17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

düğüm böyle bir taahhüdün altına girmeyeceğini umut ve temenni ediyorum. Kaldı ki, Türkiye’nin ABD’ye karşı böyle bir mükellefiyeti de yoktur. AKP iktidarının tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi, Ege ile ilgili tutumunun geleneksel Türk dış politikası ile örtüşmediği gözleniyor. Örneğin, geçtiğimiz yıl TBMM Başkanı 12 milin savaş nedeni sayılmayabileceğine ilişkin görüşleri açıkça ileri sürebildi. İktidar ve AKP sözcülerinin bu ve buna benzer konularda yalpalaması ulusal çıkarlar açısından geleceğe dönük ne gibi zararlara yol açabilir? Türkiye’nin yaşamsal ulusal çıkarlarına aykırı talepler gelişmişlerin neoliberal küreselleşme düzenini ve o düzenin politika ve stratejilerini uygulamaya başlanmasını takiben ABD’den ve konjonktürün yarattığı fırsatlar sonucu AB’den sürekli geliyor. Bunların büyük kısmı komşumuz Yunanistan’ın Türkiye’ye dönük emellerini gerçekleştirme yönünde, Ermeni sorunu var, İran, Suriye gibi komşularımızla aramızda soğukluk yaratmaya yönelik girişimler var. Etnik ve dini, bölücü, ayrıştırıcı, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin ilke ve değerlerini, Anayasasını aşındırmaya, içini boşaltmaya dönük talepler var. Bu değerleri bilinçle koruyan Atatürk ulusçuluğunun, ilkelerinin savunucusu, ulusumuzun çelik çekirdeği TSK’nı yıpratmaya yönelik girişimler var. Ne yazık ki, aramızda bu girişimlere arka çıkabilen aymazların, işbirlikçilerin mevcudiyetini de yadsıyamayız. Zaman zaman yönetimler de AB’ye üye olma hedefini yakalamak ya da ABD’nin desteğini sağlamak için ikilemler içinde yalpalamaktadırlar. Bu gidişe önlem almak bir yana, bir kısım talepleri yerine getirme çabası içine girilmektedir. Bu taleplere karşı ulusal birlik içinde, ulusal politikalarla, sonsuz bir yurtseverlik, bilgi, yakın tarih bilinci ve erdemle direnç göstermeliyiz. Aksi halde bir gün bakarsınız emperyalizme karşı ulusal bir kurtuluş savaşının askeri ve diplomatik utkusuyla kurulmuş Cumhuriyetimiz ve ulusumuz toprak bütünlüğünü, ulusal birliğini, laik, sosyal hukuk devleti niteliklerini, üniter ulus devlet yapısını yitirmiş Lozan’dan Sevr’e dönmüş bir hasta adamı olur Avrupa’nın. Türk ulusu umarım bütünüyle böylesine bir kadere boyun eğemeyecektir. Hepimizin ulusal tehlike ve tehdidin yakınımızda olduğunu görüp aklımızı başımıza toplamamız gerek. Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorununun çözümüne ilişkin görüşmeler yapılıyor. 30’u aşkın oturumdan bir sonuç çıkmaması olumlu mu olumsuz mu bir sonuç sizce? Ege sorununun çözümüne ilişkin görüşmeler olumlu bir sonuç vermemiştir. Yunanistan bir Adalar denizi olan Ege’de Türkiye’nin mantıki, adil haklarına karşı uluslar arası hukukun bazı genel kurallarını, kararlarını karşımıza çıkarıp, onlara katılıkla sarılarak Ege’yi bir Yunan denizi haline getirme görüşünü değiştirmemiştir. Türkiye’nin 1982 sonrası deniz ve hava gücünü modernleştirip etkinleştirmesi sonucudur ki, bugün sorunlar dondurulmuş gözüküyor. Ege’deki sorunlara tek tek değinmiyorum. Kamuoyu bunları bir ölçüde biliyor. Görüşmelerde görece ilerlenen konu özellikle hava sahalarında karşılıklı güveni arttırıcı önlemler konusunda olmuştur ki, uygulamada bu hususta dahi zaman zaman Yunan uçaklarının önleyici hareketleri ve ihlalleri güç durumlar yaratmaktadır. Adalar Lozan’ın amir hükümlerine karşın silahlandırılmışlardır. Milli güvenlik siyaset bölgesinde yer aldığı şekilde Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarması Türkiye için bir savaş nedenidir. Bu ulusal politikalar devlet politikalarıdır. Bir siyasal iktidar, ulusal uzlaşma sağlamadan bu kararları değiştiremez. Aksi halde sonu ulus için hüsran olur. Türkiye bugün yüzde 50’sini kullandığı Ege uluslararası sularının kullanma payının yüzde 19.7’ye düşürülmesini böylece açık denizlere geçiş serbestisinin Yunanlılar lehine sınırlandırılmasını ya da kontrolünü asla kabullenemez. (12 milin kabulü bugün Ege’nin yüzde 43.7’sini kapsayan Yunan karasularının yüzde 71.5’e çıkması sonucunu vermektedir.) Son yıllarda Yunanistan Türkiye ilişkilerinde de daha ziyade bizim gayretimizle olumlu gelişmeler oldu. Arzu edilir ki, Ege’nin iki yanında yer alan bu iki ülke için Ege bir dostluk gölü olsun. İki ülke de büyük savunma harcamaları yapmasınlar. Ne var ki Batı Emperyal güçlerini arkasına almış bir Yunanistan, her fırsatta hiçbir zaman erişemeyeceği, Türkiye’ye yö nelik emellerini, onu uluslar arası platformlarda güç duruma düşürecek her fırsatı kullanmayı açıkça belli ediyor. Bunun anti tezi güçlü ve adil bir Türkiye’dir. Gerçek Türk – Yunan dostluğu o dengeye oturunca yeşerecektir. Kıbrıs’ın; Türkiye’nin Akdeniz’deki, hatta bölgedeki güvenliği açısından önemi biliniyor. KKTC’deki yönetim ve Türkiye’deki iktidarın bu önemi algılayabildiği kanısında mısınız? Her iki yönetimin, algı eksikliğinden öte, bilerek ve isteyerek geliştirdikleri olumsuz bir tutumundan söz etmek olası mı? Kıbrıs’ın Türkiye’nin Akdeniz’deki hatta bölgedeki güvenliği açısından önemi aşikar. Türkiye halkı büyük çoğunluğu ile bunun farkında. Kanımca KKTC yönetimi ve Türkiye’deki yönetim de bu önemin farkında olmalı. Ama reel politik olarak düşündükleri. Biri, her ne pahasına ve şekilde olursa olsun Kıbrıslı Türk soydaşlarımızın AB ligi üyesi olması ve Kıbrıs’ta gevşek bir federe yönetiminde (parça devletler olarak) Rumlarla beraber yaşayabilecekleri kalıcı bir düzen kurmayı amaçlamaları; diğeri 32 yıldır süren bu sorunun verebilecekleri en az ödünlerle (kendilerince) çözüme kavuşturularak (Annan Planı kastediliyor) Türkiye’nin bu sorundan soyutlanması yanı sıra, AB’ye tam üye olmada olumlu bir adımın atılmasını sağlayacak puanların kazanılması düşünülüyor olsa gerek. KKTC’de bu sonuca varmak ve Annan planının referandumda desteklenmesi için medyadan aldığımız bilgilere göre özellikle dışardan gelen fonlarla örgütlü eğitim ve kamuoyu oluşturma çabalarında gerçekleri karartmaları bir ölçüde başarılı olmuştur. Ama gerçek bu mudur? Kıbrıs’ta velev federal bir Türk yönetimi azaltılmış topraklarda kurulsa ve gene bu topraklarda 85 – 100 bin Rum’un da iskanı düşünülse ve zamanla Rumlara eski mülklerine sahip olma hakkı verilse (Annan Planı) bunun sonucunu düşünebiliyor musunuz? Bunu Kıbrıs’ta 1974’ler öncesini de yaşamış kuşak açıkça söylüyor. Direnç gösterince çatışma, direnç göstermeyince göç. Onurunla yaşamak istemiyorsan zamanla ikinci sınıf vatandaş olarak giderek Rumlaşmak. Bugün elde ettiklerini kaybetmek. Türk soydaşlarının korunması görevi gibi bir ana işlevi bir tarafa bırakıyorum. Kıbrıs’ın Rumların hakimiyeti altına girmesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den de kuşatılması; petrol terminallerinin, önemli limanlarının, deniz üslerinin, turizm bölgelerinin Rumların stratejik kontrolüne girmesi anlamını taşımıyor mu? Eğer biz Yunanistan’la gerçek dost ve iyi ilişkiler içinde olsak bu durumlar bir tehdit yaratmaz. Ama tarihin akışında durum bu mudur? Ulusal güvenliğimizin sorumlu ve yetkililerinin bu durumu değerlendireceklerini, bunun ciddi bir ulusal konu olduğunu kabul ettiklerini, 1974 ve öncesine dönülmesine asla olanak vermeyecek politika ve stratejileri kararlılıkla izleyeceklerini umarım. Adadan asker çekilmesi yaklaşımlarına ilişkin değerlendirmeniz nedir? Adada kalıcı bir barış sağlanmadan ve Türk soydaşlarımızın can ve mal güvenlikleri ve otonom yönetimleri ve onlara vatan olan toprakların emniyeti garanti altına alınmadan, orada 32 yıldır barışı sağlayan Türk Barış Kuvvetleri’nin asker ve teçhizatlarının ve silah sistemlerinin çekilebileceğini düşünemiyorum. Barış kanımca iki toplumlu, iki yurtlu, iki otonom yönetime sahip gevşek bir federal yapı ile sağlanır, diye düşünüyorum. Türkiye bu federal devletin Anayasal sınırlar içinde yönetilmesi için gereğinde müdahaleye yetkili garantör statüsünü sürdürmelidir. Kıbrıs’ın ve hatta Türkiye’nin AB’ye üyeliği bu gerçeği ve ihtiyacı değiştiremez. Federal devlette Rumların iskanı en az düzeyde (Türk bölgesinde) olmalı ve koşullara bağlanmalıdır. Mazinin tasfiyesi barışla beraber sağlanmalı. Rum, Türk bireyleri birbirlerine muhatap duruma gelmemelidir. C S TRATEJİ 15 Giderek iki toplum barış içinde yan yana eşit ve saygın koşullarda yaşamaya alışırlarsa gelecekte bu koşullar esasen fiili olarak gevşer. Bugüne değin Kıbrıs Rumlarına da barış ve gönenç sağlamış Türk askeri varlığının bu koşullar sağlanmadan sırf AB istiyor, AB’ye üyelik için bir mecburiyet gibi algılanıp adadan çekilmesi, güçlü silahlarla donatılmış Kıbrıs Rum kesiminin, Türk bölgesini işgal için iştihasını kabartacaktır. Böyle bir eylem emrivakisine bilinmelidir ki BM’de, AB’de protestolarla yetinecektir. Golan tepelerinin İsrail tarafından işgalinin BM kararıyla kaldırılma istemine İsrail’in BM’in Newyork’ta aldığı kararlar Golan’da duyulmuyor karşılığını unutmayalım. Son yıllarda kabotaj hakkımıza yönelen bir vurdum duymazlıktan söz edebiliriz. Sözgelimi Milli Eğitim Bakanlığı, okul müfredatlarından kabotaj bayramını çıkarmak istedi. Ne diyorsunuz? Biliyorsunuz kabotaj bir ülkenin karasularında iskele yada limanları arasında gemi işletme, taşımacılık, liman hizmetleri, yani deniz ticaretine ait işlevlerin o ülkeye ait bir hak olması. Osmanlı’da bu hak yabancı şirketlerin imtiyazlarına tahsis edilerek ulusal olarak kullanılmıyordu. Ekonominin birçok kesimi gibi. Türkiye Cumhuriyeti 20 Nisan 1926 E. Amiral Tanju Erdem Harekat ve lojistik üssü olarak anlaşmalarla kalıcı yer tahsisleri yapılması ulusal çıkarlarımıza kesinlikle aykırıdır. tarihinde 815 sayılı Yasa ile Türk kıyılarında kabotaj hakkını ulusal kuruluşlara ve Türk vatandaşlarının tekeline bıraktı. Şimdi küreselleşme çağında giderek ulusal ekonomi, ulusal sermaye ve doğal olarak kabotaj hakları gibi ulusal yararlara dönük anlayışlar bizzat içimizde ve topluma egemen gözüken emperyal güçlerin işbirlikçileri, sempatizanları tarafından dışlanma eğilimindedir. Bunları savunanlar bu ulusların çıkarlarını emperyal güçlerin ulus ötesi yada çok uluslu ekonomik kuruluşlarının çıkarlarına kurban edenler, ulusal görüşlerin modası geçmiş olduğunu medyada, iş aleminde, devlet yönetiminde savunuyorlar. Kabotaj hakkı da bunlardan biri olmalı. ABD gibi bir emperyal gücün bırakın kendi kıyı işletmelerini, uluslararası açık limanlarını bile yabancıların işletmesine karşı çıkışı yakında vaki oldu. Yürütme, yasama birbirine girdi. Büyük medyada da yer alan bu kişisel çıkarlarını, ülke ekonomisini eline geçirmeye çalışan yabancıların emelleriyle birleştiren kişiler bu durumu nasıl değerlendirmişlerdir acaba. Öte yandan gelecek kuşakların fikir yapısını, kişiliklerini inşa eden kuşkusuz eğitimdir. Bu itibarla Atatürkçü düşünceye ters düşen bu sakim girişimler elbette temelde oraya yansıyacaktır. Cumhuriyetin temel değer ve ilkelerini öğretmeyeceksin, karartacaksın ki! Gençler önünü görmesin.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle