Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
17EYLÜL2000. SAYI 756 egel' i de önce anlatmış, sonra da onu tanıtan kitapları önümüze sermişti. Episkoptan izlettiği resimlerarasındaki Babil Kulesi'nin inşasını göstercn resim dehşetl i bir şcydi benim için. Başı göğe eren o yapının insanın imgelemini zorlayan bir yanı olduğunu bugün bile hissederim. Günlerce o resmi kitaptan incelediğimi hatırlarım. Bugünse, tstanbul'dakı çalışma masamın ucunda durur Bruegel' in bu resmi. Beni yazının içine çeken, varoluşumun anlamının izlerine düşüren bir büyü vardı bu resimde. Çocukluk bu ya; bir renk, bir söz, bir tını bizi hemen etkisine alır; kendisiyle özdeşleştirirdi. Bruegel, Van Gogh 'tan sonra en sevdiğim ressam olmuş, bu kez onun resimlerini kopya etmeye başlamıştım. O dönemde, Fuat Bey kimden söz açarsa ondan etkileniyorduk. Goya ise Goya, Henri Rousseau ise Rousseau, Chagall ise Chagall, Hieronymus Bosch ise Bosch... Buyalnızca resimde, edebiyatta değildi... Diğer alanlarda da öyleydi...Kişiliğimizinrenginibulanadekbuböylece sürdü durdu. Yerlerden, kentlerden de söz ederdi bize. Müziklerde dinletirdi... Mozart'lar, Beethoven'ler, Çaykovski'ler... Şimdi gelip durduğum, şu az ötemdeki Seine Nehri'ne bakarak yazdığım, bu kentten de ne çok söz etmişti bize. Onun da düşüydü bu kent. Akademi'yi bitirince hemen gelmek ister buraya. Bedri Rahmi de çok istiyordur onun Paris'e gitmesini. Ama olmaz, ertelenir bu düş. Bizlerin karşısma çıktığında ise; aşklar, kırgınhklaronutamamen resim/sanat eğitimine yöneltmışti. Düşlenni gerçekleştirecek çocuklan aydınlatmayı tek amaç edinmıştı artık. Bizlerle mutlu, umutlu oluyordu. Her resmimizi dikkatle inceler, renklere.çizgılereanlamlarvererekaçıklamalar yapar, ressamlardan söz eder, her satınmız üzerine saatlerce konuşurdu. Bize, 'Doğu'nun Paris'i denilen kentte eşsiz bir dünya sunan bu insanla Paris'i tanımış, sankı Claude Manet'yle Normandiya kırlannda dolaşmış, o çalımlı ToulouseLautrec ile Paris barlannda söze durmuş, öyle kı, Degas 'la yenı birhayatın renklerini keşfetmiştik. Hugo'lar, Balzac'lar, Stendhal'ler, Zola'larla önümüzdc açılan evreni ya nasıl anlatmalı!.. Işte beni arada bir Paris'e getiren, Paris yolcusu kılan, bu kente tutkun eden, buradan dünyanın dillerine, yollarına düşüren de bu olsagerek! II.Yaşayarakanlamak... 'Paris'i birgörene.birdegörmeyenesor,' derler. Bu sözü çocukluğumda, hatta ilkgençlik yıllanmda da çok duyduğum olmuştur. Görmeyenlerin anlattığı Paris'i biliyordum da, görenlerinkine çok geç eriştim. Ilki daha büyülüydü benim için. Diğerinde herkeskendi Paris'ini anlatıyorduçünkü. 'Bir gün kalkıp gitmeli, düştekı Paris'le gerçek Paris'i karşılaştırmalı,' dedim. Ama öyle kalkıp hemen gelemedim. Sonra sonra sürüklendim. Üstelik, Babil'i arayışın dervişi de kesilmiştim bir kez... Şımdı, burada, inceden inceye yağan yağmurun çisentisinden anlıyorum ki; Paris, gerçekten de göreninden dinlenüir... Gene dekaygılıyımdırbundan. Bazenbu kent üzerine yazılanlann Paris'i anlatamayacağına inanınm da ondan... 'öyleyse neden yazıyorsunuz' diye soracak olursanız; şunu söyîeyebilirim size: Sevdiğiniz bir insana ait duygulannızı nasıl dile getirirsiniz? Ya sözle ya da yazıyla, değil mi? Sözle ulaşamayacağınızyerlerde.an'lardayazısizin için tek kurtuluştur. tşte benim için sevdiğim insanla özdeşleşen bu kenti, bu kente olan duygulanraı bir kıyısında durarak ancak böy le anlatabildiğim içindir ki kâğıda kaleme sanlıyorum. Görmeyenlerin sözlerinin de yabana atılmasını istemem doğrusu. Dinlediğim o sözlerle kurduğum düş adalan olmasaydı, Paris'i böylesine adımlayamaz, böylesine tutkuylabağlanamazdım... Empresyonistlerin resimlerinin çocukluktan beri beni bu denli etkilemesi belki de bundandır. Onlann dünyalanna dalarak düş adalannda gezinip dururdum. Paris de bir adaydı benim için. Görünce, bu duygumun değişmediğini söylersem... Evet, biryeryüzüadasıdır Paris. Içinden nehir geçen bir kentin büyüsüyle ilk kez burada yüzleştim. tstanbul daha çok anlam kazanır oldu bende. Içdeniz kentinin ne anlam taşıdığını o an'dan sonra düşünür oldum. Gene de siz siz olun da, her anlatıcının, her rehberindediğinealdırmayın! Paris'i yalnız başınıza gezin. Gezgini olun kentin. Tıpkı içinizdeki yolculuğaçıkargibi çıkın onukeşfetmeye. Yitirin kendinizi. Yollara, nehir boylarına, sokaklara, bulvarlara, kafelere, müzelere uzanın. Metrodan da, çok gerekmedikçe, uzak durun. Ama ne yapıp edip SaintGermain'debiryerimekântutun. Benim gibi, 'anılara saygı duruşu'na geçip, ikiye bölünmeyin. Ilk Paris gözağnm Rue de Buci 'de yer alan Hotel de Buci'de birkaç gün konaklayıp, sonra da Seine' in öte yakasına geçip, bir ucu Mirabeau Köprüsü'ne açılan George Sand Sokağı gibi bir yerde oturmaya kalkmayın. Dostum Agneta'run buradaki evi ile otel arasında kurduğum köprüden şikâyetçi değilim asla. Paris'incanlılığınıosokaktayaşadım geceleri. Ama nehrin öte yakası da bir başka Pans' ı tanıttı bana. CafeMirabeau'dabufarklılığıgözlemeye çalışıyorum. Daha doğrusu şuköprüye açılan bulvara gelmeden önce arşınladığım sokaklar bana Pans' in bu dingın, seçkın köşesindeki hayatın renklerini anlatıyordu. Gene de şunu öneririm sizlere; ne yardan ne de serden vazgeçmeme duygunuzdan sıyrılın bu kentte Yoksa Paris sızde eksık kalır. Yanm, buruk, kınk, ezgın dönersıniz.! III. Yiirekşenliğinde Paris Bız, Agneta' y la her sabah, nehrin bu kıy ısına iner, MirabeauKöprüsü'nün ucundaki bu kafede oturup keyıf kahvesini içer, Paris'e ilk güne buradan başlanz. O, arabasıyla beni karşı kıyıya ulaştırmak isterse de; kabul etmeyeceğimi bildığinden üstelemez. Hardal renkli gözlerle kadife bakışlar kıvılcımlanarak aynlırlar.. .Köprü ise nice aynhklann, hüzünlerin tanığı olarak ötemizde durur... Adımlannız alıp sizi karşı kıyıya götürürken seyre dalışınızda nehrin koygun sulannın akıp akmadığını fark edemezsiniz! Bu kez bakışlannız Eyfel 'i alır içine. tşte Paris şenliğine hazır olmahsınız o an. Bu kez, akşamüstü karşı yakada, yani Eyfer m gölgesinin uzandığı Rodin Müzesi'nin yanı başında yer alan Hotel des Invalides' in önünde buluşuruz. O, üniversiteden yorgun argın dönmüştür. Benimse Rodin 'le alıp vereceğim varmışçasına, müzede gördüklerime biraz hayıflanarak, biraz içlenerek duruşum Agneta'ya hiç de iyi gelmez. Yüzümün rengideğişmişse,ilksorusu;"Genen'oldu?" olur. Bu 'gene' yinelemesi, onun düinepelesenk ettığı bir şeydir. Onun için, Türkçede kurtancı sözcüklerdendirbu. "Gördüklerim üzdübeni.." "Neden?" "Camille Claudel 'e yazık etmişler. .Oysa ayn biryerde sergilenmeliydi onun yapıtlan.." "Biz Fransızlan anlaman çok zaman isteyecek, anlaşılan." Raspail Bulvan'ndan geçip De Buci Sokağı'nagiriyoruz. "Artık oradakalmakyok!"diyor, Agneta. St. Germain Kilisesi'nebakan Guillaume 13 Evet, defterler.. Tabii bir de kitaplar... Küçük sırt çantamın bizar olduğu kalemlerim, fotoğraf makinem bir de.. Agnetahaklı! Onundeyimiyle, 'gezginbu kadar ıvır zı vırla uğraşarak yolculuğunu aynntılaraboğmamalı!' Benbunlan 'ıvırzıvır' saymasam da, daha hafif şeylerle dolaşmanın yaranna inanınm. Onun bilmediğı bir üçüncü defter ise kroki deftenmdır. Bir köşede durup,Paris'i Paris'eekleye ekleyebugüne getiren mimarlardan yeni biriymişçesine; 'Angel şurada kalmıştı, gal iba; demek ki ben buradanbaşlamahyım yeni Paris'i çizmeye,' dergıbi bıredayla; sokağı, caddeyi, beni oan orada çeken nesnelen kâğıda çizgi çizgi işlemeye başlanm. Abidin Dino'nun Paris sokaklarında resim çizdiğini; nehrin iki yanının resim çizenlerle, ressamlarla dolu olduğunu bir an hatırlar, rahat bir soluk alır, işime ciddi bir edayla devam ederim. Biryerin anlamını kavramak, gezginin ruhunualevlendinr. Bunun tanıklığı gezıp gördüğünüz yerde başlayıp bitmez. Sonra sizde yaşattıklany la bu anlamı derinden kavramaya yönelirsiniz. Işte bu notlar, çizimler o zaman sizi içine çeker. Belki de asıl yolculuklannız o zaman başlar! Her adımda oraya ait olanlan tanımak, anlamak, tanımlamak duygusu baskındır gezgin için. Geldiği noktada kendinden izlerin peşinden gittiğini ayrımsayınca da o yerin onda bırakacağı ızlen fark etmeden, belleğine kapılar açar yazarak, çizerek... Yazmadan, not almadan adımladığım bir yeri, bir günühatırlamıyorumgezilerimde. •" Apollinaire Sokağfndaki Cafe Furstenberg'de soluklanıyoruz. O bulutluhava dağılıyor. Bir gün boyu gezginliğimde toparladığım Paris öykülerimi, düşlerimi, yol ızlenimlerimi ona anlatmaya hazırlanıyorum. "Istersen şu defterine, haritana göz atayım!" Sözlerinde o bilmiş edasının ironısi vardır. Dedikleri doğru da çıkar. Paris'in her gün ulaştığım yeni bir kıyısım köşesini değişik renklerdcki kalemlerle işaretlerim haritada. Elde hantayla dolaştığım sanılmasın. Soluk alma anlarında, işaretlediğim çıkış noktama ve güzergâhlanma bakar çizgilerimi çeke rim.