22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Afrika'da erotizm yazıhp çizilmez yaşanır Antropolog Georges Balandier, Le Monde muhabiri Guitta Pessis Pasternak'm "Afrikalı kadın"a ilişkin sorularını yanıtlıyor. Afrikalı kadın o çarpıcı, göz kamaştmcı şehvctiylc erotizmin capcanlı (imsali olup çıkmıştır. Sakın sizde Afrika'ya karşı özel bir ilgi ııyanmasının başlıca nedcnlerinden biri olmasın bu? Insan bir başka uygarhkta yaşamayı seçmeyegörsün, bir dizi neden işin içine kanşıyor. Halbuki eğer, yirmi küsur yaşlarında iseniz ki ben o yaştaydım kafanızda kadın diye taşıdığınız şey, muğlak bir imajdan başka bir şey değildir. Ustelik, yola revan olduğumda henüz Afrikalı kadını tanımamıştım. Afrikalı kadının bir hayal, baştan çıkarıcı bir cazibe odağı olduğu ve hepsinden önemlisi, bir cinsel kurtuluş arayışını temsil ettiği doğrudur. Cazibeleriniıt, labuların erotik baglantılarını kaldıran, işleri belki de pek kolaylaştıran bir yönii yok mu sizce? Ben bunu kolaylaştırma işareti olarak duşünmüyorum. Düpeduz, işin gizlisi saklısı yok. Erotik ilişkide vahşi bir birleşme, zevki, hazzı tahrik aracı olarak yalnızca bedeni arayış değil, bir de tanışma, anlama süreci söz konusu. Afrika uygarlığı hcmen hiç büinmiyor, Afrikalı kadın ise bu evrendeki en bilinmeyen şey. Ben, erotik oyunlarda daima farklı olanın peşinden koşulduğuna kanaat getirdim. Afrikalı kadın benim için, cildinin rengindcn lutun da, vücudunun hatlanna, endamına, neşrettiği rayihalara ve 'ben burdayım' deyişine kadar farklılığın allahıdır. Afrikalı kadın, beyaz kadmdan daha mı erotik? Afrikalı kadın vucudunu çok daha "tabii" kullanıyor demek daha doğru olur. Erotizmde her şeyden evvel vücudun kendi başına çekiciliği söz konusu. Oysa ki Afrikalı kadın çocuk yaşlarından itibaren, bizimkı gibi medeniyetlerde asla rastlanamayan bir özgürlükle kendisine, vücuduna hükmetme yeteneği kazanıyor. Afrikalı kadın hem vucudunu, hem de içinde bulunduğu mekânı harekete geçirirken, her ikisine de hâkim olurken, öylesine bir edaya, zarafete ve büyüleyici bir üsluba sahiptir ki... Afrikalı kadının göğsü coğu kez çıplaktır, serbesttir. Bu özgürlük insanda, "Ah şu biçili dikili kıyafetler, insan bedeninin cendereye sokulması ve erotizmin gizli kapaklı tutulmasından ibaret olan uygarlığımızdan yakamızı bir sıyırabilsek!.!' türünden bir hayıflanma duygusu uyandınr. Bizint aşırı akılcı toplumumuz, arzularımızı durmaksızın iğdiş ederek erotizmi bastırmıyor mu? Erotizm canlılığını yine de koruyor, ama Âdet olmuştur; bir bilginle billmden, bir yazarla edebiyattan, bir bankacıyla maliyeden söz edilir. Ama bazen karşıhklı bir "keşif'te bulunup fiziği bir kenara bırakarak "âşk"a, şiir çeviresindeki olanaksızlıkları unutup "futbof'a, doların soysuzlaşarak... Yepyeni, incelmiş bir sunüiğin ürününe dönüşüyor. Hem de aşk oyununu en ifrata varacak ölçüde entelektüelleştirebilen kımselere hitap eden bir ürüne... Ya da hepten niteliksizleşerek pornografinin eşiğine gelip dayanıveriyor. Oysa ki ne o ne de öbürii özgiin. Afrika'da şaşırtıcı olan şey, insanın miithiş bir dogallıkİa, kendisini hiç korknıadan arzularının seyrine özgürce kapıp koyuvermesi. Aslında her an var olan, erişilebilir ve kendisini hayatın tüm yönlerinde belli eden bir erotizm yaşanıyor. Afrika dansı, hem bir dini âyin, hem de erotizmdir. Kendilerini kaptırdıklarında kadınların vücutlarının güzelliğini açığa vurur bu dans; pırıltılı heykeller gibi. İnsan Afrika'da, dini ve ahlaki mirasımız yasakladıgı için bizim memleketimizde bulamayacağı bir tür vücut cömertliği ile karşılaşır. Dahası, Afrika şekillerin, renklerin, kokuların ve şiddetli lezzetlerin alabildiğine vurgulandığı bir beldedir: Sözün kısası, cinsi cazibenin diyarıdır. Bizim erotizmi bastınp ezen toplumumuz eroüzme böylesine aian açarken, erotizmin her an yaşandığı Afrika'da hiç erotik sanat iiriinlerine rastlanmayışı size çelişkili göriinmiiyor mu? Bu tastamam doğru. Böylesine maskelendiği, aşırı derecede entelektüelleştirildiği bir âlcmde erotizm, sanat ve edebiyat kisvesine bürünerek yeniden zuhur ediyor. Halbuki duyuların, öğrenmenin, hayatın ve bilmenin bir yukselişini es geçip "sinema"ya dalabilirsiniz... Konuğunuzun "uzmanlık alanı" olmayan bu noktalara girildiğinde bakarsınız, söyleşi bazen bayağı ilginçleşir... Uzmanlık gider belkı ama, yaşam tadı gelir. aracı olarak kabul edildiği Afrika'da şehvet her an mevcut. Dolayısıyla, şehvetin çeşitli biçimlere girerek yeniden ortaya çıkmasına luzum da yok. Orta Afrika'daki bazı kültürler, kadınların erotik bir çırakhk döneminden geçmesıni sağlarlar: Bu kadınlar yalnızca simgesel bir üretkenliği değil, eşinin heyecan ve zevkini tahrik etmeyi amaçlayan göz ahcı dövmeler taşırlar. Erotizme ad koymaya hacet yoktur, çünkü zaten oradadır; anlatılması da gerekmez, çünkü uygulanır; gösterilmesi gerekmez, çünkü herkes erotizmin hayatın bir parçası olduğunu biUr. D 'EVRANOS* 87 yaşındaki çömlekçi uslası Mustafa Tüysüı, beni kırmıyor. Atölyesinin önünde poz veriyor. Bu arada, bana seslenlyor, "Bak fotoğrafını bana yollamaısan sana hakkımı helal etmem." IŞIL ÖZGENTÜRK Araba Kapadokya bölgesinde ilerliyor. Yazın turist arabalarıyla dolu olan yol şimdi bomboş. Gökte ak bulutlar. Görkemli, inanılmaz mimarisiyle ıssız, korkutucu peribacaları... Derin vadilere ıızaktan vakur bir edayla bakan başı dumanlı dağlar. Araba ilerliyor. Hırçın ve ıssız bir doğa iki yanımdan akıp gidiyor. Insanı sürekli geçmişe dönmeye, düşünmeyc zorlayan bir sessizlik. Yüzyıllar önce bu ıssızlığın ortasında yeşercn inanç ve özverinin gUnümüz insanına neredeyse yabancı gelen gerçekliği ürpertiyor beni. Az önce özkonaklar'da konakladım. Bir yeraltı kentinin labirentlerinde dolaştım. Ağır develeri, ipek ve baharat yükleriyle kervanlar vahalara geldiklerinde develerin çıngırakları kendiliğinden, hiç durnıadan çalarmış. Doğru mudur bilmem, yolum hiç çöllere düşmedi; ama bir yeraltı kentinden sonra Kı zıhrmak kıyısındaki Avanos'a rastlamak sanırım çölde vahaya rastlamaya benziyor. Avanos meydanında durdum. Bütün meydanlar gibi bildik bir meydandı. Gene de bilmediğim bir şey vardı. Tam meydanın orta yerinde bir heykel, daha doğrusu bir kaidenin Ustünde heykeller. Yaklaşıp heykellere baktım. Resmi ve asık yüzlü değillerdi. Güleç ve canhydılar. Birinde çömlek yapan, toprağı yoğuran insanların bir arada söyledikleri bir türkü vardı, kaidenin öbür yanında yük taşıyan kadınlar ay ışığında sessizce yollarına devam ediyorlardı, bir de yaşlı bir adam yüzü gulümsüyordu bana. meydandaki yaşlıların yanına yaklaşıp sordum: "Kimdir bu kiiçük meydanda tüm insanlara sevgiyle giiliimseyen adam?" N4«ydandaktyaşlılar bastonlarına sıkı sıkı sarılıp başlarını iki yana salladılar, " O ömer'dir" dcdiler. "Piridir çömlekçüerin. Onun ellerinde uysallaşmayan toprak, onun ellerinde olmayan gu/,ellik yoktur. Pirdir, böyle bilinir. Gelmiş geçmiş en büyuk sanalçısıdır toprağın." Meydandan usul usul uzaklaşıyorum. Omer ustanın çıraklarını bulmalıyım. Yol boyunca ilerliyorum. Her yer bir çömlek atölyesi. Her kapı bir çömlek fırınına açıhyor. tçlerinden birine dalıyorum. Geniş bir mahzen, bir köse deseramik fırını, bir köşede pedallı kalıp makinesi, tepeleme çamur ve insanlar... Karanlık. Gözlerim zor alışıyor; sonradan öğreneceğim, karanlık ve rutubetli yerde kalan çamur daha kolay biçim alıyormuş. Karanlığa gözlerim ahşınca önce seksen yedi yaşındaki Mustafa Tüysüz'ü görüyorum. Yüksekçe taht gibi bir yere oturmuş, beni çağırıyor. Yanına gidiyorum, iyice yaslandığından artık çamur yoğuramıyormuş; ama gene de her gün geliyormuş atölyeye, çamur kokusu olmadan nasıl yaşarmış insan. Atölyedeki diğer çalışanları gösteriyor, "Bunlar da benim çocuklarım" diyor. "Ben olmadan yapamazlar, danışacak bir şeyler olur mutlaka." Mustafa Tüysüz, Sakarya Savaşı'nda düşmanı denize döktüğunde on sekiz yaşındaymış. Mustafa Tüysüz gülerek az ötede yeni bir kalıpla uğraşan Nuri Kıvılcım'ı göstcriyor. "Buna" diyor, "babasına çömlekçiligi ben öğrettim ama Nuri benden yaman çıktı. Taa Hititlerden kalma kalıpları bıılur, kendine gore yeniden döker. Öyle de çok gezmiştir ki, Sıvas'ı, Erzurum'u, Anlep'i sen ondan sor. Her diyara gidip çömlekçilik ogretmiştir. Bizim gelenegimi/ Ilititlerden gelir, bunu en çok yabancılar bilir. Yaz kış gelirler, dizimizin dibine oturur, çömlek sırlarımızı ögrenirler. En çok da kadınlar. Şimdi iki yabancı ınisafirimiz var, taa Hollanda'dan. Sırlarımızı ogrenmeye gelmişler." Mustafa Tüysüz elinde bir testiyle yanıbaşımızdan geçen onbeş yaşındaki çırak Cemil'i görünce anlatmayı kesip onu yanımıza çağırıyor. "Bu Cemil" diyor, "buralı degil, taa KaıVtan geldi. Lâkin çok yetenekli, şimdiden testi kalıbını kaptı bile, yaman bir usta olacak." Pirinin sözleri karşısında Cemil utanıp başını eğiyor, Mustafa Tüysüz onun elindeki testiyi alıyor, ince ince bakıp bana uzatıyor, "Misafirimize lâyıktır, sagol oglum Cemil" diyor. Elimde Karslı Cemil'in testisi, arabaya bıniyorum. tki yüz çömlek atölyesindc Türkiye'nin tüm çömlek gereksinimini karşılayan bu kuçük kasabavı terk etmeye hazırlanıyorum. Gülümsüyorum, elimdeki testiye bakıp gulümsüyorum. Son bir kez bakıyorum Avanos'a. Kızıhrmak gene o güzelim türküsünü tutturmuş. D Avanos, turistik Kapadokya'nın kıyıcığında durur. Peribacalannı, Ürgüp'teki kaya kiliselerini görmek için yola çıkanlar çok zaman Avanos'a uğramazlar. Oysa Avanos, Ürgüp'le Göreme'nin hemen yanı başında, neredeyse bir sigara içimlik uzaklıktadır. Sanat pirinin mekân kurduğu yer AVANOS 19
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle