılıkçı terörün son eylemlerdeki stratejisinin değerlendirmesi: Bölücü örgütün ‘kader yılı’ Ercan ÇİTLİOĞLU Bahçeşehir Üniversitesi SAM Başkanı iyarbakır’da başlayıp Batman, Van, Siirt, Hakkari, Şırnak, Mardin, Mersin’e sıçrayan yeni eylemlerle boyutlanan olaylar sevgili Leyla Tavşanoğlu ile yaptığımız 15 Ocak 2006 günlü Cumhuriyet’teki söyleşimizi anımsattı bana her nedense… Yaklaşık iki ay önce yapılan "Her şeyin kontrol altında olup olmadığı" tartışması geldiğimiz aşamada biraz daha netleşmeye başlıyor. Son olayları anlamlandırmak için öncelikle geçmiş bir iki aydaki gelişmelere bakılması yeterli olabilir… D Etnik terörün bulaştığı toplumlarda tam anlamda tedavinin olanaklı olmadığı, zayıf yapılar üzerinde sürekli ilerleme kaydettiği tarihteki olaylardan biliniyor. Ayrılıkçı örgütün iç ve bölgesel gelişmeler açısından ‘son hesaplaşma’ya hazırlanması ve 2006’yı ‘kader yılı’ ilan etmesi siyasi uzantılarına da yansıyor. lerine ‘olayın nereye kadar giderse oraya kadar kovuşturularak sorumlularının bulunması’ talimatını vermiş ve bu açıklaması ile ‘devletin olayın içinde olduğu savlarına’ istemeden de olsa haklılık kazandırmıştı. Şemdinli ve Yüksekova’da tek taraflı şiddet içeren kitlesel gösteriler sırasında yaşamlarını yitiren yurttaşların cenaze törenleri bir meydan okuma ve başkaldırıya dönüştüğünde, daha büyük olayları engelleme adına güvenlik güçlerinin geri plana alınışının, yaşadığımız günlerdeki hazin ve ürkütücü güç gösterilerinin tetikleyicisi olduğu o dönemde sanırız pek az kişi tarafından algılanmıştı. Devleti temsil eden Hakkari valisinin Patrona Halil’i anımsatan bir biçimde istifasının istenilmesi ve bu isteğin siyasi iktidar tarafından gecikmeksizin yerine getirilmesinin PKK ve yandaşlarını ne ölçüde yüreklendireceği yaşanan o günlerin tansiyonu içinde düşünülmemiş ve bölge genelinde yerel otoritenin merkezi otoritenin önüne geçmesi önemsenmeyerek çok önemli bir mevzi yitirilmişti. Bölge halkını yatıştırma görevini üstlenen seçilmiş yerel yöneticilerin merkezi otoritenin önüne geçen ve Ankara tarafından sessizlikle karşılanan tavırları bölgede ‘yeni bir otorite kavramını’ gündeme taşımış ve bu görüntünün olası yansımaları dikkate alınmayarak PKK’nın ilk tehlikeli virajı geçmesine seyirci kalınmıştı. Başbakan Erdoğan’ın, cenaze konvoyu üzerinde savaş uçaklarının uçması ile ilgili bir soruya verdiği ‘uçakların uçmasını sevmedim’ yanıtı ise talihsiz gelişmeler zincirinin yüreklendirici bir başka halkasını oluşturmuştu. Cenaze konvoyunun geçeceği güzergah üzerinde yer alan polis lojmanlarının boşaltılması, asker ailelerinin evlerini boşaltarak geçici olarak kışlalara gitmeleri, kitlesel bir gösteriye başvurulduğunda meydanın kendilerine kalacağı izlenimini uyandırarak gösterilere katılanları daha da yüreklendirmiş ve meydanlara döküldüklerinde kendilerini engelleyecek bir güç olamayacağı inançlarının pekişmesine neden olmuştu. Bölgede otoritenin el değiştirmesi ve siyasi iktidarın o günlerde krizin büyümemesi adına öngörüsüz bir politika izleyerek gelecekteki daha büyük krizleri hazırlayan pasif tutumunun kreşendosu ise Şemdinli olayı iddianamesi ile yaşanmış ve devlet ciddi bir yara almıştı. Şemdinli’deki bombalama olayının çerçevesini aşıp konuyu Cumhuriyet rejiminin 80 yıllık uygulamalarının eleştiri ve muhasebesine dönüştürerek hukuki bir belge olmaktan çok manifesto kimliğine bürünen, maddi deliller yerine hayali kişilerin hayali suçlamaları üzerine inşa edilen, dedikodu düzeyindeki söylemlere yer veren ve bu yapısı ile Türk adalet tarihinde talihsiz bir ilki oluşturan iddianamenin TSK’de görevli üst düzey komutan ve subayları hedef alan içeriği kimi AKP’li milletvekillerince de kutsanmış (bizim yapamadığımızı savcı yaptı, kendisini kutluyorum) ve bölgede oluşturulmasına çalışılan alt yapının son harcı da böylelikle atılmıştı. Sahte adresler gösterilerek imzasız gönderilen ihbar ve suçlama mektuplarının yer aldığı, olaylar sırasında bölgede görevli olmayan subay ve generallerin o tarihlerde örneğin Şırnak’ta bulunduklarının ileri sürüldüğü, TSK mensuplarını anonim suçlamalar altında bırakan kanıtsız söylemleri içeren Şemdinli iddianamesinin ortalığı bulandırdığı günlerde yaklaşmakta olan Nevruz bir anda gündem dışına düşmüştü. PERŞEMBENİN GELİŞİ... Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir’in Şemdinli’deki malum olayda hasar gören Sefer Yılmaz’a ait kitapçı dükkanını, ‘Bir bomba atıldı, Türkiye aydınlandı’ veciz ifadesi! ile yeniden açışı öncesine dönüldüğünde Perşembenin üstelik büyük bir hızla geldiği son derece açık olmalıydı. Şemdinli’de Umut Kitapevine iki el bombası atılması ve bir kişinin ölümünün ardından başlatılan ve kitlesel gösterilere dönüştürülen olaylar aslında günümüzde yaşanan ve yakın gelecekte genişleyerek yaşanacağından kuşku duyulmaması gereken gerek sivil itaatsizlik gerekse şiddet eylemlerinin habercisi niteliğindeydi. Kriz yaratmada son derece usta olan ancak kriz yönetmede inanılmaz bir acemilik sergileyen ve sürekli olarak yarattığı ya da yaratılmasına yardımcı olduğu krizlerin altında kalarak ciddi hasarlar alan AKP iktidarı Şemdinli olayında da erken sahne alıp hiç kuşkusuz bilmeyerek PKK’nın ekmeğine yağ sürecek yanlışlıklar komedyasını! başlatmıştı. Şemdinli’deki olaya karıştıkları iddia edilenlerden ikisinin jandarma sınıfına mensup astsubay birisinin de PKK itirafçısı olduğunun açığa çıkması ‘Susurluk sendromunun’ hortlatılmasına neden olmuş, kimi DTP’li belediye başkanları ‘bu defa devletin suçüstü yakalandığını’ müjdelemişler!, Başbakan Erdoğan’da kamu görevli DEVLETİN ‘RİCATI’... Şemdinli’de meydana gelen tek taraflı şiddet olaylarında yakılan polis noktaları, yırtılan Türk bayrakları, tahrip edilen Atatürk büstleri, saldırıya uğrayan kamu görevlileri ve kamu binaları, yollara kurulan barikatlar, gözlerine erimiş naylon damlatılarak kör edilen polis köpekleri, sırf polis noktasında beslendikleri için kanatlarından duvarlara çivilenen güvercinler gibi nefret ve vahşet düzeyinin ulaştığı uyarıcı işaretler gözardı edilmiş ne var ki cenaze töreni sırasında kalabalığın üzerinde uçan F 16’lar gündeme oturtularak bölgedeki ayrışmanın daha da keskinleşmesi amacına hizmet edilmişti… NEVRUZ YA DA ‘NEWROZ’... Van Cumhuriyet Savcısının hazırladığı ancak ‘ciddi bir lojistik ve mesleki desteği’ akla getiren somut verilerin ortaya çıktığı iddianame krizinin Türkiye’yi gerdiği günler aynı zamanda Nevruzun yaklaşmakta olduğu bir dönemi işaret ediyor ancak ‘Nevruzİddianame’ zamanlamasının çakışması esen şiddetli fırtınanın yarattığı toz bulutu nedeniyle yeterince algılanamıyordu. Aylardır şiddet içeren eylemlere sahne olacağı konusunda psikolojik bir bombardımanın etkisinde bırakılan ve 21 Martı endişe ile bekleyen Türk kamuoyu bir kez daha ölüm gösterilerek sıtmaya razı ediliyor ve hiç kimse ölmeden/öldürülmeden atlatılan Nevruz uzun süredir gerilen sinirlerin boşalmasına neden olarak anonim bir rahatlama yaratıyordu. Oysa bu aldatıcı görüntünün arka planında PKK ve yandaşları bir kez daha hedeflerine ulaşmış ve çok önemli bir ikinci virajı daha geride bırakmışlardı. Çünkü devlet kararlılık, caydırıcılık ve inandırıcılığını yazık ki bir defa daha yitirmiş, PKK ve onun temsil ettiği zihniyeti PKK sempatizanlarının gösterileri üzerine askeri birlikler devreye girdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle