17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 C S BİLENEN NEFRET... TRATEJİ Irak’ta son yaşananlar kıyamet senaryolarını gündeme getirdi… Cehennemin kapıları H. Miray VURMAY TUSAM Ortadoğu Araştırmaları Masası [email protected] ünya, karikatür krizi ile yenden hortlatılan medeniyetler çatışması tezi, keskinleş(tiril)en DoğuBatı ayrışması ve bu vesileler ile körüklenmeye çalışılan MüslümanHıristiyan çatışması merkezli bir dinler savaşı senaryosu ile karşı karşıya. Gün geçtikçe yükselen tansiyon makro düzeyde şimdilik zihinlerle sınırlı kalan bir dinsel çatışmayı beraberinde getirirken, mikro düzeyde ise dinlerin kendi içerisinde mezhep çatışmaları yaratılmaya çalışılıyor. Özellikle Ortadoğu’da, Irak’ta başlayıp tüm Ortadoğu’ya yayılması muhtemel bir mezhep savaşının fitili ateşlendi bile. Şiilerin 4 kutsal mekanından biri olan Samarra kentindeki Askariye Türbesi ya da diğer adı ile Altın Kubbeli Cami’ye düzenlenen bombalı saldırı, yıllardır fikri zemini oluşturulan SünniŞii çatışmasının pimini çekti. Askariye Türbesi’ne düzenlenen saldırının ardından, beklenildiği üzere olaylar çığırından çıktı. Samarra, Necef ve Kerbela başta olma üzere tüm Irak’ta saldırıları proteste etmek isteyen yüz binlerce Şii sokaklara döküldü. Dini liderlerin itidal çağrıları öfkeli Şiileri durdurmaya yetmedi ve giderek artan şiddet olayları sonucunda 3 gün içerisinde 200’e yakın Sünni camisine bombalı saldırı düzenlendi ve bir o kadar Irak’lı yaşamını yitirdi. Neredeyse 100 yıllık bir geçmişe sahip olan mezhep çatışmasına dayalı iç savaş senaryoları ise böylece sahneye konulmuş oldu. D Irak’taki son gösterilerden... Irak’ta gün geçtikçe artan şiddet, her geçen gün bir yenisi eklenen olaylarla iyiden iyiye bileniyor. İstikrar kelimesinin anlamını yitirdiği, halkın can ve mal güvenliğinin bahis konusu bile edilemediği, günde ortalama 30 kişinin yaşamını yitirdiği, cenazelerin , düğünlerin bile roket atarların hedefinde olduğu; bombaların, ölümlerin ve hatta her geçen gün bir yenisi eklenen Ebu Garib skandalları ile işkencenin bile artık "normalleştiği" Irak’ta dehşet senaryoları birer birer gerçeğe dönüşüyor. Bugün gelinen nokta, ilkin I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında İngiliz belgelerinde, daha sonraki yıllarda ABD (CIA) ve İsrail (MOSSAD) belge ve raporlarında en ince ayrıntısına kadar tasarlanan bölünmüş Irak modelinin uygulama aşamasına gelindiğinin açık bir kanıtıdır. Aralık 2005 seçimlerinin sonuçları ile de söz konusu modelin teoriden pratiğe geçirileceğinin sinyalleri verilmişti. Bugün yer çekimini tamamen kaybetmiş bir Irak var karşımızda. Irak Devlet’inden söz etmek teorik olarak mümkün belki ama uygulamada olanaksız. Ne devlet kurumları, ne halkın canını malını koruyan bir polis teşkilatı, ne belirli ve düzenli bir ordu, ne de işleyen bir ekonomik sistem var. Irak’ta sadece kaos var. Yaşanan karmaşanın nedenlerinden biri de Irak’ın "devlet" niteliklerini yitirmesi. Irak’ın yeniden bir "devlet" olması ise uzun, zorlu ve son derece sancılı bir süreç olacak. Nitekim bu devletleşme sürecinin önünde de birtakım engeller var. Irak’ın devlet kurumları bağlamında yeniden yapılandırılmasının önündeki en büyük engel ABD’nin ve diğer yabancı güçlerin ülkedeki varlığı. Ancak, Irak’ta sağlam bir devlet yapısı oluşmasının önündeki tek engel ABD ve müttefiklerinin Irak’taki varlığı değil. Mezhep ayrılıkları, etnik gruplaşmalar ve daha da önemlisi Irak’ın toplumsal yapısına hakim olan aşiret kültürü, Irak’ta üniter bir ulusdevlet kurulmasının ve bu devletin idamesinin önündeki en önemli engellerden biri. Irak’ta toplumsal yapının temel taşlarından biri ve aynı zamanda ülkede ulusal bir bilincin oluşmasının önündeki en büyük engel olan asabiyet kavramı, siyasi hayatta da son derece baskın. Nitekim son seçimlerde de söz konusu yapı kendisini fazlasıyla gösterdi. Klasik Batı tanımlamalarında KürtSünni, Şii, Arap olarak üç ana gruba ayrıştırılan Irak’ta (çoğu kaynakta Türkmenlerden söz bile edilmiyor) söz konusu ana gruplar bile kendi içlerinde aşiretler bazında bölünmelere uğradılar. Yıllardır iktidar özlemi içinde olan Şii Araplar, hedeflerine ulaşamayınca radikalleşebilirler. Nitekim, Sistani’nin ‘sükutu’, Sadr’ı büyütüyor. Irak’ta yaşanabilecek ŞiiSünni çatışması, tüm Ortadoğu’yu içine alabilir. ABD, "görünmez adam" Ebu Musab El Zerkavi üzerinden kurguladığı "El Kaide işi, Sünni Direnişi" senaryosu gereği direnişi kırmak için göreli olarak Şiilere destek verme politikasını izledi. Ancak, Şiiler kendilerine destek verdiğini ileri süren ABD’ye yakınlaşmak yerine Şiilik zemininde İran’a yakınlaştı. Oysa ABD, yıllarca demografik olarak çoğunluk olmalarına rağmen Saddam’ın keskin kılıcı altında ezilen Şiilere "özgürlük" ve Şiilere yıllardır büyük bir hasretle bekledikleri Irak’ta Şii egemenliği fırsatını bahşettiğini ve bu nedenle Şiilerin ABD’ye minnettar olacağını ve bu minnettarlığın baki kalacağını düşünüyordu. Ancak, ABD’nin yanlış hesabı bu defa sadece Bağdat’tan değil, Necef’ten, Kerbela’dan, Küfe’den ve Samarra’dan geri döndü. ABD, tek sebep bu olmamakla birlikte, Iraklı Şiilerin "İran" demesi üzerine İran’a tehditler savurmaya başladı. Hele ki, Şii lider Muktada Sadr’ın Hac dönüşünde Suriye, Lübnan ve İran’a ard arda ziyaretlerde bulunmasının, adı geçen ülkelerdeki Şii nüfus ve nüfuz göz önüne alındığında ABD’ye karşı bir Şii ekseni oluşturulmaya çalışıldığı izlenimini yaratması "Şii Hilali" yorumlarına neden oldu. ABD’de söz konusu "tehdit"in farkına çok geçmeden vardı. Kronolojik olarak zincirleme bir şekilde gerçekleşen gelişmelerin ardından da Irak’ta iç savaş çanlarının çalınmasına neden olan ŞiiSünni gerginliği patlak verdi. Şii liderlerin, özellikle de Sistani’nin, sessizliği birçok Şii’yi rahatsız ediyor. Sistani başta olmak üzere sessizliği tercih eden Şii liderler Felluce ve Necef olaylarına, Ebu Garib işkencelerine ve her şeyden önce ABD işgaline sessiz kalmak ile itham ediliyorlar. Yani Şii liderlerin söz konusu sükutu, bazı Şiiler tarafından ikrar yani kabul/boyun eğme olarak nitelendiriliyor ve sonuç olarak dini olarak henüz merci sahibi olmayan Muktada Sadr’ın yıldızı parlıyor. Sistani sustukça Sadr konuşuyor. Başka bir deyişle, Sistani süküt ettikçe henüz 30’larında olan Sadr her sözü ile, dini bir otorite, bir Ayetullah olmamasına karşın özellikle genç Şiiler üzerinde çok büyük etki yaratıyor. Sadr güçlendikçe radikalleşiyor, radikalleştikçe güçleniyor. (Irak’ın işgali sonrası kurulan, yani henüz 3 yıllık bir mazisi olan Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu’nun hem nicelik hem de nitelik olarak geçirdiği değişim Sadr’ın, radikalizmgüç döngüsünün en açık kanıtıdır.) TANRI KIYAMETE ZORLANIYOR Mahşerin süvarileri, Irak’ta Tanrı’yı kıyamete zorluyor. Ancak unutulmamalıdır ki, Irak’ta patlak verecek bir kıyamet sadece Irak’la sınırlı kalmayabilir. Hele ki, Şiilerin, hemen hemen her Ortadoğu ülkesinde siyasi olarak olmasa da demografik olarak azçok etkin olduğu göz önüne alınırsa, mezhep fitilinin ateşlenmesi Tanrı’yı kıyamete zorlamakla kalmaz, tüm Ortadoğu’yu ateşe verecek cehennemin kapılarını, bir daha kapanmamak üzere ardına kadar açmış olur.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle