Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
mez. "Zavallı adam hastalandıysa suç benim mi? Ne yapabilirim, ben? Helsinki'de tek başımayım, biliyorsun, ne ataşem var, ne yardımcılarım var, her şeyi kendim yapmak zorundayım. Sen de beni, bu korkunç soğukta, Finlandiya lopraklarında dolaştırıp duruyorsun. Ne karışıyorsun?" "Dinle, adam hasta, ölecek, burada bulunman gerek. Ispanya'yı temsil ediyorsun, ne de olsa!' "Peki, peki, gidip onu görelim:' Yanında bir yığın ilaç, yiyecek, sigara, sıcak giysi getirmişti. Her şeyi krallara layık bir biçimde yaptnıştı, benim iyi yürekli Augustin'im. Hasta onu tanıdı, ona gUlümsedi bilc. Arkadaşları da oradaydılar, suskun ve düşman. Bakışlarında nefret dolu bir asağılamayla de Foxa'yı süzüyorlardı. De Foxa iki gün kaldı, sonra Helsinki'ye döndü. Kızağa binmeden önce bana şöyle dedi: "Seni ilgilendirmeyen şeylere niçin burnunu sokuyorsun? Ne zaman beni rahat bırakmayı kabul edeceksin? lspanyol değilsin üstelik. Beni rahat bırak, anladın mı?" "Adlos, Augustin!' "Adios, Malaparte!' Üç gün sonra hasta öldu. General bana şöyle dedi: "Onu hemen gömdürebilirim, ama da Foxa'ya haber vermenin daha iyi olacağını sanıyorum. Adam tspanyol. Ne dersiniz?" "Evet, de Foxa'ya haber vermek gerektiğini sanıyorum. Bu yerinde bir davraruş olur" Ve de Foxa'ya telgraf çektim: "Hasta öldü. Çabuk gel, onu gömmek gerekiyor. İki gün sonra de Foxa çıkageldi. öfkeliydi. "Başıma bela olmaktan vazgeçecek misin?" diye bağırdı beni görür görmez. "Ne kansıyorsun? Beni delirtmek mi istiyorsun? Tabii, adamın öldüğünü, onu gömmek gerektiğini ve burada hazır bulunmak zorunda olduğumu söylersen, gelmemem mümkün değil. Ama bana haber vermemiş olsaydın, ha? Varlığımla onu diriltecek değilim ya!" "Hayır, ama sen tspanya'sın. Onu bir köpek gibi, bu ormanda ülkesinden, lspanya'dan uzakta gömemezler. Hiç değilse sen burada bulundun mu durum farklı olur, anlıyor musun? Sanki bütün lspanya buradaymış gibi olur:' "Tabii, anlıyorum" dedi de Fbxa, "bunun için geldim. Ama yine de, sen bu işlere niçin kansıyorsun? tspanyol değilsin, Valgame dios!" "Onu tatlılıkla gömmek gerekli, Augustin. Sana bunun için haber verdim" "Evet, biliyorum. Peki, peki, aruk bunun sözünü etmeyelim! ölü nerede?" Konulduğu küçük barakada arkadaşlarının başında beklediği zavallı ölü çocuğu görmeye gittik. lspanyol tutsaklar da Foxa'ya somurtuk, neredeyse gözdağı verircesine baktılar. "Onu Katolik usullerince gömeceğiz" dedi de Foxa. "Ispanyollar Katoliktirler. Gerçek, iyi bir tspanyol gibi gömülmesini istiyorum" "Buna izin vermiyoruz", dedi tutsaklardan biri, "Arkadaşımız tanrıtanımazdı, hepimiz gibi. tnançlarına saygı göstermek gerek. Katolik usulünce gömülmesine izin vermeyeceğiz" "Ben lspanya'yı temsil ediyorum burada. Bu ölü lspanyol, bir tspanyol yurttaşı; onu Katolik usulünce gömeceğim. Beni anlıyor musunuz?" "Hayır, sizi anlamıyoruz" "Ben lspanya Elçisiyim, ödevimi yapacağım. Anlamıyorsanız bana vız gelir!' Ve de Foxa çıktı gitti. "Sevgili Augustin" dedim ona, "General Edqvist çok kibar bir adamdır. Bir ölünün inançlarım zorlamandan hoşlanmayacaktır. Finliler özgür insanlardır, davramşını anlamayacaklardır. Bir uzlaşma yolu bulmak gerek" "Evet, ama ben Franco'nun elçisiyim. Bir Ispanyolu Katolik usulünce gömmezlik edemem. Ah! Niçin onu bensiz gömmediniz? Görüyorsun, görüyorsun, Ustüne vazife olmayan şeylere karışma tutkunla yaptığını!" "Tamam, tamam, tasalanma! Her şeyi en iyi şekilde hallederiz." Generale gittik. "Tabii" dedi General Edqvist, "ölü Tanrıtanımaz biriyse, arkadaşlarımn belirttiği ve benim de sandığım gibi, çünkü komünistti, Katolik usulünce gömemeyiz onu. Anlıyorum, lspanya elçisisiniz ve yapamazsınız.." Helsinki'deki Katolik ltalyan papazını getirtmeyi önerdim, Helsinki'de bulunan tek Katolik papazını. (Helsinki'de Katolik piskoposu da vardı, bir Hollandalı, ama piskopos getirtilemezdi.) Dolayısıyla Katolik papazına telgraf çekildi. İki gün sonra papaz geldı. Durumu anladı ve her şeyi en iyi biçimde yoluna koydu. Yukarı Lombardiyalı bir papazdı, bir dağlı, çok sade, çok ince, çok saf. Cenaze töreni sonraki gün yapıldı. Tabul ölünün dört arkadaşı tarafından taşımyordu. Donmuş toprakta dinamitle açılan çukurun dibine Franco tspanyası'nın bayragı konmuştu. Ormandaki küçUk bir kurun bir yanına Finli askerden bir müfreze dizilmişti. Günün cılız aydınlığında kar hafıf hafif parlıyordu. Elçi de Foxa, General Edqvist, ben, kızıl tutsaklar ve birkaç Finli asker tabutu izliyordu. Papaz, çukurun eUi adım uzağında, boynunda alkısı, elinde dua kitabıyla duruyordu. Dudakları sessizce oynamaktaydı, ölülerin duasını okuyordu, ama uzaktan, ölünün inançlarım çiğnememek için. Tabut çukura indirildiğinde, hepsi protestan olan Finli askerler tüfeklerini gökyüzüne boşalttılar. General Edqvist, Finli subaylar ve askerler, benim gibi, ellerini keplerine götürerek selam durdular. Elçi de Foxa kolunu kaldırıp faşist selamı verdi. ölünün arkadaşlan, yumruklanru sıkıp kollannı kaldırdılar. Sonraki gün de Foxa geri döndü. Kızağa yerleşmeden önce beni kenara çekti ve şöyle dedi: "Yaptıklarından ötürü sana teşekkür ederim. Çok kibarca davrandın. Sana biraz yüklendimse bağışla beni, ama anhyorsun ya... Hep (üstüne vazife) olmayan şeylere kansıyorsun!" Birkaç gün geçti. Kızıl tutsaklar hâlâ gelmek bilmeyen Madrid'in cevabını bekliyorlardı. General Edqvist biraz sinirliydi. "Anlıyorsunuz ya!' diyordu bana, "tutsakları sonsuza dek burada tutamam. Bir karara varmak gerek. Ya lspanya onları ister ya da ortlan bir kampa göndermem gerekir. Durumları ciddi. Onları burada tutmak daha iyi. Ama sonsuza dek de burada tutamam!' "Biraz daha sabırlı olun, kuşkusuz cevap gclecektir!' Cevap geldi: "Ancak lspanyol olduklarını, Franco rejimini kabul ettiklerini ve lspanya'ya dönme isteği duyduklarını belirten tutsaklar tspanyol sayılacaklardır" "Gidip durumu onlara anlatın" dedi general Edqvist. Tutsakları görmeye gittim, durumu onlara açıkladım. "Franco rejimini tanımıyoruz, lspanya'ya dönmek istemiyoruz" cevabmı verdiler!' "Inançlarınıza olan bağlılığınıza saygı duyuyorum" dedim, "ama durumunuzun çok ciddi olduğuna da dikkatinizi çekerim. Kızıl Ispanyollar olarak Finlilere karşı savaştığınızı kabul ederseniz kurşuna dizilirsiniz. Savaş yasalan savaş yasalandır. Size yardım etmeme fırsat verin. Yalvarırım, düşünün. Ashnda Ispanyolsunuz. tspanya'da bulunan bütün kızıl Ispanyollar Franco rejimini tanıdılar. dönersiıüz ve orada bütün ötekiler, yenilgilerini açıkça kabul eden bütün kızıllar gibi davranırsınız. Gençsiniz, ölmenize fırsat vermeyeceğim!' "Lütfen bizi rahat bırakır mısıruz!" Uzüntü içinde uzaklaştım. General Edqvist bana şöyle dedi: "Elçi de Foxa'ya haber vermek, telgraf çekip buraya gelmesini ve sorunu çözümlemesini istemek gerek" De Foxa'ya telgraf çektim: "Tutsaklar kabul etmiyorlar. Çabuk onları kandırmaya koş" İki gün sonra de Foxa geliyordu. Kuzey rüzgfln bütün gücüyle esmekteydi ve de Foxa tepeden tırnağa buz tutmuştu. Beni görür görmez: "Yine mi sen?" diye bağırdı, "neden bu işe karıştığını öğrenebıhr miyim? tslemiyorlarsa ben onları nasıl kandırabilirim? lspanyollan tanımıyorsun! Toledo katırı gibi inatçıdırlar! Neden bana telgraf çektin? Ne yapmamı istiyorsun şimdi?" "Git onlarla konuş" dedim de Foxa'ya. "Belki..:1 "Evet, evet, biliyorum... Bunun için geldim. Ama anlarsın ya..!' Tütsakları görmeye gitti, ben de yanındaydım. Tutsaklar uzlaşmasız davrandılar. De Foxa onlara yalvardı, rica etti, gözdağı verdi. Yumuşatamadı. "Bizi kurşuna dizecekler. Peki sonra?" diyorlardı. "Sonra sizi Katolik usulünce gömeceğim!" diye bağırıyordu öfkeden köpüren, gözleri yaşlarla dolan de Foxa. Çünkü sevgili Augustin'im iyi yüreklidir, bu eşsiz ve korkunç inatçılık ona acı veriyordu. "Bunu yapmayacaksınız!" diyordu tutsaklar. Usted es un hombre honesto (•)!" Yine de duygulanmışlardı onlar da. De Foxa, çökmüş halde döndü gitti. Yola çıkmadan önce, tutsakları bir süre daha tutmasını ve kendisine haber vermeden karara varmamasını General Edqvist'ten rica etti. Kızağına yerleşirken bana şöyle dedi: "Görüyorsun ya Malaparte, böyle bir duruma düştüysem suç senindir!' Gözleri yaşlıydı, sesi titriyordu. Bu zavallıçocuklann sonunu düşUnemiyorum. Onlara hayranım, onlarla kıvanç duyuyorum, gerçek birer tspanyol hepsi! Evet, gerçek lspanyol, onurlu ve yürekli! Ama anhyorsun... Onları kurtarmak için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerek. Sana güveniyorum!" "Elimden geleni yapacağım. Olmeyeceklerine söz veriyorum!' "Adios, Augustin!" Kızıllar partiyi kaybettiler, davalarına bağlılıklan Franco'nun savaşı kazandığını kabul etmelerini engellemiyor. lspanya'da yaşayan kızıllar gibi yapın. Yenilgiyi kabul edin" "tspanya'da artık hiç kızıl yok. Hepsi kurşuna dizildi" "Kim anlattı size bu masalı?" "Sovyet gazetelerinde okuduk. Franco rejimini asla kabul etmeyeceğiz. Franco tarafından kurşuna dizilmektense Finli askerler tarafından kurşuna dizilmeyi yeğleriz!' "Dinleyin! Sizin de, Kızıl lspanya'mn da, Franco tspanyası'nın da, Sovyet Rusya'nın da canı cehenneme, ama sizi bırakmak istemiyorum, bırakmayacağım. Franco rejimini kabul etmek, lspanya'ya dönme isteğini belirtmek niyetinde değilseniz o zaman açıklamayı sizin adınıza ben imzalayacağım. Bir sahte belge düzenlemiş olacağım, ama hayatınızı da kurtaracağım. Anlaşıldı mı?" "Hayır! Protesto ederiz, imzamızı taklit ettiğinizi açıklanz. Yalvarırız, bizi rahat bırakın. Ve kendi sorunlarınızla uğraşın! tspanyol musunuz? Hayır! öyleyse ne kanşıyorsunuz?" "lspanyol değilim, ama bir insanım, bir Hıristiyanım, sizi tek başınıza bırakmayacağım. Tekrar ediyorum: ifarairın, ıi2e yardun edeyim. itpanya'ya "Adios, Malaparte!" Her gün gidip tutsaklarla konuşuyor, onları kandırmaya çalışıyordum, ama çabam boşunaydı "Size teşekkür ederiz" diyorlardı bana, "ama biz komünistiz, Franco'yu tanımayı asla kabul etmeyeceğiz!' Bir gün General Edqvist beni çağırttı: "Gidip şu tutsaklara ne olduğuna bir bakın. Arkadaşlanndan birini neredeyse bayıltmışlar. Nedenini de bir türlü anlayamıyoruz!" Tutsakları görmeye gittim. Biri kan içindeydi ve ünlü Fin makineli tüfeği Suomikunipislolili bir Fin askerinin koruyculuğunda odanın bir köşesinde yere oturmuştu. "Ne yaptınız bu adama?" "Kendisi bir haindir", cevabını verdiler bana, "un traditor" "Doğru mu?" diye sordum yaralıya, "Evet, ben bir traditonım. lspanya'ya dönmek istiyorum, dayanamıyorum artık! ölmek istemiyorum! tspanya'ya dönmek istiyorum! Ben tspanyolum! lspanya'ya dönmek istiyorum!' "Bu bir haindir! Bir traditor!" diyordu arkadaşları, onu nefret dolu bakışlarla süzerken. l Traditoru bir barakaya kapattırdım ve de Foxa ya tdgraf çektim: " H traditor tspanya'ya dönmek istiyor. Çabuk gel!" İki gün sonra de Foxa geldi. Kar yağıyordu. Kardan gözü bir şey görmez olmuştu, atlann toynaklarının buz tutmuş yoldan sıçrattığı buz parçaları yüzünü yaralamıştı. Beni görür görmez: "Sen ne kansıyorsun? Üstüne vazife olmayan şeylere niçin kanştığım öğrenebilir miyim? Hikâyelerinle başımı ağntmaktan vazgecmeyeceksin? Nerede o hain?" "Şurada, Augustin!' "Peki. Gidip kendisini görelim!' " H tradltor" bizi sessizce karşıladı. Yirmi yasında, sanşın, açık renk gözlü, çok solgun yüzlü bir çocuktu. Sanşın Ispanyollar gibi sarışındı, açık renk gözlü Ispanyollar gibi açık renk gözleri vardı. Ağlamaya basjadı. "Ben bir hainim" dedi. "Yo un traditor. Ama artık dayanamıyorum. ölmek istemiyorum. tspanya'ya dönmek istiyorum:' Ağlıyordu ve korku, umut, yakanş dolu gözlerle bize bakıyordu. De Foxa duygulanmıştı. "Ağlama" dedi çocuğa, "Seni tspanya'ya göndereceğiz. Orada iyi karşılanacaksın. Bağışlanacaksın. Daha çocukken Ruslar seni bir komünist yaptılarsa bunun suçu sende değil. Ağlama!' "Ben bir hainim!" diyordu tutsak. "Hepimiz hainiz;' dedi birden de Foxa alçak sesle. Sonraki gün, de Foxa ona bir açıklama imzalattı ve aynı gün yola çıktı. Gitmeden önce General Edqvist'e uğradı. "Siz kibar bir adamsınız" dedi, "bu zavallılann hayatlarını kurtaracağınıza söz verin. Hepsi de şeker insanlar. tnançlanna sırt çevirmektense ölmeyi yeğliyorlar!' "Evet, hepsi şeker insanlar", dedi General Edqvist. "Ben askerim, yürekliliğe ve bağlılığa hayranlık duyarım, düşmanımda bile. Size söz veriyorum. Hem Mareşal Mannerheim'la görüş birliğine de vardık, onlara savaş tutsağı gibi davranılacak. Kaygılanmadan yola çıkabilirsiniz, hayatlarının korunacağı konusunda güvence veriyorum" De Foxa, ses çıkarmadan, gırtlağı düğümlenerek General Edqvist'in elini sıktı. Kızağın içine oturduğunda gülümsüyordu. "Neyse!" dedi. Hikâyelerinle başımı ağrıtamayacaksın artık! Madrid'e telgraf çekeceğiz, cevabı alır almaz icabına bakarız. Sağol, Malaparte." "Adios, Augustin" "Adios" Birkaç gün sonra Madrid'in cevabı geldi. Tutsak Helsinki'ye götürUldü. Orada kendisini bir tspanyol subayıyla astsubayı bekliyordu. "El Tradltor" uçakla Berlin'e hareket etti, oradan da lspanya'ya ulaştı. lspanyol yetkililerinin durumdan yararlanmak istedikleri açıktı. Tutsağm bir dediğini iki etmiyorlardı, sevinç içinde yola çıkıyordu garip. tki ay sonra Helsinki'ye döndüm. tlkbahar gelmişti. Gezi üzerindeki ağaçlar yemyeşil taze yapraklarla kaplıydı, dallarda kuşlar ötüşüyordu. Gezinin ucundan görünen deniz de yeşildi, deniz de taze yapraklarla kaplanmış gibiydi. De Foxa'yı Bruneparkendeki villasından aldım, Kemp'e gitmek için kıyı boyunca birlikte yürüdük. Suomenlinna Adası martı kanatlarmdan bembeyaz kesilmişti. "Ya tutsak, El Traditor? Ondan haber aldın mı?" "Yine mi!" diye bağırdı de Foxa. "Peki, ama ne karışıyorsun?" "O adamın... hayatını kurtarmak için ben de bir şeyler yaptım:1 "Az kaldı görevimden oluyordum, o herif yüzünden! Ve suç sende" "El traditor"un Madrid'de çok iyi karşılandığını anlattı. Kahvelere, tiyatrolara, boğa güreşlerinin yapıldığı alana, sıatlara, sinemalara götürülüyordu. Herkes onu gösteriyor, insanlar şöyle diyorlardı: "Görüyor musun şu yakışıklı çocuğu? Komünistti, Rus cephesinde tutsak edildi, Ruslarla birlikte çarpışıyordu, ülkesine dönmek istedi, Franco'yu tanıdı. Mert bir çocuk, güzel bir tspanyol" Ama "El tradltor" başka türlü konuşuyordu: "Buna kahvehane mi diyorsunuz? Siz Moskova'mn kahvehanelerini görmelisiniz. Ve gülüyor ardından şöyle diyordu: "Buraya tiyatro salonu mu diyorsunuz? Bu da sinema mı? Moskova'mn tiyatrolarıyla sinemalarını görmelisiniz!" Ve gülüyordu. Onu stada götürdüler. YUksek sesle şöyle dedi: "Buna stadyum mu diyorsuuz? Kiev Stadı'm görmeniz gerek!" Ve gülüyordu. Herkes dönüp bakıyor o yüksek sesle konuşuyordu: "Bu da stat mı? Kiev Stadı'na stat derim ben!" Ve gülüyordu. "Anlıyor musun" dedi de Foxa bana, "anhyor musun? Senin yüzünden. Bu da senin yüzünden. Madrid'de, bakanlıkta bana ateş püskürüyorlardı. Bütün bunlar senin yuzünden. Böylece belki üstüne vazife olmayan işlere karışmanın ne demek olduğunu öğrenirsin" "Peki ama o çocuk... ne yaptılar ona?" "Ne yapacaklar? Ona hiçbir şey yapmadılar" dedi Augustin garip bir sesle. "Ne karışıyorsun?" Anladım. Onu Katolik usulünce gömmüşlerdi. D (•) Siz onurlu bir kifisiniz.