17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Büyüyen ekonomi mi, rakamlar mı… C S TRATEJİ 5 Ekonomide ‘31 Mart Vakası’ Aybike KOCA TUSAM Çalışma Hayatı ve Türkiye Araştırmaları Masası [email protected] S on günlerde yüksek büyüme oranlarına karşın işsizliğin artması tezatlığı gündemi meşgul ediyor. Türkiye’nin son dört yıldır büyüme grafiğini koruduğu ve ekonominin uzun yıllar sonra ilk defa istikrarı yakaladığına dair açıklamalar yapılıyor. Yüzde 7,6’yı bulan GSMH (Gayri Safi Milli Hâsıla) oranına karşın işsizliğin azalmaması, hatta yüzde 11,2’ye çıkması, büyüme oranlarının güvenilirliğinin sorgulanmasını beraberinde getiriyor. Nitekim TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) 31 Mart 2006 tarihinde yayımladığı haber bülteninde ilk çeyrekte yüzde 7,5 olarak hesaplanan GSMH’nin tahmini değeri, 12 Aralık 2005’de yayımlanan bültende yüzde 5,3 olarak verilmişti. İkinci çeyrek tahminleri yüzde 4,7 çıkmasına karşın bir önceki bültende yüzde 3,4 olarak açıklanırken üçüncü çeyrek hesaplamaları 31 Mart’ta yüzde 8, 12 Aralık’ta ise yüzde 7,3 çıkmıştı. Tabloya bakıldığında 31 Mart verilerinin düzeltilmiş veriler olduğuna ve hesaplama yönteminin zorluğuna dikkat çekenler olduğu gibi son çeyrekte yaşanan büyümenin yüzde 10,2 gibi oldukça yüksek olduğunu ve bunun 2005 yılı ortalamasını beklenenden daha fazla etkilediğini savunanların sayısı da az değil. Ancak şurası bir gerçek ki; büyüme oranlarındaki bu artış IMF dâhil (olumlu ya da olumsuz) tüm kesimleri şaşırttı. Ekonominin büyümesine karşın işsizliğin düşmemesi, büyüme rakamları son dönemin tartışmalı konularının başında geliyor. Sorunu yalnızca Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkeler değil, gelişmiş ülkeler de yaşıyor. Büyüme rakamlarının birbirini tutmaması ise hedefe TÜİK’i koyuyor, akla seçim yatırımlarını getiriyor. soruna çözüm bulmakta yetersiz kaldığını söyleyebiliriz. Örneğin Fransa’da yürürlüğe girecek olan yeni iş kanununun işsizliği daha da artıracağı tartışmaları giderek alevleniyor. Görüldüğü gibi büyümenin "yüksek" ya da "düşük ama istikrarlı" olması işsizliği azaltamayabiliyor. Gelişmekte olan ülkelerin yatırım yaparak çözebileceği bu sorunu gelişmiş ülkeler (alt yapı v.s. yatırımlarının tamamlanmış olması nedeniyle) daha zor atlatacak gibi görünüyor. Türkiye’nin yatırım yapmak yerine artan talebi farklı yollarla karşılamaya çalışması ise henüz işsizliğin sorun olarak görülmediğini gösteriyor. Yüksek büyüme oranının yeni iş alanları yaratılması suretiyle işsizliği azaltması beklenirken, çalışma saatlerini artırdığı görülüyor. Bu da çalışanların refahında artışa değil, azalışa neden oluyor. İç talepte ortaya çıkan artışın üretime katkı sağlaması fakat bunun (işgücü maliyetleri başta olmak üzere pek çok nedenle) yatırıma yansımaması sonucu oluşan çalışma saatlerindeki artış, tüketim eksenli büyümenin sonuçlarını ortaya koyuyor. Aksi takdirde tüketim artışına paralel olarak yaşanacak bir yatırım artışı olsaydı büyümenin işsizliği azaltacağı söylenebilirdi. Her yıl işgücüne katılan ortalama 700.000 kişiden sadece 300.000’inin iş bulabildiği düşünüldüğünde işsizler ordusunun genişlememesi için büyümenin yatırımla sonuçlanması ve sürdürülebilir hale getirilmesi şart gözüküyor. Üstelik işsizler ordusunun ÜKSEK BÜYÜMENİN SONUÇLARI eğitimli nüfustan oluştuğu dikkate alınırsa kaliteli iş Yüksek büyüme oranı elde etmesine rağmen işsizlik olanakları yaratılmadan sorunun çözülemeyeceği ortaya oranı hala yüksek olan tek ülke Türkiye gibi görünüyor. çıkıyor. Milli bir politika uygulanmadığı takdirde, son Buna karşın küresel bir büyümeden ve küresel bir dört yıldır artan büyüme işsizlik sorunundan aynı anda oranına karşın 4 bahsediliyor. Fakat bahsi geçen yıldır yüzde 10’ların LARI AN OR İK İZL yüksek büyüme oranları, gelişmiş İŞS RI üzerinde seyreden LA R BÜYÜME ORAN ülkelerin çoğunda yüksekten ziyade YILLA işsizlik oranından 6,6 6,3 2000 istikrarlı; işsizlik oranları ise artan kurtulabilmek için 8,4 9,5 bir grafik çiziyor. Örneğin son iki de uluslararası 2001 10,3 yıldır yüzde 2’ye yakın seviyede 7,9 kuruluşların kapısı 2002 10,5 büyüyen Almanya’da işsizlik yüzde çalınacaktır. 5,9 2003 9’u aşmış ,3 10 9,9 2004 durumda. Yüzde 10,5 Tartışmaların 7,6 2’nin üzerinde 2005 odağında büyüme oranı elde Kurumu Kaynak: Türkiye İstatistik TÜİK bulunuyor. eden Fransa’da ise işsizlik yüzde 10’a yaklaşmış durumda. Yine İtalya’da da düşük ama istikrarlı bir büyüme oranına karşın işsizliğin yüzde 8’in üzerinde olduğunu görüyoruz. O halde büyümenin küresel olmadığını ancak işsizliğin küresel bir sorun haline geldiğini ve devletlerin bu katkısının ölçütü olabilmektedir. Buna göre bir ülkenin "büyüdük" diyebilmesi için GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hâsıla) değerlerinin de dikkate alınması gerekir. Aksi takdirde rakamsal büyümeden fazlası yaşanmaz. Açıklanan son verilere göre GSYİH’de de artış var. Yüzde 7,4 olarak gerçekleşen GSYİH oranı, verilerin doğruluğu ışığında, ülke sınırları içerisinde üretim ve dolayısıyla yatırım yapıldığını gösteriyor. Peki, eğer üretim ve yatırım varsa, neden işsizlik oranı 2000’den bu yana artıyor? Bu soruya verilecek en doğru yanıt şüphesiz büyüme dinamiklerinin Türkiye’nin ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin işgücü yapısına uymadığını söylemek olacaktır. Büyümenin yaşandığı sektörlerin istihdama doymuş olması bir yana ithalatçı firmaların daha iyi hissedebildiği bir büyüme oranı ile karşı karşıyayız. Öyle ki son dört yılda ithalatçı firmaların sayısında artış görülüyor. 2002 yılında 39.071 olan ithalatçı firma sayısı 2005 yılı Kasım ayı itibariyle 49.253 olmuş. İhracatçı firmalarda ise azalan oranda bir artış söz konusu. Ekonomik çevreler uygulanan kur politikası nedeniyle büyümenin sadece ithalat sektörünü etkilediği görüşünü savunuyor. 2001 yılına kadar büyüme ile ara malları ithalatı arasındaki paralelliğin 2005 yılında bozularak aynı oranda büyüme için daha fazla ara malı ithalatının zorunlu hale gelmesi de bu görüşü doğrular nitelikte. Fotoğraf: Necati SAVAŞ RAKAMLARDA OYUN Üç buçuk ay arayla açıklanan verilerin birbirini tutmak bir yana birbirine yakın dahi olmaması, kimi çevrelerin TÜİK’e şüphe ile bakmasına neden oluyor. Eski adı DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) olan TÜİK’in ismiyle beraber yapısının da değiştiği yönünde iddialar ortaya atılıyor. Hal böyle olunca, rakamların seçim propagandası olarak kullanılacağı düşünülerek abartıldığı bu bağlamda büyümenin "hormonlu" olduğu iddia ediliyor. Mali şeffaflığın henüz Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının hepsinde geçerli olmadığını akıllara getiren bu yorumlar, Türkiye ekonomisinin seçim malzemesi olarak masaya yatırıldığı izlenimini doğuruyor. Peki, bunlar sadece Türkiye’de mi oluyor? Tabi ki hayır. Hatta böyle durumların sadece gelişmekte olan ülkelerde olabileceğini düşünmek bile hata olacaktır. Geçmişte İtalya ve Yunanistan AB’nin istatistik kurumu EUROSTAT’a yanlış bilgi vermekten ötürü suçlu bulunmuşlardı. Gelişmiş ülkelerde de örnekleri olan "rakamlarla oynama" yönteminin Türkiye’de de uygulanabileceğini düşünmek son derece doğaldır. Asıl konu olan büyümenin istihdama neden yansımadığı sorusu ise büyümenin kaynağını oluşturan argümanlarla ilgilidir. Bir ülke sermayesini artırdığı halde hâsılasını artıramıyorsa yani yüksek büyüme oranı elde ettiği halde bunu üretime ve/veya istihdama yansıtamıyorsa verilerle ilgili bir sorun var demektir. TÜİK’in tahminleri doğru kabul edildiğinde ise sorunun işgücünün yapısından kaynaklandığı söylenebilir. Y EMEĞİN BÜYÜMEYE ETKİSİ Büyümenin birincil kaynağını oluşturan teknolojik gelişme sonuncuda ortaya çıkan emek üretkenliğini ölçebilmek için sadece büyüme rakamlarına bakmak yetmez. Bir ülkenin sınırları içinde üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin miktarı da büyümenin refaha
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle