24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

bu amanını duymazdan geldi; çünkü Hıristiyan dünyasıyla iyi geçinmek emelindeydi. Ola ki ellerinde tuttukları Cem Sultan'ı örgütleyip üzerine gönderirler deyu ödü kopuyordu. Buna karşılık 1492'de Ispanya'dan denize açılıp Osmanlı sularına kadar sürüklenen gemiler dolusu Yahudiye bağrını açtı, onları hoşgörü yağmuruna tuttu. (Gözüm nuru SaIflh Birsel dahi olsa, bu olayı böyle anlatırdı.) Karaya çıkan Yahudiler, Istanbul'a, Izmir'e, Selanik'e, Edirne'ye yerleştiler. Osmanbda oyunbazlık çoktu evet, toprak da hoşgörü de... Bu enginlikte özgürce kulaç atan Musevi toplulukları yerleştikleri kentlerde çoğaldılar, lbrani kurumlarını kurup güçlendirdiler, kendi kültürlerini canlandırıp yaşattılar. 19171918 yıllarında Istanbul'da Ingiliz Elçiliği göreviyle bulunan Edward Wortley Montagu'nun eşi Lady Montagu, Edirne'de uzunca bir zaman geçirmiş, burada gördüklerini, yakınlarına yazdığı mektuplarda ayrıntılı biçimde anlatmıştı. Lady Montagu'nun Edirne Yahudileri hakkındaki gözlemleri aynen şöyle: "Zengin liiccartann çoğunun Yahudi oluşu dikkatinıi çekti. Bunların nufuzu çok güçlu. Ayrıcalıkları Türklerinklnden fa/la. Kendi yasalarıyla yonetilen bir cumhuriyet gibiler. Turkler âtıl yaraddışlı; sanayiye hevesli degiller. Buna karşdık Yahudiler sıkı bir birlik oluşturduklanndan devlelin tuıtı b'caretini ellerine almışlar..." Bunlar, iki yüz yetmiş uç yıl önce bir Ingiliz ladysinin Edirne'de görüp yazdıkları. Bizim dememiz o değil... Demek istediğimiz, eskinin o geniş cemaatinden bugün yalnızca altı kişilik bir aile kalmış Edirne'de. Lastik tüccarı Marko ve ailesi! Türkiye Hahambaşılığı'ndan aldığımız bilgiye göre 1873'te 12 bin Musevi yaşıyordu Edirne'de. 1912'ye gelindiğinde bu sayı iki katına yaklaştı: 2022 bin. 1917'de 17 bin kişiye düştü. 1927'de 6 bine... Osmanh'nın can çekişme dönemidir bu yıllar, cumhuriyet devletinin de yeni doğduğu... tkinci Dunya Sava§ı'ndan sonraysa büsbütün azalma gösterir Edirne'deki Musevi nüfusu; 1947'de 2.500 kişi, 1965'te 400. Bu azalışın çeşitli nedenleri var kuşkusuz; toplumsal, ekonomik, tarihsel, dinsel... En önemli nedenlerden biri de İsrail devletinin kuruluşu. Büyük bir parti göç etmişti o yıllarda. Kendi yakınları da vardı gidenler içinde. Söz gelimi eşinin dört kardeşi gitmişti lsrail'e. Her yıl buralardan oralara ziyarete gi diyorlardı yakınlarım görmek üzere. Her yıl, bir ay kalmak niyetiyle gidiyor, ama yirmi gün ancak dayanabiliyordu Marko Bey. Oraların durumunu pek içine sindiremiyordu çünkü. Herkes büyük oynamak, herkes ticarete atılmak istiyordu. Herkesin tüccar olduğu bir yerde kime, ne satacaktınız? Çöpçülük, hizmetçilik, hamallık yapmaya yanaşmıyordu kimseler. Bu işleri yapan Araplarsa nicedir kaçıp gitmişlerdi! Bir kamyonetiniz mi var, arkasında yük yükleyecek bir "Arap"a gereksinim vardı mutlaka... Marko Bey'e göre iş bölümünün gerçekleşmesi için zenginler kadar yoksullar da gerekliydi bir toplum içinde. Israil'i bu nedenle benimseyemiyordu. öte yandan Edirne'de saygın bir yeri vardı: Çarşıda pazarda, bankalarda, borsada, devlet dairesinde, konu komşu arasında saygı ve güven duyuluyordu kendisine. Boş senede imza atan müşterileri vardı söz gelimi; hiçbir zaman bir sorun çıkmamıştı onlarla kendisi arasında. Başka yere gitse, bu saygı ve güveni bulacağından kuşkuluydu. Ne var ki azınlığın azınlığına düşmenin de birtakım acıları vardı kendileri açısından: Kızlarına damat, oğullarına gelın bulamıyorlardı en başta. Dünya ve ahiret işlerinde başvuracakları bir hahamları yoktu. Musevi inancına göre bir hayvanın haham tarafından kesilmesi gerekliydi etini yiyebilmek için. Başkalarının kestiği eti yiyemezlerdi... Bu da bir sıkıntı yaratıyordu. Dini bayramlarını kutlayacak insanlara özlem duyuyorlardı zaman zaman... Yaşlılıklarında kapılannı çalacak kimseleri belki de olmayacaktı; hastalansalar bir bardak su verecek çocukları yanlarında değildi. Çocukları vardı elbet, yok değil... Ama Istanbul'da okumuş, orada evlenip kalmışlardı. Oysa kendisinin gençliğinde Musevi çocuklar pek okumaya gerek duymazlardı. Bu biri kendi işte: 1938'de abisi askere alınmıştı. Ortaokulun son sınıfındaydı o yıl. Bitirme sınavlarına bir hafta kalmıştı. Abisini trene bindirir bindirmez dosdoğru dükkânda almıştı soluğu! tş hayatına karşı büyük bir hırs vardı içinde. Bir hafta sonraki sınavlara kadar bile bekleyememişti. O gün bugün işinin başındaydı! Hiç iş olmadığı günlerde bile tam saatinde açıyordu dükkânını. Bazı günler evde hanımı yakmıyordu, herkes gitti, bir tek biz kaldık diye... Başkaları üniversiteye giden çocuklarının peşi sıra gitmişlerdi hep. Ama Marko Bey, doğup büyüdüğü yerden ayrılmayı içine sindiremiyordu açıkçası. BUlbülU altın kafese koymuşlar, ah Mayıs ayı içinde, arkadaşlanmız Edirne Smagogu'nun kapısını aralayıp bu terk edılmış tapınağı gezdıklermde, sınagogun haham lojmanında barınan bekçı ailesi tapınakta, "kendi çaplârında" bir genel temızlıge başlamışlardı vatanım! demiş... Gideceği yerde, buralan özleyeceğinden korkuyordu! Musevi cemaatini göçüren Edirne'nin asıl yitiği, buradaki tarihi sinagog! Çatısı çökmüş, kapı ve pencereleri darmadağın, çıçek motifli bağdadi sıvaları dökülmüş, döşemeleri param parça, kitap sandıkları ortaya saçılmış, direkleri ortadan ikiye bölünmuş... Güvercinlerin, yarasaların meskeni olmuş! Belki bir ton kuş gübresi toplamak mümkün! Romalı Hadrianus'un mu ordusu geçmiş buradan, yoksa Constantinus'un mu? Pers Sasanilerinin hışmına mı uğramış, Dominiken papazı Thomas'ın kışkırttığı bağnaz Hıristiyanlar mı kundaklamış? Bütün olasılıklar aklınızdan geçebilir bu virane, bu metruk tapınak karşısında... Kötülük simgesi Adoirun ölüm kuşlarının buralardan uçmuş olmaları da olasılıklar dışında değil... Hayır, ne o, ne bu... Yalnızca insansızlık ve ilgisizlik yıkmıştı tarihi "Büyük Sinagog"u! "Şimdi orayı Tanrı bekliyor" diyordu Marko Bey. Ama doğrusu Tanrı da nicedir gözden çıkarmış görunuyordu bu eski evini. Duvarlar sağlamdı, ayaktaydı; ancak "imar ve ihyası" için milyarlar gerekıyordu artık. Musevi dunyasında "Buyuk Sinagug" olarak bilinen tarihi yapının temeli, 1906 tarihli bir fermanla atılmıştı. O ünlü Kaleiçi yangınında (1903) Edirne'nin birçok mahallesiyle birlikte Yahudi Mahallesi'nde bulunan sinagoglar da yanıp kül olmuştu. Yüzyılın başlarında önemli merkezlerden biri sayılan Edirne'nin tapınaksız kalmasına gönlü razı olmayan Museviler, gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında pamuk elleri kadife keselcrine atmışlar ve de o vaktin hükmünce yüklü bir para toplamışlardı aralarında. Büyük Sinagog yapılırken görkemli Viyana Sinagog'u model alınmıştı. Dahası, kimilerine göre her iki tapınak da aynı mimarın elinden ckmıştı; ama bu iddianın gerçekle bir ilgisi yoktu. Yalnızca mimari açıdan onun bir eşiydi o kadar. Bir yıl içinde yapımı tamamlanan Büyük Sinagog, 1907'de hizmete girmişti. Şimdiki haliyle bu ünlü tapınağın geleceği, doğa koşullarına bırakılmış görünüyordu. Bu konuda bir tasarılarının ya da gırişimlerinin olup olmadığını sorduğumuz Türkiye Hahambaşılığı, Büyuk Sinagog'un tarihi kimlığini korumak gibi bir sorunları olmadığı izlenimini çıkardığımız bir tavır sergiliyordu. Cemaatınin bulunmadığı bir yerde bir tapınağı korumaya kalkışmak hahambaşılığın sorunu olmayabilirdi. Ancak tarihi ve turistik bir değer olarak söz konusu yapı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Küllür Bakanlığı'nı ne ölçüde ilgilendıriyordu? Orasını bilemiyorduk! D Haham loımanında barınan bekçı ailesi Edirne'deki tek Yahudi aılesının reısı, lastik tuccarı Marko Bey 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle