Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sultantepe'nin Ramazanı otuz gün sUren ;rçek bir ınanç bayramıydı. tnsanlar o sıraı, dinsel verilere dayanan fakat fantastik bir inyada yaşıyorlardı. Her şey zevkli ve anlamydı. Gündüzleri camiler dolaşılıyor, geceleri tar, çay, sohbet, sahur yemeği gün doğumua kadar sürüyordu. Çalışanlar tatillerini ilkahar veya yaza değil, Ramazana rastlatıyorırdı. Kesinlikle kendi iç dünyalarının nurlu ığında yaşayan, kimseyle uğraşmayan, ne evletin ne milletin işine karışmayan, kendi iş;rine de kimseyi kanştırmayan kutsal insanırdı bunlar... Sultantepe'de her Ranıazanın on dördünü günü büyük bir iftar yemeği verilirdi. Ünü Ozbek pilavı ile işte o yıllarda yakınlık kurluk. Pilav, dergâhın son şeyhi Necmi ağabey 'e aşçı Şevket'in birbirlerinden ilham alan gayetleri ile inanılmaz bir uyum içinde pişirilip cotarılıyordu. Üç yUz kişinin pilav yediğini orada gördük. Kalabalık tekkeye sığmamış, bahçelere, sokaklara hatta mezarlığa yayılmıştı. Bilmem kaç yüz yıllık Ortaasya geleneğinin, yirminci yüzyılın ortasında Üsküdar'a kadar ulaşacağı kimin aklına gelirdi ki... Ama işte gözümüzün önünde bir olay yasanıyordu. Insanları derinden kavrayıp saran hangi kültür, hangi süreç, eğilip bükülerek, kıvrıhp düzelerek yaşamına devam etntedi ki? Sultantepenin ihtiyarları bir hikâye anlatırlar. Vaktiyle bu tekkede Hacı Murad isimli bir derviş yaşarmış, pilav pişirip millete yedirmeye meraklıymış. öylesine meraklıymış ki Üsküdarda pilavıru yemeyen kimsenin kalmamasını istermiş. Çamlıca tepesine kazanları kurup pilav pişirmeyi hayal eder şöyle dermiş: "Çamlıca tepesinde bir pilav devlescm, buyi mubarekini, (mubarek kokusunu) badı saba, (sabah riı/gân) Üsküdara indirdikle, Üsküdar halkı havayı koklayıp Hacı Murad Çamlıca'da pilav demliyor, deseler" dermiş. Hacı Murad'ın pilavından kaç kişi yedi bilmiyoruz, ama aşçı Şevket'in pilavından şimdiye kadar herhalde birkaç on bin kişi yemiştir. Sultantepe'nin Unlü özbek pilavının 1981 yılında Avignon'da bir yemek bayramında Türkiye'yi temsil ettiğini de kaydedelim. Pilavın "Buyi mübareki" gerçekten o yıl ulkeleri, denizleri aşrruş, Fransa'nın Akdeniz kiyılanna ulaşmıştı. Refik Halit anlatıyor \ Sultantepe Ramazanları binanın yıkılmaya yüz tuta\ rak tamiratına başlandığı yıllara kadar sürmüştü. Sonunda bir mimar gelerek eseri "çağdaşlaştırdı". Yapı tamir olurken insanlarını unuttular... Tekke'yi müze yapmayı düşündüklerini duymuştuk. Henüz her şeyi ile yaşayan bir kurum kimbilir hangi düşüncenin eseri ile donarak müze olacaktı. Netice belli oldu. Biz de Ramazanı Sultantepe'den aldık Üsküdar'da kahveci Otuz gün süren Sultantepe ramazanlarında sazının sesi eksik olmayan Abtullah'ın dükkânına tabir rebab sanatçısı da Cahit Gözkan idi. şıdık. Yangından mal kaçırır gibi... Neylerimizi, kudümlerimizi, rebaplarımızı nacağız. Yine teravih namazından çıkan aygetirdik, dükkâna astık. Eski aşıklık gelene dınlık yüzlü vatandaşlar bir küçük çay içmek ğinin devamı belki tek ümit kapısı olacaktı. bahanesi ile oraya uğrayacaklar... Bazıları gitBir gün bu aletleri duvarlarda salkım salkım mek istemeyecek, bazıları da donuk bakışları gören kişiler ne olduklarını soracaklar, ora ile etrafı kolaçan edip, dar karanlık sokaklarda evlerinin yolunu tutacaklar... dan bir gelenek yürüyecekti. öyle oldu... Bir mucize beklememekle birlikte Üsküdar'da, Balaban iskelesine yakın küçük kahvede bir neşe uyandı. Bazı kişiler gözTUrkiye'nin orta yerinde tapu senedi gibi lerini buraya çevirdiler. Ramazan gecelerinin o vazgeçilmez keyfi burada, bu daracık ocak türbesi ile yedi düvele Türklslâm ruhunu anlatan Mevlana'nın şu dizesine kulak vermeli: başında yaşanır oldu... Daha da sürüyor. "Sana bir söz söyleyeceğim... Bu yıl altıncı Ramazan, yine orada toplaHekesin içinde söyleyeceğim. Ama sadece sen anlayacaksın. Diğerlerine sır olacak." Ney, kudüm, rebap sesi gerçekten her kulaktan girmiyor... Kimileri ya sazı ile, sözü ile yaşayan kurumları müzeleştirmeye uğraşırken kimileri sokaklara kadar taşan ney, kudüm seslerine aldırış etmiyor. Yaşanan çağı mı suçlamalı, insanların kabuk bağlamış ruhlannı mı? Yine de kimseye ters bakmadan şunun şurasında var olmanın çarelerini aramalı. ÜskUdar'daki küçük kahvede kâğıt ve oyun yasak. Zaten yer yok... Orayı da bir gün birisi müze yapmaya kalkarsa haklı çıkacak, zira şu günlerin koşulları içinde gerçekten müze gibi kahve... Ancak sanıyorum ki Ramazan eğer hâlâ, deste deste getirip içimize döktüğü mistik heyecanları ile yaşamaya devam edecekse, bu kahveden daha iyi bir yer bulamayacaktır. Orucu aç kalmanın ötesinde düşünenler; bir inancın neşesi ile dünyaya zevkli bakanlar, başka nerelere gidecekler ki? Dinleri ve ruhsal duyguları, her türlü dünya olayının karmakanşık yumağında karanlıklara gömenler, şu dizelere acaba ne derler? "Zahit bizi tan eyleme hak ismin okur dilimiz Sakın efsane söyleme Hazrete varır yolumuz..." 17. yüzyıl BayramıMelâmilerinden Bezcizade Muhyeddin'e ait olan bu sözlerin devamı da var... "Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak il» Taşramızdan bakmak ile kimse bilmez ahvalimiz..." Çalgılarla, sazlarla söylenmiş sözlerin yine de etkisi başka oluyor. Bunu bir Ramazanın mahmur dünyasında yaşamanın da ayrı tadı var. Bu daha uzun yıllar böyle sürer sanıyorum... Geçen günlerin bir daha yaşanması mümkün değil, ama geleceğin tohumu, içinde bulunduğumuz anda yer tutmuyor mu? Eski Ramazanlar eskide kaldı, gelecek Ramazanlar istanbul'un Usküdar semtinde, Sultantepe'deki eski Ûzbekler Tekkesi: Müze yapılması kararlaştırılana bakalım kime ne getirecek? D kadar her ramazan, söz ve sazın yanı sıra en önemli olay, unlu uzbek pilavı idi. Sultantepe'nin sonu Eski zamanlarda ramazan hazırlığı Gazeteci ve yazgr Refik Halit Karay1 (18881965), "Uç Nesil Uç Hayat' (1943) adlı anı kitabında, çocukluk yıllarının, yani II. Meşrutiyet öncesi, 1900'lerin ramazanlarının yaşanışını dile getiren parçalara da yer veriyor. j Benim çocukluğumun ramazanları karakışa rastlamıştı. Onun ıçindir ki, kulağımda kalan ilk davul sesi oldukça kof ve haylı neşesizdir. Zira deri, rütubetten pörsümüş bulunurdu; ayrıca kapalı camlar ve kafesler ardından ses, içerıye boğuklaşarak gırerdı. Fakat annemin, kış ramazanını yazınkilere tercih ettiğini iyice hatırlıyorum. Kışın günler kısadır; insan bir de bakar, top vakti yaklaşıvermiş. , Halbukı yazın hararetten bunalmanızı, dudaklarınızın susuzluktan böcek kabuğu gibi kaskatı kesılmesını bir tarafa bırakınız, bir türlü akşam olmak bilmez kı... Allah, ış güc sahibı olanların yardımcısı olsun! Yaz ramazanını sevenler de şöyle derlerdi: Gündüzün zahmet çekılir amma kırda, bahçelerde kurulan sofralarda oruç açmak pek hostur. iftar masası da çeşit çeşıt salatalarla, cacık ve domatesle, şeflaliler, karpuzlar, kavunlarla daha renkli, daha ıştah çekici ve keyiflı olur! Kısmetimde iki mevsım ramazanı da görmek varmış; hattâ, işte tekrar kışınkıne de gıriyorum. Lâkın ikimiz de ramazan ve ben ne kadar değiştik... O ramazanlar beni tanıyamazlar; kendileri ise benden daha tanınmaz haldel ** * Mevlana'mn kerameti Berat Kandili geçince evde ramazan hazırlığına başlanırdı; ıkı hafta süren bu hazırlık esnasında evler, baştan başa yıkanır, günlerce tahta gıcırtıları, Istanbul şehrine, sokaklarından kağnılar geçen bir Anadolu kasabası ahengı verirdi Asıl ehemmiyet verılen yer, mutfak ve kilerdi. "On iki ayın sultanı" unvanıyle anılan ramazan, her şeyden evvel, boğaz ve mide ile alâkadardı; bu ayda, israf denilebılecek bir bolluk hüküm sürer, Istanbul, en nefıs yemeklerin her "merhaba" diyene sunulduğu muazzam bir imarethaneye dönerdi. Büyük konakların iftar sofrasında yer almak için tanıdık olmaya lüzum yoktu ki... Gözüne kestırdığıne gırerdin. Kımse kim olduğunuzu, nerede, ne münasebetle tanışıldığını, ismınızi ve işınizi sormazdı. Sadece, kapıda duran ağa, kılığınıza, kıyafetinıze bakarak, size yer gösterirdi: Ya büyuk sofrada, ya orta sofrada yahut da alt katta, kahve ocağı sofrasında... Otur masanın bir kenarına; ıstersen ne konuş, ne dinle; yaranmaya çalışma; sekız on türlü yemekten, tıka basa karnını doyur; kahveni iç; usulcacık sıvış, git... Kimse farkında olmaz, onlar dahı işı acayip bulmazdı Otuz gün ramazanı böylece, yabancı konaklarda, iftar etmek suretiyle lord gibi yıyip içerek geçiren bınlerce adam vardı! Şurasını da unutmamalı Bugün, şayet iyi bir lokantada aynı yemeği, aynı bollukla yemek icap etse hususiyle o yemeklerin bulunması kabıl olsa her öğunde altı lıra ile on lıra arasında bir masraf ihtıyar etmeniz lâzım gelirl J. ıı.l ..uLıııiı i Bilu,