Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
14 r+ keman çalardı. Babam aynı zamanda bağlama yapımcısıydı kendi çapında. Ben 1943 y ılında doğmuşum ama üç yaşında nüfusakaydedildiğimiçin 1946yazarkafakâğıdında. Ortaokula başladığımda halk oy unları ekibinde Taşeli türküleri okuyordum. Sonra onlan bağlama i le çalmaya başladım. Bizim yörenin türküleri çoğunlukla keman ya daklarnetle çalınırdı. Bağlama ile çalmak çok zordu. Bu türküleri bağlama eşliğinde 1971'deradyodaokudum. Dahaönce 1965 yıhnda Ankara Radyosu, yetiştirilmek üzere sanatçı adayları almak için sınav açtı. Bu sınava girdim ancak kazanamadım. Benimle birliktegirençokyeteneklisanatçılarvardı. Yavuz Top'u oradan hatırlıyorum mesela. Bu kez tzmir Radyosu'nun açtığı sınava girdim; yine kazanamadım. 1979 yıhnda yetişmiş sanatçı olarak bir kez daha sınavagirdim 'mahalli sanatçı' olarak aldılar. 1979yılında bir long play yaptım. Eskiden yaptığım 45'likleri söylemiyorum. llk uzunçalanmda Taşeli türküleriniokudum. Oyıllarda bağlama ile çalıp söyleyen Arif Sağ, Adnan Varveren, Neşet Ertaş, BayTam Aracı, Hacı Taşan gibi ustalar vardı. Neşet Ertaş çok popülerdı ve beni çok işlere de o görürdü. Ondan öğrcndiğim çok şey var. Sonra birçok ünlü sanatçıya bağlama olarak eşlik ettim. 1984'te aynı sofralarda, dost meclislerinde birlikte çalıp söylediğimiz Sivas'taMadımak katliamındayananarkadaşımızMuhlisAkarsu, Yavuz Top, Arif Sağ ile biraraya gelip 'Muhabbet' kasetlerini yaptık. Bu arada da seneler rükendi. Tek başıma yaptı ğım kaset çalışmaları surdü ve bugüne geldik" Deyiş ve semahlarla gelen bu şöhretini, türkü formundaki besteleri destekledi. "Mihriban", "Unutursun Mihribanım", "Omuzumda Sevda Yükü", "Yolver Dağlar"," Yine Gel", "Başımda Bir Sevda Döner"," Ferman mı Geldi"," Yolun Sonu Görünüyor", "Gel Alim Yola Gidelim"," Kerbela Destanı"," Hali 1 Ibrahim" gibi besteleri onlarca sanatçı tarafindan seslendirildi. tyi bağlama çalmak ve iyi solistlikle yetınmeyen Eroğlu, bestecilik yönünü pas geçmeye niyetlenmişti. Ancak üsteleyince kıyısından köşesinden o yönüne de değiniyor: "Müzikte hiçbir zaman bir şey insana yetmez. tnsanınbelirliyaşlardabelirliduygulan vardır ve onlar ön plana çıkar. Tabii iddialı bir besteci olduğum söy lenemez. Çok müzik dinlediğim için kolay beste yapıyorum. En beğendiğim beste 'Mihriban', 'YaşarrunTarif i'. Melodi olarak da en çok' Sulan Islatamadım' adlı bestemi seviyorum. Tam 20 yıl bilfiil kaset biriktirdim." Konuşurkcn bir yaraya da parmak basıyor Eroğlu Usta. 70'liyıllarda denetim duvarlarıveobilindikkatıanlayışolmasabugünPop Müziği furyasının da olmayacağını öne sürüyor. Gelelim"Halillbrahim"e.KimdirHalil îbrahim? "Halillbrahim'ihepbanasordular. Halil tbrahim Köroğl u, Dadaloğlu gi bi bi r kahraman. Belki öy le biri de yok. Herkesin kendine göre, kendi kafasında bir Halil Ibrahim' i var. Ben Halil Ibrahim'den daha iyi türküler yaptım, okudum. Halil Ibrahim bana göre çok sıradan bir türkü. Ama dinleyicinın takdiri ilebenimkiörtüşmedi." Yasakalınınhikmeti. Alcvininböylesakallısı da az bulunur doğrusu. Ara sıra laf atmalarlakarşılaşıyormuş. Sakallı yobazlara "kırpık" diyen Alevîlerden kendisi de nasibini alıyormuş. Sakal bırakma nedeni yüzündekiyaraizi. Gelecekteki projelerinin başında sahney i bırakmak geliyor. Yeni kaseti "Yürü Be Haydar"ın çalışmalanna yeni başlayan Eroğlu, söyleşiye " Kendimle yarışıyorum. Kendimi yendiğim zaman amacıma da ulaşmışolacağım"diyereknoktakoyuyor.^ CUMHURİYET DERGt Uğultulu bir kent YAZI VE FOTOĞRAFLAR: TURGAY TUNA K ral II. Hasan'ın ülkesi Fas'ın dört büyükkraliyetkentindenbiriolan ve bu ülkeyc adını veren Fez'teyiz. Yüksek tepelerle çevrili bir vadinin ortasında, üçyüz y ıldan beri değişmeyen bir görüntünün içinde kurulup kaybolmuş, kapal ı bir kutuy u andıran bu y an Arap, yarı Berberi kentinde zaman durmuş gibi.. Daracık yol ve sokaklardan meydana gelen, adeta dev bir kannca yuvasını andıran suklar (panay ırlar), "iğne atsan yere düşmeyecek" mısali binlerce insanın uğultusu vehareketliliği içinde fokur fokurkaynayanbirkazanın Sukların bu bölümüne Attarin, yani Attarlarçarşısı adı veriliyor. Bıraz daha ilerleyip meyve, sebze satıcılarını geçtikten sonra kütüphanesi kendimizi Nejjarin adı verilen marangozlar sokağında buluyoruz. Burada kokular, de var... görüntüler değişiyor!. Burunlarımıza yalnız ve yalnız Atlas dağlarında yetişen Atlas Sediriağacınınkokusu, kulaklartmıza da durmak bilmeyen testere gıcırtılannınsesi geliyor.. Bizim Toros Sediri'nin yakın akrabası olan Atlas Sedir'i çok sağlam, dayagörüntüsünü çağrıştınyor. Eski kentin batı nıklı bir ağaç. Her biri başlı başına birer satepesındeki surlara bitişik, geçen yüzyılda natkâr olan Faslı marangozlar bu ağacın tahmevlay adı verilen Fas sultanlanna vezirler vermiş ünlü Jamai ailesinin bugün otel ola tasını alıp beşikten tabuta, tahttan cami minberine, kutudan maska kadar testere, keski rak kullanılan görkemli sarayırun arkasından yardımıyla ellerinde şekillendirip pazarlıinen daracık sokakların içinde kaybolarak yorlar. 1200'lü yıllardan günümüze kadar suklann merkezinc doğru ilerliyoruz. Sağa sola uzanan meraklı bakışlarımızla transis ayaktakalmışmedrese, cami, saray gibi yatörlü radyolardan çıkan Arap müziği potpu pılann duvar ve tavan kaplamalan da hep bu risi eşliğinde; köftekebap kokulannın, par ağaçtanyapılmış. fumbaharat kokulanna kanştığı gizemli bir âlemin içinde buluyoruz kendimizi. Para, kalem, şeker gibi şcyler isteyen çocuklar; bildikleri dükkânlara götürmek isteyen hanutçular yanımızdan eksik olmuyor. Fez sukları büyük bir labirent gibi... Iki, üç Ve bir başka sokak.. Mahşer gibi bir kalabalık... lncik, boncuk satan, helva, şekerleme satan dükkânlar. "Balek, balek" sesleriyle birhareketlenme oluyor!. Sağa sola, duvar diplerine kaçışanlar, bağıranlar! Biraz hcyccan, biraz da korkuyla arkaya dönüp baktığımızda üzerleri yeni kesilmiş sığır derileriy le yüklü iki katınn bizlcre doğru geldiğini görüyoruz. Katırlan çeken Berberi çocuk "Balek, balek" diye bağırmaya devam ediyor. Yani dikkat, kaçılın... Sağa sola savrulup duvar diplerine, kapı aralıklanna tıkışıp kalıyoruzama, gruptan bir iki kişi kokuşmuş sığır derilerindennasibini alıyor!.. Üstbaş leke ve koku içinde.. Çantalardan çıkartılan kolonyalımendillerlegömlekler.kazaklartemizlenip kcskin koku ört bas edilmeye çalışılıyor. Katırların arkasından giderek birkaç yüzyıldan beri tek bir değişim görmcmiş Fez'inünlüdericilermahallesınegeliyoruz. Burun deliklerini sızlatan kesif kokuya dayanamayanlar bizleri dışarda beklemeyi yeğliyorlar. Içeriye girebilme cesaretini gösterenlerise.içleri değişik renklcrdekökboyalarla doldurulmuş kuyuların panoramik manzarası önünde bu renk cümbüşünün birbirinden güzel enstantanelerını kare kare çekmeye başlıyorlar. Dericilermahallcsinden sonra, Bu Tuil so Akdeniz'in öteki ucunda; adını ülkesine vermiş gizemli kentte değişik kokular, değişik sesler ve unutulmaz görüntüler arasında yolculuk. Fez'de 14. yüzyıldan kalma çok değerli bir cami y üz y ıllık yarı Endülüs yan Mağrib mimarisi yapıların arasında, sankı bırkaç asırdan beri dekoru değişmemiş küçük dükkânların içinde çalışan esnaf, gene ikı üç yüzyıldan beri değişmemiş kıyafetler içinde arzıendamediyorlar. Saçı sakalına karışmış başında kırmızı fesi, üzerindegalabiya adı verilen entarisi ile dervişi andıran bir "dede" sanki birkaç asırdan beri burada, aynı dükkânda, aynı tezgâhın önündc oturmuş, mallannı satıyor. Neleryokkibutezgâhlarda!.. Siyahi Afrika'dan; Mali'den, Gine'den getirilmiş adını bilmediğimiz, tanımadığımız baharatlar, her derde deva otlar, şeytan ve cinleri kovmak için kullanılan çeşit çeşit tütsüler, gassul adı verilen toprakla kanştınlmış sabunlar ve güzel Berberi kadınlannıngözlerine çektikleri sürme koholler... Fezsuklan, hazine sandtğından farksız. Gümüş, kehribar, fildişi, herşey var.