03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M.Ziya Ülkenciler lüt sesi henüz duyulmuyor. Sadece rüzgârın uğultusu var. Bir grup insar. tepelere doğru tırmanıyor. Rengârenk kar giysileri var üzerlerinde. lki kişi bir sedyeyi taşıyor. Eski adı Hınzoru, şimdiki Pınarlıkaya köyünün yoksul Alevi insanları değil bunlar. lki yanındaki kaba sopaların arasına gerilmiş kilimden yapılmış sedyede taşınan da insan değil. Zülfü Livaneli'nin başında bulunduğu set ekibi dağa tırmanıyor. Sedyede dünyanın en gelişmiş kamerası Moviecam yatıyor. Üstat kameraman Jürgesl Jorges de Zülfü'nün yanında. Sedyenin bir ucundan, artık kameramanlığa terfi edecek usta asistan Anton Kliıtıa, diğer ucundan bitmez enerjisiyle Wolfgang Kühl tutuyor. Zirveye doğru ekip mola veriyor. Tipi bütün şiddetiyie devam ediyor, kar diz boyu. Yüzler kıpkırmızı. Bıyıklarda buz sarkıtları var. Tepedeki sis aşağıya doğru iniyor. Sise girmemiz gerek. Geride kalanları bekliyoruz. Köyün bilge yaşlısı Cemal Hoca, ekibin oyuncu, taşıyıcı, fedakâr birkaç köylüsu de yanımızda. Kiminin ayağında kara lastikler, şanslılarında ise Almanların erken eskittiği moon boatlar var. Ama kahverengi ceketler her zamanki gibi.. Cemal Hoca, "Zülfü Bey, oradan geçmeyelim, çığ gelir, şuradan gidelim beyim" diyor. Gösterdiği yerden tırmanıyoruz tekrar, tepedeyiz. Herkes soluk soluğa. Moviecam'a eğilip dokunuyorum. Buz gibi. Elektronik bir haspa. Sorar gibi Anton'a dönünce, anlıyor, gUlerek: "Never Mind" diyor. "Kilillenmez, soguga karşı özel ısıtıcı mekanizması var içinde." Soğuk güzelle tanışma sevincim, cehaletimin kızarıklığını örtuyor. Köy çok asağıda kaldı artık. Evler yarı bellerine kadar karla kaplı. Zülfü'nün yaratmak istediği masalsı dünyanın insanları, ortama o kadar uyumlular ki, gri, kahverengi küçük Iekeler dolaşıyor sisli beyazın ortasında. Kamera sehpasına yerleşiyor Jürgen: Önde sis, arkada açılmış köy görüntüsü istiyor. Münıkün mu? Cemal Hoca, " S i ı isterseniz olur begim" diyor. Inanılmaz bir şey, kısa süre sonra da oluyor. Tepede sis dansediyor, köy ve arkasındaki dağlar yavaş yavaş açıhyor. Müthiş bir göruntü. Zülfü'ye bakıyorum gülümsüyor. Birden fark ediyorum, ön dişieri ayrık. Cemal Hoca'ya hak veriyorum artık. Dönüşte köy kahvesinden dönme CafeRestorrat'ın (böyle yazmışlar kapısına) sıcaklığına bırakıyoruz kendimizi. Rolü ya da görevi olmayanlar, biraya çoktan başlamışlar. Yeni gelen Almanlar, garson Hasan'a hemen "bira" diyorlar. Restoranın dağ gibi bira stoklarından biralar geliyor. Bu arada dayanamayıp Zülfü'ye soruyorum: "Anlatılanlardan ve gördüklerimizden hava dahil her şeyin istediğin gibi oluvermesini neye baglıyorsun? Yaşar Kemal'in romanındaki fantezilere uyuyor burada olup bilenler galiba?" "Hiçbir şeye bağlayamıyoruz. Ama hep bunu konuşuyoruz. Ilginç bir şey anlatayım. Fizik bitti, metafiziğe geldik galiba. Bu filmi Yaşar Kemal'le çok konuştuk. Hatta bu film projesi sahil yolunda yürürken çıktı. O film böyle oldu, bu film böyle oldu, hadi biz bir film yapalım, nasıl yapalım derken, bu film projesi çıktı. Sonra Çekmece Gölü'nde onun motoruyla dolaşmaya çıktık. O dümendeydi. lşte film, ocakşubatta biter, Cannes'a yetişir mi, yetişmez mi, gibi şeyler konuşurken, birdenbire masallardaki gibi Çekmece Gölü'nden çok büyük bir balık fırladı ve Yaşar Kemal'in kucağına düştü. Olacak şey değil. Ama bayağı büyük bir balık yani. Hani o Günther Grass'ın romanında anlattığı efsane gibi, gölden bir balık çıktı. öyle bir şey oldu güldük. Yani şaka bir yana burada Gürel de söylüyor, Jürgen, Cornelius, Bischoff da söylüyor. Garip bir biçimde, mesela bağlantılar var ya açıklaması çok zor. Akşam bir sahnenin bağlantısı olarak, açık temiz berrak bir hava geliyor. Ya da bütün gün aydınlık bir havada çalışıyoruz, akşam 16.30'dan sonra hazırlanacağız, karanlık basınca Taşbaş tepeden yukarı çıkacak ve arkasından yedi top ışık gelecek. (O da büyük bir özel efektti. Filmde göreceksiniz. Gerçekten tuhaf bir teknikle çözüldü). Tam biz her şeyi hazırladık, Rutkay kostümünü giydi. O tepenin alt ucuna yerleşti. Birdenbire böyle bir sis dalgası geldi ortalığı kapladı. Ve gökten nur yağar gibi kar yağmaya başladı. Zülfü Livaneli'nin ilk yönetm Bir Dergimizin 30 Kasım 1986 tarihi verdiğimiz "Dilan" Cannes Film / (Ouinzaine) yan bölümünde sunula "Vfer Demir Gök Bakır" ise aynı fesi bölümündeki U Bu istediğimizden de fazlaydı. Bu kadarı da fazla diye başından beri söylüyoruz. Ama hep birinci günden bu güne kadar hava bekleme dik. Hep bize uydu. Kırk yıldır köye bu kadar temiz kar yağmamış, buna köylüler de inanıyorlar, siz getirdiniz diyorlar. Yaşar KemaFin romanlannı Istanbul'da okurken, çok uzak bir dünyanın fantezileri gibi geliyor. Fakat bu köyde film çekerken bir kez daha gördüm, müthiş bir realist temeli var. Yani Latin Amerika romanından Yaşar Kemal romanını ayıran temel öğe bu. Yani oturup da insanları elkilesin diye bir fantezi uydurmuyor Yaşar Kemal romanında. Gerçekten böyle. Biz Mehmel Güler'in evinde çahşıyoruz Taşbaş'ın evi olarak. Yaşlı bir karısı var. Filmdeki Zalaca gibi. Ben de Zalaca rolünde o kadını oynatabilir miyim diye düşünüyordum. Bana geldi dedi ki, "Dün gece rüyamda, bizim evin yanında altından bir degirmen kurmuşsunuz" dedi. "Bu altın değirmene bütün köylüler geliyor, kim yaptı bu degirıneni? Almanlar yaptı diyorum" dedi. Sonra Cemal Hoca'yı tanıdınız. Atiı sahnesi için kar yağmasını bekliyoruz. Onun bundan haberi yok. Bana geldi bir sabah, "Dün akşam bir rüya gördüm" dedi. "Evimin önüne bir allı geldi dıırdu ve bana dedi ki, 'Zülfü Bey, altın kılıcı kazandınız" yani bizim romanda okuduğumuz efsanelerle köyde yaşadığımız ortam müthiş çakıştı." İlk kez kamera karşısına çıkan Rutkay Aziz, Taşbaş rolünde bize daha iyisi olamaz dedirtecek görüntüler yansıtırken, köyün küçük Hülya'sı, ÜmmUhan'ı, ancak bu kadar güzel canlandırabilirdi. Elimde makine, her an ıslak gibi duran güzel gözlerini çekebilmek için dolanıp durdum. Ama o nemli sıcaklığı dondurmak mümkün değildi. Ya da ben henüz usta bir fotoğrafçı değildim. Macide Tanır, yıllar sonra ilk kez ciddi bir sinema olayı olarak gördüğü için kabul ettiği rolünü oynamak amacıyla kamera karşısındaydı. Tiyatroda alışmadığı bir çalışma tarzı vardı burada. Ro başı sunarken, küçük bir tören istiyordu sanki. Zülfü Livaneli onunla ilgili sorduğum soruları şöyle yanıtladı: "Oigcrieri gibi onu da VVIm Wenders buldu. Son filminde birlikle çalışmışlar oradan buraya geldi. Daha önce öncınli filmlerde çalışmış. Esas işi makyajcı değil. Speoialefekt dedigimiz şeyleri yapan bir adam. Ve işinin ııs(ası. Bundan önce 'Güliin Adı' filminde çalışmış. Kendisini vok fazla scvdigimi söyleyemem, çok problemli bir insandı. Ki^iliğiııden lünün olduğu sahnenin ne zaman çekileceğini ötürü gerçekten bize hirtakım problemler yatam bilememekten kaynaklanıyordu belki bu ratlı. Ama işini de iyi yaptı doğrusıı." Çekim bitti. Rutkay Aziz'in soğuktan uyuşalışmamışlığı. Akşam üzeri ekip dönecek artık... Son gün, muş vücuduna paltosunu örtüyorlar. Ekip birson çekim. Rutkay Aziz'in başı taşlaşacak. birine sarılıyor. HüzünlU bir sevinç var. IstanVictor Leitenbauer hazırlıyor taştan başı ve bul, Ankara ve Almanya'ya dönme sevincini her zamanki gibi adından söz ettirmeyi başa yaşayan insanlar, kiminin onları ağlayarak izracak kaprisini yapıp çekimi saatlerce gecik lediği köy insanlarına ellerini uzatıyor. Köyün tiriyor. Belki bana öyle geldi, ama taşlaşmış ortasındaki sessiz jenerator kamyonu ile ışık 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle