06 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26MART1995. SAYI470 Iskoç lrlanda kanşımı olan kasaba 17. yy'da Ingiliz Kraliyeti 'nce Kato* likler'in yerleştirildiği ancak halen Protestan Demokrat Birlik Partisi'nin kuvvetli olduğubiryöre. Neeson'ın çocukluğunda Katolik ve Protestanlarbanş içindeyaşamışlar. Uzunyıllar beraber yaşadığıaktris Helen Mirren "Kuzey Irlanda'da Katolik olmak azınlık demektir, bu daNeeson'dabirnevi dargörüşlülük yani tutuculuk yaratmıştır" diyor. Birokul aşçısı olan annesi disiplinli ve evinin hâkimi bir kadındı. Çocuklarının iyi eğitim görmesinde kararlıydı. üzere Queen's Üniversitesi'neyazıldı ama bu konulardan nefret ettiği için okumaktan vazgeçti. Hemen Royal Academy of Dramatic Art'a başvurdu, okula kabul edildi ancak bu kez okul parasını karşı layamadı. Derken kamyon şoforlüğü yapmaya başladı. Gene okuyabilmek için bir öğretmen okuluna başvurdu, bu da olmayınca birmimann yanına girdi. lşte Belfast Lyric Theatre'da aranan bjr role sırfuzun olan boyu nedeniyle kabul edildi. Artık girdiği tiyatro hayatında çalışmalannı Yeats, Shakespeare, İbsen gibi ustalarda yoğunlaştırdı ve zaman içinde Belfast kendisinedargeldiğinden Dublin'e taşındı. lrlanda milliyetçiliğininkalesi sayılan Project Art Center'da Gabriel Byrne, Neil Jordan ve daha sonra "Babam Adına" filminde Sir Gawain rolünü verdi. Neeson filmin setinde Helen Mirren'i tanıdı, kendisinden yaşça büyük olan bu aktrise âşık oldu ve Helen Mirren'in yanına yerleşerek beraber yaşamaya başladılar. "Irlandalı milliyetçilerin gösterileri nedeniyle 80'lerde Londra dehşet vericiydi," diyor. "Etrafta bombalar pathyor, lrlanda aksanlılara saldırılıyor ve ben kendimi Alabama'da bir siyah gibi hissediyordum." Gene de Mirren'in yardımı ile lngiliz tiyatrolannda ve "The Bounty" ve "Mission" gibi filmlerde yardımcırollerbuldu. lşsizlikveünlü bir kadınla beraberlik Neeson'ı bunaltmıştı. Mirren ise durumu anlayışla karşıladı."O bu kaçışı büyük bir zarafet ve nezaket içinde yaptı. Birbirimizi seviyorduk, ayrılık zor oldu" diyor 1987'de Hollywood'a geçen Neeson'ı gene zor, parasız, yabancılık hissettiği günlerbekliyordu. Ancak 1990'da "Darkman" filmi ile sıradanlığı kırdı, bu başarılı film ile adeta bir çığır açtı. Ve bu olayı gören, Vanessa Redgrave ile Tony Richardson'ın kızı, Natasha Richardson oldu. RichardsonileNeeson'ıntanışması adeta mucizevi bir şeylere yol açtı. O güne kadar annesi, kızkardeşleri, Helen Mirren gibi güçlü kadınlann gölgcsinde hayatını geçirmiş ve basit bir kırsal kesim insanı olan Neeson'ın aristokrat Richardson ileevliliği onunbirerkekolarak ve bir aktör olarak kendini bulmasını sağladı. "Bugüne kadar çalışma hayatım kadın starlara destek vercn rollerde yoğunlaştı, artık bu ona birazda kendimi önplana çıkartacağım" diyor. Ileriye dönük planlan ise Broadway'de karısı ile beraber Strindberg'in "Miss Julie"sini sahnelemek ve 50 yaşında gene birlikte bir zamanlar karısının büyükbabası Sir Michacl Redgrave tarafından oynanmış olan "Antony ve Kleopatra" da Antony rolünü oynak^ Türkçesi: GAYESÖKEOĞLU SİNEMA 21 SİNEMA BULMACASI 1982) filminde, 'psikiyatrist' Roy Schelder, bir hastasının rüyasını yorumlayarak katili buluyordu. TRT 2'nin "Sinema 100 Yaşında" kuşağında iki yapıtı gösterilen Murnau'nun da filmlerinde psikanalize yer verdiğini görmüştük. Psikoloji, zaten 1920'lerin Alman sınemasının başlıca temalarından biriydi. Robert VVİene'nin yönettiği "Dr. Caligari'nin Muayenehanesi" (Das Cabinett des Dr. Caligari, 1919/ 1920) filmi de bunların en karakteristik olanıydı. Sinema ve psikanaliz gibi önemli bir konuyu, böyle bir yazıya sığdırmak mümkün değil kuşkusuz. llgili okurlarımızdan özür dileyerek, bu haftaki filme geçiyoruz. Hitchcock'un 1944'te yönettiği filmde Gregory Peck, Ingrid Bergman, Leo G. Carroll ve Norman Lloyd başlıca rollerdeydi. Senaryoyu Ben Hecht yazmıştı. Hovvard Hawks'ın yönettiği "Yaralı Yüz / Scarface" (1930/32) filminin senaryosuyla ünlenen Hecht, sinemaya birkaç yıl ara vermiş ve kişisel sorunları için tanınmış psikanalizcllere başvurmuştu. Filmde, edlndiği bılgılerı ve deneyimlerini çok iyi kullandığı görülüyor. Psikanalizi ve suçluluk duygusunu ilk kez kapsamlı biçimde ele alan bu yapıtı şöyle bir anımsayalım. Bir sınir hastalıkları kliniğinde çalışan Dr. Constance Peterson (Ingrid Bergman), yeni gelen başhekım Edvvards'a âşık olur. Ancak, bu adam gerçekte Dr. Edwards değildir. Hafızasını kaybetmiştir ve geçmişte, kardeşinin ölümüne yol açtığını sandığı için, suçlululuk duygusu içinde kıvranmaktadır. Gerçek adı John Ballantyne olan adam (Peck), hastalıgının farkına varır ve Dr. Edvvards'ı öldürmüş olduğuna Inanmaya başlar. Constance, klinikten kaçan Ballantyne'ın peşlne düşer ve bulup, eski profesörüne götürür. Profesör, genç kadının yardımıyla, Ballantyne'ın düşlerini yorumlayıp, gerçeği öğrenir. Adam, Dr. Edvvards'ın hastasıdır ve doktorun eski başhekim Murchison tarafından öldürülüşüne tanık olmuştur. Bu olayın yarattığı şokla hafızasını kaybetmiş, Dr. Murchison'un kimliğini üstlenmiştir... Rüya bölümünün dekorlarını Salvador Dali hazırlamıştı. Bu filmi anımsayabildiniz mi?4 *• Geçen haftanın yanıtlan: Sıdney Lumet'in "Şark Ekspresi'nde Cinayet/MurderDn the Orient Express" (1974)veClaude Miller'in "Ona Sevdiğimi Söyle / DitesLui Que Je L'Aime"(1977) filmleri) Psikanaliz ve sinema ADEM AYAKTA T Koyu Katolik lrlanda 'da masal anlatmak başlıca eğlencelcrden. Nitekim üç kız kardeşi olan Neeson kış günlerinde evde kardeşleri ile küçük tiyatro oyunlan hazırlar ve bunları gelen misafirlerönünde oynarlardı. Ayn ürkiye, belki de başka sorunlarla uğraştığından, sinemanın 100. yıldönümü, TRT'deki kuşaklar dışında, sessiz sedasız geçiyor. 1995 şubat ayının sonlarına doğru Frankfurter Rundschau ve Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetelerinde, bizde sessiz geçen bir yıldönümüne daha değinen yazılar çıktı: Psikanaliz de 100. yılına girmişti... Caroline Neubaur, Frankfurter Rundschau'daki yazısında (21.02.1995) bu noktayı ele alırken; Martin Stingelin, Frankfurter Allgemeine Zeitung'da (22.02.1995), sinema ve psikanalizin 100 yıla varan 'çekişmeli' dostluğunu irdeliyordu. Gerçekten de sinema ve psikanaliz hemen hemen aynı zamanda doğmuştu. Bu hafta, biraz geçmişe uzanıp, bu ilişkinın sinemadakı örneklerini anımsamaya ne dersiniz? Psikanaliz, Avusturya'lı hekim ve psikolog Sigmund Freud'un (18561939) geliştirdiği bir tedavi yöntemiydi. Freud'a göre, insanların davranışlarını billnçdışı zihinsel süreçler (çatışmalar, bastırma vb) yönetiyordu. Ruh hastalıkları denilen psikolojik rahatsızlıklar, bu bilinçdışında yaşananlann bilince. çıkarılmasıyla giderilebilirdi. Geçmişte, özellikle çocukluk döneminde yaşanan kötü olaylar, kişiyi 'zehirleyen anılar'a dönüşüyor ve nevrozlara yol açıyordu. Burada, sözü fazla uzatmadan, Freud öğretisinln bir çığır açtığını, değişik kuramlar ve yorumlarla, yüzyıhmızın ruhbilim ve kültürüne kalıcı bir damga vurduğunu belirtelim. Psikanaliz, edebiyattan sinemaya kadar, sanatın her dalında bir eleştirel inceleme yöntemi olarak da kullanıldı ve ilginç sonuçlar alındı. Psikanalizin sinemayla ilişklsl çok farklıydı. Psikanaliz, hastalann serbest çağnşım ya da hipnoz yoluyla, geçmişteki kötü olaylann bilincine varmasını sağlıyordu. Ya sinema? Sinema da izleyiciyi bir süreliğine hipnoz etmiyor muydu? Film, izleyiciyi bir süreliğine uyutuyor, rüya gördürüyor, böylece bilinçdışıyla yüzleştiriyordu. Bunun dışında, bazı yönetmenler, ömeğin Hitchcock, filmlerlnde psikanalizi, konunun temel unsuru olarak kullandılar. Yakın dönemden "Kuzuların Sessizliği" {The Silence of the Lambs, 1991) filmi anımsanabilir. Jonathan Demme'nin yönettiği gerilim öyküsünde, 'yamyam, katil ve psikiyatrist' Hannibal Lecter, seri cinayetler işleyen bir katili yakalamakla görevli bir FBI görevlisine psikanaliz uyguluyordu. Sıkı güvenlik koşulları altında cezaevinde tutulan Dr. Lecter, memur Clarice Starling'i konuşturarak, geçmişte yaşadığı kötü olayları anımsatıyor ve 'zehirli anılar'ından kurtarıyordu... Yine, Robert Benton'ın "Gecenin Sessızliğınde" (Still of the Night, ca meslek seçiminde çocukken çalıştığı kilisede yapılan takdis ayinlerindeki teatral görünümde onu etkilemiş. Hâlâ daha koyu bir Katolik olmasına karşın Neeson kısıtlayıcı dini ve kültürel tavırlara karşı çıkıyor ve "Bu Papa'nın kadınlara hiç saygısı yok" diyor. Dini bütün kişiliğine karşın Neeson usta bir taklitçi, yemek yemeyi seven bir kişi. Çocukluğunda da boks yaptı. lrlanda genç ağır siklet şampiyonu olmuş ve 16 yaşında bu sporu burnunu kırdıktansonrabıraktı.lngilizceöğretmeninin teşviki ile 11 yaşında girdiği amatör tiyatro grubu ile festivallere katıldı. Bu uğraşlar içinde oyunculuğun insan duygularını dışa vurmak ve aktarmaktaki işlevini keşfetmiş ve oyuncu olmaya karar vermiştir. Ancak Kuzey Irlanda'da bir Katolik için oyuncu olmak pek uygun bir meslek değildi. O nedenle Belfast'dafizik ve matematik okumak Gregory Peck ve tngrid Bergman 'ın oynadığı bu filmi anımsayabildiniz mi?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle