15 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bu bildiriyle açıktan açığa Heyeti Temsiliye’yi hedef alan sadrazam, işin ucunun mili birliği ve dayanışmayı da ortadan kaldırmak olacağını görmez gibiydi. Halihazırda Batı Anadolu’da yaşanan çatışmalar belli ki ona pek dokunmamıştı; yabancı devletlerin doğrudan hükümete yaptığı saldırılara da pek önem veriyor gibi değildi. Mustafa Kemal, 17 Şubat günü yazdığı cevabi telgrafla, milli iradenin mekânı olan Meclis’in açılmasının Heyeti Temsiliye’nin marifeti olduğunu hatırlatıyordu. Her güçlüğü yenip vatanı kurtarmak yönündeki çabalar daha da kararlılıkla sürecek ve milli hareketin tüm vatana yayılması için yapılan girişimlere son verilmeyecekti. Hükümet ise hâlâ yabancılar tarafından verilen direktiflere uymak gerektiğinden söz ediyor, her türlü tehdidi bir geri çekilme vesilesi olarak algılıyor, tersinden her türlü vaade de hiç sorgulamadan inanıyordu. İngiltere’nin İstanbul’daki temsilcisinin hükümete yönelttiği bir sözlü bildiri de yine aynı biçimde bir tehdit olarak algılanmış, bildiride söylenilenlere uyma düşüncesine yol açmıştı. Bu kaygı 19 Şubat günü bir telgrafla Ankara’ya iletildi. Hükümetin aktardığına göre, İngilizler Ermeni meselesinin ele alınmasını istiyorlardı; ayrıca İtilaf Devletleri ile Yunanistan’a karşı var olan isyankâr tutumdan vazgeçilmezse barış koşullarının değişmesi söz konusuydu ve bu konuda gerektiği gibi davranılmalıydı. Mustafa Kemal’e göre ise bu bildiri İtilaf Devletleri’nin Kuvayı Milliye’nin işgal kuvvetlerine karşı açtığı cephelerin dağıtılmasını ve eylemlerinin durdurulmasını hedeflediklerini, İstanbul hükümetinin bunu başaramayacağını anlayınca da uydurma nedenlerle İstanbul’u işgal etmek niyetinde olduklarını açıkça gösteriyordu. İşgal altındaki yerlerden düşmanın çekildiğini görmeden aldatıcı sözlere inanmak saçmaydı. Milletin geleceğinin tek dayanağı olan Kuvayı Milliye’yi dağıtmak söz konusu bile edilemezdi. Mustafa Kemal, mebusları, bu tür olaylara karşı suskun kalmalarının tüm ipleri hükümetin eline verme anlamına geleceği yönünde uyarıyordu. Hükümetin Meclis’e egemen olması ise denetimi iyice güçleştirir, böyle bir ortamda memleketi kurtarma kararları alınamazdı. Milli amaçların Meclis’te uygulanmasını sağlayıp, hükümetin icraatlarının bu çerçevede denetlenmesi konusunda vatansever bir gayret harcamak mebuslara düşüyordu; kabinenin mebuslarla bugüne kadar kurduğu ilişki, güç kazanana kadar oyalanmaktan başka bir amaç taşımıyordu. Dolayısıyla kesin bir tavır alıp Kuvayı Milliye’nin sonuna kadar çalışacağını göstermek gerekiyordu. Barışın bu kadar önemli olduğu günlerde Kuvayı Milliye’yi güçsüz gösterecek her davranış, milletin kaderi üzerinde olumsuz bir etki yapma tehlikesi taşıyordu. Bu kadar haksızlığa karşı feryat eden bir milleti susturmak istemekse zalimlikti. İngiliz temsilcisi direnişten vazgeçilmesini ister ve İstanbul’dan Ankara’ya bu yönde telkinler yapılırken, Yunanlılar İzmir’e takviye kuvvet ve cephaneler getirerek yeni bir saldırıya hazırlanıyor, üstelik bölgedeki Kuvayı Milliye’nin 3 kilometre geri çekilmesini talep ediyordu. Hükümetin, vatanseverleri buna ikna edebilmesi imkânsızdı. Nitekim 3 Mart 1920 günü Yunanlıların saldırıya başlayıp Gölcük Yaylası ile Bozdağ’ı ele geçirmesi üzerine, Ali Rıza Paşa hükümetten çekilmeyi tercih etti. Sonuçta milli hareketi durdurmakla görevlendirilmiş, ancak bunu başaramamıştı. Eğer mevcut duruma ilişkin olarak da bir söz verip başaramazsa, İtilaf Devletleri tarafından olayların sorumlusu sayılabilirdi. Bu şekilde istifa ederek hem başarısızlığa düşmekten kurtuluyor, hem de sorumluluktan yakasını sıyırmış oluyordu. Ali Rıza Paşa hükümetinin çekilme haberi 3 Mart günü Rauf ve Kara Vasıf Beylerin şifreleriyle Ankara’ya bildirildi. Şim117
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle